
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, kabir ve Ă‚hiret hayatından bahsediyor...
ÂHİRET ENDİŞEMİZ VAR MI?
-SallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz dÂim ummetine zor zamanlarda;
“Esas hayat, Ă‚hiret hayatıdır.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)
Rahatlık zamanlarında bir taşkınlık olmasın, bir rehĂ‚vet cokmesin, bir nĂ‚danlık olmasın diye;
“Esas hayat, Ă‚hiret hayatıdır.” buyuruyordu. (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)
Demek ki bir kul,
يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ
(“…Âhiretten korkan…” [ez-Zumer, 9])
DĂ‚imĂ‚ bir Ă‚hiret endişesi icinde olacak, dĂ‚imĂ‚;
“Esas hayat, Ă‚hiret hayatı.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1)
İş hayatında, ticĂ‚rî hayatta, meslekî hayatında, ibadet hayatında, beşerî munĂ‚sebetlerde;
“Esas hayat, Ă‚hiret hayatıdır.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 1) Bunun bir idrĂ‚ki icinde olacak.
Rabbimiz buyuruyor:
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
(“Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.” [el-Hadîd, 4])
Nereye gitseniz, Rabbimiz bizimle beraber olduğunu bildiriyor.
Şimdi, insanın zamanı da mahdut, mekĂ‚nı da mahdut. Fakat CenĂ‚b-ı Hak, zamandan-mekĂ‚ndan munezzeh. CenĂ‚b-ı Hak, butun yarattıklarının her an yanında. Sırf insan değil; insan, hayvan, nebat, hepsinin yanında. Yaratan O, takdir eden O. O kadar O ’nun icin basit ki, her yarattığının her an yanında;
وَهُوَ مَعَكُمْ اَيْنَ مَا كُنْتُمْ
“Nereye gitseniz, O sizinle beraberdir.” (Bkz. el-Hadîd, 4)
Nasıl bizim bazı şeylerimizi kimse gormesin deriz. “Aman şundan gormesin!” deriz. “Bir defa yapayım ben, bir daha yapmam!” deriz. Bir fĂ‚nîden cekiniriz, bir fĂ‚nîden korkarız. Fakat CenĂ‚b-ı Hak bizim her an yanımızda. O kadar yanımızda ki:
وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ
(“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” [Kāf, 16])
Bize şah damarından daha yakın olduğunu bildiriyor. İcimizdeki duyguları biliyor, hissiyĂ‚tı biliyor, duşuncelerimizi biliyor.
اِنَّمَا الْأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ
(“Ameller, niyetlere goredir…” [BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 41]) buyruluyor. Ameller niyete gore seviye kazanıyor, yahut şeye gore seviye kaybediyor. Onun icin CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor:
“Ey îmĂ‚n edenler!.. Herkes yarına ne hazırladığına baksın!..” (el-Haşr, 18)
“Yarın” deniyor. Butun sonsuzluk şeridi…
Bu beden gidecek, kıyĂ‚met gunu yeni baştan, dunyadaki rûhĂ‚nî yapımıza gore bir beden teşekkul edecek. Muhim olan, rûhĂ‚nî yapımız.
MevlÂn Hazretleri diyor ki:
“Sen diyor, rûhĂ‚nî hayatına gıdĂ‚ ver diyor. NefsĂ‚nî hayatını diyor, bedenini diyor, ballı-yağlı şeylerle besleyip durma diyor. Sonunda diyor, o diyor, senin mezara vereceğin bir kurbandır diyor. Sen diyor, sonsuzlara diyor, bu diyor rûhĂ‚niyete verdiğin gıdĂ‚ ile ancak erişebilirsin.” buyuruyor.
Yine;
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kotuluklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])
“Senin diyor, icinde diyor, Firavun da var diyor, MûsĂ‚ da var diyor. İkisi de senin icinde gizlenmiş durumda diyor. Oyle bir gayret et ki diyor, icindeki MûsĂ‚ diyor, icindeki Firavun ’a gĂ‚lip gelsin.” diyor.
Yani rûhĂ‚nî hayatın, nefsĂ‚nî arzularını bertaraf etsin, buyuruyor.
VelhĂ‚sıl, “Herkes, ne yaptığına baksın! Ne hazırladığına baksın!” buyuruyor. Ve; “…Allah ’tan korkun!..” (el-Haşr, 18) buyruluyor. “…Allah, cunku yaptıklarınızdan dĂ‚imĂ‚ haberdardır.” (el-Haşr, 18)
Yani Rabbimiz ’i unutmamak… Unutanlar icin:
“AllĂ‚h ’ı unutan, AllĂ‚h ’ında kendilerini unutturduğu kişiler gibi olmayın!..” (el-Haşr, 19) buyruluyor. “…Onlar, yoldan cıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19) buyruluyor.
Şimdi kul, AllĂ‚h ’ı unuttuğu zaman gunah işlemeye başlıyor. “YĂ‚ Rabbi!”, diyerek “وَجِلَتْ قُلُوبُهُمْ” (el-EnfĂ‚l, 2) “kalbi titreyerek” bir celme takmaz, bir kalbe diken batırmaz, bir kardeşini dedikodu etmez, onu kucultmez…
Demek ki muhim olan “zikr-i dĂ‚imî” isteniyor ki, CenĂ‚b-ı Hak kulunun kendisini unutmasını istemiyor. Unuttuğu zaman da, Allah kendisini unutturuyor, gunah işlemeye başlıyor. Onun icin Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de en cok gecen; “zikir”. Onun icin de care;
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰیهَا
(“Nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” [eş-Şems, 9])
قَدْ اَفْلَحَ مَنْ تَزَكّٰى
(“(Nefsini kotuluklerden) arındıran kurtuluşa ermiştir.” [el-A‘lĂ‚, 14])
İc Ă‚lemden fucûru bertaraf edip rûhĂ‚nî istîdatları inkişĂ‚f ettiren, ic Ă‚lemini/duygularını temizleyen, kurtulmuş oluyor.
DĂ‚imĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’a duĂ‚ etmemiz lĂ‚zım;
“YĂ‚ Rabbi! Duygularımızı/hissiyĂ‚tımızı rızĂ‚-yı ilĂ‚hîn ile te ’lif eyle!” diye duĂ‚ etmemiz lĂ‚zım. Âciziz cunku. İnsan zayıf.
İşte bunun misallerini de bildiriyor CenĂ‚b-ı Hak. MeselĂ‚ Bel ’am bin BĂ‚ûrĂ‚ ’yı bildiriyor. AllĂ‚h ’ın bir sĂ‚lih kuluydu o da. İsm-i Ă‚zama mazhardı. KerĂ‚metleri vardı. DuĂ‚ları kabuldu. Bir nefsî arzularına meylediyor, CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede; soluyan, dili cıkmış soluyan, şaşkınlaşmış bir kelbe benzetiyor. (Bkz. el-A‘rĂ‚f, 176)
Demek ki nefsĂ‚nî hayatının girdaplarına insanoğlu kaydığı zaman -Allah korusun- buyuk bir şaşkınlık;
“Nicin dunyaya geldi, kimin mulkunde yaşıyor, kimin ihsanıyla mustağrak durumda?..” Farkında olmuyor. Aynı, okyanus ortasında dumeni kırılmış bir gemi gibi, hangi girdapta batacağı belli değil…
Yine CenĂ‚b-ı Hak bizden ne istiyor?
“İşte (diyor) boylece sizin insanlığa şĂ‚hitler olmanız, Rasûl ’un de size şĂ‚hit olması icin sizi mûtedil bir millet kıldık…” (el-Bakara, 143)
Yani mûtedil; hayırhah, idrak sahibi, vasat bir ummet kıldık. Yeryuzunde AllĂ‚h ’ın şĂ‚hitlerisiniz. Yani AllĂ‚h ’ın dînini temsil edersiniz. Bu şekilde hayırlı ummet olabilmek, aziz ummet olabilmek, guzel bir ummet olabilmek… CenĂ‚b-ı Hakk ’ın dînini temsil edeceğiz bu şekilde. Bunu istiyor CenĂ‚b-ı Hak bizden.
“…Ve Peygamber de size şĂ‚hit olsun…” (el-Bakara, 143) buyuruyor.
CenĂ‚b-ı Hak kulunu, verdiği istîdat, verdiği tĂ‚kat olcusunde sorumlu tutuyor. Biz zekĂ‚tın nisĂ‚bını biliyoruz. ZekĂ‚t nisĂ‚bı diyoruz, kırkta birdir, şurada şoyledir, hayvanda şoyledir… diyoruz.
Fakat istîdĂ‚dımızın nisĂ‚bını bilmiyoruz. CenĂ‚b-ı Hak:
ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ
“O gun, verdiğimiz nîmetlerden elbette (mutlaka) sorulacaksınız.” (et-TekĂ‚sur, 8) Kime kadar? Peygamberlere kadar…
İşte sahĂ‚bî bu mes ’ûliyet endişesi icinde kendisi yaşadı; yaşatmak icin de Cin ’e gitti, Semerkand ’a gitti, Afrika ’ya gitti, Kayrevan ’a gitti, Endulus ’e gitti, arkadan gelenler…
VelhĂ‚sıl mu ’min, butun gayretini CenĂ‚b-ı Hakk ’a kulluğu teksif etmesi zarûrî.
Rabbimiz, muhtelif Ă‚yetlerde bizden takvĂ‚ sahibi bir kul olmamızı talep etmektedir.
Okunan Ă‚yet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak:
“Şuphesiz, Rabbimiz Allah ’tır deyip…” (Fussilet, 30) Ă‚yet-i kerîme. Yani Allah rızĂ‚sı uzerine istikĂ‚metlenenler. Her an kendisinin ilĂ‚hî murĂ‚kabe, ilĂ‚hî muşĂ‚hede, ilĂ‚hî kameranın altında olduğunun idrĂ‚ki icinde yaşayanlar, Allah rızĂ‚sını hedefleyenler. “ثُمَّ اسْتَقَامُوا” Allah Rasûlu ’nun izinde gidenler, “…İstikĂ‚met uzere gidenler, onlar uzerine melekler iner, onlara; «Korkmayın, uzulmeyin, AllĂ‚h ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30) Okunan Ă‚yet-i kerîmede.
Burada CenĂ‚b-ı Hak, kendisine dost olan bir kula, kendi ikramını bildiriyor. İnsanın bu, zor zamanlarında olacak.
Tefsirlerde uc zaman gosteriliyor:
Birincisi olum Ă‚nında, insanın zor Ă‚nı. O zor anda melekler iner o, Allah ile -celle celĂ‚luhû- dost olan kuluna:
“…Korkmayın, uzulmeyin, AllĂ‚h ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin, derler.” (Fussilet, 30)
Nasıl bir hasta, bir muzdarip; bir tesellî bekler. Yahut zor zamandaki insan bir tesellî bekler; en muhim zor zamanlardan biri de son nefes Ă‚nı. Orada melekler iniyor, Ă‚yet-i kerîmenin muktezĂ‚sınca:
“…Korkmayın, uzulmeyin, AllĂ‚h ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyorlar. (Fussilet, 30)
Birinci mujde orada geliyor. Dost ’un dosta ikramı oluyor.
Yine tefsirlerde ikinci mujde. Munker-Nekir. Bir kabir, bir yalnız yolculuk başlıyor. Bir gurbet yolcuğu başlıyor, bir vedĂ‚ yolculuğu başlıyor. Orada da yalnız başına bir yolculuğa cıkıyorsun, bedenden cıkartılarak. Orada da melekler iniyor, o sĂ‚lih kula, dost olan kula;
“…Korkmayın, uzulmeyin, AllĂ‚h ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin.” diyorlar. (Fussilet, 30)
İkinci zor Ă‚nı insanoğlunun. Bir Ă‚lemden bir Ă‚leme girecek. Bir dunyadan değişik bir dunyaya girecek. Bilemediğimiz mechuller Ă‚lemine girecek. Rasûlullah Efendimiz, dunyevî intibĂ‚larla bize telkin ediyor:
“…Ya Cennet bahcelerinden bir bahce, veya Cehennem cukurlarından bir cukur…” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 26)
Yine o Ă‚lem, mezar Ă‚lemi, hadîs-i şerîflerde muhtelif şekillerde bildiriliyor. MeselĂ‚ bir hadîs-i şerîfte, ben kısaca/hulĂ‚sa hĂ‚linde soyleyeyim:
Munker-Nekir ’e cevabından sonra sĂ‚lih kul, guzelce onun cevabını veriyor, orada bir siluet goruyor. Seviniyor;
“–Benim bu tenha, yalnız vaktimde sen kimsin? diyor.
O da diyor ki:
“–Ben senin guzel amelinim, amel-i sĂ‚lihlerinim.” diyor. Namazın, orucun, ahlĂ‚kın vs. Kur ’Ă‚n… diyor. Allah diyor, beni senin yanına gonderdi.” diyor.
Ondan sonra iki pencere acılıyor. Bir Cennet ’ten, bir Cehennem ’den bir manzara. Ona deniyor ki:
“Sen dunyadayken Cennet hayatını tercih ettin.”
Vefat eden de o tesellî ile o kıyĂ‚mete kadar orada bir bekleyiş…
FĂ‚sık… Ona da cirkin, iğrenc bir siluet geliyor -hadîs-i şerîfte- tiksindirici…
“–Zaten ben diyor, berbat hĂ‚ldeyim diyor, bir de sen kimsin?!” diyor.
O da:
“–Senin diyor, dunyada işlediğin diyor, ben gunahlarınım diyor, kotu amellerinim diyor. Bir siluet olarak sana verildim ben.” diyor. Ona da iki pencere acılıyor, Cennet ’ten, Cehennem ’den.
“Sen diyor, dunyadayken Cehennem ’i istedin diyor, Cehennem ’i tercih ettin.” diyor. (Bkz. HĂ‚kim, Mustedrek, I, 93-95/107. Krş. Ahmed, IV, 287, 295; Heysemî, III, 50-51)
VelhĂ‚sıl ilĂ‚hî program devam ediyor. Âhiret var, yevmu ’l-hulûd (sonsuz gun) başlayacak, yevmu ’l-hurûc (kabirlerden cıkış gunu), cıkışlar başlayacak, hesap, kitap vs…
VelhĂ‚sıl ikinci şey de, bu melekler inip; “…Korkmayın, uzulmeyin, AllĂ‚h ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin...” (Fussilet, 30) Onun ikincisi kabirde olacak melekler…
Ucuncusu de; kıyĂ‚met, buyuk infilĂ‚k.
لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ
(“KıyĂ‚met gunune andolsun.” [el-KıyĂ‚me, 1])
Yerlerin ayrı yer, goklerin ayrı gok, dağların hallac pamuğu, denizlerin kuruması, butun vahşî hayvanların yanyana toplanması…
اِذَا زُلْزِلَتِ الْاَرْضُ زِلْزَالَهَا. وَاَخْرَجَتِ الْاَرْضُ اَثْقَالَهَا
(“Yeryuzu kendine has bir sarsıntıya uğratıldığı, icindekileri dışarıya cıkarıp attığı zaman.” [ez-ZilzĂ‚l, 1-2])
Yeryuzunun butun icindekileri fırlatıp atması. Mezarlardan butun olulerin kalkması bir rivĂ‚yette. Bir goruşte mĂ‚denlerin kalkması.
“Al işte, dunyada peşinde koştuğun altınlar, gumuşler!.. Al sana bir faydası varsa!.. HelĂ‚k ettin mĂ‚nevî hayatını!..”
Diğer şeyde, mağmanın, bu ateş, icindeki ateş denizinin puskurmesi, mĂ‚denleri puskurmesi…
وَقَالَ الْاِنْسَانُ مَا لَهَا
(“Ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit.” [ez-ZilzĂ‚l, 3])
İnsan; “YĂ‚ Rabbi, bu neyin nesi!?” der.
يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا. بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا
(“İşte o gun, yer, kendi haberlerini anlatır. Cunku Rabbin ona (oyle) vahyetmiştir.” [ez-ZilzĂ‚l, 4-5])
Yeryuzu, uzerinde işlenenlerden haber vermeye başlar:
“Burada namaz kıldı, şurada celme taktı, şurada dedikodu etti, şurada ağzından hayır sozler cıktı...”
Ucuncusu de, işte bu melekler, o buyuk infilĂ‚kta gelecek;
“…Korkmayın, uzulmeyin, AllĂ‚h ’ın size vaad ettiği Cennetlerle sevinin…” (Fussilet, 30) diyecekler. Kim onlar?
لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ
Allah ile dost olanlar, CenĂ‚b-ı Hak ’la. Allah; “…Onlar, uzulmeyeceklerdir, korkmayacaklardır.” (Yûnus, 62) buyuruyor.
Bize iki tane, CenĂ‚b-ı Hak ’tan tĂ‚limat var. Bir tane de Peygamber Efendimiz ’den tĂ‚limat var. İkisi mağarada geldi. Biri Sevr ’de geldi, biri Hira ’da geldi. Hira, ilk Ă‚yetin indiği yer. Orada;
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)
Esas tahsil bu. Bu, kalbin tahsili, yurek tahsili bu. Kalp oyle merhaleler katedecek ki, amel-i sĂ‚lih sahibi olacak, havf ve recĂ‚ arasında yaşayacak, takvĂ‚ sahibi olacak, kalp tekĂ‚mul edecek, gozun gorduğu her şeyde CenĂ‚b-ı Hakk ’ın azametini tefekkur edecek.
Suyu icerken bakacak; “Aman yĂ‚ Rabbi!” diyecek. “Bunu bir deniz suyu gibi tuzlu olarak bunu akıtabilirdin…” diyecek. Duşun duşunebildiğin kadar!.. Havanın oksijeni, azotu dĂ‚imĂ‚ değişebilirdi. Onu okuyacak. SemĂ‚ya bakacak, atmosfere bakacak onu okuyacak. Ne bileyim, bir gokyuzune bakacak; “kaldır başını bak (buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak) bir futur goruyor musun?” diyor. (Bkz. el-Mulk, 3) Bir trafik kazası var mı semĂ‚da. Bir Guneş, bir tamirhaneye gidiyor mu? Ay, donuşunden değişiyor mu? SĂ‚niye, sĂ‚lise fark ediyor mu?..
Tefekkur, bir îman anahtarı. 137 yerde Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de “tefekkur” geciyor. SemĂ‚ Ă‚lemiyle tefekkur, AllĂ‚h ’ın ihsan ettiği hayvanat ile tefekkur, insanın kendi yaratılışıyla tefekkur…
Yok kadar bir nutfe, aleka, bir mudga… Nasıl oradan bir şekilsizlikten en guzel bir şekilde bir insan cıkıyor?.. CenĂ‚b-ı Hak soruyor:
“Ey insan (diyor), seni (diyor), şekilsizlikten en guzel bir şekilde birleştiren Rabbine karşı seni aldatan nedir?!” (Bkz. el-İnfitĂ‚r, 6-8) diyor İnfitar Sûresi ’nde. Niye aldanıyorsun diyor. Bir nutfeden nasıl meydana geldin diyor. Nasıl diyor iceride şekillendin? Bir insan olarak dunyaya geldin…
İnsan hayatını CenĂ‚b-ı Hak:
وَمَنْ نُعَمِّرْهُ نُنَكِّسْهُ فِى الْخَلْقِ اَفَلَا يَعْقِلُونَ
(“Kime uzun omur verirsek biz onun gelişmesini tersine ceviririz. Hic duşunmuyorlar mı?” [YĂ‚sîn, 68])
Biz omur verdiğimize guc-kuvvet veririz. Bir genclik…
نُنَكِّسْهُ فِى الْخَلْقِ
Onu ters-yuz ederiz. İhtiyarlamaya başlar, sac-sakal ağarır. Vucut şĂ‚kulunden duşer, Ă‚rızalar coğalır.
اَفَلَا يَعْقِلُونَ
(“…Hic duşunmuyorlar mı?” [YĂ‚sîn, 68])
İnsan akıl erdirmez mi? Yolculuk nereye? Bu geliş niye, bu gidiş niye? Bu Guneş ’in doğuşu niye, bu Guneş ’in batışı niye?..
VelhĂ‚sıl CenĂ‚b-ı Hak:
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
(“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” [el-Alak, 1])
Kalp tekĂ‚mul edecek, dĂ‚imĂ‚ bir tefekkur hĂ‚linde, zikir ve tefekkur hĂ‚linde bir hayatı… Boyle bir hayatta da insan mumkun mertebe mĂ‚sivĂ‚dan, Allah ’tan uzaklaştırıcı şeylerden kalbini korumuş olur.
İslam ve İhsan