Allah ’ın sıfatları nelerdir? Allah ’ın sıfatları kaca ayrılır? Allah ’ın sıfatları ve anlamları.Alemlerin yaratıcısı ve Rabbi olan Allah ’ın guzel isimleri yanında, eşsiz ve benzersiz sıfatları vardır. Allah ’a imanın bu sıfatlara imanı da kapsaması gerekir. Cunku CenÂb-ı Hakk ’ı bilmek sıfatlarıyla olur.
Allah ’ın sıfatları ile yaratıklarının sahip olduğu sıfatlar birbirinden farklıdır. Her şeyden once yaratıklara bazı nitelikleri veren yine Allah ’tır. Ancak bu nitelik ve yetenekler varlıklarda sınırlı, vasıtalı ve sonuc olarak Allah ’ın yaratması ve yardımıyla iş gorebilir.
ALLAH ’IN SIFATLARI Allah ’ın sıfatları zÂtî, subûtî ve fiilî olmak uzere uce ayrılır:
1. Allah ’ın ZÂtî sıfatları Allah ’ın zatıyla birlikte olan, ondan ayrı kabul edilmeyen sıfatlardır. Bunlara “selbî sıfatlar” da denir. Bunlar, Allah ’ın yuceliği ve kemaliyle celişen sıfatları O ’ndan kaldırdığı ve butun noksan sıfatlardan tenzih ettiği icin bu adı almıştır.
ZÂtî sıfatlar altı tane olup; vucûd, kıdem, bekÂ, vahdÂniyet, muhÂlefetun li ’l-havÂdis ve kıyam binefsihidir.
1. Vucûd: “Var olmak” demektir. Buna “sıfat-ı nefsiye” de denir. Allah olmasaydı hicbir şey var olamazdı. KÂinÂtın varlığı O ’nun varlığına en buyuk tanıktır. Hicbir şey ne kendi kendine var olabilir ne de yok olabilir. Allah TeÂl ’ya; varlığının mutlak gerekli olması, var olmayışının mumkun bulunmaması sebebiyle “VÂcibu ’l-Vucûd (varlığı mutlak gerekli olan)” denir.
Varlığın zıddı olan yokluk, Allah TeÂl icin duşunulemez. Allah ’ın varlığı başka bir varlık vasıtasıyla olmayıp, ilÂhi vucûdu zÂtının gereğidir. Yukarıda, Allah TeÂl ’nın varlığı ile ilgili olarak zikrettiğimiz deliller “vucûd” sıfatının da delilleridir.
2. Kıdem: “Başlangıcı olmamak, ezelî olmak” demektir. Allah TeÂl ’nın oncesi ve başlangıcı yoktur. O kadîm ve ezelîdir. Gecmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin Allah ’ın var olmadığı bir zaman duşunulemez. Eğer Allah ezelî olmasaydı, sonradan meydana gelmiş olması gerekirdi. Her sonradan olanın bir yaratıcıya ihtiyacı vardır. Allah ’ın varlığı, zatının gereğidir, yani varlığı kendindendir.
Allah ’ın ezelî sıfatları: Hayat, ilim, semî ’, basar, kudret, kelÂm, irade ve meşiyyet, yaratma ve rızık vermedir.[1]
Kur ’an-ı Kerim ’de CenÂb-ı Hakk ’ın ezelî oluşu şoyle beyan edilir: “O, her şeyden oncedir, kendisinden sonra hicbir şeyin kalmayacağı sondur, varlığı acıktır, gercek niteliği (yaratılanlar icin) gizlidir. O her şeyi bilendir.” [2]
Sonuc olarak dunyada ve evrende butun varlıkların oncesi, yani bulunmadıkları bir zaman vardır. Allah TeÂl ise zaman ve mekÂndan munezzeh olarak vardır. Zaman kavramı, dunya ile bazı gezegen, yıldız, yıldız kumesi veya galaksiler arasında ortaya cıkan bir surectir. Allah hakkında ilerleyen bir zaman surecinin bulunmaması; başlangıc ve sonunun olmamasını, başka bir deyimle ezel ve ebedi, kıdem ve bekayı ifade eder.
3. BekÂ: “Varlığının sonu olmamak, ebedî olmak” demektir. Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle buyurulur: “Yeryuzundeki her şey yok olucudur, fÂnîdir. CelÂl ve ikram sahibi olan Rabbinin varlığı ise ebedidir.” [3] “O, her şeyden oncedir, kendisinden sonra hicbir şeyin kalmayacağı sondur..” [4] Bu Âyetler, Allah ’ın ebedî olduğuna delÂlet eder. Varlığını devam ettirememe Âcizliktir. Âcizlik ise eksikliktir. Allah butun eksikliklerden uzaktır. O, sonsuz kudret sahibidir. O ’nu yok edecek bir guc de mevcut değildir.
4. VahdÂniyyet: “Allah ’ın bir olması” demektir. Allah, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde tektir. Allah ’ın zatı cuz ve parcalardan oluşmamıştır, cisim değildir, eşi ve benzeri yoktur. Yarattıklarına benzemez. Allah ’ın sıfatları da, yaratıklarının sıfatlarına benzemez. Fiillerinde tek oluşu, yaratmada tek olması demektir. Yoktan var etme anlamında yaratma Allah ’a aittir. Allah ’ın bir tek oluşu İhlÂs sûresinde şoyle ifade edilir: “De ki: O Allah bir tektir. Allah hic bir şeye muhtac değil, her şey O ’na muhtactır. O doğurmamıştır ve doğmamıştır. Hicbir şey O ’na denk değildir.” [5]
KÂinatı yaratan ve yoneten birden fazla ilÂh olsaydı, farklı yonde istek ve iradeleri olunca, birisinin dediği gercekleşir, diğeri Âciz kalırdı. Âciz kalan ise ilÂh olamazdı. İlÂhlar arasındaki bu tezatlar kÂinatın duzenini bozardı. Bu durum Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle belirtilir: “Yerde ve gokte, Allah ’tan başka ilÂhlar bulunsaydı, yer ve gok harap olurdu” [6] “Allah ’tan başka bir yaratıcı var mıdır?” [7] “O gun, guc kimindir? En buyuk egemen olan Allah ’ındır.” [8]
Alemde bir duzenin oluşu ve bozulmadan devam edişi, bir tek Allah ’ın eseridir. İlÂhta birlik, evrende birliği, uyum ve duzeni getirmiştir. Allah ’ın ortağı bulunsa bu duzen bozulurdu. Âyette şoyle buyurulur: “Onun yanında hicbir ilÂh yoktur. Eğer olsaydı, şuphesiz her tanrı kendi yarattığını kabullenir ve korur, kimisi de diğerine ustun olmaya calışırdı..” [9]
İnsanlar tarih boyunca zaman zaman yollarını şaşırarak Allah ’ın yanında başka tanrılara da yer vermişlerdir. Buna “şirk (ortak koşma)” denir. Bunu yapana da “muşrik” adı verilir. Şirk koşmak iki turlu olur:
a) Allah ’ın yanında başka bir varlığı da tanrı kabul etmek. İnsan, put, ağac, hayvan vb. şeyler gibi.
b) İbadetlerde ve amellerde Allah ’a eş, ortak koşmak. Amellere riya, gosteriş karıştırmak gibi.
Allah, muşriklerin nitelendirmesinden uzaktır. O, cocuk edinmemiştir. O ’nun yanında başka bir ilÂh yoktur. Olsaydı, yukarıda sozunu ettiğimiz şekilde belirtiler ortaya cıkar, evrende duzensizlikler gorulurdu.
Kur ’an-ı Kerim ’de Hıristiyanların şirkinden şoyle soz edilir: “Allah uc ilÂhtan ucuncusudur, diyenler şuphesiz kÂfir olmuşlardır.” [10] Buna gore Allah, Mesih İsa ve Rûhu ’l-Kudus olarak uc ilÂhı birlikte kabul eden (teslise inanan) Hıristiyanlar vahdaniyet inancından uzaklaşmışlardır. “Şuphesiz, Allah Meryem oğlu Mesih İsa ’dır, diyenler kufre girmişlerdir.” [11] Âyeti de, onların Allah ’a “oğul” isnat ederek, duştukleri başka bir şirk halini belirtir.[12]
Hıristiyanların benimsediği gibi uc tane ilÂh bulunsaydı, aralarında evreni ve merkez gucu ele gecirmek icin bir catışma kacınılmaz olurdu. Şu Âyette boyle bir varsayımın sonucuna işaret edilir: “De ki; eğer dedikleri gibi Allah ’la beraber tanrılar bulunsaydı, o takdirde hepsi arşın sahibi olmaya yol ararlardı. O, onların bu soylediklerinden uzaktır. Yucedir. Uludur.” [13]
5. MuhÂlefetun li ’l-havÂdis: “Sonradan olan şeylere benzememek” demektir. Allah hicbir şeye benzemez, hicbir şey de Allah ’a benzemez. Allah ’ın zÂtî sıfatlarıyla, yarattıklarına benzemesi mumkun değildir. Cunku Allah kadîm ve ezelîdir, başlangıcı yoktur. Varlıklar ise sonradan meydana gelmişlerdir. Allah ebedîdir, bÂkîdir. Varlıklar ise sonlu ve olumludurler. Diğer yandan varlıklar bir takım cuz ve parcalardan oluşmuşlardır. CenÂb-ı Hakk ’ın zatı icin boyle bir şey soz konusu değildir.
Biz, yuce Allah ’ı nasıl duşunursek duşunelim, O, bizim duşunduğumuz, tasavvur ettiğimiz şekillerin hic birisine benzemez. Cunku insan, gorduğu, duyduğu ve bildiği varlıkları tasavvur edebilir. Bunlar sonradan yaratılan varlık ve şekiller olur. Allah ise sonradan yaratılanlara benzemez. Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle buyurulur: “Goklerin ve yerin yaratıcısı, sizin icin kendinizden eşler, hayvanlardan da ciftler var etmiştir. Sizi bu şekilde coğaltır. O ’nun benzeri bir şey yoktur. O her şeyi işitendir, gorendir.” [14]
Allah ’ın yaratılanlara benzememesi sıfatı; diğer varlıklarda bulunan cisimlik, cevherlik, arazlık, cuz ve parcalardan oluşma, yemek, icmek, oturmak, uyumak, uzuntulu, kederli veya sevincli olmak gibi sıfatlardan da uzak olduğunu ifade eder. Bazı Âyetlerde Allah ’a isnat edilen “el, yuz ve arşı istivÂ-istil etmesi” gibi ifadeler Allah ’ın başka varlıklara benzediğini gostermez. Bunlar mecaz anlamında kullanılmıştır. Allah ’ın eli, “kudret”; yuzu, “zÂt”; Arşın uzerine oturma ise, “Arşa hÂkim olma, hukmunu gecirme” olarak yorumlanmıştır.[15]
6. KıyÂm binefsihî: “Varlığı kendisinden olmak, var olmak icin başka bir varlığa ihtiyac duymamak” demektir. Allah TeÂl ’nın varlığı kendisinden olup başkasından değildir. Diğer butun varlıklar, kendisi dışında bir varlığın yaratmasına muhtac olduğu halde, Allah, kendisini yaratacak bir yaratıcıya, oturacağı bir yere, mekÂna veya başka bir varlık, cisim veya guce muhtac değildir.
Varlıklar mumkun ve vÂcib olmak uzere ikiye ayrılır. Allah ’ın dışında butun gorulen veya gorulmeyen varlıklar mumkun varlıklardır. Bunların varlıkları ile yoklukları eşittir. Allah dilediği icin var olmuşlardır. Yok olmalarını dilerse, o anda yok olurlar. Kur ’an-ı Kerim ’de varlıkların bu ozelliği şoyle ifade buyurulur: “Gokleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya guc yetiremez mi? Elbette guc yetirir. Cunku her şeyi yaratan ve her şeyin gerceğini bilen O ’dur. O, bir şeyin olmasını dilediği zaman, O ’nun buyruğu o şeye yalnızca “Ol” demektir. O da hemen oluverir.” [16]
İşte bu varlıkların yaratıcısını akıl zorunlu olarak kabul eder. Bu yuzden de Allah ’ın varlığı “vÂcib”tir. Akıl başka turlusunu kabul etmez. Allah ’ın varlığı kendi zÂtının gereğidir. O, kendisini Kur ’an-ı Kerim ’de ne şekilde tanıtmışsa, O ’nu o şekilde bilmek ve tanımak zorunluluğu vardır.[17]
Kısaca acıkladığımız bu zÂtî sıfatların zıtları Allah TeÂl icin duşunulemez. Cunku O, yaratılan değil, yaratandır.[18]
2. Allah ’ın Subûtî Sıfatları Bunlar, varlığı zorunlu olan ve kemal ifade eden sıfatlardır. Subûtî sıfatların zıtları olan ozellikler Allah hakkında duşunulemez. Bu sıfatlar ezelî ve ebedî olup, diğer yaratıkların sıfatları gibi sonradan meydana gelmiş değildirler. İster hay (diri), Âlim (bilen), kadîr (guc sahibi) gibi dil kuralları acısından sıfat kelimeler olsun, isterse hayat, ilim, kudret gibi mastar kalıbındaki kelimeler olsun butun subûtî sıfatlar Allah ’a verilebilir. Kullanımda insanların sıfatlarına benzerlik olsa da, gercekte Allah ’ın sıfatları sonsuz, mutlak, ezelî ve ebedî iken, insanlara ait sıfatlar sonlu, sınırlı ve sonradan yaratılmış, eksik ve yetersiz sıfatlardır.[19] Subûtî sıfatlar sekiz tane olup şunlardır:
1. Hayat: “Diri ve canlı olmak” demektir. Yuce Allah diridir. Gunluk hayatta, bir fiili, hareketi ve eylemi ancak diri olan varlığın yapabildiğini goruruz. Olunun bir eylemi gorulmez. Allah ’ın diriliği, yaratıklarda gorulen ve maddenin ruh ile birleşmesinden doğan gecici ve maddî bir dirilik olmayıp, başlangıcı ve sonu bulunmayan, bir dış etken ve desteğe de muhtac olmayan diriliktir. Olum bir eksiklik sıfatıdır. Allah ise eksikliklerden uzaktır.
Kur ’an-ı Kerim ’de bu sıfatla ilgili olarak şoyle buyurulur: “Olmeyen diriye guvenip dayan ve O ’nu ovgusuyle tesbîh et..” [20] “Allah, kendisinden başka ilÂh olmayan, surekli diri olan ve yarattıklarını gorup gozetendir..” [21] “(Artık butun) yuzler, diri ve her şeye hÂkim olan Allah icin eğilip boyun bukmuştur..” [22]
2. İlim: “Bilmek” demektir. Allah her şeyi bilendir. Olmuşu, olanı, olacağı, gelmişi, gecmişi, gizliyi, acığı bilir. Bunları gerek butun halinde, gerekse parca ve ayrıntı olarak bilir. Bu bilgi bir arac ve alete bağlı değildir, CenÂb-ı Hak ’la birlikte vardır, ezelî ve ebedîdir. O ’nun ilmi insanların ilmi gibi sınırlı, duşunce, tefekkur ve muhÂkemeye dayalı bir ilim değildir. Allah her şeyi meydana geleceği icin bilir, yoksa hic bir şey Allah bildiği icin meydana gelmez. İlim sıfatının zıddı olan bilgisizlik (cehl) Allah hakkında duşunulemez.
Bazı filozofların, “Allah geneli bilir, detayları bilmez” iddialarını kelÂmcılar reddetmiştir. Cunku boyle bir duşunce tarzı, Allah ’ın ilim sıfatı ile celişir ve O ’na eksiklik isnat etmek olur.
İlim sıfatıyla ilgili olarak Kur ’an ’da pek cok Âyet vardır. Biz bunlardan dort tanesini zikredeceğiz: “Gaybın anahtarları yalnız O ’nun yanındadır. Onları ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa bilir. Duşen hicbir yaprak yoktur ki, onu bilmesin. Yerin karanlıklarında olan hicbir tohum, yaş ve kuru, hicbir şey yok ki, apacık bir Kitap ’ta (yazılı) bulunmasın.” [23] “Goklerde ve yerde olanları Allah ’ın bildiğini gormuyor musun?” [24] “Siz, sozunuzu ister gizleyin, ister acığa vurun, şuphe yok ki O, goğuslerin icindekini cok iyi bilendir.” [25] “O, gozlerin hain bakışlarını ve kalplerin gizleyeceği her şeyi bilir.” [26]
Allah ’ın ilminin genişliği de Âyetlerde şoyle acıklanmıştır: “De ki: Rabb ’imin sozlerini yazmak icin butun denizler murekkep olsa ve bir o kadar da ilÂve getirsek bile, Rabb ’imin sozleri bitmeden once denizler tukenecektir.” [27] “Yeryuzundeki ağaclar kalem, denizler de murekkep olsa ve yedi deniz daha katılsa da yazılsa, Allah ’ın kelimeleri bitmezdi.” [28]
Varlıkların yaratılışında gorulen ince hesap, denge, mantık, hikmet ve fizik kurallar, bunları yaratıp yonetenin her şeyi bildiğini gosterir.
3. Semî ’: “İşitmek” demektir. Allah her şeyi işitir, en gizli sesler, hareketler O ’nun işitmesinin dışında kalmaz. Allah ’ın işitmesi diğer canlıların işitip bilmesine benzemez. Diğer varlıklar işitebilmek icin kulak, ses, sesi ileten hava titreşimi, elektriksel iletişim aracları gibi aracılara ihtiyac duydukları halde, Allah bir aracıya muhtac olmaksızın duyar. Bu sıfatın zıddı olan işitmeme, Allah hakkında duşunulemez. Cunku O, bu gibi eksikliklerden uzaktır. İşitme sıfatı Kur ’an-ı Kerim ’in pek cok Âyetinde, genellikle gorme (basar) veya bilme sıfatıyla birlikte zikredilmektedir. Birer ornek vererek gececeğiz. “Allah her şeyi işitendir ve gorendir.” [29] “Gercekten O, her şeyi işiten, her şeyi bilendir.” [30]
4. Basar: “Gormek” demektir. Allah ’ın gorme sıfatıdır. Allah her şeyi gorur. O ’nun gormesinden hicbir şey gizli kalamaz. Bir şeyi gormesi, başka bir şeyi gormesine engel değildir. Bu sıfatın zıddı gormemektir. Gormemek Âcizliktir. Allah bu gibi eksikliklerden uzaktır. Diğer canlıların gormesi, goz organının ve ışığın bulunması, arada gormeyi onleyen bir engelin olmaması gibi şartlara bağlıdır. Allah ’ın gormek icin boyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Allah ’ın işitici ve gorucu olduğuna dair pek cok Âyet vardır. Bunlardan birisinde şoyle buyurulur: “O, gozlerin hain bakışlarını ve kalplerin gizleyeceği her şeyi bilir. Allah adaletle hukmeder. O ’nu bırakıp taptıkları ise hicbir şeye hukmedemezler. Şuphe yok ki Allah, işiten ve gorendir.” [31]
5. İrade: “Dilemek” demektir. Allah dileyicidir. Bir şey uzerinde karar kılarak, onu yapmaya azmetmeğe “irade” denir. Allah irade sahibidir ve yaptığı işlerde serbesttir. O ’nu herhangi bir işi yapmaya zorlayacak bir guc yoktur. Allah tam ve kÂmil bir iradeye sahip olduğu icin, bu kÂinatı ezelî olan iradesine uygun olarak yaratmıştır. KÂinatta olmuş, olacak ne varsa, hepsi Allah ’ın dilemesi ve irade etmesiyle olmuştur ve olacaktır. O ’nun her dilediği olur, dilemediği ise olmaz.
Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle buyurulur: “Senin Rabb ’in dilediğini mutlaka yapar”.[32] Hz. Meryem, bir erkekle ilişkisi olmadığı halde, nasıl cocuk doğuracağını sorunca, CenÂb-ı Hak; “Bu boyledir. Allah dilediğini yaratır. O bir şeyin olmasına hukmedince, ona sadece “Ol” der ve o da hemen oluverir” [33] buyurur. “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz zaman ona sozumuz sadece “Ol” dememizdir. O şey hemen oluverir.” [34]
Bazan irade yerine eş anlamlısı olan “meşîet” terimi de kullanılır.[35] Her şeyin sonucta, Allah ’ın dilemesine bağlı olarak gercekleştiğini şu Âyetler acıkca ifade eder: “De ki: Mulkun gercek sahibi olan Allah ’ım! Sen mulku dilediğine verirsin ve mulku dilediğinden alırsın. Dilediğini yuceltir, dilediğini de alcaltırsın..” [36] “Goklerin ve yerin mulku Allah ’ındır. Dilediğini yaratır, dilediğine kız cocukları bağışlar, dilediğine de erkek cocukları bağışlar.” [37]
6. Kudret: “Gucu yetmek” demektir. Allah ’ın her şeye gucu yeter. İrade sahibi olan Yuce Allah, her şeye yeten bir guce sahiptir. Boylece, iradesini yonelttiği şeyi dilediği anda ve nitelikte yaratır veya bu gucuyle var olan şeyi yok edebilir. O ’nun kudreti ilmine ve iradesine uygun olarak tecelli eder. Allah ’ın kudreti ezelî ve ebedîdir, varlığı ve yokluğu mumkun olan varlıklara yoneltir. Kudret sıfatının zıddı olan Âcizlik ve guc yetirememe hÂli Allah hakkında duşunulemez.
Kur ’an ’da Allah ’ın kudreti ile ilgili olarak şoyle buyurulur: “Goklerin ve yerin gorulemeyeni, Allah ’a aittir. Kıyametin kopuşu, yalnız goz kırpması gibi ya da daha kısa bir zaman icinde olur! Gercekten Allah, her şeye gucu yetendir!” [38] “O, yaratılışa dilediği şeyi ekler. Şuphesiz Allah, her şeye gucu yetendir.” [39]
7. KelÂm: “Soylemek ve konuşmak” demektir. Allah ’ın konuşma sıfatı vardır. Allah bu sıfatı ile peygamberlerine kitaplar indirmiş, bazı peygamberler ile de konuşmuştur. Ezelî olan kelÂm sıfatının niteliği insanlar tarafından tam olarak bilinemez. Cunku Yuce Allah ses, harf ve sozcuklere bağlı olmayan bir konuşma ve soyleme sıfatına sahiptir. KelÂmın zıddı olan konuşmama ve dilsizlik Allah hakkında duşunulemez.
Yuce Allah ’ın kelÂm sıfatının bir tecellisi olan Kur ’an ’da, bu sıfatla ilgili olarak şoyle buyurulur: “Musa, belirlediğimiz vakitte (Tûr ’a) gelip de Rabbi onunla konuşunca, Rabbim, bana kendini goster, seni goreyim, dedi..” [40] “..Allah Musa ile de bizzat konuştu.” [41] “De ki: Rabb ’imin sozlerini yazmak icin butun denizler murekkep olsa ve bir o kadar da ilÂve getirsek bile, Rabb ’imin sozleri bitmeden once denizler tukenecektir.” [42]
Kur ’an-ı Kerim, CenÂb-ı Hakk ’ın kelÂm sıfatının tecellisidir ve Allah ’ın kelÂmıdır. Allah ’ın bu sıfatı da kadîmdir, ezelîdir. Ancak ellerde dolaşan, okunan, yazılan Kur ’an, lafız, harf, nazım ve yazı olarak kadîm değildir. Ehl-i sunnet, Kur ’an-ı Kerim ’in kelÂm-ı zat-ı ilÂhî olması bakımından mahluk olmadığı, ezelî olduğu esasını benimsemiştir. [43]
8. Tekvîn: “Yaratmak, yok olanı yokluktan varlıklar Âlemine cıkarmak” demektir. Allah ’ın yaratma, yoktan var etme sıfatını ifade eder. O, ezelî ilmiyle bilip dilediği her şeyi sonsuz gucu ile yaratmıştır. Yaratmak, rızık vermek, diriltmek, oldurmek, nimet vermek, azap etmek ve şekil vermek Allah ’ın tekvîn sıfatının sonuclarıdır. Pozitif bilimin ortaya koyduğu “hicbir şey yoktan var olmaz, var olan bir şey de yok olmaz” onermesi, Allah ’ın değişmeyen kanununun (sunnetullah) bir ifadesi olabilir. Ancak bu, Yuce Allah icin bağlayıcı bir onerme olamaz. Cunku yaratma sıfatı devam eden bir surectir ve ikiye ayrılır. Birincisi yok olan bir şeyi yoktan var etmektir. İkincisi ise, var olan madde uzerinde değişiklik ve terkiplerle yeni oluşumlar meydana getirmektir. Bu ikincisinde yaratma ve yoktan var etme “mecaz” olarak kullanılır. Hz. Âdem ’in beden kısmının yoktan var edilmek yerine, dunya toprağından yaratılması, toprağın yeni şekil ve oluşumla, canlı hucre yapısının ortaya cıkması ve ruhun uflenmesi ile de canlılığın meydana gelmesi boyle bir yaratmadır. İnsanın hic yoktan anne karnında teşekkulu, doğup buyumesi de boyle bir yaratmanın sonucudur. Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle buyurulur: “Bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, sozumuz ona “Ol” dememizdir ve o şey hemen oluverir.” [44] Yaratmak gibi, rızık vermek, azap etmek, diriltmek, oldurmek gibi butun fiiller de tekvîn sıfatına bağlıdır.
Dipnotlar:
[1] TaftazÂnî, Şerhu ’l-AkÂid, Terceme, S. Uludağ, İstanbul 1980, s.164. [2] Hadîd, 57/3. [3] RahmÂn, 55/27. [4] Hadîd, 57/3. [5] İhlÂs, 112/1-4; bk. EnbiyÂ, 21/22; İsrÂ, 17/42; Zumer, 39/4. [6] EnbiyÂ, 21/22. [7] FÂtır, 35/3. [8] Mu ’min, 40/16. [9] Mu ’minûn, 23/91. [10] MÂide, 5/73. [11] MÂide, 5/72. [12] bk. Şerafeddin Golcuk, age,, s.82 vd; Hamdi Donduren, Delilleriyle İslam Hukuku, İstanbul, 1983, s.226-228. [13] İsrÂ, 17/43. [14] ŞûrÂ, 42/11. [15] bk. Fetih, 48/10; RahmÂn, 55/27; TÂhÂ, 20/5. [16] YÂsin, 36/81-82. [17] bk.Bakara, 2/255. [18] Golcuk, age, s. 86, 87. [19] MÂturidî, Kitabu ’t-Tevhîd, Beyrut 1970, s. 44; SÂbûnî, Matûridiyye Akaidi, (Terc. Bekir Topaloğlu), Ankara 1979, s.73-77; Golcuk, age, 87. [20] FurkÂn, 25/58. [21] Âl-i İmrÂn, 3/2. [22] TÂhÂ, 20/111. [23] En ’Âm, 6/59. [24] MucÂdele, 58/7. [25] Mulk, 68/13. [26] Mu ’minûn, 23/17. [27] Kehf, 18/109. bk. LokmÂn, 31/27. [28] LokmÂn, 31/27. [29] Bakara, 2/137, 181, 124, 224, 227, 256; Âl-i İmrÂn, 3/34, 35, 38; MÂide, 5/76. [30] İsrÂ, 17/1; Hac, 22/61; LokmÂn, 31/28. [31] Mu ’minûn, 23/17. [32] Hûd, 11/107; bk. Burûc, 85/16; Bakara, 2/185 [33] Âl-i İmrÂn, 3/47; bk. YÂsin, 36/82 [34] Nahl, 16/40. [35] bk. İnsan, 76/30. [36] Âl-i İmrÂn, 3/26. [37] ŞûrÂ, 42/49. [38] Nahl, 16/77. [39] FÂtır, 35/1; bk. Nûr, 24/44, 45; Âl-i İmrÂn, 3/28. [40] A ’rÂf, 7/143. [41] NisÂ, 4/164. bk. GÂfir, 40/78. [42] Kehf, 18/109. bk. LokmÂn, 31/27. [43] Pezdevî, Ehl-i Sunnet AkÂidi, Terc. Ş. Golcuk, İstanbul 1980, s. 77, 78 vd.; Ş. Golcuk, age, s. 91; Hamdi Donduren, “Halku ’l-Kur ’Ân” mad., Şamil İslÂm Ansiklopedisi. [44] Nahl, 16/40; bk. YÂsîn. 36/82.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Donduren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan