Osmanlı'da adalet ne kıstas alınarak sağlanıyordu? Adaletin sağlanması icin gorevlendirilen kişiler kimlerdi? İşte dunyaya ornek olacak benzeri olmayan muhteşem bir adalet orneği ve sonucu...Edirne pÂyitaht olduktan bir muddet sonra idi. İstikbÂlin Fatih ’i II. Mehmed ’in tahta gectiği ilk yıllardı. Edirne ’ye Arap dunyasından bir feylesof geldi. İlmî ve fennî mevzularda birtakım sualler soruyor, devrin usûlunce, ulemÂya munÂzara teklif ediyordu. Edirne ’deki ulemÂ, tatmin edici ve susturucu cevaplar vermekten Âciz duşmuştu.
Sultan Mehmed ’in canı sıkıldı. «Bunun karşısına kimi cıkarmalı?» diye duşundu, vuzerÂyı toplayıp;
“–Ulkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur? Tez, araştırın ve bana derhÂl musbet bir cevap getirin!” dedi.
Sivrihisar ’da muderris olan Hızır Bey ’i tavsiye ettiler. Sultan;
“–DerhÂl davet olunsun!” dedi.
Henuz otuzlu yaşlarında olan Hızır Bey geldiğinde, gunlerdir Osmanlı ulemÂsına meydan okuyan feylesof, onu istihfÂf ederek guldu. LÂkin munÂzarada Hızır Celebi, onun butun suallerini kÂmilen cevapladığı gibi, kendisi sualler sormaya başladı, bu defa feylesof cevaplayamadı, mağlûbiyetini itiraf etti.
Sultan Mehmed Han, cok memnun oldu. Bu genc Âlime teveccuh gostererek;
“–Yuzumuzu ak eyledin, CenÂb-ı Hak da iki cihanda senin yuzunu ak eyleyip, ilmini ve fadlını artırsın!” dedi. Bursa ’da bazı medreselerin muderrisliğini kendisine verdi ve maaş bağladı. İstanbul ’un fethinden sonra, da Fatih Sultan Mehmed Han, Hızır Bey ’i İstanbul ’un ilk belediye başkanı ve kadısı olarak tayin etti.
Takip eden gunlerde Sultan ile boylesine sevip takdir ettiği kadısı Hızır Bey arasında, muhim ve ciddî bir hÂdise cereyan etti.
Fatih Sultan Mehmed Han; o gunlerde vazifesini, emrinin hilÂfına yapan bir hıristiyan mimarın kolunu kestirmişti.
Fatih ’e gore; mimar, caminin kubbesini yukseltecek fil ayaklarını kestirip kısaltarak, buyuk bir hıyÂnette bulunmuştu. Buna ceza vermek istemişti.
Eli kesilen hıristiyan mimar, Kadı Hızır Bey ’e gidip Fatih ’i dÂv etti.
O zaman Fatih ’e resmî hitap tarzı; «es-SultÂn ibnu ’s-SultÂn el-GÂzî Ebu ’l-Feth Muhammed HÂn-ı SÂnî» iken kadı Hızır Bey, tebaadan herhangi bir insana kullanılan hitÂb ile;
«Murad oğlu Mehmed, şu saatte mahkemeye gelin!» ibaresiyle celb-nÂme gonderdi.
Fatih, murÂfaa (duruşma) gunu milletin herhangi bir ferdi gibi ÂlÂyişsiz bir sûrette mahkemeye gitti. Maznun sandalyesine oturdu. Hızır Bey yerini aldı ve muhakeme başladı.
Mahkemelerde hÂkim, adÂlet tevzî ettiği icin oturur, diğerleri ayağa kalkarak, ayakta ifade verirdi. Hızır Bey, Fatih ’i otururken gorunce, O ’na;
“–Suc murÂfaası uzeresin, ayağa kalk!” diye ihtÂr etti.
Bu îkāz uzerine Fatih, ifade icin ayağa kalktı. Kadı Hızır Bey, muhakeme neticesinde Fatih ’i suclu, hıristiyan mimarı mazlum buldu. Kısas Âyetini okudu ve Fatih ’in kolunun aynı şekilde kesilmesine karar verdi.
İmparatorlukları dize getiren, cağ acıp cağ kapayan cihan padişahı Fatih, kararı sukûnet ve tevekkulle karşılayarak;
“–Hukum şer‘-i şerîfindir!..” dedi.
Hıristiyan mimar, bu ulvî adÂlet sahnesinden fevkalÂde duygulanarak gozyaşları icinde;
“–Hakkımdan vazgeciyor, diyet kabul ediyorum!..” deyiverdi.
Mesele bu sûretle tatlıya bağlandıktan sonra, Fatih, nukteli olarak Hızır Bey ’e;
“–Benden değil de Allah ’tan korktuğun icin seni tebrik ederim!..” dedi.
Ayrıca Fatih, şahsî malından hıristiyan mimara bir ev bağışladı. Bunun uzerine hıristiyan mimar;
“–Dunyada boyle bir adÂletin eşi yoktur. Ben artık bu andan itibaren muslumanım!..” diyerek kelime-i şahÂdet getirdi.
HAL İLE TEBLİĞİN ETKİSİ
Nice gayr-i muslimler, bunun gibi nice hÂdiseler karşısında İslÂm ile muşerref olmuşlardır.
O muhteşem devirlerin padişahı ve ulemÂsı gibi, askeri ve halkı da mÂneviyatla dopdolu idi.
Fatih ’in askerleri; İstanbul surlarına doğru koşarken, uzerlerine kızgın yağlar ve Rum ateşleri dokuluyordu. Fakat o fedÂkÂr ve yiğit askerler;
“–Şehîd olma sırası bizde!” diyerek şehÂdete koşuyorlardı.
Bu yakînî îman ve ulvî aşk karşısında nice ilÂhî yardımlar tecellî etmiştir.
O mubÂrek fethin mÂnevî kumandanları arasında o sırada t Turkistan ’da bulunan Ubeydullah AhrÂr -kuddise sirruh- Hazretleri de vardı.
Torununun oğlu HÂce Muhammed Kāsım, ecdÂdından şoyle nakleder:
Ubeydullah AhrÂr -kuddise sirruh-, perşembe gunu oğleden sonra Âniden atının hazırlanmasını emretti. Atına binip suratle Semerkant ’tan dışarı cıktı. Talebelerine;
«–Siz burada oturun!» dedi.
MevlÂn Şeyh isminde bir talebesi, kendisini bir muddet takip etti.
Baktı ki;
Ubeydullah AhrÂr Hazretleri; atının uzerinde bir sağa, bir sola meyletti sonra da kayboldu.
Hazret bir muddet sonra dondu. Talebeleri, heyecanla bu Ânî yolculuğun hikmetini sordular. O da;
«–Turk sultanı Mehmed Han, benden istiÂnede bulundu (yardım talep etti). Ben de O ’na yardıma gittim. AllÂh ’ın izniyle zafer kazanıldı.» buyurdular.”
Ubeydullah AhrÂr Hazretleri ’nin torunu HÂce AbdulhÂdî şoyle anlatır:
“İstanbul ’a gittiğimde Sultan İkinci BÂyezîd ile mulÂkî oldum. Bu mevzuu şoyle hikÂye etti:
«–Babam Fatih anlattı:
Fethin en şiddetli zamanında Rabbim ’e iltic ederek, zamanın kutbunun imdÂda yetişmesini istedim. O zÂt, şu şu vasıfta, bir beyaz atın uzerinde karşıma geldi;
‘–Korkma! Zafer senindir!.. ’ buyurdu.
O zÂta;
‘–KuffÂr askeri cok fazla! ’ dedim.
O da bana cubbesini acarak;
‘–İcine bak! ’ dedi.
Cubbesinin yeninin icinden sel gibi akan bir ordu gorunce hayretler icinde kaldım;
‘–Onların hepsi İslÂm ordusuna yardım etmek icin geldi. ’ buyurdu ve devam etti:
‘–Şimdi şu tepenin uzerinden uc defa kose vur ve butun askere hucum emrini ver! ’
Ben de aynen oyle yaptım. O pîr de, ordusu ile hucûma iştirÂk etti. Feth-i mubîn gercekleşti.»”
Bu mÂnevî ve rûhÂnî yardımlar da, adÂlet, istikamet ve fedÂkÂrlığın bereketidir.
Buna mukabil, gevşeklik ve atÂlet ise, îkazlara sebebiyet verir. Yukarıda, Ebû Eyyûb el-EnsÂrî ’nin naklettiği «tehlike» tefsirine cok benzeyen şu kıssa, Osmanlı ’nın ilk uc asrı ile sahÂbe devri arasındaki ruh ve gonul benzerliğini ifade bakımından ne kadar guzel bir misaldir:
Barbaros Hayreddin Paşa anlatır:
“Bir defasında kazandığım buyuk fetihlerin verdiği yorgunluk sebebiyle biraz da dinlenmek istedim. Bu sebeple yeni sefere kendim gitmeyip Sinan Paşa ’yı yolladım. O gece ruyamda bana;
«–Ey Hayreddîn! Yalan dunyada rahat yoktur. Rahat ancak cennet-i a‘lÂdadır. Hemen gayret eyle; bil ki AllÂh ’ın yardımı seninledir!..» dediler.
Uyanınca kendi kendime;
«–Bu erenlerin himmetidir. Şukurler olsun beni buyuk bir hatadan kurtardılar.» deyip cok sadakalar dağıttım ve nice fakirleri doyurup giydirdim.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hidayetlere Vesile Olmak, Yuzakı Yayıncılık
BENZER HABERLER İMANIMIZIN GUCUNU GOSTEREN AMEL BİR KASE SUT HİDAYETE VESİLE OLDU KRALLIĞIN İSLAM'A GİRMESİNE VESİLEN OLAN DAVRANIŞ OSMANLI'NIN HEDEFİNİ ORTAYA KOYAN VASİYET

İslam ve İhsan
EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MUNKER YAPAN KİŞİLERİN BİLMESİ GEREKEN HADİS