Hesap gunu ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Ahirette hesap nasıl olacak? Mahşerde nasıl hesaba cekileceğiz? Kıyamet gunu sorulacak sorular nelerdir? Mahşerde neler veya kimler şahitlik edecek? Hayvanların ve insanların hesabı nasıl gorulecek? Ayet ve hadislerle hesap gunu ve olacaklar. Allah tarafından insanların bu dunyada iken yaptıkları iyilik ve kotuluklerden dolayı Ă‚hirette hesaba cekileceklerine dair dikkat cekilen gune “hesap gunu” denir.
AHİRETTE HAYVANLARIN HESABI NASIL OLACAK? Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir hadîs-i şerîflerinde hayvanĂ‚tın dahî hesĂ‚ba tĂ‚bî tutulacağını bizlere şoyle haber vermişlerdir:
“KıyĂ‚met gunu (uzerinize yuklendiğiniz) hakları mutlakĂ‚ (gercek) sahiplerine vereceksiniz. HattĂ‚ boynuzsuz koyun icin boynuzlu koyundan kısas alınacaktır.” (Muslim, Birr, 60; Tirmizî, KıyĂ‚met, 2/2420)
Nitekim bir gun Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanında iki koyun otlamaktaydı. O esnĂ‚da koyunların biri diğerini boynuzladı ve yavrusunu duşurmesine sebep oldu. Bu hĂ‚diseyi muşĂ‚hede eden Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz tebessum buyurdular. Kendisine:
“‒Ey AllĂ‚h ’ın Resûlu, nicin tebessum ettiniz?” diye sual edildiğinde ise şu mukĂ‚belede bulundular:
“‒Şu koyunun hĂ‚line taaccub ettim! Canım kudret elinde olan ZĂ‚t ’a yemin ederim ki, kıyĂ‚met gunu diğerine kısas yapılarak onun hakkı alınacak!” (Ahmed, V, 172)
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in bu beyanları, hem bu hĂ‚disenin zĂ‚hirî mĂ‚nĂ‚sıyla hakikî olarak vukū bulacağının bir işaretidir, hem de bizler icin temsilî bir oğut mĂ‚hiyetindedir. Yani hic kimsenin hakkının bir başkasında bırakılmayıp hayvanlar arasında vĂ‚kî olan haksızlıkların bile eksiksiz bir sûrette karşılığını bulacak olması, bizleri ne kadar ciddî bir hesĂ‚bın beklediğini tahayyul ve tefekkur etmemizi de gerekli kılmaktadır.
Dolayısıyla, verilen bu haberden kendimize ders cıkarmalı, kul ve hayvan haklarını ciğnemekten var gucumuzle kacınmalıyız. Hic kimsenin hakkını yememeye gayret etmeli, buna ilĂ‚veten HĂ‚lık ’ın şefkat nazarıyla mahlûkĂ‚ta bakış tarzı kazanarak butun yaratılanlara engin bir şefkat, merhamet ve muhabbetle yaklaşmalıyız.
Unutmamalıyız ki butun mahlûkĂ‚t, insana hizmet ve ibret olarak yaratılmış ve yine insana emĂ‚net edilmiştir. Bu sebeple onlara merhametle yaklaşmak ve onların hukukunu korumak, insan icin bir vicdan borcudur. Hayvanlara haksızlık etmek ise kıyĂ‚mette karşımıza cıkacak ağır bir vebĂ‚ldir.
Bir keresinde Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- VĂ‚lidemiz hırcın bir deveye binmişti. Hayvanı sĂ‚kinleştirmek icin onu sert bir şekilde ileri geri goturmeye başladı. Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, Hazret-i Âişe ’ye:
“−Hayvana yumuşak davran! Cunku yumuşaklık nerede bulunursa orayı guzelleştirir. Yumuşaklığın bulunmadığı her davranış cirkindir.” buyurdu. (Muslim, Birr, 78, 79)
Mahlukata Şefkat ve Merhamet EcdĂ‚dımız Osmanlılar da, mahlûkĂ‚ta şefkat ve onların haklarına riĂ‚yet hususunda ornek almamız gereken sayısız fazîlet misalleri sergilemişlerdir.
Nitekim ecdĂ‚dımız, hayvanlara haddinden fazla yuk taşıtmayı kĂ‚nunla yasaklamışlardır. HattĂ‚ bazı zĂ‚bıta kuvvetleri, bu yasağı ihlĂ‚l edenleri takip edip hayvanı dinlendirmek ve sahibine de cezĂ‚ olarak aynı yuku taşıtmakla vazifelendirilmiştir.
KĂ‚nûnî Sultan Suleyman HĂ‚n ’ın “SuleymĂ‚niye CĂ‚mii ve Kulliyesi” inşĂ‚ edilirken yuk taşıttırılan hayvanlar hakkındaki bir dizi fermĂ‚nı da, bu hassĂ‚siyetin bir nişĂ‚nesidir. Bu fermanlar cercevesinde calıştırılan at, merkep ve katırların dinlenme ve cayırda otlama saatlerine riĂ‚yet edilmiş, hicbir mahlûkĂ‚tın hakkına tecĂ‚vuz edilmemesine Ă‚zamî gayret gosterilmiştir. KĂ‚nûnî ’nin bu muazzam mĂ‚bedin inşĂ‚sında kul ve hayvanĂ‚t haklarına boylesine titizlik gostermesi, belki de SuleymĂ‚niye CĂ‚mii ’ndeki o kĂ‚‘bına varılmaz rûhĂ‚niyetin temel sĂ‚iklerinden biridir.
Karınca Huzura Varınca Yine bir gun KĂ‚nûnî Sultan Suleyman, sarayın bahcesindeki armut ağaclarını kurutan karıncaların oldurulebilmesi icin ŞeyhulislĂ‚m Ebu ’s-Suûd Efendi ’den aşağıdaki beyitle fetvĂ‚ ister:
Dırahta ger ziyĂ‚n etse karınca,
Zararı var mıdır Ă‚nı kırınca?
HunkĂ‚rın bu fetvĂ‚ talebi uzerine, Ebu ’s-Suûd Efendi de bir beyitle şoyle cevap verir:
Yarın Hakk ’ın dîvĂ‚nına varınca,
Suleyman ’dan hakkın alır karınca!
Hayvanların Mahşerde Hesaplaşması Nasıl Olacak?
İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚-; “Vahşî hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde.” (et-Tekvîr, 5) Ă‚yet-i kerîmesiyle ilgili olarak;
“Her şey haşredilecek, hesap icin Mahşer meydanına toplanacak, hattĂ‚ sinekler bile!” buyurmuştur.[1]
Butun mahlûkat Mahşer meydanında toplandıktan sonra hesaplar gorulmeye başlanacaktır. LĂ‚kin hayvanlar arasındaki dĂ‚vĂ‚lar, insanlardan evvel hukme bağlanacaktır. Bu hesaplaşmanın neticesinde butun hayvanat tekrar toprak olacaktır.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Yeryuzunde yuruyen hayvanlar ve (gokyuzunde) iki kanadıyla ucan kuşlardan ne varsa, hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hicbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rab ’lerinin huzûruna getirileceklerdir.” (el-EnʻĂ‚m, 38)
Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- bu Ă‚yet-i kerîme hakkında şoyle buyurur:
“KıyĂ‚met gunu butun mahlûkat Mahşer meydanına toplanır. Hayvanlar, bocekler, kuşlar ve her şey… AllĂ‚h ’ın adĂ‚leti tam olarak tahakkuk eder, hattĂ‚ boynuzsuz koyunun hakkı bile kendisine zarar veren boynuzlu koyundan alınır. Sonra CenĂ‚b-ı Hak hayvanlara; «Toprak olun!» buyurur. İşte o zaman (bu hĂ‚li goren) kĂ‚fir kimse (hesĂ‚ba cekilecek olmanın dehşetinden); «Ah keşke ben de (şu hayvanat gibi) toprak olsaydım!»[2] diyecektir.” (HĂ‚kim, Mustedrek, II, 345/3231. Krş. HĂ‚kim, IV, 619/8716)
Hic şuphesiz ki bu hĂ‚l, o gunku pişmanlık, utanc ve korkunun ne raddeye varacağını gostermektedir!
Hayvanların Hakları Hayvanların haklarının bile birbirlerinden inceden inceye alınacak olması, insanoğlunu ne derin bir tefekkure dĂ‚vet etmektedir!
Nitekim Osmanlı ŞeyhulislĂ‚mlarından KadızĂ‚de şoyle der:
“İnsan, haksızlık yaptığı kimselerle dunyada helĂ‚lleşmediyse, Ă‚hirette hak sahibi hakkını ister. Ustelik hak sahibi hayvan veya kĂ‚fir ise iş daha da zordur. Zira hayvana ve kĂ‚fire mu ’minin sevaplarından verilmez. KĂ‚firin gunahı da mu ’mine yuklenmez. Dolayısıyla bu ikisinden bilhassa sakınmak ve kacınmak lĂ‚zımdır.”[3]
MAHŞERDE İNSANLARA NASIL HESAP SORULACAK? Mahşerde insan icin en korkulu an, hesĂ‚ba cekileceği zamandır. Zira o an, imtihan dershĂ‚nesi olan şu fĂ‚nî dunyada yapmış olduğu butun her şeyden hesĂ‚ba cekilecek ve boylece ebedî hayatının istikĂ‚meti belirlenecektir. Bu sebeple insan, hesap esnĂ‚sında tedirginlik, endişe ve sıkıntının zirvesine cıkar.
Bir kimse Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’a gelerek:
“‒Mahşer yerinde olanların hepsine aynı anda nasıl hesap sorulur?” diye sormuştu.
Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- bu suĂ‚le şu hikmet dolu cevapla mukĂ‚belede bulundu:
“‒Allah TeĂ‚lĂ‚ nasıl hepsine aynı anda rızık veriyorsa, kıyĂ‚met gunu de aynı şekilde hepsine birden hesap sorar!”[4]
Ahirette İnsanlar Tek Tek mi Hesaba Cekilecek? RivĂ‚yete gore toplu hesaplar, ferdî hesaplardan once gorulecektir. Yani Mahşer yerinde insanlara; “Ey şu gunahı işleyenler!” diye nidĂ‚ edilecek, o gunahı işlemiş olanlar ayağa kalkacak ve Mahşer halkının bakışları altında rezil-rusvĂ‚ olacaklardır.
TĂ‚biînden meşhur zĂ‚hid ve hakîm Ebû HĂ‚zim el-Aʻrac da buradan hareketle kendisini sık sık sorgular ve nefsini şu ifĂ‚delerle hesĂ‚ba cekermiş:
“Ey Ebû HĂ‚zim! KıyĂ‚met gunu; «Ey şu gunahı işleyenler!» diye nidĂ‚ edilecek, sen o gunahı işleyenlerle beraber ayağa kalkacaksın! Sonra başka bir gunah icin nidĂ‚ edilecek, sen o zaman da ayağa kalkacaksın! Oyle zannediyorum ki ey Aʻrac, sen her gunah ehliyle birlikte tekrar tekrar ayağa kalkmak istiyorsun!” (Ebû Nuaym, Hilye, III, 230; İmĂ‚m ŞĂ‚rĂ‚nî, Olum KıyĂ‚met Âhiret, s. 152-153)
Toplu hesaplar bittikten sonra da insanlar tek tek hesÂba cekileceklerdir.
Kim Hesaba Cekilirse... İbn-i Ebî Muleyke -radıyallĂ‚hu anh- şoyle nakletmektedir:
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in zevce-i tĂ‚hiresi Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- bilmediği bir şey duyduğunda hemen onu araştırır, kaynağına murĂ‚caat ederek hĂ‚disenin hakîkatini iyice oğrenirdi. Bir gun Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Kim hesĂ‚ba cekilirse azĂ‚ba uğramış olur!” buyurmuşlardı.
Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚-:
“–Peki, yĂ‚ ResûlĂ‚llah! Allah TeĂ‚lĂ‚; «O vakit kitabı sağ eline verilen kimse kolay bir hesap ile muhĂ‚sebe olunur.»[5] buyurmuyor mu?” diye sordu.
Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Bu Ă‚yette bahsedilen husus «arz»dır. LĂ‚kin kim inceden inceye hesĂ‚ba cekilirse o helĂ‚k olur!” buyurdular. (BuhĂ‚rî, İlim 36, Rikāk 49; Muslim, Cennet, 79, 80; Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 1/3093)
Ashab-ı Emin Kimlerdir? Hadîs-i şerîfte zikredilen “arz”dan maksat, amellerinin tartılması icin insanların MîzĂ‚n ’a arz edilmesi veya amellerin sahiplerine arz edilmesidir. Arz gunundeki hesĂ‚bın, “AshĂ‚b-ı Yemîn” denilen sĂ‚lih insanlar icin pek kolay gececeği Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de ifĂ‚de buyrulmaktadır.[6] Ehl-i Yemîn, hesĂ‚ba mĂ‚ruz kaldıkları gun, af ile mujdelenmiş olacak ve amelleri kendilerine arz edildiğinde, kusurlarıyla birlikte, nĂ‚il olacakları buyuk nîmetleri de goreceklerdir. Bu sebeple onlar hesap esnĂ‚sında fazla sıkıntı cekmeyeceklerdir. Af mujdesi alamayan insanların hesĂ‚bı ise cok ağır olacaktır. Hesap esnĂ‚sında, hasenattan zannedilen nice amellerin kabul edilmediği ortaya cıkacağından, bu munĂ‚kaşa kişiyi azĂ‚ba goturecek veya başa baş nihĂ‚yete erse bile bu munĂ‚kaşanın kendisi azĂ‚b olacaktır.[7]
Ahirette Husrana Duşenler HasenĂ‚t zannedilen nice ameller vardır ki, haram para ile yapılmış olması veya riyĂ‚ gibi cirkin hĂ‚llerle kirletilmiş bulunmasından dolayı ind-i ilĂ‚hîde kabul gormeyecektir. Bu sebeple de sevĂ‚bına ermeyi uman sahibi icin bu ameller, Ă‚hirette buyuk bir husran ve nedĂ‚met yaşamasına sebebiyet verecektir.
Âyet-i kerîmelerde CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmaktadır:
“Calışmış fakat boşuna yorulmuştur. Kızışmış bir ateşe atılır!” (el-ĞĂ‚şiye, 3-4)
“De ki: Size, (yaptıkları) işler bakımından en cok ziyana uğrayanları bildirelim mi? (Bunlar) iyi ve guzel işler yaptıklarını sandıkları hĂ‚lde, dunya hayatındaki cabaları boşa giden kimselerdir.” (el-Kehf, 103-104)
Bu sebeple, meselĂ‚ kişinin sağlığındayken yaptırdığı cĂ‚mi, Kur ’Ă‚n kursu veya diğer hayır muesseselerine -nĂ‚mını surdurmek gayesiyle- kendi ismini vermesi; riyĂ‚, kibir ve şohrete kapı acacağından, doğru bir davranış olarak gorulmemiştir. Cunku riyĂ‚ -nebevî tĂ‚biriyle- “kucuk şirk”tir.[8] HĂ‚lbuki tevhîd akîdesinin ortaklığa aslĂ‚ tahammulu yoktur. LĂ‚kin hayır sahibinin vefĂ‚tından sonra, duĂ‚larla anılmasına vesîle olması niyetiyle o esere isminin verilmesinde -riyĂ‚ tehlikesi ortadan kalkmış olduğu icin- bir beis yoktur.
AHİRETTE İNSANIN YAPTIKLARINA ŞAHİTLİK EDECEK OLANLAR Kul, Ă‚hirette hesĂ‚ba cekilirken, yanında şahitler de bulunacaktır. Zira kĂ‚firler ve fĂ‚cirler, dunyada olduğu gibi huzûr-i ilĂ‚hîde hesĂ‚ba cekilirken de inkĂ‚r ve îtirazlarına devam ederler. O zaman CenĂ‚b-ı Hak onların ağızlarına muhur vurur ve diğer Ă‚zĂ‚larına konuşmalarını emreder.
Organların Şahitliği İle İlgili Ayetler Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“O gun, (dunyada iken) yapmış olduklarına dilleri, elleri ve ayakları şahitlik eder.” (en-Nûr, 24)
“Bugun onların ağızlarını muhurleriz de yaptıklarını bize elleri anlatır ve ayakları da şahitlik eder.” (YĂ‚sîn, 65)
“Nihayet oraya vardıklarında; kulakları, gozleri ve derileri, yaptıkları işler hakkında aleyhlerine şahitlik edecektir.” (Fussilet, 20)
“Onlar derilerine:
«‒Nicin aleyhimize şahitlik ettiniz?» derler.
Derileri de onlara:
«‒Her şeyi konuşturan Allah TeĂ‚lĂ‚, bizi de konuşturdu. İlk defa sizi O yaratmıştır ve yine O ’na donduruluyorsunuz.» derler.” (Fussilet, 21)[9]
Organların Şahitliği İle İlgili Hadisler Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bu hususta şoyle buyurmuşlardır:
“…KıyĂ‚met gunu Allah TeĂ‚lĂ‚ kuluna:
«–Ben ’imle karşılaşacağını hic aklından gecirmiş miydin?» diye sorar. Kul:
«–Ey Rabbim! Sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruc tuttum, sadaka verdim!» der ve elinden geldiğince (Hak TeĂ‚lĂ‚ hakkında) guzel medh u senĂ‚larda bulunur.
Allah TeÂlÂ:
«–Dur oyleyse! Şimdi senin aleyhine bir şahit gonderilecek!» buyurur.
Kul kendi kendine; «Benim aleyhime şahitlik yapacak da kim?» diye icinden gecirir. Kulun ağzı muhurlenir. Uyluğuna, etine ve kemiklerine:
«–Haydi, konuşun!» denir.
Uyluğu, eti ve kemikleri konuşup, onun amellerini haber verirler. Bu, ona, ileri surebileceği bir mĂ‚zeret bırakmamak icindir. Bu kişi, AllĂ‚h ’ın gazabına uğrayan munĂ‚fıktır.” (Muslim, Zuhd, 16)
Diğer bir rivĂ‚yette de şoyle buyrulmuştur:
“Kul der ki:
«–Ey Rabbim, Sen beni zulumden korumadın mı?» Allah TeĂ‚lĂ‚:
«–Evet korudum!» buyurur.
Bunun uzerine kul:
«–Fakat ben bugun, kendime, kendimden başka bir kimsenin şahit olmasını aslĂ‚ istemiyorum.» der.
Hak TeÂlÂ:
«–Bugun sana tek şahit olarak nefsin, cok şahit olarak da KirĂ‚men KĂ‚tibîn kĂ‚fîdir!» buyurur.
Ağzına muhur vurulur ve diğer Ă‚zĂ‚larına; «Konuşun!» denilir. Onlar adamın amellerini haber verirler. Sonra adamın konuşmasına izin verilir. Adam Ă‚zĂ‚larına:
«–Yazıklar olsun size! Defolun buradan! Ben sizin icin mucĂ‚dele ediyordum.» der.” (Muslim, Zuhd, 17)
Ahirette Uzuvların Şahitliği CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede, insanın kendi Ă‚zĂ‚larının yanında, uzerinde yaşadığı yeryuzunun de şahitlik edeceğini şoyle bildirmektedir:
“O gun yeryuzu, butun haberlerini anlatır. Cunku Rabbin ona bunları vahyetmiştir.” (ez-ZilzĂ‚l, 4-5)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir defasında bu Ă‚yet-i kerîmeleri okudular ve ashĂ‚bına:
“–Arz ’ın (yeryuzunun) anlatacağı haberleri nelerdir, biliyor musunuz?” diye sordular. Onlar:
“–Allah ve Rasûlu daha iyi bilir!” diye cevap verince Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“–Onun haberleri, kadın veya erkek her kulun Arz uzerinde işlemiş olduğu amellere şahitlik etmesi ve; «Şu gun, şu vakitte, şu şu işleri yaptı.» demesidir. İşte bunlar, yeryuzunun haberleridir.” buyurdular. (Tirmizî, KıyĂ‚met 7/2429; Tefsir 99/3353; Ahmed, II, 374; HĂ‚kim, II, 281/3012)
Yine bir başka hadîs-i şerîfte şoyle buyrulmaktadır:
“Yeryuzunden sakının! Cunku o sizin annenizdir, yani icinde yaşadığınız ve sonunda donup varacağınız yerdir. Uzerinde işlenen iyi ya da kotu butun amelleri haber verecektir.” (Heysemî, I, 241)
İşte o gun insan, şaşkın bir vaziyette; “Ne oluyor bu yeryuzune! Nasıl butun haberleri anlatabiliyor?!” diyerek buyuk bir dehşet icinde kalacaktır.
İnsanlara Ahirette Kimler Şahitlik Edecek? O gun melekler ve insanlardan da şahitler vardır. Fakat şahitlerin en buyuğu, hic şuphesiz ki Yuce Rabbimiz ’dir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Herkes ne yaptıysa, karşılığı tastamam verilir. Allah, onların yaptıklarını en iyi bilendir.” (ez-Zumer, 70)
Eğer biz bu hakîkati gercek mĂ‚nĂ‚da idrĂ‚k edebilir de, O ’ndan lĂ‚yıkıyla hayĂ‚ ederek her turlu kotulukten vazgecebilirsek, kullarına cok merhametli olan Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan başka hicbir şahide gerek kalmaz.
Bu hususta Şeyh Şiblî Hazretleri ’nin şu kıssası ne kadar hikmetlidir:
Bir vĂ‚iz, kursude Ă‚hiret ahvĂ‚lini anlatmaktaydı. Cemaatin arasında Şeyh Şiblî Hazretleri de vardı. VĂ‚iz efendi, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın Ă‚hirette soracağı suallerden bahsederek:
“–İlmini nerede kullandın, sorulacak! Malını-mulkunu nereden kazanıp nereye harcadın, sorulacak! Omrunu nasıl gecirdin, sorulacak! İbadetlerin ne durumda, sorulacak! Harama-helĂ‚le dikkat ettin mi, sorulacak!..”
Bunların ardından; “Şunlar şunlar da sorulacak!..” diye, hepsi de son derece muhim olan pek cok husus saydı. Fakat bu kadar tafsîlĂ‚tlı îzĂ‚ha rağmen, meselenin ozune dikkat cekilmemesi uzerine, Şiblî Hazretleri yumuşak bir uslûpla vĂ‚ize seslendi:
“–Ey vĂ‚iz efendi! Suallerin en muhimlerinden birini unuttunuz! Allah TeĂ‚lĂ‚ esas şunu soracak:
«Ey kulum! Ben seninleydim, sana şah damarından daha yakındım; fakat sen kiminleydin?!»”
CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyuruyor:
“…Nerede olursanız olun, O sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4)
“…Biz ona (insana) şah damarından daha yakınız.” (Kāf, 16)
“…Şunu iyi bilin ki Allah, insan ile kalbi arasına girer…” (el-EnfĂ‚l, 24)
“Kullarım Sana, Ben ’i sorduğunda (soyle onlara): Ben cok yakınım…” (el-Bakara, 186)
Yani zamandan ve mekĂ‚ndan munezzeh olan CenĂ‚b-ı Hak her an biz kullarıyla beraber, her hĂ‚limize vĂ‚kıf ve her amelimize şahit... Dolayısıyla mu ’minler olarak bu hakîkatin şuur ve idrĂ‚ki icinde, kulluk edebimize yakışmayacak hĂ‚l ve tavırlardan titizlikle sakınmalıyız.
Peygamber Efendimizin Şahitliği O buyuk hesap gununde, İki Cihan Serveri Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ummetine şahit olarak getirilecektir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle buyrulur:
“Her bir ummetten bir şahit getirdiğimiz ve Sen ’i de onlara şahit olarak gosterdiğimiz zaman hĂ‚lleri nice olacak!” (en-NisĂ‚, 41)
Bu dunya hayatında dahî, bir kimsenin sevdikleri onunde işlediği bir suc dolayısıyla hesĂ‚ba cekilmesi gonlune girĂ‚n gelmekte iken, duşunmek lĂ‚zımdır ki, o gun peygamberler, onderler ve diğer şahitler huzûrunda hesĂ‚ba cekilen kimsenin hĂ‚li nice olur? Zira bu dunyada gizlice işlediği gunahlar, orada pek cok şahidin onunde sergilenecek!..
Bu sebeple, Ă‚lemlere rahmet olarak gonderilen ve ummetine cok merhametli olan Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, VedĂ‚ Hutbesi ’nde bizlere şoyle seslenmiştir:
“…Haberiniz olsun ki; ben, onceden gidip Havz ’ın başında sizi bekleyeceğim! Diğer ummetlere karşı, sizin cokluğunuzla sevineceğim. Sakın, (gunah işleyerek) yuzumu kara cıkarmayınız!..”[10]
Bir Ă‚yet-i kerîmede de Rabbimiz şoyle buyurmaktadır:
“Kufur yoluna sapıp Peygamber ’i dinlemeyenler, o gun yerin dibine batırılmayı temennî ederler ve Allah ’tan hicbir haberi gizleyemezler.” (en-NisĂ‚, 42)
VelhĂ‚sıl bugun Allah ve Rasûlu ’nden uzak bir hayat yaşamak, insanı o buyuk hesap gununde kahredici bir utanca ve yerin dibine gecmeyi arzu ettirecek kadar şiddetli bir mahcûbiyete dûcĂ‚r edecektir.
MAHŞER GUNU HESABIN ŞİDDETİ NASIL OLACAK? FĂ‚nî hayatlarında hep hesapsız, sorumsuz ve Ă‚hiretsiz bir dunya hayali kuran kĂ‚fir, fĂ‚sık ve gĂ‚filler, kıyĂ‚metin o dehşetli manzaralarıyla karşılaştıkları zaman, o cetin ve belĂ‚lı gunun azĂ‚bından kurtulmak icin dunyadayken sahip oldukları her şeylerini, hattĂ‚ kat kat fazlasını fidye olarak vermeye rĂ‚zı olacaklardır. LĂ‚kin o gun, iş işten gecmiş, fırsat elden kacmış olacaktır. Bu hĂ‚l, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle bildirilmektedir:
“GunahkĂ‚r kimse ister ki, o gunun azĂ‚bından (kurtulabilmek icin), oğullarını, hanımını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran butun ailesini ve yeryuzunde kim varsa hepsini fidye olarak versin de tek kendini kurtarsın!” (el-MeĂ‚ric, 11-14)
Nebiyy-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de ilĂ‚hî hesĂ‚bın şiddeti hakkında şu haberleri vermişlerdir:
“KıyĂ‚met gunu kĂ‚fir getiri­lir ve ona:
«‒Ne dersin, şu anda dunya dolusu altının olsa, onları (şu azaptan kurtulmak icin) fidye olarak verir miydin?»[11] diye sorulur.
KÂfir (hic tereddut etmeden):
«‒Evet!» der.
Bunun uzerine ona:
«‒(Yalan soyledin! Dunyada) senden, bundan daha az ve kolay bir şey (yani tevhîd) is­tenmişti (de sen bundan kacınmıştın)!» denilir.” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 49; Muslim, MunĂ‚fikûn, 52-53)
Diğer rivĂ‚yette bu suĂ‚lin, “Cehennem ehlinden azĂ‚bı en hafif olana” sorulacağı beyĂ‚n edilmektedir.[12]
Cehennem Ateşinden Koruyan Amel Adiy bin HĂ‚tim -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun:
«‒Kendinizi Cehennem ateşinden koruyunuz!» buyurdular ve mubarek yuzlerini cevirip kendilerini geri cektiler... Bunu uc defa tekrarladılar. O zaman biz, Muhterem Efendimiz ’in Cehennem ’e bakarak konuştuklarını anladık. Sonra şoyle buyurdular:
«‒Bir hurmanın yarısıyla bile olsa kendinizi Cehennem ateşinden koruyunuz! Bunu da bu­lamayan, guzel bir sozle kendini ateşten korusun!»” (BuhĂ‚rî, Rikāk, 49)
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz buna benzer bir hadîs-i şerîflerinde de şoyle buyurmuşlardır:
“…Her biriniz mutlakĂ‚ Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın huzûrunda durdurulursunuz. CenĂ‚b-ı Hak ile (kul) arasında ne bir perde ne de AllĂ‚h ’ın kelĂ‚mını tercume ede­cek bir tercuman bulunmaz. Allah TeĂ‚lĂ‚ o kula:
«‒Ben sana mal vermedim mi?» diye sorar.
O da:
«‒Evet, verdin yĂ‚ Rabbi!» der.
Sonra Allah TeÂlÂ:
«‒Ben sana Rasûl gondermedim mi?» diye sorar.
Kul:
«‒Evet, gonderdin yĂ‚ Rabbi!» der.
O kimse sağına bakar, Cehennem ’den başka bir şey goremez; soluna bakar, Cehennem ’den başka bir şey goremez.
O hĂ‚lde her biriniz bir hurmanın yarısı ile de olsa Cehennem ateşinden korunsun! Onu da bulamazsa guzel bir sozle kendisini Cehennem ate­şinden korusun!” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 9)
İslĂ‚m ’da mulk, AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. CenĂ‚b-ı Hak, dînen zengin sayılan kulundan, kendisine ihsĂ‚n ettiği -aslî ihtiyacların dışındaki- malın kırkta birini her sene “zekĂ‚t” olarak istemektedir. Kişinin araştırıp bu miktarı yerine ulaştırması farzdır.
Bunun dışında Rabbimiz, kullarından bir de “sadaka ve infak”ta bulunmalarını arzu etmektedir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurmaktadır:
“Sevdiğiniz şeylerden infĂ‚k etmedikce aslĂ‚ «birr»e (yani hayrın kemĂ‚line) eremezsiniz! Her ne infĂ‚k ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrĂ‚n, 92)
Bu da infĂ‚kın bizi CenĂ‚b-ı Hakk ’a yaklaştıran en muhim vĂ‚sıtalardan biri olduğuna delildir.
Yukarıdaki hadîs-i şerîfte bahsedilen “yarım hurma”, verecek başka hicbir şeyi olmayan icindir. İmkĂ‚nı geniş olan biri tutup hurma dağıtır da kendisini infak mes ’ûliyetinden kurtardığını zannederse buyuk bir hatĂ‚ya duşmuş olur. Bu ifĂ‚de bizlere, infĂ‚kın, insanı Cehennem ’den kurtarma hususunda cok muhim bir yere sahip olduğunu ve aynı zamanda herkes icin zarurî bir ibadet olduğunu gostermektedir. Bir hurması olan kişiye bile yarısını vermesi emrediliyorsa, daha fazla imkĂ‚nı olanların nasıl bir fedakĂ‚rlık icinde bulunması gerektiği, buna kıyĂ‚s edilerek anlaşılabilir.
Nitekim Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, ashĂ‚bının fakirlerinden Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- Hazretleri ’ne:
“−YĂ‚ EbĂ‚ Zer! Corbana biraz daha su kat ve komşunu da gozet!” buyurmuşlardır. (Muslim, Birr, 142)
İnfĂ‚kı emreden Ă‚yet inince fakir sahĂ‚bîler bile dağlara cıkıp odun kesmiş, pazara getirip satmış ve kazandıklarını Allah icin infĂ‚k etmişlerdir.
CenĂ‚b-ı Hak bu hususta bir olcu olarak şoyle buyuruyor:
“O (takvĂ‚ sahipleri) ki bollukta da darlıkta da Allah icin infĂ‚k ederler…” (Âl-i İmrĂ‚n, 134)
“...(Resûlum!) Sana (hayr u hasenĂ‚t yolunda) neyi infĂ‚k edeceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyac fazlasını (verin)!..»” (el-Bakara, 219)
Kıyametteki Hesabın Şiddeti KıyĂ‚metteki hesĂ‚bın şiddetiyle alĂ‚kalı olarak yine Nebiyy-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“KıyĂ‚met gunu Âdemoğlu Ă‚deta bir kuzu gibi getirilip Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın huzûrunda durdurulur. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona:
«–(Ey kulum!) Sana (hayat, sıhhat, Ă‚fiyet, Ă‚zĂ‚ gibi sayısız nîmetler) verdim, (evlĂ‚t, hizmetciler, mal, makĂ‚m gibi) bol bol ihsanlarda bulundum, (Kitap indirmek ve Peygamber gondermek gibi) buyuk inʻĂ‚mlarda bulundum. Peki, butun bunlara mukĂ‚bil sen ne yaptın?» buyurur.
Kul:
«–YĂ‚ Rabbi, bana lûtfettiğin malları topladım, onları uretip artırdım ve olduğundan daha fazla bir hĂ‚lde geride bıraktım. Beni dunyaya geri gonder[13] de onların hepsini (Sen ’in yolunda infĂ‚k ederek) Sana getireyim.» der.
Allah TeÂlÂ:
«–Bana, onceden Ă‚hirete gonderdiğin sĂ‚lih amelleri goster!» buyurur.
Kul yine:
«–YĂ‚ Rabbi, bana lûtfettiğin malları topladım, onları uretip artırdım ve olduğundan daha fazla bir hĂ‚lde geride bıraktım. Beni dunyaya geri gonder de onların hepsini Sana getireyim.» der.
O, Ă‚hiret icin hicbir sĂ‚lih amel işlememiş bir kuldur ve derhĂ‚l Cehennem ’e goturulur.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 6/2427. Krş. Muslim Zuhd, 16)
Hesaba Cekilecek İnsanların Durumu CenĂ‚b-ı Hak hesĂ‚ba cektiği gĂ‚fil insanların icine duştuğu muşkul hĂ‚li Ă‚yet-i kerîmede şu şekilde ifĂ‚de buyurmaktadır:
“Onlar orada:
«–Ey Rabbimiz! Bizi cıkar, (tekrar dunyaya gonder de daha onceleri) yaptığımızın yerine sĂ‚lih ameller yapalım!» diye feryĂ‚d ederler.
(Onlara denir ki
«–Size duşunecek kimsenin duşunebileceği kadar bir omur vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Nicin inanmadınız?) Şimdi tadın (azĂ‚bı)! ZĂ‚limlerin yardımcısı yoktur.»” (FĂ‚tır, 37)
Bu, uzerinde ciddiyetle tefekkur etmemiz gereken, cok ibretli bir Ă‚yet-i kerîmedir. Şu fĂ‚nî dunya hayatı, Ă‚hirete kıyasla kısacık bir fasıl olmasına rağmen, duşunup ibret almak isteyen biri icin fazlasıyla yeterli bir zaman dilimidir. Yani bu dunyada hepimize duşunecek kadar bir zaman da verildi, bizi Ă‚hiret azĂ‚bından îkaz eden bir peygamber de geldi. Gunumuze kadar, O Peygamberʼi ve Oʼnun getirdiği KitĂ‚bʼı îzah eden sayısız eser de kaleme alındı. Boylece CenĂ‚b-ı Hakkʼa karşı butun mĂ‚zeret kapılarımız kapanmış oldu.
O hĂ‚lde bugun, yanlış hĂ‚l ve davranışları terk edip sĂ‚lih amellere yonelmekte gec kalmayalım! İlĂ‚hî mîzanda hesĂ‚ba cekilmeden evvel kendimizi sık sık ve ciddiyetle hesĂ‚ba cekelim ki o gun vereceğimiz hesĂ‚bımız kolay olsun...
MU ’MİNLERE RAHMET TECELLÎSİ Bir sıfatı da “ayıpları gizleyip orten” mĂ‚nĂ‚sında “SettĂ‚ru ’l-Uyûb” olan CenĂ‚b-ı Hak, affedeceği gunahkĂ‚r mu ’min kullarının bir kısmını, gunahları ortaya dokulup de mahcub olmasınlar diye, gizlice hesĂ‚ba cekecektir.
Nitekim SafvĂ‚n bin Muhrız el-MĂ‚zinî -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Ben bir defasında Abdullah bin Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın elin­den tutmuş giderken birisi karşımıza cıktı ve İbn-i Omer Hazretleri ’ne:
«‒NecvĂ‚[14] hususunu Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’den nasıl işittiniz?» diye sordu.
İbn-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- da şoyle buyurdu:
«‒Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in şoyle buyurduklarını işittim:
“–Muhakkak ki Allah TeĂ‚lĂ‚ kıyĂ‚met gunu mu ’mini yaklaştırır, uzerine perdesini indirerek onu orter (ve hic kimsenin gormediği bir vaziyette tek başına hesĂ‚ba ceker):
«‒FilĂ‚n gunahı biliyor musun? Falan gu­nahı biliyor musun?» diye sorar.
Mu ’min de (buyuk bir nedĂ‚met icerisinde):
«‒Evet; biliyorum, biliyorum ey Rabbim!» der.
Bu şekilde gunahlarını ikrĂ‚r edip (gunahlarının cokluğu sebebiyle) artık kesinlikle helĂ‚k olacağına kanaat getirdiği bir anda CenĂ‚b-ı Hak:
«‒Onları dunyada gizlemiştim (ortaya cıkarmamış ve başkalarına gostermemiştim), bugun de senin icin hepsini mağfiret ediyorum!» buyurur. Ve mu ’mine hasenat defteri verilir.
KĂ‚firlere ve munĂ‚fıklara gelince; şahitler, onlar hakkında herkesin icinde:
«İşte bunlar, Rab ’lerine karşı yalan soyleyenlerdir, derler. Bilin ki, AllĂ‚h ’ın lĂ‚neti zĂ‚limlerin uzerinedir!»[15]” (BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim 2, Tefsîr 11/4; Ahmed, II, 74)
Hak Dostunun İsteği Hesap esnĂ‚sında mu ’min kulun Rabbiyle baş başa kalması, cok ayrı bir lûtuftur. Bu sebeple Hak Ă‚şıklarının hesĂ‚ba bakışı farklı olmuştur. Nitekim BĂ‚yezîd-i BistĂ‚mî Hazretleri bir gun:
“‒Butun insanlar hesaptan kacarlar, ben ise CenĂ‚b-ı Hak ’tan beni hesĂ‚ba cekmesini istiyorum.” buyurmuşlardı. Kendisine:
“‒Nicin?” diye sorulunca, şu muhteşem cevĂ‚bı verdiler:
“‒Belki CenĂ‚b-ı Hak, hesap esnĂ‚sında bana; «‒Ey kulum!» diye hitĂ‚b eder, ben de «‒Lebbeyk/buyur yĂ‚ Rabbi!» derim! O ’nun bana; «‒Ey kulum!» buyurması, benim icin dunya ve icindekilerden daha sevimlidir. Sonra bana dilediğini yapsın!”[16]
MAHŞERDE SORULACAK SORULAR Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ibadetlerden ilk sorulacak suĂ‚lin, dînin direği olan “namaz” hakkında olacağını şoyle haber vermişlerdir:
“KıyĂ‚met gunu kulun hesĂ‚ba cekileceği ilk amel, namazdır. Eğer kul, namazlarını AllĂ‚h ’ın istediği şekilde edĂ‚ etmiş ise, felĂ‚ha erer ve maksûduna nĂ‚il olur. Namazlarını edĂ‚ etmemiş veya gafletle kılmışsa, kaybeder ve husrĂ‚na uğrar.
Şayet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbimiz:
«Kulumun nĂ‚file namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nĂ‚filelerle tamamlanır.
Sonra kul, diğer amellerinden de bu minvĂ‚l uzere hesĂ‚ba cekilir.” (Tirmizî, SalĂ‚t, 188/413; NesĂ‚î, SalĂ‚t, 9/462)
Mahşerde Sorulacak İlk Soru Kul hakları icinde ise ilk olarak “haksız yere akıtılan kanların” hesĂ‚bı sorulacaktır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“KıyĂ‚met gunu insanlar arasında ilk gorulecek dĂ‚vĂ‚, kan dokmekle alĂ‚kalı olanlardır.” (BuhĂ‚rî, DiyĂ‚t, 1; Muslim, KasĂ‚me, 28)
Kan dokmeyle alĂ‚kalı gunahların hesapta en başa alınması, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, haksız yere adam oldurme ve yaralamaya ne kadar cok gazaplandığını da ortaya koymaktadır.
Dunyevî bir meseleden dolayı adam oldurmek, buyuk gunahtır. LĂ‚kin bir kimsenin, mu ’min olduğunu bildiği hĂ‚lde bir başkasını oldurmesi, cok daha buyuk bir gunahtır. CenĂ‚b-ı Hak boyle bir kimsenin cezĂ‚sını Ă‚yet-i kerîmede şoyle ifĂ‚de buyurmaktadır:
“Kim bir mu ’mini kasten oldururse cezĂ‚sı, icinde ebediyyen kalacağı Cehennem ’dir. Allah ona gazap etmiş, onu lĂ‚netlemiş ve onun icin buyuk bir azap hazırlamıştır.” (en-NisĂ‚, 93)
Mahşerde Sorulacak Sorular Resûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kıyĂ‚met gunu hesĂ‚bı verilecek diğer hususları ise hadîs-i şerîflerinde şoyle haber vermişlerdir:
“KıyĂ‚met gunu kula ilk (olarak hesĂ‚bı) sorulacak nîmetlerden biri şudur:
Ona; «Biz senin bedenine sıhhat vermedik mi? Seni (sıcak gunlerde) soğuk suya kandırmadık mı?» denir!” (Tirmizî, Tefsîr, 102/3358)
“Hicbir kul, kıyĂ‚met gunu şu beş şeyden hesĂ‚ba cekilmeden bir adım dahî atamaz:
- Omrunu nerede tukettiğinden,
- İlmini nerede kullandığı ve onunla ne ameller işlediğinden,
- Malını nereden kazandığından,
- Malını nereye harcadığından ve
- Vucudunu (gencliğini) nerede yıprattığından.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 1/2417)[17]
Yaşadığımız Zaman “İlim asrı” denilen ve her turlu bilgiye ulaşmanın son derece kolaylaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Oyle ki artık cehĂ‚let, neredeyse mĂ‚zeret olmaktan cıktı. Dînini oğrenmek isteyen bir musluman; okumak, araştırmak ve sormak icin pek cok imkĂ‚na sahip durumda. Bu buyuk nîmetin şukrunu ne kadar edĂ‚ edebildiğimizden, akıl dağarcığımızı hangi bilgilerle doldurup gonullerimizi nelerle yoğurduğumuzdan da bir gun hesap vereceğimizi unutmamalıyız. En hayĂ‚tî ve oncelikli tahsîlin, dînimizi doğru oğrenip takvĂ‚ uzere hayatımıza tatbik edebilmek olduğunu hatırımızdan cıkarmamalıyız.
Universiteyi bitirmiş, yuksek tahsil yapmış, bilgili, kulturlu nice gencler goruyoruz. Ne yazık ki Kur ’Ă‚n ve Sunnet kulturunden haberleri yok. Yaptıkları tahsilin de, Kur ’Ă‚n ve Sunnet ’te medhedilen ilim olduğunu zannediyorlar. HĂ‚lbuki insanın zihnini ve kalbini AllĂ‚h ’a goturmeyen, O ’nun kudret ve azamet-i ilĂ‚hiyyesini idrĂ‚ke ulaştırmayan bilgiler, kişiye belki bu dunyada bir etiket ve apolet kazandırır, fakat onu ebedî bir husrĂ‚na duşmekten kurtaramaz.
Yûnus ’un dediği gibi;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen;
Bu nice okumaktır?
En buyuk ilim, CenĂ‚b-ı Hakk ’ı tanıyabilmek, O ’na guzel bir kul olabilmektir. Kendimizi sık sık hesĂ‚ba cekerek Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ve Sunnet-i Seniyye ’ye dĂ‚ir ilimlerin hayatımızda ne kadar yer tuttuğuna iyi bakmalıyız. Zira yarın bunun da hesĂ‚bını vereceğiz.
Ahirette İnsanlar Birbirinden Davacı Olacak CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyuruyor:
“Sonra siz muhakkak kıyĂ‚met gunu Rabbinizin huzûrunda muhĂ‚kemeye duracak (birbirinizden dĂ‚vĂ‚cı olacak)sınız.” (ez-Zumer, 31)
Bu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil olunca ashĂ‚b-ı kirĂ‚mdan Zubeyr -radıyallĂ‚hu anh-:
“‒YĂ‚ ResûlĂ‚llah! Dunyada dĂ‚vĂ‚laştıktan sonra aramızdaki husûmet Ă‚hirette de tekrarlanacak mı?” diye sordu.
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“‒Evet, (her hak sahibine hakkı verilinceye kadar devam edecek)!” buyurdular.
Zubeyr -radıyallĂ‚hu anh-:
“‒O zaman iş cok ciddî ve cetin!” dedi. (Tirmizî, Tefsîr, 39/3236)
Zira o gun, mazlumun zĂ‚limden alınmadık hicbir hakkı bırakılmayacaktır.
Suyu Sutten Ayır AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, kıyĂ‚met gunu hesĂ‚bını veremeyecekleri bir işi yapmamaya buyuk titizlik gosterir, bu hususta gaflet ve ihmĂ‚li olanları da îkaz ederlerdi.
Nitekim Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh-, bir gun sute su karıştırıp satan bir kişiye rastlamıştı. Ona, şu fĂ‚nî hayatı değil de, sonsuz olan Ă‚hiret yurdunu unutmadan hareket etmesi gerektiğini ifĂ‚de sadedinde:
“‒KıyĂ‚met gunu sana; «Suyu sutten ayır bakalım!» denilirse hĂ‚lin nice olur?!» buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 231/4927)
Ahirette Kurtaran Ameller Bir gun Resûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz devesinin uzerinde, arkadaşları da O ’nun onunde gidiyorlardı. MuĂ‚z bin Cebel -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Elcisi! Sen ’i rahatsız etmeyeceksem, yanına yaklaşmama izin verir misin?” diye sordu. Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Yaklaş!” buyurdu. Hazret-i MuĂ‚z O ’na yaklaştı, yan yana ilerlemeye başladılar. MuĂ‚z -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Canım Sana fedĂ‚ olsun, yĂ‚ RasûlĂ‚llah! CenĂ‚b-ı MevlĂ‚ ’dan niyĂ‚zım, bizim (can) emĂ‚netimizi Sen ’den once almasıdır. Allah gostermesin, eğer Sen bizden once vefĂ‚t edersen, Sen ’den sonra hangi ibadetleri yapalım?” diye sordu.
Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu soruya cevap vermedi. Bunun uzerine MuĂ‚z -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Allah yolunda cihĂ‚d mı edelim?” diye sordu. Efendimiz şoyle buyurdu:
“–Allah yolunda cihĂ‚d guzel şeydir; ama insanlar icin bundan daha hayırlısı vardır.”
“–Yani oruc tutmak, zekĂ‚t vermek mi?”
“–Oruc tutmak, zekĂ‚t vermek de guzeldir.”
MuĂ‚z -radıyallĂ‚hu anh-, bu minvĂ‚l uzere insanoğlunun yaptığı butun iyilikleri sayıp doktu. Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- her defasında:
“–İnsanlar icin bundan daha hayırlısı vardır.” diyordu. Hazret-i MuĂ‚z:
“–Anam, babam Sana kurban olsun, insanlar icin bunlardan daha hayırlı olan nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz ağzını gosterdi ve:
“–Hayır konuşmayacaksa susmak.” buyurdu.
MuĂ‚z -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Konuştuklarımızdan dolayı hesĂ‚ba mı cekileceğiz?” diye sordu.
Bunun uzerine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, MuĂ‚z ’ın dizine hafifce vurdu ve ona şunları soyledi:
“–Allah hayrını versin ey MuĂ‚z! İnsanları yuzustu Cehennem ’e surukleyen, dillerinin soylediğinden başka nedir ki?
Kim AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune inanıyorsa, ya faydalı soz soylesin veya sussun, zararlı soz soylemesin! Sizler hayırlı soz soyleyerek kazanclı cıkınız; zararlı soz soylemeyerek rahat ve huzura kavuşunuz.” (HĂ‚kim, IV, 319/7774)
Demek ki kıyĂ‚met gunu, dunya hayatımızda ağzımızdan cıkan butun sozlerin de hesĂ‚bı sorulacaktır. Bu husustaki bazı istisnĂ‚ları da Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle bildirmişlerdir:
“Âdemoğlunun, iyiliği tavsiye edip kotulukten sakındırmak veya Allah TeĂ‚lĂ‚ ’yı zikir hĂ‚ric, butun sozleri aleyhinedir, lehine değildir.” (Tirmizî, Zuhd, 63/2412)
Soylenmeyen Sozlerin Hesabı Ağızdan cıkan boş ve zararlı sozler gibi, soylemek gerekirken soylenmeyen sozlerin de hesĂ‚bı vardır:
Ebû Hureyre -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“(Biz, ashĂ‚b-ı kirĂ‚m arasında şu hakîkati) duyardık:
KıyĂ‚met gununde bir kişinin yakasına, hic tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:
«–Benden ne istiyorsun? Ben seni hic tanımıyorum ki!» der.
Yakasına yapışan kişi ise:
«–Dunyada iken beni hatĂ‚ ve cirkin işler uzerinde gorurdun de îkaz etmez, beni o kotuluklerden alıkoymazdın.» diyerek ondan dĂ‚vĂ‚cı olur.” (Munzirî, et-Terğîb ve ’t-Terhîb, III, 164/3506; RudĂ‚nî, Cem ’u ’l-FevĂ‚id, V, 384)
Dolayısıyla tebliğ ve irşadda bulunma imkĂ‚nımız varken ihmĂ‚l ettiğimiz nice kimsenin Mahşer gunu yakamıza yapışıp;
“‒Sen, senden oncekilerin ihlĂ‚slı gayretleri neticesinde İslĂ‚m ile muşerref olmuştun. İslĂ‚m nedir, îman nedir biliyordun. Bana nicin anlatmadın? Benim ateşten kurtulmam icin, nicin yardımını esirgedin?!” diyebileceğini unutmamalıyız.
Ebû Ali ed-DekkĂ‚k Hazretleri haksızlık karşısında hak ve hakîkati tebliğden uzak durmanın bir îman zaafı olduğunu ifĂ‚de sadedinde şoyle buyurmuştur:
“Hakkı soylemeyip sukût eden kişi, dilsiz şeytandır.” (Kuşeyrî, RisĂ‚le, I, 245; Nevevî, EzkĂ‚r, s. 335/1030)
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Sizden her kim bir kotuluk gorurse onu eliyle duzeltsin, buna gucu yetmezse diliyle duzeltsin, buna da gucu yetmezse kalbiyle buğz etsin ki bu, îmĂ‚nın en zayıf hĂ‚lidir.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 78)
HĂ‚sılı insan, hayır veya şer nĂ‚mına kucucuk bir zerrenin bile gozden kacmayacağı bir gunde her şeyin hesĂ‚bını vereceğini aklından cıkarmamalıdır.
AHİRET HESABINI HAFİFLETEN AMELLER KıyĂ‚met gununun dehşet verici hesĂ‚bından selĂ‚metle cıkabilmek icin bilhassa kul haklarından sakınıp hak sahipleriyle helĂ‚lleşmek zarûrîdir. Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, bu hususta ummetine pek cok tavsiyelerde bulunmuşlardır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte şoyle buyrulur:
“Kimin uzerinde bir din kardeşinin ırzı, nĂ‚musu veya malıyla ilgili bir hak varsa, altın ve gumuşun bulunmayacağı kıyĂ‚met gunu gelmeden evvel o kimseyle helĂ‚lleşsin!
Aksi hĂ‚lde, kendisinin sĂ‚lih amelleri varsa, yaptığı zulum miktĂ‚rınca sevaplarından alınır (hak sahibine verilir). Şayet iyilikleri yoksa, zulmettiği kardeşinin gunahlarından alınarak onun uzerine yukletilir.” (BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim 10, Rikāk 48)
Diğer bir hadîs-i şerîfte ise şoyle buyrulur:
“Ey insanlar! Kimin uzerinde bir (kul) hak(kı) varsa, onu hemen odesin, dunyada rezil-rusvĂ‚ olurum diye duşunmesin! İyi biliniz ki dunya rusvĂ‚lığı Ă‚hirettekinin yanında pek hafif kalır.” (TaberĂ‚nî, Kebîr, XVIII, 280; İbn-i Esîr, el-KĂ‚mil, II, 319; Heysemî, IX, 26)
Yine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Ă‚hiretteki hesĂ‚bı kolaylaştırmak icin bu dunyada helĂ‚lleşmenin elzem olduğunu ifĂ‚de sadedinde; “Boyle yapan (helĂ‚lleşen) kula Allah rahmet eylesin!” diye duĂ‚da bulunmuşlardır. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 2/2419)
Kul Hakkının Onemi Unutulmamalıdır ki hakk-ı ibĂ‚d, yani kul hakkı cok muhimdir ve kıyĂ‚mete kalan bir hĂ‚disedir. KıyĂ‚met gunune kul hakkı ile cıkmak da hadîs-i şerîfte buyrulduğu uzere kişiyi “muflis” durumuna duşurur.
Nitekim Allah Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir gun ashĂ‚bına:
“–Muflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sormuştu. Onlar da:
“–Bize gore muflis, parası ve malı olmayan kimsedir.” şeklinde cevap verdiler.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Şuphesiz ki ummetimin muflisi şu kimsedir:
KıyĂ‚met gunu namaz, oruc, zekĂ‚t gibi ibadetlerden hĂ‚sıl olan sevaplarla gelir. Fakat şuna kotu soz soylediği, buna zinĂ‚ isnad ve iftirasında bulunduğu, şunun malını yediği, bunun kanını doktuğu ve şunu dovduğu icin iyiliklerinin sevĂ‚bı şuna-buna verilir. Uzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin gunahları kendisine yukletilir ve neticede Cehennem ’e atılır.” (Muslim, Birr, 59; Tirmizî, KıyĂ‚met, 2/2418; Ahmed, II, 303, 324, 372)
İşte gercek iflĂ‚s budur. Kul -Allah korusun- Cennet ’e gideceği yerde Cehennem yolcusu oluverir.
SufyĂ‚n-ı Sevrî Hazretleri şoyle buyurmuştur:
“Allah -azze ve celle- Hazretleri ’nin huzûruna, O ’nunla senin arandaki yetmiş gunah ile cıkman, seninle kullar arasındaki bir gunah ile cıkmandan senin icin daha hafiftir.”
Bu sozle alĂ‚kalı olarak, tefsir, hadis ve fıkıh Ă‚limi İmĂ‚m Kurtubî şoyle der:
“Bu soz doğrudur. Zira Allah TeĂ‚lĂ‚ ganî ve comerttir, Âdemoğlu ise fakir ve yoksuldur. İnsan o gun, uzerindeki gunahı uzaklaştıracak bir haseneye bile muhtactır ki, onunla MîzĂ‚n ’ı ağır bassın, hayır ve sevĂ‚bı cok olsun.” (Kurtubî, Tezkire, s. 726)
Peygamber Efendimize İndirilen Ağır Hukum Muhammed bin Cahş -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in yanında oturuyorduk. Başını semĂ‚ya kaldırdı, sonra elini alnına koyup:
“–SubhĂ‚nallah! Ne kadar ağır bir hukum indirildi!” buyurdu.
Biz cok korktuk ve sukût ettik. Ancak ertesi gun:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! O indirilen ağır hukum neydi?” diye sorabildim.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, bir kişi Allah yolunda oldurulse, sonra diriltilip tekrar oldurulse, sonra diriltilip tekrar oldurulse, uzerinde bir borc varsa, borcu odeninceye kadar Cennet ’e giremez.” (NesĂ‚î, Buyû, 98/4681)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de:
“Şehîdin, kul hakkı dışındaki butun gunahlarını Allah TeĂ‚lĂ‚ mağfiret eder.” buyrulmaktadır. (Muslim, İmĂ‚re, 119)
Kul hakkı hususunda, Ă‚hirette peygamberlerden sonra en yuksek mertebelerde olan şehidlerin durumu bile boyle olursa, diğer insanların hĂ‚linin nice olacağını duşunmek gerekir!..
Anne Baba Hakkı En buyuk haklardan biri de anne-baba hakkıdır ve hicbir iyilikle odenemez. İslĂ‚m ’da AllĂ‚h ’a ve Rasûl ’une itaatten sonra ana-babaya itaat gelir. CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurur:
“Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine «Of!» bile deme; onları azarlama; ikisine de guzel soz soyle.” (el-İsrĂ‚, 23)
Cunku anne-babamız, dunyaya geliş vesîlemiz ve velî-nîmetimizdir. CenĂ‚b-ı Hak kendi rızĂ‚sını, ana-babanın rızĂ‚sına bağlamıştır. Bu hakîkati Resûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle haber vermişlerdir:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚sı, anne ve babayı hoşnut ederek kazanılır. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın gazabı da anne ve babayı ofkelendirmek sûretiyle celbedilir.” (Tirmizî, Birr, 3/1899)
Dolayısıyla anne-babalarımızın uzerimizdeki hakları, sayıya gelmeyecek kadar coktur. Hayatın fırtınalarında uzerimize toz konmasın diye butun varlıklarını seferber eden anne-babaların hakkını odeyebilmek, hic mumkun mudur? Hadîs-i şerîfte bu hakîkate şoyle bir teşbihle dikkat cekilmektedir:
“Hicbir evlĂ‚t, babasının hakkını odeyemez. Şayet onu kole olarak bulur ve satın alıp Ă‚zĂ‚d ederse, babalık hakkını (ancak o zaman) odeyebilmiş olur.” (Muslim, Itk, 25; Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 119-120; Tirmizî, Birr, 8/1906)
Anne-baba gayr-i muslim bile olsa, CenĂ‚b-ı Hak onlarla iyi gecinmeyi, meşrû isteklerini yerine getirip gonullerini hoş etmeyi emreder. Ancak, AllĂ‚h ’a isyan sayılacak hususları bunun dışında tutar.[18] Zira AllĂ‚h ’a isyan hususunda hicbir kula itaat yoktur.
VelhĂ‚sıl Cennet ’in yolu, anne-babanın rızĂ‚sından gecer. CenĂ‚b-ı Hak Cennet ’i sĂ‚liha annelerin ayakları altına sermiş, babayı da Cennet ’in orta kapısı kılmıştır.[19] Artık dileyen onları memnun etsin, dileyen de kırıp incitsin!..
Anne-baba hakları bu kadar muhim olmakla birlikte, şayet bir anne-baba, evlĂ‚dının mĂ‚nevî terbiyesini ihmĂ‚l eder veya onu AllĂ‚h ’ın rĂ‚zı olmadığı şekilde yetiştirip gunahkĂ‚r bir kul olmasına sebebiyet verirse, bu defa kıyĂ‚met gunu evlĂ‚t, anne-babasından dĂ‚vĂ‚cı olur. “YĂ‚ Rabbi, bunlar bana hak ve hakîkati oğretmedi, guzel ornek olmadı, anne-babalık vazifelerini lĂ‚yıkıyla yapmadılar!..” diyerek şikĂ‚yetci olur. İşte o zaman ebeveynler, evlĂ‚tlarından kacacak yer ararlar.
Dipnotlar:
[1] İbn-i Kesîr, Tefsîr, (et-Tekvîr, 5).
[2] Bkz. en-Nebe, 40.
[3] Bkz. Birgivî VasiyetnĂ‚mesi KadızĂ‚de Şerhi, s. 128.
[4] Birgivî VasiyetnĂ‚mesi KadızĂ‚de Şerhi, s. 126.
[5] el-İnşikāk, 7-8.
[6] Bkz. el-VĂ‚kıa, 27-40, 90-91; el-Muddessir, 39-40.
[7] Ahmed Naîm Efendi, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, I, 100-101.
[8] Bkz. Ahmed, V, 428, 429.
[9] Bu mevzuyla ilgili hadîs-i şerîfler icin bkz. BuhĂ‚rî, Tefsîr 41/1, 2, Tevhîd 41; Muslim, SıfĂ‚tu ’l-MunĂ‚fikîn, 5; Tirmizî, Tefsîr, 41/3248.
[10] Bkz. Heysemî, III, 271; HamîdullĂ‚h, el-VesĂ‚ik, s. 367.
[11] Bkz. el-MĂ‚ide, 36; Yûnus, 54; er-Raʻd, 18; ez-Zumer, 47.
[12] Bkz. BuhĂ‚rî, Rikāk, 51; Muslim, MunĂ‚fikûn, 51.
[13] Bkz. es-Secde, 12; el-En‘Ă‚m, 27-28; el-AʻrĂ‚f, 53; el-Mu ’minûn, 99, 103-111; eş-ŞuarĂ‚, 94-102; FĂ‚tır, 36-37; ez-Zumer, 55-59; el-Mu ’min, 10-12; eş-ŞûrĂ‚, 44-45.
[14] NecvĂ‚, iki kişinin gizlice konuşmasına denir. Burada murĂ‚d, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, mu ’min kulunu, hic kimseye duyurmadan baş başa ve gizlice hesĂ‚ba cekmesidir.
[15] Hûd, 18.
[16] İbn-i MulĂ‚kkın, Tabakātu ’l-EvliyĂ‚, KĂ‚hire 1415, sf. 399-400; HĂ‚nî, HadĂ‚ik, s. 320.
[17] Ayrıca bkz. DĂ‚rimî, Mukaddime, 45/543-545; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 125/34694; Beyhakî, Şuab, III, 278/1648.
[18] Bkz. Lokman, 15.
[19] Bkz. Tirmizî, Birr, 3. Ayrıca bkz. İbn-i MĂ‚ce, TalĂ‚k, 36.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
KIYAMET GUNU İLK SORULACAK SORULAR