
Nebe suresinde bildirilen “Buyuk Haber” nedir? Mumin neden ahiret kaygısı taşır? Herkes endişede...Nebe suresinin başında:
“Birbirlerine neyi soruyorlar? İhtilĂ‚fa duştukleri «Buyuk Haber»i mi?” (en-Nebe ’, 1-3) buyruluyor. Boylece inkĂ‚rcıların bile; “Ya Ă‚hiret haberi doğruysa? Cennet-Cehennem gercekten varsa, orada hĂ‚limiz nice olur?” diye kıyĂ‚met hakkında ihtilĂ‚fa duşup endişelendikleri bildirilmektedir. Hem de “Buyuk Haber” denilerek.
CĂ‚hiliye devrinde, bugunku sekuler duzende olduğu gibi, Ă‚hiret kaygısı olmayan, hesapsız, sorumsuz bir dunya hayatı yaşanıyordu. Yaptıkları zulum ve haksızlıkların bir gun hesĂ‚bını vereceklerine dĂ‚ir en ufak bir endişe duymuyorlardı. Bu da guclulerin zayıfları alabildiğine ezip somurmesine, vahşette sırtlanları gecen bir azgınlık ve taşkınlık sergilemelerine zemin hazırlıyordu. Bu yuzden Kur ’Ă‚n-ı Kerîm Ă‚hiret haberini verince; muşriklerin kendi kurdukları carpık duzenleri sarsılmış, keyifleri kacmış, canları sıkılmıştı.
Bunun uzerine muşrikler, Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e gelerek, Ă‚hiret haberi vermekten vazgecmesi, haramları kaldırması ve putlarına dokunmaması karşılığında kendisini kabul edeceklerini, O ’na tĂ‚bî olacaklarını bildirmişlerdi.
Bugun de Ă‚hiret haberinden rahatsız olan, olumu hatırına getirmeyen, ibadetsiz, sorumsuz ve olcu tanımaz bir hayat isteyenlerin hĂ‚li, aynı cĂ‚hiliye insanının tavrını hatırlatmaktadır.
MeselĂ‚ dînî hayata uzak kesimlerin de bulunduğu semtlerdeki bir mahalleye bir cĂ‚mi inşĂ‚ edildiğinde, o cĂ‚miye yakın binalar tercih edilmediğinden kat fiyatları duşuveriyor. Zira cĂ‚mideki musallĂ‚ taşı ve kılınan cenĂ‚ze namazları; Ă‚hiret kaygısı duymadan sorumsuz bir hayat yaşayanlara olumu hatırlatıp keyiflerini kacırıyor.
Yine Zincirlikuyu Kabristanı ’nın kapısına:
“Her canlı olumu tadacaktır…” (Âl-i İmrĂ‚n, 185) Ă‚yeti yazıldığında bircok kimse; “Bu yazı bize karamsarlık veriyor, kaldırın bunu!..” diye şikĂ‚yette bulunmuştu.
Demek ki esĂ‚sen olumden sonraki hayat hakkında; inanclı-inancsız herkes ayrı bir korku ve endişe icinde… Olum, kıyĂ‚met ve ebedî hayat hakkında mu ’minde de bir endişe var; kĂ‚firde de. Fakat muhtevĂ‚ları farklı.
İnkĂ‚r edeninki; “Ya Ă‚hiret haberi doğruysa!” korkusu. “Olum bir yok oluş değilse!” tereddudu. “Ya gercekten hesĂ‚ba cekileceksek!” şuphesi. Yani davranışlara îman ve sĂ‚lih amel olarak yansımasa da fıtrattaki Hakk ’a kulluk temĂ‚yulunun tatminsizliğinden kaynaklanan bir rûhî buhran…
MUMİN AHİRET KAYGISI TAŞIR Mu ’mindeki endişe ise; “Bugun Rabbime lĂ‚yıkıyla kullukta bulunamazsam, esas hayat olan Ă‚hirette hĂ‚lim nice olur?” kaygısı...
Zira mu ’minin gonlu;
Son nefesi îman selĂ‚metiyle verip veremeyeceğinin endişesiyle doludur. Can boğaza gelip AzrĂ‚il -aleyhisselĂ‚m- ile karşılaştığında, Rabbinin o elcisine “hoş geldin” diyebilecek keyfiyette bir kullukta bulunup bulunamadığının endişesiyle doludur. Kabre vardığı zaman, Munker-Nekir ’in suallerine doğru cevapları verip veremeyeceğinin endişesiyle doludur. Kabrinin bir Cennet bahcesi mi, yoksa -Allah korusun- azap dolu bir Cehennem cukuru mu olacağı endişesiyle doludur. Mahkeme-i kubrĂ‚ kurulup îman ve amelleri Ă‚hiret terazisine vurulduğunda, buyuk-kucuk butun amellerinin KirĂ‚men KĂ‚tibîn tarafından yazıldığı amel defteri onune getirildiğinde, yani dunyadaki kulluk tahsilinin karnesi verildiğinde, hĂ‚linin nice olacağının derdiyle doludur. Yine mu ’min duşunur ki:
Acaba amel defterim ne yanımdan verilecek? Sağımdan mı, solumdan mı; onumden mi, ardımdan mı? Amel defterimde, yani omrumun kare kare kayda gecirilmiş hesĂ‚bında nelerle karşılaşacağım?..
Evet ben, ilĂ‚hî hesĂ‚ba cekilmeden once bu dunyada nefsimi kendimce hesĂ‚ba cekiyorum ama, bu muhĂ‚sebelerim Ă‚hiret hesĂ‚bına ne kadar muvĂ‚fık duşecek? Buradaki hesĂ‚bım oraya uyacak mı?..
Şu kıssa, Ă‚rif gonullerdeki bu endişeyi ne guzel îzah eder:
SĂ‚lihlerden bir zĂ‚t pazara uğramıştı. Luzumlu birkac şey alacaktı. Alacağı şeylerin karşılığını da evde hesaplamış ve elindeki paranın buna kĂ‚fî olduğuna kanaat getirmişti. Fakat pazar yerine vardığında o para, almak istediklerine yetmedi. Bunun uzerine o sĂ‚lih kişi icli icli ağlamaya başladı ve bu hĂ‚li uzunca bir muddet devam etti.
Etrafındakiler bu duruma bir hayli şaşırdılar. Parası yetmediği icin bu kadar ağlamasının yersiz olduğunu soyleyerek kendisini teskîne calıştılar. Bir zaman sonra o sĂ‚lih zĂ‚t, kendisini şaşkınlıkla izleyen kalabalığa, boğazında duğumlenen hıckırıklar arasında şoyle seslendi:
“–Gozyaşlarımı aslĂ‚ bu dunya icin sanmayınız! Duşundum ki, bugun evdeki hesap carşıya uymuyor! Peki şu dunyada yaptığımız hesaplar, yarın Ă‚hirete nasıl uyacak?”
Hakîkaten o ilĂ‚hî mîzanda, bugun belki de hic uzerinde durmadığımız veya farkında bile olmadığımız, zerre kabîlinden sorumluluklar dahî hesĂ‚ba girecek.
“KİM ZERRE AĞIRLIĞINCA HAYIR İŞLEMİŞSE ONU GORUR” CenĂ‚b-ı Hak bu hususta bizleri şoyle îkaz buyuruyor:
“Kim zerre ağırlığınca hayır işlemişse onu gorur; kim de zerre ağırlığınca şer işlemişse onu gorur!” (ez-ZilzĂ‚l, 7-8)
Nitekim bir bedevî, Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’den bu Ă‚yet-i kerîmeleri dinleyince buyuk bir hayretle:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Resûlu, zerre ağırlığınca mı?!” diye sormuştu.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Evet.” buyurunca, bedevînin bir anda hĂ‚li değişti ve:
“–Vay benim kusurlarım!..” diye ıztırapla inlemeye başladı. Ve bu sozu defalarca tekrarlayıp durdu. Sonra da işittiği Ă‚yetleri tekrar ederek kalkıp gitti.
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz onun ardından:
“–Îman, bu bedevînin kalbine girdi.” buyurdu. (Suyûtî, ed-Durru ’l-Mensûr, VIII, 595)
Demek ki bugun muhim gorulmeyen zerre kabîlinden kusurların dahî mîzanda hesap edileceği Ă‚hiret gununu duşunmek ve bunun derdiyle meşgul olmak, hakîkî îmĂ‚nın bir şahididir.
Bu itibarla, o hassas terazide amellerinin ne kadar musbet, ne kadar menfî cıkacağı endişesi, îmanlı gonullerin en muhim meşgalesidir.
CenĂ‚b-ı Hak diğer bir Ă‚yet-i kerîmede de:
“NihĂ‚yet o gun (dunyada yararlandığınız) nîmetlerden elbette ve elbette hesĂ‚ba cekileceksiniz.” (et-TekĂ‚sur, 8) buyuruyor.
Bu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil olduğunda, dunyada dikili bir cadırı bile olmayan bir sahĂ‚bî ayağa kalkarak;
“–Benim uzerimde (hesĂ‚bı verilecek) nîmetlerden bir şey var mı yĂ‚ ResûlĂ‚llah?” diye sordu.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ise;
“–(İstifĂ‚de ettiğin) ağacın golgesi, (ayağına giydiğin) iki nalin ve (ictiğin) soğuk su.” cevĂ‚bını verdi. (Bkz. Suyûtî, VIII, 619)
Boylece, hicbir şeyi olmadığını duşunen bir insanın dahî, Ă‚hirette hesĂ‚bı verilecek nice nîmetlerle perverde bulunduğuna işaret buyurdu.
Duşunmeliyiz ki:
ZekĂ‚tın nisĂ‚bı belli. Kırkta bir. O miktarı verdiğimiz zaman servet nîmetinin asgarî sorumluluğundan kurtulabiliriz. Fakat CenĂ‚b-ı Hak kıyĂ‚met gunu insanları sadece mal-mulkten değil, kendilerine verdiği istîdat, kĂ‚biliyet, kuvvet, boş vakit, sıhhat gibi akla gelebilecek butun nîmetlerden de hesĂ‚ba cekecek. Fakat bu nîmetlerin nisĂ‚bı mechul bırakılmış…
Ustelik;
“AllĂ‚h ’ın nîmetini saymaya kalksanız, onu sayamazsınız…” (en-Nahl, 18) Ă‚yet-i kerîmesi muktezĂ‚sınca, kim bilir bizler, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, bildiğimiz ve bilmediğimiz, farkında olduğumuz ve olmadığımız nice nîmetlerine mazhar hĂ‚ldeyiz? Bu nîmetlerin miktarını bile tam olarak tespit edebilmekten Ă‚ciz olduğumuz gibi, bunlar icin ne kadar fedakĂ‚rlıkta bulunursak şukur borcumuzu îfĂ‚ etmiş olabileceğimizi tĂ‚yinden de Ă‚ciziz...
İşte ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, bu gerceğin yuklediği ağır sorumluluğu derinden hissettikleri icin, omurlerini son nefese kadar surekli artan bir gayretle Hakk ’a hizmet yoluna Ă‚mĂ‚de kılmışlardır. Butun imkĂ‚nlarını seferber edip tĂ‚ Cin ’e, Semerkand ’a, Afrika ’nın ortalarına kadar gitmişler, buyuk bir îman vecdi ve tebliğ heyecanı icinde hicbir zaman yorulmamışlar ve uşengecliğe duşmemişlerdir.
CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede:
“Elbette kendilerine peygamber gonderilen kimseleri de, gonderilen peygamberleri de mutlakĂ‚ sorguya cekeceğiz!” (el-A‘rĂ‚f, 6) buyuruyor.
Cennetlik olduklarında şuphe bulunmayan peygamberler bile tebliğ vazifelerini lĂ‚yıkıyla yapıp yapmadıklarından sorgulanacakları endişesi icinde fedakĂ‚rĂ‚ne bir hizmet omru yaşamışlardır.
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de hidĂ‚yet davetini insanlara duyurabilmek icin her turlu cefĂ‚ya katlanmış, bu uğurda taşlanıp nice hakĂ‚retlere mĂ‚ruz kalmıştır. Şartlar ne kadar zor ve tehlikeli olursa olsun mukaddes tebliğ vazifesini îfĂ‚dan geri durmamış, bu yolda canhıraş bir gayret gostermiştir. HattĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’ın:
“(Resûlum!) Onlar îmĂ‚n etmiyorlar diye neredeyse kendine kıyacaksın!” (eş-ŞuarĂ‚, 3) şeklinde îkĂ‚z-ı ilĂ‚hîsine muhĂ‚tap olmuştur.
VedĂ‚ hutbesinde de yuz binin uzerindeki ashĂ‚bına uc defa:
“–AshĂ‚bım! Yarın Ben ’i sizden soracaklar, ne diyeceksiniz? Tebliğ ettim mi?” diye sormuş, ashĂ‚b-ı kirĂ‚mın;
“–Evet yĂ‚ ResûlĂ‚llah, tebliğ ettin.” cevĂ‚bı uzerine de uc defa:
“–Şahid ol yĂ‚ Rab!” diye ilticĂ‚ etmiştir.[1]
Efendimiz ’in bu mes ’ûliyet şuuru, biz ummeti icin cok mĂ‚nidar bir irşaddır.
Bu hakîkatler sebebiyle her mu ’min, rûhunun derinliklerinde dĂ‚imĂ‚ istikĂ‚metini takviye eden ve îman heyecanını dipdiri tutan bir “kıyĂ‚met endişesi” taşımalıdır. Olumun tefekkuruyle dirilmiş bir gonulle, uyanık ve canlı bir kulluk hayatı yaşamaya gayret etmelidir.
BUYUK HABER Zira Yuce Rabbimiz; kıyĂ‚met ve Ă‚hiret vĂ‚kıasını dĂ‚imĂ‚ hatırda tutarak hĂ‚limize ceki-duzen vermemizin luzûmunu, Peygamber Efendimiz ’in şahsında O ’nun ummetine şoyle hitĂ‚b ederek bildirmektedir:
“(Resûlum!) Dehşetli felĂ‚ketleri her şeyi sarıp kaplayacak olan kıyĂ‚metin haberi Sana geldi, değil mi?” (el-ĞĂ‚şiye, 1)
O “buyuk haber” elbette bize geldi. Fakat CenĂ‚b-ı Hak, bir mĂ‚nĂ‚da bizleri şoyle îkaz etmiş oluyor:
“–Nasıl olur da o buyuk haber hic gelmemiş gibi rahat davranabilirsiniz?!.
–Nasıl olur da dunyada boş ve suflî şeyler peşinde ihtiraslara kapılabilirsiniz?!.
–Nasıl olur da en değerli sermayeniz olan omrunuzu gafletle ziyan edebilirsiniz?!.”
Âyetin devamında ise, bu dunyada gaflet icinde gununu gun edenlerin kıyĂ‚met gununde suratlarının alacağı şekle dikkat cekilmektedir:
“O gun birtakım yuzler zelildir.” (el-ĞĂ‚şiye, 2)
Buna mukĂ‚bil, “yalan dunya”ya aldanmayıp fĂ‚nî omurlerini, ebedî hayat olan Ă‚hireti kazanma yolunda bezleden sĂ‚lih mu ’minlerin sîmĂ‚ları ise şoyle tasvir edilmektedir:
“O gun birtakım yuzler de vardır ki, mutludurlar.” (el-ĞĂ‚şiye, 8)
Dipnot:
[1] Bkz. Muslim, Hac, 147; Ebû DĂ‚vûd, MenĂ‚sik, 56; İbn-i MĂ‚ce, MenĂ‚sik, 76, 84; Ahmed, V, 30; İbn-i HişĂ‚m, IV, 275-276; HamîdullĂ‚h, el-VesĂ‚ik, s. 360.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
AHİRET ENDİŞEMİZ VAR MI?