Ahiret hayatının evreleri nelerdir? Ahiret hayatının evreleri ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Yeniden diriliş (Ba's) nedir? Havz ne demek? Haşr ve mahşer ne demek? Peygamberimizin şefaati nasıl olacak? SemĂ‚ ehlinin yeryuzune inmesi nasıl gercekleşecek? Ahiret hayatının diğer safhaları nelerdir? Ahiret hayatının evreleri sırasıyla...Ahiret hayatının belli başlı evreleri şunlardır:
1. Ba ’s (Diriliş)
2. Havz
3. Haşr ve mahşer
4. Peygamber Efendimiz ’in şefaati
5. Sem ehlinin yeryuzune inmesi
6. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın tecellî etmesi
7. Hesapsız cennete girecek olanlar
8. Hesapsız cehenneme girecek olanlar
9. Amel defterlerinin acılması
10. Hesap
11. Mizan
12. Sırat
Ahiret hayatının belli başlı aşamaları:
1. BA ’S (DİRİLİŞ) KıyĂ‚met gunu yaşanacak ba‘s yani diriliş, İsrĂ‚fîl ’in Sûr ’a ikinci defa uflemesiyle vukū bulacaktır. Bu ikinci ufleyişle, daha evvel bu fĂ‚nî cihanda yaratılmış olan butun canlılar tekrar diriltileceklerdir. Buna “Baʻsu baʻde ’l-mevt” yani “olumden sonra diriliş” denmektedir. Ebû Hureyre Allah Resûlu ’ne, Sûr ’a iki ufleniş arasında ne kadar zaman gececeğini sormuş, Efendimiz de “kırk” diye cevap vermişlerdir. Ebû Hureyre ’ye, bu ifĂ‚deyle kırk yıl mı, kırk ay mı yoksa kırk gun mu kastedildiği tek tek sorulduğunda her birine ısrarla; “Bir şey diyemem.” şeklinde mukĂ‚belede bulunmuştur. Sonra da Rasûlullah Efendimiz ’in hadîsini nakletmeye devam ederek şoyle buyurmuştur: “Allah gokten su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik haric hepsi curur. Bu curumeyen, «Acbu ’z-Zeneb»[1] denen kuyruk sokumu kemiğidir. KıyĂ‚met gunu yeniden yaratılış bundan terkip edilecektir.” (BuhĂ‚rî, Tefsîr, 39/3; Muslim, Fiten, 141; Muvatta ’, CenĂ‚iz, 48; Ebû DĂ‚vûd, Sunnet, 24; NesĂ‚î, CenĂ‚iz, 117)
Bazı rivĂ‚yetlerde iki Sûr arasındaki surenin kırk sene olduğu ifĂ‚de edilmiş[2] ve umûmiyetle bu şekilde kabul gormuştur.[3] Mufessir ve dil Ă‚limi FerrĂ‚ ’ya gore: “İnsanlar ve butun mahlûkat ilk Sûr ile olurler. Bununla diğer Sûr arasında kırk sene vardır. Bu esnĂ‚da Allah bir yağmur gonderir. Kırk gun erkeklerin menileri kıvamında yağar. İnsanlar, annelerinin karnında yetiştikleri gibi kabirlerinde inbĂ‚t ederler. Bu durum şu Ă‚yet-i kerîmede ifĂ‚de edilen şeydir: «…İşte oluleri de boyle cıkaracağız…» (el-A‘rĂ‚f, 57) Yani olu yerden yağmurla bitkileri cıkardığımız gibi oluleri de kabirlerinden cıkarırız.”[4]
Âyet-i kerîmelerde CenĂ‚b-ı Hak, yeniden dirilmenin nasıl gercekleşeceği hususunda şuphesi olanlara şoyle hitĂ‚b etmektedir: “Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şuphede iseniz, şunu bilin ki, Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alekadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları belli belirsiz bir ciğnem et parcasından yarattık ki size (kudretimizi) gosterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir vakte kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı cıkarırız. Sonra kuvvetli cağınıza ulaşmanız icin (sizi buyuturuz). İcinizden kimi vefĂ‚t eder, kimi de omrun en zayıf cağına (yani ihtiyarlığa) kadar goturulur. TĂ‚ ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hĂ‚le gelsin! (Boylece bedenî guc azaldığı gibi, zihnî melekeler de dumura uğrar.) (Yeniden yaratılışın bir misĂ‚li de şudur ki) sen, yeryuzunu kupkuru ve olu bir hĂ‚lde gorursun; fakat Biz, uzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her ceşitten (veya ciftten) ic acıcı bitkiler verir. Cunku Allah hakkın ta kendisidir. O, oluleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kĂ‚dirdir. KıyĂ‚met vakti de gelecektir; bunda hic şuphe yoktur. Ve hakîkaten Allah kabirdekileri diriltip kaldıracaktır.” (el-Hac, 5-7)
Mu ’minûn Sûresi ’nde ise, insanın ana rahminde gecirdiği ibretli safhalar, dunya hayatı, olumu ve ardından tekrar dirileceği hakîkati şoyle anlatılmaktadır: “Andolsun Biz insanı, camurdan (suzulup cıkarılmış) bir ozden yarattık. Sonra onu sağlam bir karargĂ‚hta nutfe hĂ‚line getirdik. Sonra nutfeyi aleka (aşılanmış yumurta) yaptık. Peşinden, alekayı, bir parcacık et hĂ‚line soktuk. Bu bir parcacık eti kemiklere (iskelete) cevirdik. Bu kemikleri etle kapladık. Sonra onu başka bir yaratışla insan hĂ‚line getirdik. Yapıp-yaratanların en guzeli olan Allah pek yucedir. Sonra, muhakkak ki siz, bunun ardından elbet oleceksiniz. Sonra da şuphesiz, sizler kıyĂ‚met gununde tekrar diriltileceksiniz.” (el-Mu ’minûn, 12-16)
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın beyĂ‚n ettiği bu diriliş hakîkatini, Peygamber Efendimiz de Ebû Rezin ile aralarında gecen bir konuşmada şoyle ifĂ‚de buyurmuşlardır: Ebû Rezin el-Ukaylî naklediyor: Bir gun: “–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Allah TeĂ‚lĂ‚, mahlûkĂ‚tı yeniden nasıl diriltir? Bunun dunyadaki misĂ‚li nedir?” diye sordum. Efendimiz: “−Sen hic, kavminin yaşadığı vĂ‚diden kurak mevsimde gecmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil olduğu bahar mevsiminde oraya uğramadın mı?” buyurdular. Ben: “−Elbette!” deyince, Allah Rasûlu: “−İşte bu, AllĂ‚h ’ın yeniden yaratmasına delildir. Allah, oluleri de boyle diriltecektir!” buyurdular. (Ahmed, IV, 11)
Yeniden Diriliş İle İlgili Ayetler Âhireti inkĂ‚r edenlerin, yeniden diriltildikleri zaman, icine duşecekleri buyuk şaşkınlık ve pişmanlık, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle haber verilmektedir: “O (diriltme) korkunc bir sesten ibĂ‚ret olacak, o anda hemen onların gozleri acılıp etrafa bakacaklar. (Durumu goren kĂ‚firler korku ve pişmanlıkla «–Eyvah bize! Bu cezĂ‚ gunudur!» derler. İşte bu, yalanlamış olduğunuz hukum gunudur.” (es-SĂ‚ffĂ‚t, 19-21) “Sanki etrafa yayılmış cekirge surusu gibi bakışları perişan (ve utanctan yere bakar) bir hĂ‚lde ve davetciye (İsrĂ‚fîl ’e) koşarak kabirlerden cıkarlar. O esnĂ‚da kĂ‚firler: «–Bu, cok cetin bir gundur!» derler.” (el-Kamer, 7-8)
Zira onlar Ă‚hiret hayatını yalan sayıyor ve hayatlarının sadece bu dunyada yaşadıklarından ibĂ‚ret olduğunu zannediyorlardı. Bu hakîkat Ă‚yet-i kerîmede şoyle bildirilmektedir: “Dediler ki: «–Hayat ancak bu dunyada yaşadığımızdır. Oluruz ve yaşarız. Bizi ancak zaman helĂ‚k eder.» Bu hususta onların hicbir bilgisi de yoktur. Onlar sadece zanna gore hukum veriyorlar. Onlara acıkca Ă‚yetlerimiz okunduğu zaman: «–Doğru sozlu iseniz atalarımızı getirin!» demelerinden başka delilleri yoktur. De ki: «–Allah sizi diriltir, sonra oldurur. Sonra sizi şuphe goturmeyen kıyĂ‚met gununde bir araya toplar. Fakat insanların coğu bilmezler.»” (el-CĂ‚siye, 24-26)
İslĂ‚m ’ın en azılı duşmanlarından biri olan Ubey bin Halef, oldukten sonra dirilişi inkĂ‚r ettiği icin, bir defasında yerden curumuş bir kemik alıp elinde ufalamış ve Rasûlullah Efendimiz ’e donerek, alaycı bir tavırla: “–AllĂ‚h ’ın, bu curumuş kemikleri tekrar dirilteceğine mi inanıyorsun?” demişti. Allah Rasûlu de ona cevĂ‚ben: “–Evet, Allah seni tekrar diriltecek ve Cehennem ’e koyacak!” buyurdular. (Kurtubî, el-CĂ‚mî, XV, 58; VĂ‚hidî, s. 379) Ardından da şu Ă‚yet-i kerîmeler nĂ‚zil oldu: “İnsan gormez mi ki, Biz onu bir nutfeden yarattık. Bir de bakıyorsun ki apacık duşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak Biz ’e karşı misal getirmeye kalkışıyor ve: «–Şu curumuş kemikleri kim diriltecek?» diyor. De ki: «–Onları ilk defa yaratmış olan diriltecek. Cunku O, her turlu yaratmayı gayet iyi bilir.»” (YĂ‚sîn, 77-79)
CenĂ‚b-ı Hak, KıyĂ‚me Sûresi ’nin başında, insanları oldukten sonra yeniden diriltmenin kendisi icin hic de zor olmadığını şoyle beyan buyurmaktadır: “KıyĂ‚met gunune yemin ederim.” (el-KıyĂ‚me, 1) “Nefs-i levvĂ‚meye (kendini kınayıp pişmanlık duyan tutarsız nefse) yemin ederim ki (diriltilip hesĂ‚ba cekileceksiniz).” (el-KıyĂ‚me, 2) “İnsan, kendisinin kemiklerini bir araya toplayamayacağımızı mı sanır?” (el-KıyĂ‚me, 3) “Evet, Biz ’im, onun parmak uclarını[5] bile aynen eski hĂ‚line getirmeye gucumuz yeter.” (el-KıyĂ‚me, 4)
Lokman Sûresi ’nde de Rabbimiz şoyle buyuruyor: (Ey insanlar!) Sizin yaratılmanız ve diriltilmeniz, ancak tek bir kişinin yaratılması ve diriltilmesi gibidir. Şuphesiz ki, Allah her şeyi işiten ve gorendir.” (LokmĂ‚n, 28) Hic şuphesiz ki ilk yaratma, ikinci yaratmaya da delil teşkil etmektedir. Zira yoktan yaratmak, var olanı yok edip tekrar hayata dondurmekten daha zordur. Zoru kabul edip de, kolayın olamayacağını ileri surmek, hic de akıllıca bir iddia değildir. Kaldı ki sonsuz ilim ve kudret sahibi olan Allah TeĂ‚lĂ‚, ilk yaratmada da aslĂ‚ bir Ă‚cizlik gostermemiş, her biri birer hilkat bedîası olan sayısız varlıklar halketmiştir.
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak kullarına şoyle sormaktadır: “İlk yaratmada Ă‚cizlik mi gosterdik? Hayır, onlar yeni bir yaratma hususunda şuphe icindedirler.” (Kāf, 15) İnsanoğlunun dirilip kabrinden kalktığındaki hĂ‚li, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle tasvîr edilmektedir: “Nihayet Sûr ’a ufurulecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rab ’lerine giderler! (İşte o zaman «–Eyvah, eyvah! Bizi uyuduğumuz yerden[6] kim diriltip cıkardı? Bu, RahmĂ‚n ’ın vaad ettiğidir. Peygamberler gercekten doğru soylemişler!» derler.” (YĂ‚sîn, 51-52) “O gun onlar, sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi, gozleri horluktan aşağı duşmuş ve kendileri zillete burunmuş bir hĂ‚lde kabirlerinden fırlaya fırlaya cıkarlar. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gundur!” (el-MeĂ‚ric, 43-44) “O gun yer, onların uzerinden yarılıp acılır ve suratle cıkıp koşarlar! Bu, ancak Biz ’e kolay olan bir haşirdir.” (Kāf, 44) “Kabirlerde bulunanlar diriltilip dışarı atıldığı ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman, insan (hĂ‚linin ne olacağını) duşunmez mi? Şuphesiz Rab ’leri o gun onlardan tamamıyla haberdardır.” (el-ÂdiyĂ‚t, 9-11)
O gunun şiddet ve vahĂ‚meti, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle ifĂ‚de edilmektedir: “Sûr ’a uflendiği zaman artık aralarında akrabalık bağları kalmamıştır; birbirlerini de arayıp sormazlar!” (el-Mu ’minûn, 101) “Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, işte o gun, kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve cocuklarından kacar. O gun, herkesin kendine yetip artacak bir derdi vardır.” (Abese, 33-37)
Hazret-i Âişe şoyle nakletmektedir: “Bir gun Rasûlullah Efendimiz: «–KıyĂ‚met gunu, yalınayak, cıplak ve sunnetsiz olarak AllĂ‚h ’ın huzûrunda toplanacaksınız.» buyurmuşlardı. Bunun uzerine ben (şaşkınlık icerisinde): «–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Erkekler ve kadınlar birbirlerine bakarlar!?» dedim. Peygamber Efendimiz: «‒O zamanki vaziyet, onların boyle bir şeyi duşunemeyecekleri kadar şiddetli ve dehşet vericidir.» buyurdular. (BuhĂ‚rî, Rikāk, 45; Muslim, Cennet, 56)
Diğer bir hadîs-i şerîfte bildirildiği uzere oluler yeniden diriltilince kendisine ilk elbise giydirilecek olan kişi Hazret-i İbrahim olacaktır.[7] Daha sonra Peygamber Efendimize elbisesi giydirilecektir. Bundan sonra Allah Rasûlu Arş ’ın sağ yanında duracak ve orada yalnız Rasûlullah bulunacaktır. Bu sebeple evvelkiler de sonrakiler de Efendimize imreneceklerdir. CenĂ‚b-ı Hak, vucûdun parcalarını bir araya getirip ruhları da onlara iĂ‚de ederek oluleri kabirlerinden cıkaracaktır. Yeniden yaratılan insanlar icin, artık sonu olmayan bir hayat başlamış olacaktır. KıyĂ‚met gunu ilk olarak dirilip kabrinden cıkacak kişi ise, Rasûlullah ’tır.[8] Allah Rasûlu bir gun Mescid ’e girmişlerdi. Bir tarafında Hazret-i Ebûbekir diğer tarafında da Hazret-i Omer vardı. Efendimiz onların ellerini tuttu ve: “KıyĂ‚met gunu biz işte boyle diriltileceğiz.” buyurdular. (Tirmizî, MenĂ‚kıb, 16/3669)
Kur ’an-ı Kerim ’de Diriliş Ornekleri Dirilişin cismĂ‚nî mi, rûhĂ‚nî mi olacağı hususunda ihtilĂ‚f edilmişse de Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, dirilişin cismĂ‚nî olacağına dĂ‚ir pek cok Ă‚yet-i kerîme bulunmaktadır. Allah TeĂ‚lĂ‚, her insanı bedeniyle diriltip rûhunu da iĂ‚de edecektir. Olumden sonra dirilişin gercek olduğu ve bunun Allah icin hic de zor olmadığı hususunda gonullerin tatmin olması maksadıyla, CenĂ‚b-ı Hak daha dunyada iken bazı oluleri diriltmiş, bunun misallerini de Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle zikretmiştir:
a. Parcalanmış Kuşların Canlandırılması:
Âyet-i kerîmede buyrulur: “İbrahim Rabbine: «–Ey Rabbim! Oluyu nasıl dirilttiğini bana goster!» demişti. Rabbi ona: «–Yoksa inanmadın mı?» dedi. İbrahim: «–Hayır, inandım. Fakat kalbimin mutmain olması icin (gormek istedim).» dedi. Bunun uzerine Allah: «–Oyleyse dort tane kuş yakala, onları yanına al, sonra (kesip parcala), her dağın başına onlardan bir parca koy. Sonra da onları kendine cağır; koşarak sana gelirler. Bil ki Allah azîzdir, hakîmdir.» buyurdu.” (el-Bakara, 260)
RivĂ‚yete gore Allah TeĂ‚lĂ‚, İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’a, yakaladığı dort kuşu kesmesini, tuylerini yolmasını ve etlerini sıyırıp parcalara ayırmasını emretti. Sonra başlarını yanında saklamak sûretiyle, her dağın başına onlardan birer parca koymasını istedi. İbrahim -aleyhisselĂ‚m-, rivĂ‚yete gore birer tavus, horoz, karga ve kartal tuttu. Bunların her birini dort parcaya ayırdı, hamur yapıp birbiriyle karıştırdı ve dağların tepesine bundan birer parca koydu. Sonra onları; “AllĂ‚h ’ın izniyle bana gelin!” diyerek cağırdı. Her bir parcanın bir diğerine doğru ucup, bir cusse teşkil ettiğini ve gelip kendine Ă‚it başla birleşerek eski hĂ‚lini aldığını gordu.[9]
Hazret-i İbrahim ’in kuşları dağların uzerine koymasının, etrafında buyuk bir kalabalığın olduğuna işaret ettiği de ifĂ‚de edilmiştir. Yani insanlar tarafından rahatca gorulebilsin diye o kuşları yuksek bir yere koymasının emredilmiş olabileceği bildirilmiştir. Buna gore İbrahim -aleyhisselĂ‚m-, Ă‚hirette yeniden dirilişi inkĂ‚r edenlere bunu ispat etmek icin CenĂ‚b-ı Hak ’tan bir mûcize istemiş ve bu hĂ‚dise gercekleşmiştir. MĂ‚lum olduğu uzere İbrahim -aleyhisselĂ‚m-, buyuk bir peygamberdir. Dolayısıyla AllĂ‚h ’ın oluleri dirilteceği hususunda herhangi bir şuphesinin olması duşunulemez. Muhakkak ki CenĂ‚b-ı Hak da, İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın îman ehli olduğunu biliyordu. Fakat İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın; “Rabbim! Oluleri nasıl dirilttiğini bana goster!” sozuyle ne kastettiğinin herkes tarafından bilinmesi icin ona; “Yoksa inanmadın mı?” diye sormuştur. İbrahim -aleyhisselĂ‚m- da, Ă‚yet-i kerîmede beyĂ‚n edildiği uzere, hakîkati bizzat gorerek kalbinin iyice mutmain olması ve bu ilĂ‚hî azamet tecellîsini seyrederek inancının “hakka ’l-yakîn” derecesine yukselmesi icin CenĂ‚b-ı Hak ’tan boyle bir talepte bulunduğunu ifĂ‚de etmiştir. Zira insanın, inandığı bir şeyi kendi gozleriyle de gorduğu takdirde inancının daha da percinlenerek sarsılmaz bir hĂ‚le geleceği muhakkaktır. Diğer taraftan, İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın boyle bir talepte bulunmasının, kendisinin “AllĂ‚h ’ın dostu” olduğu hususunda kalbinin tam bir itmi ’nĂ‚na ermesi icin olduğu da ifĂ‚de edilmiştir.
Ayrıca bu Ă‚yet-i kerîmeden, bir insanın hangi mĂ‚nevî makama erişirse erişsin, îmĂ‚nının kemĂ‚li ve kalbinin itmi ’nĂ‚nı icin hĂ‚lĂ‚ alacağı mesafeler olduğu hakîkati ortaya cıkmaktadır. Zira “ulu ’l-azm” peygamberlerden biri olan, “Halîlullah/AllĂ‚h ’ın Dostu” rutbesini taşıyan ve pek cok ilĂ‚hî iltifĂ‚ta nĂ‚il olduğu Ă‚yet-i kerîmelerde bildirilen İbrahim -aleyhisselĂ‚m- bile, itmi ’nĂ‚nının artması icin AllĂ‚h ’a yalvarıyor ve O ’ndan yardım istiyor. Şurası muhakkak ki, kulun CenĂ‚b-ı Hakk ’a yakınlığı arttığı nisbette, gonul Ă‚leminde muazzam ufuklar acılır. Dolayısıyla CenĂ‚b-ı Hakk ’a karşı kendi Ă‚cizlik, muhtaclık, noksanlık ve hicliğini cok daha berrak bir sûrette idrĂ‚k eder.
Nitekim İbrahim -aleyhisselĂ‚m- da bu hiclik ve mahviyet hissiyĂ‚tı icinde CenĂ‚b-ı Hakk ’a şoyle niyĂ‚z etmiştir: (YĂ‚ Rabbi! İnsanların) dirilecekleri gun beni mahcub etme. O gun, ne mal fayda verir ne de evlĂ‚t. Ancak AllĂ‚h ’a kalb-i selîm (temiz bir kalp) ile gelenler (bunun faydasını gorur).” (eş-ŞuarĂ‚, 87-89) Hazret-i İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın olulerin diriltilmesini gormek isteyişiyle alĂ‚kalı Ă‚yet-i kerîmenin işĂ‚rî tefsîrinde de şoyle denilmektedir: “Hazret-i İbrahim, bu suĂ‚liyle Allah ’tan kalbinin ihyĂ‚sını istemiştir. Allah TeĂ‚lĂ‚ da ona, gonlunun başka şeylerle olan bağlantılarını kesmesi gerektiğini haber vermiştir. Buna gore İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın parcalara ayırdığı dort kuş ile, nefiste bulunan dort kotu sıfata işaret edilmiştir. Tavus ziyneti, karga tûl-i emeli (tukenmek bilmeyen arzuları), horoz şehveti ve kartal da hırsı temsil etmektedir. Dolayısıyla mucĂ‚hede ve riyĂ‚zatla nefsinin bu mezmum sıfatlarını boğazlayamayanlar, muşĂ‚hedeyle kalbini diriltme imkĂ‚nı bulamazlar.” (Kuşeyrî, LetĂ‚ifu ’l-İşĂ‚rĂ‚t, I, 121)
b. Yıldırım Carpmasıyla Olenlerin Tekrar Diriltilmesi:
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle buyrulmuştur: “Bir zamanlar: «–Ey MûsĂ‚! Biz AllĂ‚h ’ı apacık gormedikce aslĂ‚ sana inanmayız!» demiştiniz de gozleriniz gore gore o anda sizi yıldırım carpmıştı. Sonra olumunuzun ardından sizi dirilttik ki şukredesiniz.” (el-Bakara, 55-56) Âyet-i kerîmelerden de anlaşıldığı uzere MûsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’ın kavminden bazıları; AllĂ‚h ’ı gormedikce îmĂ‚n etmeyeceklerini soylemiş, bunun uzerine de Allah TeĂ‚lĂ‚ onlara yıldırım gondermişti. Yıldırım carpmasıyla olen bu kimseleri CenĂ‚b-ı Hak bir muddet sonra diriltmiş, boylece onlar, AllĂ‚h ’ın kudretini bizzat yaşamak sûretiyle idrĂ‚k etmişlerdi. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de bildirilen bu hĂ‚dise de, oldukten sonra dirilişi inkĂ‚r edenlere, bunun Allah icin hic de zor olmadığını gostermektedir.
Nitekim Ă‚hirette dirilişi inkĂ‚r eden insanlara AllĂ‚h ’ın kudretini gostermek icin Hazret-i ÎsĂ‚ -aleyhisselĂ‚m- ’a oluleri diriltme mûcizesinin verilmiş olduğu, AshĂ‚b-ı Kehf ’in uc yuz kusur yıl uyutulduktan sonra uyandırıldıkları da mĂ‚lumdur.
c. Yuz Yıl Olu Kalanın Dirilmesi:
Rasûlullah ’a muşriklerin en fazla îtiraz ettikleri hususlardan biri, olulerin yeniden diriltilecek olmasıydı. Hem bunu nefsĂ‚niyetleri gereği kabul etmek işlerine gelmiyordu, hem de curuyup yok olmuş cesetlerin nasıl tekrar canlanacağını bir turlu anlayamıyorlardı. CenĂ‚b-ı Hak Peygamber Efendimiz ’e, muşriklerin bu istifhamlarını giderecek bircok Ă‚yet-i kerîme vahyetti. Olumden sonra diriliş gerceğini bircok misalle Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de îzah buyurdu. Nitekim bu misallerden biri de, Uzeyir -aleyhisselĂ‚m- zamanında gercekleşen ve yuz yıl olu kaldıktan sonra tekrar diriltilen kimsedir.
Âyet-i kerîmede buyrulur: “Yahut gormedin mi o kimseyi ki, evlerinin duvarları catıları uzerine cokmuş (harĂ‚b olmuş) ıssız bir kasabaya uğradı; «–Olumunden sonra Allah bunları nasıl diriltir acaba!» dedi. Bunun uzerine Allah onu hemen oldurup yuz sene bıraktı, sonra tekrar diriltti: «–Ne kadar kaldın burada?» dedi. «–Bir gun yahut daha az.» dedi. Allah ona: «–Hayır, bilĂ‚kis yuz sene kaldın. Yiyeceğine ve iceceğine bak, henuz bozulmamıştır. Bir de eşeğine bak. Seni insanlara bir ibret kılalım diye (yuz sene olu tuttuk, sonra tekrar dirilttik). Şimdi sen kemiklere bak, onları nasıl duzenliyor, sonra ona nasıl et giydiriyoruz!» dedi. Durum kendisince anlaşılınca: «–Şimdi iyice biliyorum ki, Allah her şeye kĂ‚dirdir.» dedi.” (el-Bakara, 259)
Bazı tefsirlerde, Uzeyir -aleyhisselĂ‚m- olduğu zikredilen bu kişi, oturanları olup gitmiş ve harĂ‚be hĂ‚line gelmiş olan kasabaya uğradığında, kendi kendisine, AllĂ‚h ’ın oluleri nasıl dirilteceğini duşunur ve konakladığı bu yerde uyuyakalır. Allah onu oldurup yuz sene sonra tekrar diriltir. O şahıs dirildiğinde, kendisinin kısa bir sure uyuyup uyandığını zanneder. Cunku yiyecekleri henuz bozulmamıştır. Fakat merkebine bakınca anlar ki o oleli cok olmuş. Zira sadece curumeye yuz tutmuş kemikleri kalmıştır. Allah TeĂ‚lĂ‚, onun gozu onunde merkebini diriltir. Boylece o kişi, AllĂ‚h ’ın kullarını nasıl oldureceğini ve tekrar nasıl dirilteceğini bizzat muşĂ‚hede etmiş olur.
2. HAVZ Kabirlerinden susuz bir vaziyette cıkacak olan insanların, susuzluklarını giderebilmek icin canhıraş bir şekilde, Mahşer meydanında bulunan Havz ’a koşacakları haber verilmektedir. LĂ‚kin oraya herkes varamayacaktır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte, dunyada iken îman nîmetinden yuz cevirip bĂ‚tıl yollara sapan kimselerin, Havz ’ın suyunu icmekten men edilecekleri şoyle haber verilmektedir:
Rasûlullah bir gun kabristana gittiler ve: “SelĂ‚m size ey mu ’minler diyarının sĂ‚kinleri! İnşĂ‚allah bir gun Biz de sizin yanınıza geleceğiz.” (diyerek orada medfun bulunan kabir ehlini selĂ‚mladılar. Ardından da “–Kardeşlerimizi gormemizi cok isterdim!” buyurdular. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m şaşkınlıkla: “–Biz Siz ’in kardeşleriniz değil miyiz, yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye sordular.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz: “–Sizler benim ashĂ‚bımsınız, kardeşlerimiz ise henuz gelmemiş olanlardır.” buyurdular. Bunun uzerine ashĂ‚b-ı kirĂ‚m: “–Ummetinizden henuz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksınız, ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu?” diye sordular. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onlara: “–Bir adamın alnı ve ayakları beyaz olan bir atı olduğunu duşunun. O adam bu atını, hepsi de simsiyah olan bir at surusu icinde tanıyamaz mı?” diye sordular.
SahĂ‚be-i kirĂ‚m: “–Evet, tanır ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu!” cevĂ‚bını verdiler. Bunun uzerine Rasûlullah şoyle buyurdular: “–İşte kardeşlerimiz de abdestten dolayı yuzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak geleceklerdir. Ben, onceden gidip Havz ’ımın başında ikram etmek icin onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler, yabancı devenin suruden kovulup uzaklaştırıldığı gibi, benim Havz ’ımdan kovulacaklardır. Ben onlara; «Buraya gelin!» diye nidĂ‚ edeceğim. Bana: «–Onlar Sen ’den sonra hĂ‚llerini değiştirdiler, (Sen ’in Sunnet ’ini terk edip başka yollara saptılar!)» denilecek.[10] Bunun uzerine ben de: «–Uzak olsunlar, uzak olsunlar!» diyeceğim.” (Muslim, TahĂ‚ret 39, FedĂ‚il 26)[11] Havz ’ın suyundan sadece oraya vĂ‚sıl olabilenler icecektir. Havz ’dan icemeyenler ise, Sırat ’tan da gecemeyecek olanlardır.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîfinde Havz ’ını şoyle tĂ‚rif buyurmuştur: “Benim havzım, bir aylık yuruyuş mesafesi kadar buyuktur. Suyu sutten daha beyaz, kokusu miskten daha hoştur. Bardakları da semĂ‚nın yıldızları gibi coktur. Kim on­dan icerse, bir daha ebediyyen susamaz.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 53; Muslim, FedĂ‚il, 27) Dolayısıyla Havz ’dan icemeyen ise ebediyyen suya kanamayacak, dĂ‚imĂ‚ susuzluk cekecektir. RivĂ‚yete gore Havz ’ın yanına ilk varacak olan Rasûlullah ’tır. Herkesten evvel oraya varıp ummetine ikram etmek icin hazırlanacaktır.[12] Havz ’a ilk gelecek insanlar ise, MuhĂ‚cirlerin fakirleridir.
Yine Rasûlullah şoyle buyurmuşlardır: “(KıyĂ‚met gunu) her peygamberin bir havzı vardır ve onlar kimin havzına daha fazla kişi geliyor diye birbirlerine karşı iftihar edip sevinirler. Ben, havzına en fazla kişi gelen peygamber olmayı umid ediyorum!” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 14/2443) Bizler de Âlemler SultĂ‚nı Efendimiz ’in bu umîdini boşa cıkarmamak icin, O ’nun Sunnet-i Seniyye ’sine tam bir ittibĂ‚ hassĂ‚siyeti icinde olmalıyız. Ayrıca en yakınlarımızdan başlayarak cevremizdekileri de bu istikĂ‚mette yaşatabilmeye gayret etmeliyiz.
3. HAŞR VE MAHŞER CenĂ‚b-ı Hak, olumlerinden sonra dirilteceği butun mahlûkĂ‚tı, hesap ve mîzĂ‚n icin Mahşer meydanında toplayacaktır. Nitekim bu hakîkat, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle ifĂ‚de buyrulmaktadır: “Ey Rabbimiz! Gelmesinde şuphe edilmeyen bir gunde, insanları mutlaka toplayacak olan Sen ’sin. Allah aslĂ‚ sozunden donmez.” (Âl-i İmrĂ‚n, 9. Bkz. el-Kehf, 99) “O gunde Sûr ’a uflenir ve Biz o zaman gunahkĂ‚rları, gozleri (korkudan) gomgok bir hĂ‚lde Mahşer ’de toplarız.” (TĂ‚hĂ‚, 102) “Rabbine andolsun ki, muhakkak sûrette onları (o insanları) şeytanlarla birlikte Mahşer ’de toplayacağız; sonra onları diz ustu cokmuş vaziyette Cehennem ’in cevresinde hazır bulunduracağız.” (Meryem, 68) “O gun insanlar amellerini gormeleri (karşılığını almaları) icin darmadağınık geri donup gelirler.” (ez-ZilzĂ‚l, 6)
Mahşer Yeri Nasıl Olacak? Bir hadîs-i şerîflerinde Peygamber Efendimiz insanların toplanacağı Mahşer meydanını şoyle tasvir etmişlerdir: “KıyĂ‚met gunu insanlar; beyaz, du­ru ve kepekten arınmış undan yapılan corek gibi bir saha uzerinde toplanırlar.” Hadîsin rĂ‚vîlerinden biri, şu acıklamayı yapmıştır: “O sahada, hic kimse icin bir şeye delĂ‚let edecek, yol gosterecek (dağ-taş gibi) herhangi bir alĂ‚­met yoktur!” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 44) Nitekim Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, Sûr ’a uflendiği zaman dağların un ufak olup savrulacağı, yerlerinin dumduz ve bomboş kalacağı, herhangi bir iniş veya yokuşun bulunmayacağı bildirilmektedir.[13]
Mahşer meydanına toplanacak insanlar, dunyadaki mĂ‚nevî durumlarına gore farklı hĂ‚llerde oraya geleceklerdir. Bu hususta da Peygamber Efendimiz: “KıyĂ‚met gunu sizler yaya olarak, binitli olarak ve yuzustu surunerek Mahşer yerine toplanacaksınız.”[14] buyurmuşlardır.
Mahşer meydanına yuzustu surunerek gelecek olanlar, İslĂ‚m ’ın hidĂ‚yet nûrundan uzak duran gĂ‚fillerdir. Bu hakîkat, Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle bildirilmektedir: “Allah kime hidĂ‚yet verirse, işte doğru yolu bulan odur. Kimi de hidĂ‚yetten uzak tutarsa, artık onlara, Allah ’tan başka dostlar bulamazsın. KıyĂ‚met gununde onları kor, dilsiz ve sağır bir hĂ‚lde yuzukoyun haşrederiz. Onların varacağı ve kalacağı yer Cehennem ’dir ki, ateşi yavaşladıkca onun alevini artırırız.” (el-İsrĂ‚, 97) “Yuzukoyun Cehennem ’e (surulup) toplanacak olanlar; işte onlar, yerleri en kotu, yolları en sapık olanlardır.” (el-FurkĂ‚n, 34)
Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır: “Bir kişi gelip: «‒Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! KĂ‚fir kıyĂ‚met gunu yuzu uzerinde nasıl haşrolunur?» diye sordu. Rasûlullah: «‒Dunyada onu iki ayağı uzerinde yuruten Allah, kıyĂ‚met gu­nunde yuzu uzerinde yurutmeye kĂ‚dir değil midir?» diye cevap ver­diler.” Bu hadîsi rivĂ‚yet eden KatĂ‚de -radıyallĂ‚hu anh- sonunda şoyle der: “‒Evet, Rabbimiz ’in izzetine yemin ederim ki, kĂ‚dirdir!” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 45; Muslim, MunĂ‚fikûn, 54)
Mahşer meydanında vukū bulacak hĂ‚diselerden biri de Guneş ’in insanlara yaklaştırılmasıdır. Nitekim Rasûlullah bu husustaki hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır: “Guneş, kıyĂ‚met gunu insanlara bir mil[15] mesĂ‚fe kalıncaya kadar yaklaştırılır. İnsanlar, işledikleri kotu amelleri kadar tere batarlar. Kimi topuklarına, kimi dizlerine, kimi de kuşak yerlerine kadar ter icinde kalır; bazılarının da ter Ă‚deta ağızlarına gem vurur.” (Muslim, Cennet, 62; Tirmizî, KıyĂ‚met, 2/2421) “KıyĂ‚met gunu insanlar Mahşer yerinde (sıkışma, şiddet ve Guneş ’in yaklaşması sebebiyle) terleyecektir. Oyle ki; dokulen ter, yetmiş zirĂ‚ʻ derinliğinde yere gece­cek, daha sonra yukselerek ağızlarını gemleyecek ve hattĂ‚ kulaklarına ula­şacaktır.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 47) “«O gun insanlar Âlemlerin Rabbi icin ayağa kalka­caklar!»[16] Onlardan biri, kulaklarının yarısına kadar ulaşmış olan teri icinde ayağa kalkacaktır.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 47; Muslim, Cennet, 60)
GUNAHLARIN AHİRETTEKİ CEZALARI - VİDEO

Yeri gelmişken, berzah ve Ă‚hiret hayatının kendine has şart ve imkĂ‚nlarının, bu dunyadaki hayat şartlarından cok farklı olacağını ifĂ‚de etmek lĂ‚zımdır. MeselĂ‚ bu dunyada Guneş yeryuzune yaklaştırılacak olsa butun her şey yanar ve kul olur. Yine buyuk bir tûfan sebebiyle bu cihĂ‚nın her tarafı sular altında kalsa, butun insanlar olur. LĂ‚kin Ă‚hirette ise bu gibi şeyler, herkesin kendi hĂ‚line gore tecellî edeceğinden, kıyĂ‚met gunu Guneş ’in yaklaştırılmasıyla bir gunahkĂ‚r cok buyuk azap hissedecek, fakat aslĂ‚ olmeyecektir. Cunku orada olum yoktur. Yine Guneş ’in harĂ‚retinden Mahşer ahĂ‚lisi terlediğinde, herkes kendi teri icine gark olacak, fakat kendi teri yanındakilere aslĂ‚ zarar vermeyecektir. Bu aynen, kıyĂ‚met gununde herkesin kendi ışığında yuruyeceği hakîkati gibidir.
Nitekim Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle buyrulmaktadır: “Mu ’min erkeklerle mu ’min kadınları, onlerinden ve sağlarından, (amellerinin) nurları aydınlatıp giderken gorduğun gunde (onlara); «‒Bugun mujdeniz, zemininden ırmaklar akan ve iclerinde ebedî kalacağınız Cennetlerdir.» denilir. İşte buyuk kurtuluş budur. MunĂ‚fık erkeklerle munĂ‚fık kadınların, mu ’minlere; «‒Bizi bekleyin, nûrunuzdan bir parca ışık alalım!» diyeceği gunde kendilerine; «‒Arkanıza donun de bir ışık arayın!» denilir. Nihayet onların arasına; icinde rahmet, dışında (munĂ‚fıklar tarafında) azap bulunan ve kapısı olan bir sur cekilir.” (el-Hadîd, 12-13)
O dehşetli gunde her insanın nûru, ancak kendine yetecek kadar olup başkasına fayda vermeyecektir. İşte bu husus, kıyĂ‚met gununun farklı ve hĂ‚rikulĂ‚de hĂ‚llerinden biridir. Dunyada bunun misĂ‚li, şuna benzemektedir: Mu ’min bir kimse, îmĂ‚nının ışığında yurur, yanındaki kĂ‚fir de kufrunun karanlığı icinde kalır ve îman nûrundan hic istifĂ‚de edemez. KezĂ‚, Ă‚mĂ‚ biri de gozu goren birinin yanında yurur, ancak o goren kimsenin gozunun nûrundan istifĂ‚de edemez.
İmĂ‚m ŞĂ‚rĂ‚nî Hazretleri, Mahşer gunu insanların dokeceği muthiş ter hususunda şoyle demektedir: “Şu muhakkaktır ki o gun terleyen insanlar, dunyada iken Aziz ve Celil olan AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sı uğrunda cihĂ‚d etmek, hacca gitmek, oruc tutmak, namaz kılmak, muslumanların işlerini gormek, insanlar suyundan icsinler diye kuyular kazmak gibi amel-i sĂ‚lihlerde ve hayır işlerinde ter dokmemişlerdir. (Bunlardan uzak kalmışlardır.) Bu sebeple Mahşer meydanında terlere batarlar. Bunun yanında Mahşer meydanında beklerken hissettikleri hayĂ‚, korku ve endişe sebebiyle de ter dokerler.” (İmĂ‚m ŞĂ‚rĂ‚nî, Olum KıyĂ‚met Âhiret, sf. 159) VelhĂ‚sıl, Mahşer gununun o kadar dehşet verici korkuları vardır ki, kabrinde Cennet ’e gideceği mujdelenen insanlara dahî, bu ilĂ‚hî rahmet ve mağfireti unutturacak hĂ‚llerin yaşanacağı haber verilmiştir.[17] Butun bu korkulardan CenĂ‚b-ı Hakk ’a sığınırız...
4. PEYGAMBER EFENDİMİZİN ŞEFAATİ Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- şoyle nakleder: Bir yemek dĂ‚vetinde Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile beraber bulunuyorduk. Kendisine etin kol tarafı ikram edildi. Rasûl-i Ekrem Efendimiz etin kol tarafını severdi. Ondan bir lokma kopardıktan sonra şoyle buyurdular: “–KıyĂ‚met gununde insanların efendisi benim. Bu da neden biliyor musunuz? Allah TeĂ‚lĂ‚, gelmiş-gelecek butun insanları duz bir yere toplayacak. Orası, insanlara bakan kimsenin hepsini gorebileceği, onlara seslenen kişinin hepsine sesini duyurabileceği bir yerdir. Guneş onlara yaklaşacak, insanlar sıkıntıdan ve kederden artık dayanamayacak hĂ‚le gelince (ki diğer bir rivĂ‚yette bu bekleyişin yetmiş sene sureceği haber verilmektedir)[18] birbirlerine: «–İcinde bulunduğunuz sıkıntıyı, başınıza gelen hĂ‚li gormuyor musunuz? HĂ‚linizi Rabbinize arz ederek size şefaat edecek birini bulmayı duşunmuyor musunuz?» diyecekler.
Bazıları: «–Babanız Âdem ’e gidiniz!» diyecek. İnsanlar Hazret-i Âdem ’e gidip: «–Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Seni Allah kudret eliyle yarattı. Sana kendi rûhundan ufledi. Meleklere sana secde etmelerini emretti, onlar da secde ettiler. Seni Cennet ’e yerleştirdi. Rabbine varıp bizim icin şefaat et! İcinde bulunduğumuz hĂ‚li, başımıza gelen derdi gormuyor musun?» diyecekler. O da: «–Bugun Rabbim cok gazaplı. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Rabbim o ağaca yaklaşmamı yasakladı, ama ben O ’nu dinlemedim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Nûh ’a gidin!» diyecek. Onlar da Hazret-i Nûh ’a giderek: «–Ey Nûh! Sen yeryuzu halkına gonderilen rasûllerin ilkisin. Allah TeĂ‚lĂ‚ senin icin “Cok şukreden kul”[19] demişti. İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun? Başımıza gelenleri gormuyor musun? Rabbinin huzûrunda bize şefaat etmeyecek misin?» diyecekler. O da: «–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Benim bir duĂ‚m vardı; onu da kavmimin aleyhine kullandım. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim!
Siz başkasına gidin; İbrahim ’e gidin!» diye karşılık verecek. Onlar da Hazret-i İbrahim ’e giderek: «–Sen AllĂ‚h ’ın Peygamberi ’sin, yeryuzu halkı icinde AllĂ‚h ’ın Halîli/dostu sensin. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun?» diyecekler. O da şunları soyleyecek: «–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Ben vaktiyle uc tĂ‚rizli soz soylemiştim. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; MûsĂ‚ ’ya gidin!» Onlar da Hazret-i MûsĂ‚ ’ya gelerek şoyle diyecekler: «–Ey MûsĂ‚! Sen AllĂ‚h ’ın Rasûlu ’sun. Allah TeĂ‚lĂ‚, peygamberlik vermek ve konuşmak sûretiyle seni diğer insanlardan ustun kılmıştır. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et. İcinde bulunduğumuz hĂ‚li gormuyor musun?» O da: «–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır. Ben oldurulmesine dĂ‚ir emir almadığım bir adamı hatĂ‚en oldurdum. Asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; ÎsĂ‚ ’ya gidin!» diyecek. Onlar da Hazret-i ÎsĂ‚ ’ya giderek: «–Ey ÎsĂ‚! Sen AllĂ‚h ’ın Rasûlu, O ’nun Meryem ’e ilkā ettiği kelimesi ve O ’nun yarattığı bir ruhsun. Sen daha beşikte iken insanlarla konuştun. Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun?» diyecekler.
Hazret-i ÎsĂ‚ da: «–Bugun Rabbim benzeri gorulmedik şekilde gazaplıdır. Ne daha once boylesine gazaplandı ne de bundan sonra boyle gazaplanır!» diyecek, ama bir gunah zikretmeyecek. Sonra da, asıl benim nefsim şefaat edilmeye muhtactır; benim nefsim, benim nefsim! Siz başkasına gidin; Muhammed ’e gidin!» diyecek.”
Resûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz hĂ‚disenin devamını diğer bir rivĂ‚yette şoyle nakletmektedir: “Onlar da bana gelerek: «–YĂ‚ Muhammed! Sen AllĂ‚h ’ın Rasûlu ve Son Peygamber ’sin. Allah TeĂ‚lĂ‚, Sen ’in gelmiş ve gecmiş butun gunahlarını bağışlamıştır.[20] Rabbinin huzûrunda bize şefaat et! İcinde bulunduğumuz perişan hĂ‚li gormuyor musun?» diyecekler. Ben de yuruyup Arş ’ın altına geleceğim, Rabbime secdeye kapanacağım. (Bu secde tam bir hafta surecek.)[21] Sonra Allah TeĂ‚lĂ‚ daha once kimseye oğretmediği en guzel hamd u senĂ‚ları bana ilham edecek. (Onlarla uzun muddet hamd u senĂ‚da bulunduktan sonra) CenĂ‚b-ı Hak bana: «–YĂ‚ Muhammed! Secdeden başını kaldır! İste, istediğin Sana verilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyuracak. Ben de başımı secdeden kaldıracağım ve: «–YĂ‚ Rabbi! Ummetimi bana bağışla! YĂ‚ Rabbi! Ummetimi kurtar! YĂ‚ Rabbi! Ummetimi bağışla!» diye yalvaracağım. O zaman bana: «–YĂ‚ Muhammed! Ummetinden hesĂ‚ba cekilmeyecek olanları Cennet kapılarının en sağındaki BĂ‚bu ’l-Eymen ’den iceri al! Onlar başkalarıyla beraber Cennet ’in diğer kapılarından da gireceklerdir!» buyrulacak. Canımı kudretiyle yaşatan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, Cennet kapılarının iki kanadı arasındaki mesafe, Mekke ile (Bahreyn ’deki) Hecer veya Mekke ile (Suriye ’deki) BusrĂ‚ arasındaki mesafe kadar geniştir.”[22]
Allah Resûlu başka bir rivĂ‚yette de şoyle buyurmuşlardır: “…Rabbimden şefaat icin izin isterim. Bana izin verilir. Rabbimin huzûrunda durup O ’na, şimdi bilmediğim şekilde hamd ederim. Bu hamd cumlelerini o vakit Allah TeĂ‚lĂ‚ bana ilham eder. Sonra O ’nun icin secdeye kapanırım. Bana: «‒Ey Muhammed! Başını kaldır ve soyle, sozun dinlenecek; iste, arzun yerine getirilecek; şefaat et, şefaatin kabul edilecek!» buyrulur. Ben de: «‒YĂ‚ Rabbi! Ummetim, ummetim!» derim. Bana: «‒Git, kimin kalbinde buğday veya arpa tanesi ağırlığınca îman varsa onu Cehennem ’den cıkar!» buyrulur. Ben de gider soyleneni yaparım. Sonra tekrar Rabbimin huzûruna donup O ’na bu hamd cumleleri ile hamd ederim…”
Rasûlullah ’ın ikinci murĂ‚caatında kendisine; “kalbinde hardal tanesi ağırlığınca”, ucuncu murĂ‚caatında ise “bir hardal tanesinden daha da az” miktarda îmĂ‚nı olan kimseleri Cehennem ’den cıkarması soylenecektir. (Bkz. Muslim, ÎmĂ‚n, 326, 322) Hadîs-i şerîflerde gorulduğu uzere kıyĂ‚met gununun şiddet, eziyet ve korkularından kurtulmak icin butun insanlar bir kurtarıcı arayacaklardır. LĂ‚kin uzandıkları butun dalların birer birer ellerinde kaldığını hayret ve dehşetle seyredeceklerdir. Nihayet umitlerinin tukenmeye başladığı bir sırada, o korkunc meydanda yegĂ‚ne hatırı sayılacak kişinin İki Cihan Serveri -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz olduğunu anlayacaklar ve O ’na muracaat edeceklerdir.
Rahmet Peygamberi -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de onlara şefaat edip bu dehşetli korkulardan kurtulmalarına vesîle olacaktır. Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, peygamberlerin bile kendi nefsinin derdine duştuğu bir zamanda ummetini duşunecek, sozune değer verilecek ve duĂ‚sı kabul edilecek olan yegĂ‚ne Sultan ’dır. Bu sebeple Suleyman Celebi şoyle seslenir: MerhabĂ‚ ey Ă‚si ummet melcei MerhabĂ‚ ey caresizler eşfai Yani; “Merhaba ey gunahkĂ‚r ummetin ilticĂ‚ edeceği şefkat sığınağı! Merhaba ey cĂ‚resizlerin en buyuk şefaatcisi!” Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in kendi ummetine daha husûsî şefaatleri de olacaktır. Nitekim bir defasında şoyle buyurmuşlardır: “Şefaatim, (oncelikle) ummetimden buyuk gunah işleyenleredir.” (Ebû DĂ‚vûd, Sunnet, 20-21/4739; Tirmizî, KıyĂ‚met, 11/2435-6; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 37; Ahmed, III, 213)
Bu hadîs-i şerîflerinde Peygamber Efendimiz ’in buyuk gunah işleyenlere şefaat edeceklerini ifĂ‚de buyurmaları, şefaatin yalnız onlara has olduğu mĂ‚nĂ‚sına gelmemektedir. Elbette buyuk gunah işleyenler, şefaate en fazla ihtiyac duyacak olanlardır. Fakat şefaatin pek cok ceşidi vardır. Bu sebeple AllĂ‚h ’ın dilediği herkes, kendi hĂ‚liyle mutenĂ‚sip bir sûrette şefaatten hissedĂ‚r olacaktır. Ote yandan bu hadîs-i şerîf, bizleri aslĂ‚ rehĂ‚vete sevk etmemeli, kulluk vazifelerimizi ihmĂ‚le sebebiyet vermemelidir. Zira bizim kucuk gorduğumuz, ehemmiyet vermediğimiz, yahut “nasıl olsa affedilir” diye duşunduğumuz bir davranış, Allah katında cok buyuk bir gunah olabilir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede buyrulur: “…Hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun onemsiz olduğunu sanıyorsunuz. HĂ‚lbuki bu, Allah katında cok buyuk (bir suc)tur.” (en-Nûr, 15)
Bir hadîs-i şerîfte de, ac bırakmak sûretiyle bir kedinin olumune sebep olan kadının Cehennem ’e dûcĂ‚r olduğu bildirilmiştir.[23] Tabiî ki bunun aksi de mumkundur. Yani kucuk olarak gorduğumuz bir hayır, belki CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚ ve rahmetine ermemize vesîle olabilir. Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır: “Vaktiyle bir adam yolda giderken cok susadı. Bir kuyu buldu, icine indi, su icti ve dışarı cıktı. Bir de ne gorsun; bir kopek, dili bir karış dışarıda soluyor ve susuzluktan nemli toprağı yalayıp duruyor. Adam kendi kendine: «−Bu kopek de tıpkı benim gibi pek susamış!» deyip bir vicdan muhĂ‚sebesi yaptı. Hemen kuyuya indi, ayakkabısını su ile doldurdu, onu ağzına alarak yukarıya cıktı ve kopeği suladı. Adamın bu hareketinden Allah TeĂ‚lĂ‚ hoşnud oldu ve onu bağışladı.” SahĂ‚bîler: “−Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Bizim icin hayvanlardan dolayı da sevap var mı?” dediler. Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “−Her canlı sebebiyle sevap vardır.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Şurb, 9; Muslim, SelĂ‚m, 153)
Yine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuşlardır: “Adamın biri, yol uzerinde bir ağac dalı gordu ve «AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, bunu muslumanları rahatsız etmemesi icin buradan kaldıracağım.» dedi (kaldırdı ve) bu yuzden Cennet ’e konuldu.” (Muslim, Birr, 128) Dolayısıyla, elimizden geldiği kadar butun gunahlardan sakınmalı ve buyuk-kucuk demeden her hayrı îfĂ‚ya gayret gostermeliyiz. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın; “…Rabbinin Sen ’i ovguye değer bir makĂ‚ma gondereceğini umabilirsin!” (el-İsrĂ‚, 79) Ă‚yetinde zikrettiği “MakĂ‚m-ı Mahmûd”, buyuk şefaat yetkisidir. Yukarıdaki hadîs-i şerîfte zikredildiği uzere o makam, sadece Âlemler SultĂ‚nı Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e mahsustur. O zaman Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in elinde LivĂ‚u ’l-Hamd (Hamd Sancağı) bulunacak, Hazret-i Âdem -aleyhisselĂ‚m- da dĂ‚hil olmak uzere butun peygamberler, bu sancağın altında toplanacaklardır.[24]
Şunu da ifĂ‚de etmek lĂ‚zımdır ki, Rasûl-i Ekrem Efendimiz ’den once şefaat etmeleri icin kendilerine başvurulan peygamberlerin, şahsî zellelerinden bahsederek kendilerini şefaat etmeye lĂ‚yık gormemeleri, hem yuksek edep ve tevĂ‚zularının bir gostergesidir, hem de şefaatin derece derece olduğunun, en buyuk şefaat yetkisinin de Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’de bulunduğunun bir ifĂ‚desidir. Daha sonra CenĂ‚b-ı Hakk ’ın izin vermesiyle diğer peygamberler de şefaat edeceklerdir.
Yine Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kendisine uc makbul duĂ‚ hakkı verdiğini ifĂ‚de buyurmuş, sonra da sozlerine şoyle devam etmişlerdir: “…Bunun uzerine ben: «AllĂ‚h ’ım! Ummetimi mağfiret eyle! AllĂ‚h ’ım! Ummetimi mağfiret eyle!» diye duĂ‚ ettim. Ucuncu isteğimi de butun mahlûkĂ‚tın, hattĂ‚ İbrahim -aleyhisselĂ‚m- ’ın bile bana muhtac olacağı ve benden şefaat dileyeceği gune bıraktım.” (Muslim, MusĂ‚firîn, 273)
Butun bu hakîkatlere rağmen bazı kimseler, Allah ’tan başka kimsenin şefaat edemeyeceğini soyleyerek, ne kadar sahih olursa olsun, şefaat konusundaki hadislerden sarf-ı nazar ederek bunları kabule yanaşmamaktadırlar. HĂ‚lbuki bircok Ă‚yette Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın izin verdiklerinin şefaat edebileceği acıkca beyĂ‚n edilmiştir. MeselĂ‚: “…İzni olmadan O ’nun huzûrunda kim şefaat edebilir?..” (el-Bakara, 255) “…Onun izni olmadan hicbir şefaatci şefaat edemez…” (Yûnus, 3) “RahmĂ‚n nezdinde soz ve izin alandan başka hicbirinin şefaate gucu yetmeyecektir.” (Meryem, 87) “AllĂ‚h ’ın huzûrunda kendisinin izin verdiği kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Sebe ’, 23) Ă‚yetleri bunu gostermektedir. Ozellikle de; “O gun RahmĂ‚n ’ın izin verdiği ve sozunden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez.” (TĂ‚hĂ‚, 109) Ă‚yet-i kerîmesi, AllĂ‚h ’ın izniyle şefaatin hak olduğunu gosteren bĂ‚riz bir delildir.
5. SEM EHLİNİN YERYUZUNE İNMESİ Resûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in şefaati ile artık Mahşer meydanındaki korku ve sıkıntı dolu bekleyiş sona erecek ve hesap gorulmeye başlanacaktır. Bunun icin semĂ‚ ehli, bir rivĂ‚yete gore kulların amel defterleriyle birlikte[25] yeryuzune inip onların etrafını kuşatmaya başlar. Âyet-i kerîmelerde buyrulur: “O gun gokyuzu beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler boluk boluk indirileceklerdir.” (el-FurkĂ‚n, 25) “İşte o gun, gercek mulk (hukumranlık) cok merhametli olan AllĂ‚h ’ındır. KĂ‚firler icin de pek cetin bir gundur o.” (el-FurkĂ‚n, 26)
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- bu Ă‚yet-i kerîmeleri tilĂ‚vet ettikten sonra, bu buyuk hĂ‚disenin nasıl vukū bulacağını şoyle nakletmiştir: “Dunyanın semĂ‚sı yarılır ve butun katlardaki melekler yere iner. Birinci kat semĂ‚nın ehli iner; onlar yeryuzundeki cinlerden ve insanlardan daha fazladır. Dunya halkı onlara: «‒Rabbimiz aranızda mı?» diye sorarlar. Onlar da: «–Hayır!» derler. Sonra ikinci kat semĂ‚nın ehli iner. Onlar da birinci kat semĂ‚nın ve yeryuzu ehlinin hepsinden daha coktur. Yeryuzu halkı: «‒Rabbimiz aranızda mı?» diye sorarlar. Onlar da: «–Hayır!» derler… Bu şekilde yedinci kat semĂ‚ya kadar butun melekler sırayla iner ve saf saf dizilirler.[26] Her katta bulunan melekler, kendilerinden once inen ve yeryuzunde bulunanların tamamından daha fazladır.” (HĂ‚kim, IV, 613/8699)
6. CENÂB-I HAKK ’IN TECELLÎ ETMESİ SemĂ‚ ehlinin yeryuzune nuzûlunden sonra CenĂ‚b-ı Hak -subhĂ‚nehû ve teĂ‚lĂ‚- tecellî eder. Bu esnĂ‚da butun ummetler ve melekler saf saf dizilmiştir. Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulmuştur: “Onlar, ille de buluttan golgeler icinde AllĂ‚h ’ın (emrinin) ve meleklerinin gelmesini[27] mi beklerler? HĂ‚lbuki o zaman iş bitirilmiş olur. Butun işler yalnızca AllĂ‚h ’a dondurulur.” (el-Bakara, 210) “Yeryuzu, Rabbinin nûru ile aydınlanır, kitap konulur, peygamberler ve şahitler getirilir ve aralarında hakkĂ‚niyetle hukum verilir. Onlara aslĂ‚ zulmedilmez.” (ez-Zumer, 69) Bir diğer Ă‚yet-i kerîmede ise, o zor ve dehşet verici kıyĂ‚met gununden bir sahne, bizlere şoyle nakledilmektedir: “Yeryuzu parca parca dokulduğu, Rabbin(in emri) geldiği ve melekler saf saf dizildiği zaman (her şey ortaya cıkacaktır).” (el-Fecr, 21-22) Hadîs-i şerîfte kulların, CenĂ‚b-ı Hak tecellî ettiğinde, O ’nun heybet, kudret ve azametine dayanamayarak duşup bayılacakları haber verilmektedir. İlk olarak kendine gelecek olan da Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’dir.[28]
Abdullah bin Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır: “Bir gun Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i minberin uzerinde şoyle buyururlarken gordum: «Allah -azze ve celle- semĂ‚ları ve yerleri durup toplayarak iki eline alacak ve: “Allah benim! Melik benim! Nerede yeryuzu melikleri? Nerede cebbĂ‚rlar, nerede mutekebbirler?!” buyuracak.» Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bunları soylerken mubĂ‚rek parmaklarını yumup acıyorlardı. O esnĂ‚da minbere baktım; kokunden sallanıyordu. Oyle ki kendi kendime; «Minber devrilerek Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’i duşurur mu?!» diye endişeleniyordum.” (Bkz. Muslim, MunĂ‚fikûn, 23-26)
O gun insanların saflar hĂ‚linde dizilerek huzûr-i ilĂ‚hîye arz edileceği, Ă‚yet-i kerîmede şoyle beyĂ‚n edilmektedir: “Hepsi de saf saf Rabbinin huzûruna arz edilmişlerdir. (Onlara «Andolsun ki, sizi ilk defa yarattığımız gibi huzûrumuza geldiniz. HĂ‚lbuki size vaad edilen şeylerin tahakkuk edeceği bir zaman tĂ‚yin etmediğimizi sanmıştınız, değil mi?» (denir.)(el-Kehf, 48) CenĂ‚b-ı Hak bu Ă‚yet-i kerîmede, kullarının bir gun AllĂ‚h ’ın huzûruna donup gelecekleri hususunda dunya hayatındayken sergiledikleri buyuk gafleti de ifĂ‚de etmiş olmaktadır. LĂ‚kin artık her şey bitmiş olduğundan, orada pişmanlığın hicbir faydası olmayacaktır!
7. HESAPSIZ CENNETE GİRECEK OLANLAR Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde, ebedî olan Cennet yurduna bazı kimselerin sorgu ve suĂ‚lin sıkıntısını yaşamadan gireceklerini şoyle haber vermişlerdir: “Rabbim bana, ummetimden yetmiş bin kişiyi hesap ve azap gormeden Cennet ’e koyacağını vaad etti. Aynı zamanda her bin kişiyle birlikte yetmiş bin kişi ve Rabbimin avucuyla uc avuc dolusu[29] kişinin daha Cennet ’e gireceğini vaad etti.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 12/2437; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 34; Ahmed, V, 250) Diğer bir hadîs-i şerîfle