
Gercek îmÂn, sırf lafızda kalan bir sozden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibÂret değildir. Gonlun t derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hÂl ile amel-i sÂlih icr ederken O ’nun rızÂsından gayrı bir maksada asl iltifat etmeyip değer vermemek îcÂb eder.
Hadîs-i şerîfte buyurulur:
“KıyÂmet gununde aleyhinde ilk hukmedilen insanlar şunlardır:
Birincisi şehîd edilen kimsedir. O AllÂh ’ın huzûruna getirilir. AllÂh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da, bunları îtiraf eder. CenÂb-ı Hakk:
«–Oyleyse bunlara karşı ne yaptın?» diye sorar.
Adam:
«–YÂ Rabbî! Senin uğrunda şehîd edildim.» der.
AllÂh buyurur ki:
«–Yalan soyledin! Sen, yalnızca cur ’etli ve cesur denilsin diye harbettin. Gercekten oyle de denildi.»
(Sonra) onun hakkında emredilir ve ateşe atılıncaya kadar yuzustu suruklenir.
İkincisi ilim oğrenen, başkalarına da oğreten, ayrıca Kur ’Ân okuyan adamdır. O huzûra getirilir. AllÂh kendisine olan nîmetlerini anlatır. O da îtiraf eder. CenÂb-ı Hakk:
«–Bunlara karşı ne yaptın?» diye sorar.
Adam:
«–İlim tahsîl ettim. Onu başkalarına da oğrettim. Senin uğrunda Kur ’Ân da okudum.» der.
AllÂh buyurur ki:
«–Yalan soyledin! Sen ilim oğrendin, ancak Âlim denilsin diye; Kur ’Ân okudun, ancak o kÂrîdir, yÂni kırÂat ehlidir denilsin diye. Hakîkat oyle de denildi.»
Sonra hakkında emrolunur ve ateşe, yÂni cehenneme atılıncaya kadar yuzustu suruklenir.
Ucuncusu CenÂb-ı Hakk ’ın kendisini genişlettiği, malın her ceşidinden verdiği adamdır. O getirilir. AllÂh ona olan nîmetlerini anlatır. O da bunları îtiraf eder. CenÂb-ı Hakk:
«–Oyleyse bunlara karşı ne yaptın?» diye sorar.
Adam:
«–Hakkında infÂk edilmesini emir buyurduğun hicbir yol bırakmadım. Malımı ancak senin yolunda harcadım.» der.
CenÂb-ı Hakk buyurur:
«–Yalan soyledin! Onları ancak comerttir denilesin diye yaptın. Nitekim oyle de denildi.»
Sonra hakkında emredilir ve cehenneme atılıncaya kadar yuzustu suruklenir.” (Muslim, İmÂre, 152)
Bu hadîs-i şerîf, ihlÂsın, amellerin AllÂh katındaki kabul şartı olduğunu o derecede acık bir sûrette gostermektedir ki, gÂye CenÂb-ı Hakk ’ın rızÂsı olmadıkca zÂhiren AllÂh yolunda olmek, ilim tahsîl etmek ve infÂkta bulunmak gibi -haddi zÂtında- en makbûl olan ameller bile sahibine fayda sağlamamaktadır.
O hÂlde gercek îmÂn, sırf lafızda kalan bir sozden; ameller de, birtakım kuru ve rûhsuz hareketlerden ibÂret değildir. Gonlun t derinliklerinden taşan samîmî duygularla yaratana inanmak ve ona bağlanmak, emir ve nehiylerini zevk ve şevkle kabûllenmek ve bu hÂl ile amel-i sÂlih icr ederken O ’nun rızÂsından gayrı bir maksada asl iltifat etmeyip değer vermemek îcÂb eder.
O hÂlde butun mes ’ele ihlÂs ve AllÂh ’a karşı samîmiyet sahibi olabilmektir. Bunun icindir ki, inanc temelinden ayrılmış olan bir ilim bile makbûl değildir. Zîr boyle bir ilim, Kur ’Ân ’ın kasdettiği ve sahiplerini ovduğu ilimden uzaklaşmıştır. Fizik, kimyÂ, astronomi, biyoloji, jeoloji ve benzeri gibi kÂinÂt sisteminin kanunlarını ve hayatın prensip ve umdelerini araştıran ilimler de gonul zÂviyesinden değerlendirilmelidir. Zîr bu ilimlerin muhtevÂlarındaki hikmet ve kudret akışları da bir îmÂn zemînini teşkîl eder. YÂni bu ilimler materyalist arzular tarafından AllÂh ’tan uzaklaştırmak gÂyesi ile kullanılmadıkca insanı Rabbine ve yaratılış sebebi olan kulluğa goturur. Kelime-i şehÂdette karar kıldırır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam - İman - İbadet, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan