AllÂh TeÂl Âhiret saÂdetini; dunyÂdayken haşmet ve azamet taslamayan, fesat cıkarmayan ve gonullerinde AllÂh ’ın muhabbeti dolup taşanlara nasîb eylemiştir. Zîr tevÂzû nîmetinden uzaklaşıp kotu sıfatlara sarılanlar, Firavunlaşmaktan kurtulamamışlardır.TevÂzû; alcak gonullu olmak, Hak karşısında hicliğinin idrÂkine erebilmektir. İnsan kendisinde bulunan ilim, mevkî ve mal gibi her hangi bir nîmet sebebiyle, bunlardan mahrum olanlara karşı ustunluk iddi ederek maddî-mÂnevî haksızlık yapmamalıdır.

ŞÃ‚ir ne guzel soyler:

MÂl u mulke olma mağrûr, deme var mı ben gibi!
Bir muhÂlif yel eser, savurur harman gibi…

Zîr her Ânın ve yarınların sÂhibi AllÂh ’tır ve istikbÂlde insanın başına ne geleceği bilinemez.

CenÂb-ı Hak, şoyle buyurur:

“Sana tÂbî olan mu ’minlere alcak gonullu davran!” (eş-ŞuarÂ, 215)

“RahmÂn ’ın kulları oyle kimselerdir ki, yeryuzunde vakar ve tevÂzû ile yururler, cÂhiller kendilerine (hoşa gitmeyecek) lÂflarla sataştığı zaman, «SelÂm!» derler (gecerler).” (el-FurkÂn, 63)

ResûlullÂh şoyle buyurmuştur:

“AllÂh TeÂl bana; «O kadar mutevÂzı olun ki, kimse kimseye boburlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin!» diye emretti.” (Muslim, Cennet, 64)

“Kim AllÂh TeÂl ’nın rızÂsı icin (AllÂh ’ın kullarına karşı) bir derece tevÂzû gosterirse, bu sebeple AllÂh onu bir derece yukseltir...” (İbn-i MÂce, Zuhd, 16)

MANEVİ YUKSELİŞİN SIRRI

İdrîs -aleyhisselÂm-, kavmine hikmetli sozler ile nasîhatlerde bulunurdu. Bu nasihatlerinden birinde şoyle buyurur:

“Akıllı kimsenin mertebesi yukseldikce tevÂzû hÂli artar.”

Yûsuf-i Esbat Hazretleri, bir nevî “hiclik” demek olan tevÂzû hÂlini kÂmil mÂnÂda yaşamayı şoyle îzÂh eder:

“Sabahleyin evinden dışarı cıktığında kime rastlarsan, kendinden ustun goresin. TevÂzû odur ki, kim sana hak bir şey soylerse onu kabûl edesin ve senden aşağıdakileri kendinden ustun bilesin. Seni kotuleyenle medheden, katında eşit olsun.”

AllÂh TeÂl Âhiret saÂdetini; dunyÂdayken haşmet ve azamet taslamayan, fesat cıkarmayan ve gonullerinde AllÂh ’ın muhabbeti dolup taşanlara nasîb eylemiştir. Zîr tevÂzû nîmetinden uzaklaşıp kotu sıfatlara sarılanlar, Firavunlaşmaktan kurtulamamışlardır. O hÂlde, tevÂzûya sarılarak bu tur mezmûm sıfatlardan kurtulmak gereklidir.

Nitekim Âyet-i kerîmede buyrulur:

“İşte Âhiret yurdu! Biz onu yeryuzunde boburlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En guzel) Âkıbet, takv sÂhiplerinindir.” (el-Kasas, 83)

ŞÃ‚ir ne guzel soyler:

Mazhar-ı feyz olamaz duşmeyicek hÂke nebÂt
MutevÂzî olanı rahmet-i RahmÂn buyutur.

İMAN LEZZETİNİ ZEDELEYEN NİMET

AshÂb-ı kirÂm, CenÂb-ı Hakk ’ın kendilerine emÂnet ettiği dunyevî makam ve mevkîleri hicbir zaman gurur ve kibir gibi nefsÂnî bir ustunluk vehmine Âlet etmemiş, Hazret-i Peygamber ’in mutevÂzı yaşayışını kendilerine hayat dustûru edinmişlerdir. Medîne ’de kurulan, yaklaşık dort yuz Âileden muteşekkil, İslÂm site devletinin, on sene zarfında hudutları Irak ve Filistin ’e dayanmıştı. Hazret-i Peygamber ’in (s.a.v.) vefÂtı esnÂsında Bizans ve Perslerle harp hÂli yaşanıyordu. Medîne ’ye ganimet malları akıyordu. LÂkin ashÂbın on sene evvelki o hÂli, yÂni dunyÂdan mustağnî, mutevÂzı yaşantısı, evlerinin hendesesi ve infak heyecÂnı değişmemişti. Onlar, îman lezzetini zedelemesi endişesiyle, duny nîmetlerini nefisleri hesÂbına kullanmamanın titizliği icindeydiler. Bu yuzden yaşantılarını AllÂh rızÂsını tahsil etme gÂyesine gore şekillendirdiler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan