
Muşriklerin "Hayatının kurtulmasına karşılık, senin yerinde Peygamber ’inin olmasını ister miydin?" sorusuna oyle bir cevap veriyor ki sahabi efendimiz bu cevap karşısında sarsılan muşriklerin dilinden dokulenler...CebbÂr bin Sulm anlatıyor:
“Muslumanlardan, beni İslÂm ’a davet eden Âmir bin Fuheyre ’ye mızrağımı sapladım! Mızrağımın goğsunu delip gectiğini gordum!
O ise bu hÂldeyken;
«–VallÂhi kazandım!» diyordu. Kendi kendime;
«–Neyi kazandı ki?!. Ben onu oldurmuş değil miyim?!.» dedim.
Bu sırada cesedi semÂya yukseldi ve gozden kayboldu. Şahit olduğum bu hÂdise, musluman olmama vesile oldu.” (İbn-i HişÃ‚m, III, 187; VÂkıdî, I, 349)
DUNYADA BİRBİRİNİ BU KADAR SEVEN BAŞKA BİRİNİ GOREMEZSİNİZ Îman gucune bir başka misal:
Hazret-i Hubeyb; Recî Vak‘ası ’nda pusuya duşurulerek, Mekkeli muşriklere satılmıştı. Onu da işkencelerle şehîd ettiler.
Bu esnada muşriklerin reisi olan Ebû Sufyan, Hubeyb -radıyallÂhu anh- ’ın îman gucunu ve sadÂkatini kendince test etmeye kalktı ve ona şoyle bir sual sordu:
“–Hayatının kurtulmasına karşılık, senin yerinde Peygamber ’inin olmasını ister miydin?”
Hubeyb -radıyallÂhu anh- suÂli soran Ebû SufyÂn ’a acıyarak baktı ve şoyle dedi:
“–Benim, coluk-cocuğumun arasında olup Peygamber ’imin burada olmasını istemek şoyle dursun, benim olumden kurtulmama karşılık O ’nun şu an bulunduğu yerde ayağına diken batmasına bile asla gonlum rÂzı olmaz.”
Bu eşsiz îman kuvveti karşısında Âdet donakalan Ebû SufyÂn;
“–Hayret doğrusu! Ben, dunyada Muhammed ’in ashÂbının O ’nu sevdiği kadar, birbirini seven iki kimse daha gormedim.” dedi. (VÂkıdî, I, 360; İbn-i Sa‘d, II, 56)
Prangalara vurulmuş Hubeyb -radıyallÂhu anh- ne kadar guclu!..
Ona zulmeden muşrikler ne kadar Âciz!..
ŞEHİDLİK SIRASI BİZE GELDİ İstanbul ’un fethinde surlara doğru;
“–Şehidlik sırası bize geldi!” diye sevinc ve huzurla koşan Fatih ’in askerleri, mukavemet edilemeyecek derecede guclu idiler. Onların uzerine Rum ateşleri ve kaynar yağlar dokenler ise, mÂnen ve kalben zayıftılar, caresizdiler.
Gunumuzde de zÂlimlerin mazlumlara bomba yağdırması ve onlara ağır işkenceler yapması, aslında onların acziyetlerinin bir ifadesidir.
Tarihte de İskender, buyuk bir istîl gercekleştirmişti. T Hindistan ’a kadar zulumlerle, yakıp yıkarak zaptetmişti. Fakat o da bir zavallıydı. Nitekim, gucsuz bir fÂhişe tarafından olduruldu.
Canakkale ’de duşman kendini maddeten cok guclu goruyordu. Fakat mÂnevî guc, onları perişan etti. Canakkale ’nin askerleri, guclerini Allah ’tan alıyorlardı.
General Hamilton da bu ilÂhî yardıma şahit oldu:
“Bizi Turkler ’in maddî gucu değil, mÂnevî gucu mağlûp etmiştir. Cunku onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gokten inerek onlara yardım eden gucleri muşÃ‚hede ettik!..” dedi.
Butun bu misallerden alacağımız ders şudur:
Hak ve hakikatin ifade edilmesinde, haklı olanlar; kalben gucludur ve bu kuvvetleriyle, mutlak sûrette galip gelecek onlardır. Onlar, zÂlimlerden asla cekinmez ve korkmazlar. “Hak gelir ve bÂtıl zÂil olur.” (Bkz. el-İsrÂ, 81)
Bu dunyada gecici olarak zÂlim, mazluma galip gibi gorunse de, zulm ile ÂbÂd olunmayacağı icin, bu dunyada da zÂlimin tahakkumu cok uzun surmeyecektir.
Nitekim;
Uzerimizdeki guneş; bir muddet Firavunların, HÂmanların, Nemrutların, Âdların, Semudların saraylarını, koşklerini, hazinelerini aydınlatan, sonra da harabelerinin uzerine haşmetle doğan aynı guneştir. LÂkin o gosterişli sarayları bugun kopekler ve baykuşlar şenlendiriyor!
Esas hayat olan Âhirette ise mutlak adÂlet tecellî edecek ve hakikat bir guneş gibi tecellî edecektir.
Dolayısıyla;
Gunumuzde de, tebliğ ve hidÂyetlere vesile olacak Kur ’Ân ve irşÃ‚d ehlini; «ayıplayanın ayıplamasından korkmayacak» bir medenî cesaret ile mucehhez hÂle getirmek lÂzımdır. Pısırık, korkak, cekingen, gafil ve nefsÂnî bir tarzda yetişen insanlar; karşılarına cıkan fırsatlarda dahî, hidÂyetlere vesile olma ve yanlışları ıslah etme cesaretini kendilerinde bulamazlar.
Zorlukların uzerine cesaretle yuruyenler ise, tehlikeler ve cileler icinde pişer ve yetişirler. Muhammed İkbal, bu hakikati temsilî bir hikÂye ile şoyle anlatır:
“Bir ceylÂn, diğer bir ceylÂna dert yanıyordu:
«–Artık ben bu avcıların şerrinden bıktım. Zira ovalarda avcılar pusu kurmuşlar, gece-gunduz biz Âhûların izinde dolaşıyorlar. Bundan sonra KÂbe ’de, Harem ’de yaşayacağım. Mekke ’de avcıların avlanması yasaktır. Orada yatar-kalkar, orada otlarım. Artık avcı derdinden eman bulmak istiyorum. Gonlum biraz da huzura kavuşsun!..»
Bunları dinleyen tecrubeli ve gungormuş diğer ceylÂn ise dedi ki:
«–Ey akıllı dostum! Yaşamak istiyorsan tehlike icinde yaşa! Kendini dÂim bileyi taşına vur; cevheri temiz olan kılıctan daha keskin yaşa! Tehlike, kudreti imtihan eder. (Tehlikeler, cileler ve iptilalar; senin şahsiyetini, karakterini ve îmÂnını imtihan eder.) Cisim ve canın nelere kādir olduğunu sana o cileler bildirir.»”
Ezcumle;
Gonlu mÂnen CenÂb-ı Hak ile dolan kimse; gucludur, kuvvetlidir. Zulumler karşısında dahî, o kuvveti muhafaza eder.
Dunya muhabbeti ise, Hakk ’a kulluğu unutturur. Dunyaya meyleden kimse boylece git gide abuslaşır, alıklaşır, nÂdanlaşır ve ahmaklaşır.
Dunyada en acınacak kimseler, ahmaklardır. CenÂb-ı Hakk ’ın sonsuz kÂinÂtına nisbetle kucucuk bir damla gibi olan dunyayı tercih etmeye; «ahmaklık» denmez de ne denir?..
Gafil kimse; o bir damlalık menfaati elinden gitmesin diye, korkak ve pısırık olur. Allah ’tan korkmaz da menfaatinin elinden gideceğinden korkar! Haksızlıklar, zulumler ve munkerler / kotulukler karşısında Âciz kalır, dilsiz şeytan kesilir.
Hazret-i Omer -radıyallÂhu anh- ’in şu sozu ne kadar hazin bir ifadeyle bu vaziyeti anlatır:
“İnsanların en cÂhili, Âhiretini başkasının dunyası icin satandır. Yani Allah rızÂsı yerine kul rızÂsına temÂyul edendir.”
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hidayetlere Vesile Olmak, Yuzakı Yayıncılık
BENZER HABERLER İMANIMIZIN GUCUNU GOSTEREN AMEL BİR KASE SUT HİDAYETE VESİLE OLDU KRALLIĞIN İSLAM'A GİRMESİNE VESİLEN OLAN DAVRANIŞ OSMANLI'NIN HEDEFİNİ ORTAYA KOYAN VASİYET BİR MİLLETİ YUKSELTEN VE ALCALTAN SEBEP OSMANLI'DA ADALET ANLAYIŞINA GUZEL BİR ORNEK UC TURLU İNSAN ALLAH ’TAN UZAKTIR TEBLİĞ VAZİFESİ VE MUSLUMANIN CESARETİ
İslam ve İhsan
EMRİ BİL MARUF NEHYİ ANİL MUNKER YAPAN KİŞİLERİN BİLMESİ GEREKEN HADİS