
İslamın şartları nelerdir? İslam hangi temeller uzerinde bina edilmiştir? Kelime-i şehadetin anlamı nedir? Kelime-i şehadet Arapca ve Turkce okunuşu. Namaz nedir? Zekat vermek ne demek? Zekat verme şartları nelerdir? Oruc tutmanın hukmu ve fazileti nedir? Hacca gitmek kimlere farzdır? İslam'ın beş şartı ile ilgili tum detayları bulabileceğiniz geniş bir calışma...İslamın şartları beştir.
(Abdullah b. Omer) anlatıyor; Babam Omer b. HattÂb'ın bana naklettiğine gore… Resûlullah (sav) şoyle buyurmuştur:
“İslÂm, Allah'tan başka ilÂh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Resûlu olduğuna şehÂdet etmen; namazı dosdoğru kılman, zekÂtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve gucun yeterse KÂbe'yi haccetmendir.” (M93 Muslim, ÎmÂn, 1)
İşte bu beş şey İslam'ın şartıdır. Bu şartları gozetip onları tam manasıyla inanarak yerine getiren her insan İslam nuru ile şereflenip, Musluman olma nimetine ermiştir.
İSLAM'IN BEŞ TEMEL ŞARTI - VİDEO
KELİME-İ ŞEHADET'İN ANLAMI
Kelime-i Şehadet'in anlamı, arapca ve turkce okunuşu, Kelime-i Şehadet ile ilgili hadisler...
Kelime-i Şehadet'in Arapca okunuşu:
اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ
Kelime-i Şehadet'in Turkce okunuşu:
Eşhedu en l ilÂhe illallÂh ve eşhedu enne Muhammeden abduhû ve resûluhu.
Kelime-i Şehadet'in anlamı:
Ben şehadet ederim ki, Allah ’dan başka ilah yoktur. Ben yine şehadet ederim ki, Muhammed Aleyhisselam onun kulu ve Resûludur.
Kelime-i Şehadet İle İlgili Hadisler UbÂde b. SÂmit'den rivayet edildiğine gore, Resûlullah (sav) şoyle buyurmuştur: “Her kim, 'ŞehÂdet ederim ki tek olan Allah'tan başka ilÂh yoktur, (ortağı da yoktur); Muhammed O'nun kulu ve elcisidir; İsa da Allah'ın kulu ve Allah'ın kullarından bir kadının oğlu, Meryem'e ulaştırdığı (emriyle onda var ettiği) kelimesi ve Allah'tan (gelen) bir ruhtur. Cennet haktır, cehennem haktır.' derse Allah onu, cennetin sekiz kapısından hangisini dilerse oradan cennetine koyar.”
(M140 Muslim, ÎmÂn, 46)
Enes b. MÂlik anlatıyor: Resûlullah (sav) binitiyle giderken arkasında oturan MuÂz'a seslendi: “Y MuÂz b. Cebel!” MuÂz, “Buyur y Resûlallah! Emret!” diyerek cevap verdi. Hz. Peygamber tekrar, “Y MuÂz!” diye seslendi. MuÂz, “Buyur y Resûlallah! Emret!” dedi. Bu durum uc defa tekrarlandı. Daha sonra Allah Resûlu şoyle buyurdu: “Kim kalbiyle tasdik ederek Allah'tan başka ilÂh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Resûlu olduğuna şehÂdet ederse Allah ona cehennemi haram kılar…”
(B128 BuhÂrî, İlim, 49)
İMANIN ŞARTI VE İSLAMIN ŞARTI İLE İLGİLİ DELİLER NELERDİR? - VİDEO
NAMAZ KILMAK Kelime-i şehÂdetten sonra İslÂm'ın en onemli ruknu olan namaz, gunde beş ayrı zaman diliminde olmak uzere kadın ve erkek her musluman icin bir gorevdir. Esasen namaz ibadetinin hicbir amac ve hikmeti olmasa bile, diğer ibadetlerde olduğu gibi, namaz ibadetini sırf inanılan dinin bir gereği, yuce yaratıcının bir emri olduğu icin, hic değilse bunun icin yerine getirmelidir.
İbadetler, akla aykırı olmamakla birlikte, yapı ve muhtevaları itibariyle akıl yoluyla kavranabilir, acıklanabilir konular dışında yer alırlar. Fakat namazın, salt emredilmiş şekillerden ibaret anlamsız bir şey olmayıp amac ve hikmetlerinin bulunduğuna işaret eden Âyet ve hadisler bulunmaktadır.
Bir kere, namaz diye tercume ettiğimiz salÂt kelimesi, Arapca'da “dua etmek, ovmek, tÂzim etmek” gibi anlamlara gelmektedir. İlgili Âyet ve hadislere gore namazın farz kılınmasındaki hikmetlerden biri de, namaz kılan kimsenin CenÂb-ı Allah'ın kudret ve kuvvetini, azabını, rahmetini, hayal ve hÂfızasına nakşederek nefsini tehzip etmesi ve bu suretle kendisini her turlu fenalıklardan, hatalardan, suclardan alıkoymasıdır.
Allah duşuncesi ve kalbi Allah'a bağlama, insanı her turlu fenalıktan alıkoyar. Namaz da Allah'ı surekli hatırlamanın en buyuk vesilesidir. Nitekim Âyette "Beni hatırlamak/anmak icin namaz kıl" (TÂh 20/14) buyurulmaktadır. Namaz emrini, Allah TeÂlÂ'nın yeryuzune melek aracılığıyla gondermeyip Mi‘rac gecesi Hz. Peygamber'in huzuruna cıktığında ona tebliğ etmesi de (BuhÂrî, “SalÂt”, 1; Muslim, “ÎmÂn”, 263), bu ibadetin muslumanın dinî ve ruhanî hayatı acısından onem ve anlamını gostermektedir.
Bu sebeple de dinî literaturde namaz ibadetinin bu yonunu, namazın kulun Allah'a ulaşması, kavuşması yolunda onemli bir arac olduğunu anlatmak icin"Namaz muminin mi‘racıdır" denilmiş, ummetin namazla ilgili ortak bilinc ve değerlendirmesi Âdeta bu cumleyle ozetlenmiştir.
ZEKAT VERMEK ZekÂtın kelime anlamı "artma, coğalma, arıtma ve berekettir". "Doğru soylemek, sozunu tutmak" anlamına gelen sıdk kokunden alınmış olan ve Kur'an ve Sunnet'te zekÂt anlamında da kullanılmış olan sadaka kelimesi, daha sonraki devirlerde gonullu malî odemeler icin kullanılmaya başlanmıştır. Fıkıh terminolojisinde ise zekÂt, Allah'ın, belirli yerlere sarfedilmek uzere dince zengin sayılan kişilerin mallarından belli bir payın alınması işlemini ifade eder.
Kur'Ân-ı Kerîm'de zekÂt kelimesi iki yerde (el-Kehf 18/81; Meryem 19/13) sozluk anlamında; sekizi Mekke doneminde nÂzil olan sûrelerde olmak uzere otuz Âyette ise terimsel anlamda kullanılmıştır. Bu Âyetlerin yirmi yedisinde namazla birlikte zikredilmiştir. Bundan anlaşıldığına gore, İslÂm'ın ilk donemlerinden itibaren muslumanlar zekÂt fikrine alıştırılmış, daha sonra da, zengin olanların bu imkÂnını belli oranda fakirlerin ve toplumun ihtiyacı icin harcaması gerektiği, bunun namaz ibadeti kadar onemli olduğu hususu vurgulanmıştır.
ZekÂtın Medine doneminde farz kılındığı bilinmekle birlikte bunun hangi yılda gercekleştiği tartışmalıdır. Bir tesbite gore zekÂt hicretin 2. yılında ramazan orucundan once, diğer bir tesbite gore ise aynı yıl ramazan orucundan sonra farz kılınmıştır. BuhÂrî'nin rivayet ettiği bir hadiste Hz. Peygamber'in zekÂt farz olmadan once fıtır sadakasını vermeyi emrettiği, zekÂt farz kılındıktan sonra ise fıtır sadakası konusuna değinmediği, ancak muslumanların her ramazan ayında bayram namazından once fıtır sadakası vermeye devam ettikleri belirtilmektedir (BuhÂrî, “ZekÂt”, 76).
Bu hadis, fıtır sadakasının zekÂtın farz olmasından once emredildiğini gosterdiğine gore ve orucun farz kılındığını bildiren Âyet hicretin 2. yılında indiğine gore, zekÂtın ramazan orucundan sonra farz olması gerekmektedir.
Kur'Ân-ı Kerîm'de ve Hz. Peygamber'in sunnetinde zekÂt daima namazla birlikte zikredilmiştir. Bu husus namazla zekÂt arasındaki kuvvetli bağlılığa, kişinin Muslumanlığının ancak bu ikisini eda etmekle olgunluk derecesine ereceğine bir delildir. Namaz bedenî, zekÂt ise malî bir ibadettir. İkisine hÂkim olan ruh Allah'a yaklaşmak ve onun rızÂsını kazanmaktır.
ORUC TUTMAK Oruc Farsca'daki rûze kelimesinin Turkceleşmiş şeklidir. Arapca'sı savm ve sıyÂmdır. Savm kelimesi Arapca'da "bir şeyden uzak durmak, bir şeye karşı kendini tutmak, engellemek" anlamında kullanılır.
Fıkıh terimi olarak ise, imsak vaktinden iftar vaktine kadar, bir amac uğruna ve bilincli olarak, yeme icme ve cinsel ilişkiden uzak durmak demektir.
İmsak, Arapca'da, "kendini tutmak, engellemek" anlamına gelir. Orucun temel unsuru da (rukun) bu anlamdır. İmsak vakti tabiri, dilimizde, oruc yasaklarından (yeme icme ve cinsel ilişki) uzak durma vaktinin başlangıcı anlamında kullanılır. İmsak vakti, tan yerinin ağarması (fecr-i sÂdık; bk. Namaz Vakitleri bolumu) vakti olup, bu andan itibaren yatsı namazının vakti cıkmış, sabah namazının vakti girmiş olur; bu vakit aynı zamanda sahurun sona erip orucun başlaması vaktidir.
İftar vakti ise, oruc yasaklarının sona erdiği vakit anlamında olup, guneşin batma vaktidir. Bu vakitle birlikte akşam namazının vakti de girmiş olur. Gunduz ve gecenin teşekkul etmediği bolgelerde oruc suresi, buralara en yakın normal bolgelere gore belirlenir.
Oruc, Peygamberimiz ’in hicretinden bir bucuk sene sonra şÃ‚ban ayının onuncu gunu farz kılınmış olup, İslÂm'ın beş şartından biridir. Peygamberimiz bu hususu "İslÂm beş şey uzerine kurulmuştur: Allah'tan başka Tanrı olmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve elcisi olduğuna tanıklık etmek; namaz kılmak, zekÂt vermek, ramazan orucunu tutmak ve gucu yetenler icin Beytullah'ı ziyaret etmektir (hac)" diyerek bildirmiştir (BuhÂrî, “ÎmÂn”, 34, 40; “İlim”, 25; Muslim, “ÎmÂn”, 8).
Orucun farz kılındığını bildiren Âyetler de şunlardır:
"Ey iman edenler! Sizden oncekilere olduğu gibi, size de oruc tutma yukumluluğu getirilmiştir; bu sayede kendinizi koruyacaksınız. Oruc sayılı gunlerdedir. İcinizden hasta veya yolculukta olanlar başka gunlerde tutabilirler; hasta veya yolcu olmadığı halde oruc tutmakta zorlananlar ise bir fakir doyumluğu fidye vermelidir. Daha fazlasını veren, kendine daha fazla iyilik etmiş olur; fakat yine de, eğer bilirseniz, oruc tutmanız sizin icin daha hayırlıdır" (el-Bakara 2/183-184).
Oruc riyÂnın en az karışacağı bir ibadet olduğu icin sevabı en fazla olan ibadetlerden sayılmıştır. Peygamberimiz'den nakledildiğine gore, orucun bu yonune ilişkin olarak Allah, "Oruc benim icindir; onun karşılığını ben vereceğim" (BuhÂrî, “Savm”, 2, 9; Muslim, “SıyÂm”, 30) buyurmuştur. Bu bakımdan oruc tutmanın sevap olarak karşılığı oldukca yuksektir. Cennetin ozel olarak oruc tutanların girmesi icin ayrılmış bulunan "reyyÂn" adlı kapısından girme hakkı (BuhÂrî, “Savm”, 4) bu karşılığın mukaddimesi sayılmıştır.
HACCA GİTMEK Hac sozlukte "kastetmek, yonelmek" anlamına gelen bir kelimedir. Fıkıh terimi olarak ise hac, "Mekke şehrindeki KÂbe'yi ve civarındaki kutsal sayılan ozel yerleri, ozel vakit icinde, usulune uygun olarak ziyaret etmek ve yapılması gereken diğer menÂsiki yerine getirmek" demektir. Bunların hepsine birden hac torenleri anlamında "menÂsiku'l-hac" denir.
İslÂmiyet'in beş esasından biri olan hac, hicretin IX. yılında farz kılınmıştır. Haccın farz olduğu hukmu, Kur'Ân-ı Kerîm ve Sunnet'te bildirilmiş ve bu hukum konusunda muslumanların goruş birliği (icmÂ) gercekleşmiştir.
Kur'Ân-ı Kerîm'de: "Yoluna gucu yetenlerin evi (KÂbe) hac ve ziyaret etmeleri, insanlar uzerinde Allah'ın bir hakkıdır" (Âl-i İmrÂn 3/97) buyrulmuştur. Peygamberimiz de haccı Muslumanlığın beş esasından birisi olarak saymış, haccın onemini ve yararlarını belirtmiş ve bu torenlerin nasıl yapılacağını fiilen gostermiştir. Gucu yeten, yani sağlık ve servet yonunden haccetme imkÂnına sahip olan muslumanların, omrunde bir defa haccetmeleri farz olup imkÂn elde edilince, geciktirmeden yerine getirilmesi gerekir. Hayatında bir defa hac yapmış olan musluman bu farzı yerine getirmiş olur. Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf, MÂlik ve Ahmed b. Hanbel gerekli şartları taşıyan hac yukumlusunun bu ibadeti onundeki ilk hac mevsiminde eda etmesi gerektiği, sonraki yıllara tehir etmesinin gunah olduğu, hatta bu ibadeti uzun sure geciktiren kişinin şahitliğinin kabul edilmeyeceği goruşundedirler.
ŞÃ‚fiî ve İmam Muhammed ise ileride yerine getirmeye azmedilmesi ve eda imkÂnının normal şartlarda elden cıkması gibi bir endişenin bulunmaması şartıyla haccın tehir edilebileceğini soylemişlerdir. Bununla birlikte, bunlar da hac ibadetinin bir an once ve ilk fırsatta yerine getirilmesinin sunnete uygun ve daha ihtiyatlı bir tutum olduğunu belirtmişlerdir.
KÂbe'yi ziyaretle ilgili ibadetlerden biri de "umre"dir. Ziyaret belirli zamanda ve Arafat vakfesiyle birlikte olursa "hac"; belirli bir zamana bağlı olmayarak vakfesiz yapılırsa "umre" adını alır. Hac ve umreyi birbirinden ayırmak icin hacca, "hacc-ı ekber" (buyuk hac), umreye "hacc-ı asgar" da (kucuk hac) denir. Halk arasında ise arefesi cumaya rastlayan haccın hacc-ı ekber olduğuna dair yaygın bir kanaat bulunmaktadır.
Umrenin faziletiyle ilgili olarak Resûl-i Ekrem "Umre, daha sonraki umreye kadar, ikisi arasında işlenen gunahlar icin kefÂrettir. Allah katında makbul haccın karşılığı ise ancak cennettir" (BuhÂrî, “Umre”, 1; Muslim, “Hac”, 437) ve "Hac ve umreyi birbirine ekleyin (peş peşe birlikte yapınız); cunku bunlar koruğun demir, altın ve gumuşteki kiri, pası gidermesi gibi, yoksulluğu ve gunahları giderir. Makbul bir haccın karşılığı ancak cennettir" (Tirmizî, “Hac”, 2: NesÂî, “Hac”, 6) buyurmuştur.
Kaynak: Diyanet İşleri - İlmihal 1
İslam ve İhsan