İslam ’da batıni farzlar nelerdir?ZĂ‚hirî farzların yanında; guzel ahlĂ‚k, ihlĂ‚s, takvĂ‚, ihsan, huşû, merhamet, comertlik, adĂ‚let, tevĂ‚zu, edep, iffet, hayĂ‚ ve sabır gibi nice bĂ‚tınî farzlar da vardır.
MeselĂ‚ Rabbimiz, kendisiyle mulĂ‚kat olan namazı îfĂ‚ ederken kulunun huşû icerisinde bulunmasını emreder. ZekĂ‚t, sadaka ve infĂ‚kı muhtĂ‚ca verirken; başa kakmadan, gonul incitmeden, teşekkur edĂ‚sıyla ve nezĂ‚ketle takdim etmeyi şart koşar. Butun ibadetlerde yalnızca rızĂ‚-yı ilĂ‚hîyi hedeflemeyi, yani ihlĂ‚s sırrına riĂ‚yeti emir buyurur. Butun bu emirler, bĂ‚tınî farzlara birer misaldir.
Bir mu ’minin şahsiyeti de, ancak zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî butun emir ve nehiylere riĂ‚yet etmekle kemĂ‚l bulabilir.
NiyĂ‚zî-i Mısrî Hazretleri ne guzel soyler:
Savm u salÂt u hac ile,
Sanma biter zĂ‚hid işin.
İnsan-ı kĂ‚mil olmaya,
LĂ‚zım olan irfĂ‚n imiş!
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak, insanın yaratılış gayesini “لِيَعْبُدُونِ : Bana kulluk etmeleri icin” diyerek ifĂ‚de buyurmuştur.[1] Mufessirler ise bu ifĂ‚deyi; “لِيَعْرِفُونِ : Ben ’i tanımaları, mĂ‚rifetullĂ‚ha ermeleri, irfan sahibi olmaları icin” şeklinde tefsir etmişlerdir.
MĂ‚rifetullah, CenĂ‚b-ı Hakk ’ı kalpte tanıyabilmektir. Bu ise ancak kalbin inkişĂ‚fı ile olur. Kalbin inkişĂ‚fı icin de ibadetlerin zĂ‚hirî tarafına dikkat edildiği gibi, bĂ‚tınî tarafına da dikkat edilmesi şarttır. Nitekim Yunus Emre Hazretleri ibadetlerde zĂ‚hirî şartlara riĂ‚yet etmekle birlikte bĂ‚tınî edebe de bîgĂ‚ne kalmamak gerektiğini îkaz sadedinde şoyle der:
Ak sakallı pîr hoca,
Bilemez hÂli nice,
Emek yimesun hacca,
Bir gonul yıkar ise!..
İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî Hazretleri de şoyle der:
“ZĂ‚hirimizi şer‘î olculere uygun şekilde tezyîn ettikten sonra, amellerimize gaflet bulaşmaması icin bĂ‚tınımıza yonelmeliyiz. Zira bĂ‚tın desteği olmadan, zĂ‚hirimizi şer‘î hukumlere uygun hĂ‚le getirmek, cok cetin bir iştir…
BĂ‚tına ehemmiyet vermek, zĂ‚hire de ehemmiyet vermeyi îcĂ‚b ettirir. BĂ‚tınla meşgul olurken zĂ‚hiri ihmĂ‚l eden kimse zındıktır. Onun elde ettiği bĂ‚tınî hĂ‚llerin hepsi istidracdır. BĂ‚tınî hĂ‚llerimizin sıhhatini gosteren en iyi olcu, zĂ‚hirimizin şer ’î olculere gore tanzim edilmesidir. İstikĂ‚met yolu işte budur.”[2]
Unutmamak lĂ‚zımdır ki ibadetleri, sadece sûretĂ‚, yani sırf şeklen edĂ‚ etmekle kulluk tamam olmayacağı gibi; dînin zĂ‚hirî emirlerine riĂ‚yet etmeyip sadece “Benim kalbim temiz!” gibi, kendinden menkul fazîlet iddialarıyla kulluğu sadece ahlĂ‚ka hasretmekle de CenĂ‚b-ı Hakk ’ın istediği kulluk kıvĂ‚mı tahakkuk etmiş olmaz.
İSLAM ’DA BATINİ FARZLAR Gercek bir kulluk icin, hem zĂ‚hir hem de bĂ‚tının Hakk ’ın rızĂ‚sına muvĂ‚fık şekilde mezcedilmesi îcĂ‚b eder. Hakk ’a yakınlıkta mesĂ‚fe katetmek isteyen mu ’minin dikkat etmesi gereken bĂ‚tınî farzların bir kısmı şoyledir:
Ÿ Guzel AhlĂ‚k: BĂ‚tınî emirlerin en muhimi, guzel ahlĂ‚ktır. Gercek bir îmĂ‚nın ve makbul bir ibadet hayatının en muhim alĂ‚meti, kişinin ahlĂ‚kî bakımdan da kemĂ‚le ermesidir.
Bir hadîs-i şerîfte şoyle buyrulmaktadır:
“KıyĂ‚met gununde mu ’min kulun terĂ‚zisinde guzel ahlĂ‚ktan daha ağır bir şey bulunmaz. Allah TeĂ‚lĂ‚ cirkin hareketler yapan, cirkin sozler soyleyen kimseden nefret eder.” (Tirmizî, Birr, 62/2002)
CenĂ‚b-ı Hak guzel ahlĂ‚kın zirvesini, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in şahsında sergilemiştir. O ’nu Ă‚lemlere rahmet olarak gondermiş, kıyĂ‚mete gelecek butun insanlığa “usve-i hasene”, yani “emsalsiz bir ornek şahsiyet” olarak armağan etmiştir. Âyet-i kerîmede de:
“Ve Sen elbette yuce bir ahlĂ‚k uzeresin.” (el-Kalem, 4) buyurarak O ’nun bu vasfını te ’yid etmiştir.
Nitekim Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de bir hadîs-i şerîflerinde:
“Ben başka bir maksatla değil, ancak guzel ahlĂ‚kı tamamlamak icin gonderildim.” buyurmuşlardır. (Muvatta ’, Husnu ’l-Hulk, 8)
Dolayısıyla bize duşen, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in guzel ahlĂ‚kını kendimize olcu almak ve bu hususta hĂ‚limizi sık sık sorgulamaktır.
MeselĂ‚ ibadet hayatımızda ne kadar Allah Rasûlu ’ne benziyoruz?
Zira Nebiyy-i Ekrem -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Benden gorduğunuz gibi namaz kılınız.” buyuruyorlar. (BuhĂ‚rî, EzĂ‚n, 18)
MuĂ‚melĂ‚t ve muĂ‚şeretimizde ne kadar Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e benziyoruz?
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bizlere ornek nesil olarak takdim ettiği ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, tıpkı karda yuruyen bir insanın, onunden giden şahsın ayak izlerine basarak ilerlemesi gibi, adım adım Allah Rasûlu ’nu takip ettiler. Bir golgenin sahibine olan sadĂ‚katiyle, O ’nun izinden bir an bile ayrılmadılar. Zira sahĂ‚benin en buyuk arzu ve gayreti;
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”[3] hadîs-i şerîfinin mujdesine nĂ‚il olarak, Efendimiz ’le bu cihanda nasîb olan beraberliği, Ă‚hirette de devam ettirebilmekti.
Bizler de dunyada hidĂ‚yet rehberimiz, Ă‚hirette şefaat melceimiz olan Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e yakın olabilmek icin O ’na olan muhabbetimizi artırmak mecburiyetindeyiz. Muhabbetin şartı ise itaat ve fedakĂ‚rlıktır.
Nitekim Hasan-ı Basrî Hazretleri şoyle buyurur:
“Ey insanlar! «Kişi sevdiğiyle beraberdir.» hadîsini yanlış anlamayın! (Gucunuz nisbetinde) sĂ‚lihlerin amelini işlemedikce, sĂ‚lihlerden olamazsınız. Zira yahudî ve hristiyanlar da kendilerince peygamberlerini sevdiklerini iddiĂ‚ ederler. Fakat (hĂ‚l, ahlĂ‚k ve yaşayışları itibĂ‚riyle) onlarla beraber değildirler.” (İhyĂ‚, c. II, s. 402)
Fudayl bin IyĂ‚z Hazretleri de nefsini şoyle hesĂ‚ba cekerdi:
“Firdevs Cenneti ’nde peygamberler ve sıddîklarla bir arada bulunmayı istiyorsun ama, buna karşılık hangi ameli işledin? Hangi şehevî arzunu kırdın? Hangi hiddetini yendin? Sana gelmeyen hangi akrabĂ‚na gittin? Kardeşinin hangi kusurunu bağışladın? Allah icin hangi yakınından uzaklaştın veya Allah rızĂ‚sı icin hangi uzağındakine yaklaştın?..” (İhyĂ‚, c. II, s. 402)
O hĂ‚lde biz de kendi hĂ‚limizi bir mîzĂ‚n edelim:
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e benzeyebilme gayretimiz, O ’na itaatimiz ve O ’nun yolundaki fedakĂ‚rlıklarımız hangi olcude? Unutmayalım ki Efendimiz ’e olan itaatimiz, AllĂ‚h ’a duyduğumuz muhabbetin de seviyesini gosteren berrak bir ayna hukmundedir.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmaktadır:
(Rasûlum!) De ki: Eğer AllĂ‚h ’ı seviyorsanız bana uyunuz ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Âl-i İmrĂ‚n, 31)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz de:
“–İstemeyenler dışında, ummetimin tamamı Cennet ’e girer.” buyurmuştu. Bunun uzerine:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Elcisi! Cennet ’e girmeyi kim istemez ki?” denildi.
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Bana itaat edenler Cennet ’e girer; bana karşı gelenler, Cennet ’i istememiş demektir.” buyurdular. (BuhĂ‚rî, İ‘tisĂ‚m, 2)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’in terbiyesinde yetişip O ’nun ahlĂ‚kıyla ahlĂ‚klanan ve O ’nun gonul dokusundan hisseler alan bir sahĂ‚bînin şu hĂ‚li, Cennet yolcularına ne yuce bir ahlĂ‚k ufku sergilemektedir:
Enes bin MĂ‚lik -radıyallĂ‚hu anh- şoyle nakleder:
Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile beraber oturuyorduk. Buyurdular ki:
“–Şimdi yanınıza Cennetlik bir adam gelecektir.”
Bir de baktık ki EnsĂ‚r ’dan, abdest suyu sakalından damlayan ve ayakkabılarını sol eline asmış bir adam cıkageldi. Ertesi gun olunca Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yine evvelki gibi soyledi. Bu adam yine onceki gibi cıkageldi. Ucuncu gun olunca Rasûl-i Ekrem Efendimiz yine aynı sozu tekrar etti ve yine aynı adam ilk hĂ‚liyle geldi. Rasûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- kalkınca Abdullah bin Amr -radıyallĂ‚hu anh-, o adamı takip etti ve ona:
“–Ben babamla munĂ‚kaşa ettim, uc gun onun yanına gitmeyeceğime yemin ettim. Bu zaman zarfında beni evinde misafir eder misin?” dedi.
Adam:
“–Olur.” dedi.
Daha sonra Abdullah bin Amr -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlattı:
“Uc geceyi onunla bir arada gecirdik. Fakat gece kalktığını gormedim. Ancak sabah namazına kadar uyandıkca Allah TeĂ‚lĂ‚ ’yı zikretti ve tekbir getirdi. Onun hayırdan başka bir şey soylediğini de işitmedim. Uc gun gecince sanki onun amelini kucumser gibi oldum ve dedim ki:
«–Ey AllĂ‚h ’ın kulu! Babam ile benim aramda bir ihtilĂ‚f vĂ‚kî değildir. Fakat Rasûl-i Ekrem ’in senin icin uc kere; “Şimdi yanınıza Cennetlik bir adam gelecektir.” buyurduğunu işittim. Uc defa da sen cıkageldin. Ne gibi ameller işlediğini oğrenmek icin senin yanında kalmak ve seni ornek almak istedim. Fakat buyuk bir amel işlediğini de gormedim. Seni, Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in soylediği mertebeye ulaştıran amel nedir?»
O zÂt:
«–Şu gorduğunden başkası değildir.» dedi.
Ben ayrılmak icin donunce ardımdan seslendi ve dedi ki:
«–Benim amelim, senin gorduğunden başkası değildir. Ancak ben muslumanlardan hic kimseye kalbimde kin tutmam (gonlum butun muslumanlara muhabbetle doludur) ve AllĂ‚h ’ın verdiği herhangi bir hayırdan dolayı da kimseye aslĂ‚ hased etmem.»
Bunun uzerine:
«–İşte seni o dereceye ulaştıran bu hĂ‚lindir.» dedim.” (Ahmed, III, 166)
Ÿ Edep ve HayĂ‚: Edep, İslĂ‚m nazarında o kadar ehemmiyetlidir ki, onu kısaca tĂ‚rif etmek icin “Dîn, bir edepler butunudur.” denilebilir.
Akıl ve hikmet nazarıyla bakıldığında Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de en fazla uzerinden durulan mevzuun, edep ve hayĂ‚ olduğu gorulur. Ondaki tĂ‚rihî kıssalar dahî edep ve hayĂ‚yı, yani davranış mukemmelliğini ve Allah korkusu sebebiyle kotuluklerden sakınmayı telkin maksadıyla zikredilmiştir. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri bunu ne guzel ifĂ‚de eder:
“Her kim edepten nasîbini almamışsa, o insan değildir. Cunku insanla hayvan arasındaki fark, edeptir.”
“Gozunu ac da AllĂ‚h ’ın kelĂ‚mına baştanbaşa bir bak! Âyet Ă‚yet butun Kur ’Ă‚n edep tĂ‚liminden ibĂ‚rettir!”
“«–Îman nedir?» diye aklıma sordum. Aklım da kalbimin kulağına eğilip; «–Îman edepten ibĂ‚rettir...» diye fısıldadı.”
“CenĂ‚b-ı Hak ’tan bizi edepli olmaya muvaffak kılmasını isteyelim. Cunku edebi olmayan kimse, AllĂ‚h ’ın lûtfundan mahrum kalmıştır…”
“Dost yolunda lĂ‚ubĂ‚lîlik eden, başkalarının da yolunu kesmiş olur. Boyle bir kimse nĂ‚merttir. Her kim bu yolda kustah olursa, onun Ă‚kıbeti, uzuntu ve pişmanlık vĂ‚disinde boğulmaktır.”
“Felek, edebi sĂ‚yesinde nûra burunmuş, melek de edebi yuzunden mĂ‚sum ve temiz olmuştur.”
“İblis ’in ilĂ‚hî kapıdan kovulması, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın karşısında edepsizce konuşmasındaki cur ’etindendir. Eğer şeytanın başını ezmek istersen, gozunu ac ve gor; şeytanı kahreden, edeptir.”
“İnsanoğlunda edep bulunmazsa, o gercekte insan değildir. Zira insan ile hayvan arasındaki fark, edeptir.”
Bir sultĂ‚nın veya yuksek mevkî sahibi birinin huzûrunda olanlar, dışarıdaki gibi serbest davranamaz, bulundukları yer ve makĂ‚ma uygun olan edepli tavırlar sergilemeye gayret ederler. KĂ‚mil mu ’minler de her an AllĂ‚h ’ın huzûrunda bulundukları idrĂ‚kiyle yaşadıklarından, edebe cok îtinĂ‚ gosterirler. Boylece edep hĂ‚li, onların butun hayatlarına akseder. Yani onlar:
“…Her nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir...” (el-Hadîd, 4) sırrının Ă‚şinĂ‚ları olarak her anlarını AllĂ‚h ile beraberlik şuuruyla yaşarlar.
İbn-i Mesut -radıyallĂ‚hu anh- şoyle nakleder:
Bir gun Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“–Allah ’tan hakkıyla (gereği gibi) hayĂ‚ edin!” buyurdu. Biz:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! ElhamdulillĂ‚h, Allah ’tan hayĂ‚ ediyoruz.” dedik. Bunun uzerine Efendimiz şu îzahta bulundu:
“–Soylemek istediğim, sizin anladığınız hayĂ‚ değildir. Allah ’tan hakkıyla hayĂ‚ etmek; başı ve uzerindeki Ă‚zĂ‚ları, bedeni ve ondaki Ă‚zĂ‚ları muhĂ‚faza etmeniz, olumu ve toprakta curumeyi hatırlamanızdır. Âhireti dileyen, dunyanın ziynetini terk edip Ă‚hireti bu hayata tercih etmelidir. İşte kim bu soylenenleri yerine getirirse, Allah ’tan hakkıyla hayĂ‚ etmiş olur.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 24/2458)
Ÿ Tezkiye: CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Şuphesiz Allah, iclerinden kendilerine AllĂ‚h ’ın Ă‚yetlerini okuyan, onları tezkiye eden (kotuluklerden ve inkĂ‚rdan temizleyen), Kitap ve hikmeti oğreten bir Peygamber gondermekle, mu ’minlere buyuk bir lûtufta bulunmuştur. HĂ‚lbuki daha once onlar, apacık bir sapıklık icinde idiler.” (Âl-i İmrĂ‚n, 164)
İc Ă‚lemi menfîliklerden temizleyip arındırmak demek olan tezkiyenin başı; kufurden, nifaktan, buyuk ve kucuk şirkten temizlenmektir.
Zira CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kullarına emrettiği bĂ‚tınî farzların en muhimi, O ’nun varlığına ve birliğine îman edip O ’na hicbir şeyi ortak koşmamaktır.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“AllĂ‚h ’a ortak koşmadan olen, Cennet ’e girer; AllĂ‚h ’a şirk koşarak olen de Cehennem ’i boylar.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 151)
İnsanlar once kufur, nifak ve şirkten temizlenmeli ki kendilerine gelen ilĂ‚hî hakîkatleri kabul edebilsinler. Bu, once yaranın mikrobunu temizleyip sonra merhem surmek gibidir. Nitekim Mecelle kĂ‚idelerinden birinde denildiği gibi; “Def ’-i mefĂ‚sid, celb-i menĂ‚fîden evlĂ‚dır.” Yani kotu ve zararlı şeyleri bertaraf etmek, guzel ve faydalı şeyleri kazanmaktan daha oncelikli bir vazifedir. Kelime-i tevhîd de once “lĂ‚ ilĂ‚he” ile başlar. Yani kulu Allah ’tan uzaklaştıran her şeyi kalpten nefyedip ardından kalbin o arı-duru zemininde “illĂ‚llah” yani “yalnızca Allah vardır” hakîkatini sĂ‚bitlemekle tevhid kalbe nakşolur.
Tezkiye de ic Ă‚lemi menfîliklerden te­miz­le­yip ko­tu­luk­ler­den ko­ru­duk­tan son­ra, îman, ir­fan, ilim, hik­met, ha­yır­lı duy­gu­lar, gu­zel huy­lar gi­bi tak­vĂ‚ has­let­le­riy­le tez­yîn etmektir.
Ta­sav­vuf­ta tez­ki­ye, nef­sin is­tek­le­ri­ni asgarîye indirerek onun be­den uze­rin­de­ki hĂ‚­ki­mi­ye­ti­ni kır­mak ve bu sû­ret­le rû­hun hu­kum­ran­lı­ğı­na im­kĂ‚n sağ­la­mak­tır. Bu da an­cak nef­se kar­şı irĂ‚­de­yi guc­len­di­re­cek olan “ri­yĂ‚­zat” ve “mucĂ‚hede” yo­luy­la mumkun olabilir. Yani aşırı isteklerine karşı nefse gem vurup onu istemediği birtakım hizmet, gayret ve fedakĂ‚rlıklara zorlamakla temin edilebilir.
Nef­si, mut­lak sû­ret­te ber­ta­raf et­mek mum­kun ol­ma­dı­ğı gi­bi, esĂ‚sen dînin boyle bir emri de yoktur. Tez­ki­ye, nef­sĂ‚­nî te­mĂ‚­yul­le­rin ilĂ‚­hî hudutlar ve meşrû olculer cer­ce­ve­sin­de diz­gin­le­nip ter­bi­ye edil­me­si de­mek­tir.
Tezkiye, butun mĂ‚nevî kirlerin anası olan dunya ihtirĂ‚sından kurtulmayı da ifĂ‚de eder.
Tezkiye aynı zamanda artmak ve rûhen tekĂ‚mul etmek mĂ‚nĂ‚larına gelir. Bu mĂ‚nĂ‚ cercevesinde tezkiye, esĂ‚sen mĂ‚nevî eğitimin butun seyrini ifĂ‚de eder. CenĂ‚b-ı Hak buyurur:
“Ger­cek­ten te­zkiye olan ve Rab­bi­nin is­mi­ni zik­re­dip O ’na kul­luk eden kim­se, şup­he­siz kur­tu­lu­şa er­miş­tir.” (el-A‘lĂ‚, 14-15)
“Nefse ve onu yaratılış maksadına uygun olarak şekillendirip fucûr ve takvĂ‚sını (iyilik ve kotuluklerini) ilhĂ‚m edene yemin ederim ki, nefsini kotuluklerden arındıran (maddî ve mĂ‚nevî kirlerden temizleyen) mutlakĂ‚ kurtuluşa ermiş, onu kotuluklere gomen de elbette husrĂ‚na uğramıştır.” (eş-Şems, 7-10)
Ÿ İhlĂ‚s: Allah katında amellerin makbûliyetinin asıl şartı, ihlĂ‚stır. İhlĂ‚s, amelleri sırf rızĂ‚-yı ilĂ‚hîyi kastederek îfĂ‚ etmek ve onlar uzerine dunyevî ve nefsĂ‚nî gĂ‚yelerin golgesini dahî duşurmemektir.
Beden icin ruh ne ise, amel icin ihlĂ‚s da o mesĂ‚bededir. İhlĂ‚ssız amel; ozden mahrum bir şekildir, dolayısıyla da kuru bir yorgunluktan ibĂ‚rettir.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Ameller, niyetlere goredir...” buyurmuşlardır. (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 41)
Kullukta rızĂ‚-yı ilĂ‚hîden gayri butun gĂ‚yeleri gonulden sokup atmak, muslumanın en muhim vazifesidir. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
(Ey Rasûlum!) Şuphesiz ki KitĂ‚b ’ı Sana hak olarak indirdik. O hĂ‚lde Sen de dîni AllĂ‚h ’a has kılarak (ihlĂ‚s ile) kulluk et!” (ez-Zumer, 2)
“De ki: Ben, dîni AllĂ‚h ’a has kılarak ihlĂ‚slı bir şekilde O ’na kulluk etmekle emrolundum.” (ez-Zumer, 11)
Zunnûn-ı Mısrî Hazretleri ’nin şu sozu pek meşhurdur:
“İnsanlar hep oludur, ancak Ă‚limler mustesnĂ‚! Âlimlerin hepsi uykudadır, ancak (bildikleriyle) amel edenler mustesnĂ‚! Amel sahiplerinin hepsi de gurura kapılıp aldanırlar, ancak AllĂ‚h ’ın ihlĂ‚sa erdirdiği kullar mustesnĂ‚! İhlĂ‚s sahibi kullar da (bu dunyada her an) buyuk bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.” (Beyhakî, Şuab, IX, 181)
Ÿ Tefekkur: İnsanoğlunu mĂ‚nevî zirvelere goturecek en buyuk vĂ‚sıtalardan biri de, sukûtun derinliklerine dalarak hakîkati tefekkur etmektir.
Vahyin aydınlığında gercekleşen bir tefekkur, bir îman anahtarıdır. İnsan, hayatı boyunca tefekkurle duygu derinliğinde ne kadar mesafe katederse, ilĂ‚hî muhabbetten de o kadar nasîb alır ve ebedî Ă‚lemdeki saĂ‚deti o nisbette fazla olur.
CenĂ‚b-ı Hak, Ă‚yet-i kerîmelerde kullarını tefekkure dĂ‚vet ederek şoyle buyurur:
“Goklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gunduzun birbiri ardınca gelip gidişinde akl-ı selîm sahipleri icin gercekten acık ibretler vardır.” (Âl-i İmrĂ‚n, 190)
“Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları uzerine yatarken (her vakit) AllĂ‚h ’ı zikrederler, goklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkur ederler (ve şoyle derler «Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen ’i tesbîh ederiz. Bizi Cehennem azĂ‚bından koru!»” (Âl-i İmrĂ‚n, 191)
(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, goğun nasıl yukseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryuzunun nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (el-ĞĂ‚şiye, 17-20)
Eşsiz bir hidĂ‚yet ve saĂ‚det rehberi olan Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, ilk Ă‚yetinden son Ă‚yetine kadar, insanı surekli tefekkure dĂ‚vet ederek, yaratılışındaki hikmetleri, kĂ‚inattaki hĂ‚rikulĂ‚de nizĂ‚mı ve Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in bir beyan mûcizesi olduğunu duşunmesini ister. Yine Kur ’Ă‚n-ı Kerîm; “Akıl erdirmiyor musunuz, tefekkur etmez misiniz, ibret almaz mısınız?” gibi ifĂ‚delerle insanları îkĂ‚z eder. Dolayısıyla insanlık haysiyetine lĂ‚yık bir şekilde yaşamak, rûhen derinlik ve dirilik kazanmak isteyen herkes, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in istikĂ‚metlendirdiği bu tefekkur dunyasına girmek mecburiyetindedir.
Bu yolda mu ’mine kolaylık sağlayacak uc muhim husus vardır. Bunlar:
1. Seherlerden mÂnen istifÂde edebilmek.
CenĂ‚b-ı Hak, kendisine yakınlaşmak isteyen kullarının seherlerden istifĂ‚de etmelerine işaret buyurmaktadır.[4] Zira seherler;
İstiğfĂ‚rın en makbul zamanıdır. Kelime-i tevhîd ile îmĂ‚nı yenilemenin, SalevĂ‚t-ı şerîfelerle Peygamber Efendimiz ’e selĂ‚m gonderip muhabbetlerimizi arz etmenin en feyizli vakitleridir. Havanın loş karanlığında tefekkur-i mevt ile Ă‚deta kabir iklimine girmenin bir on hazırlığıdır. 2. SĂ‚dıklarla beraber olabilmek.
CenĂ‚b-ı Hak; “Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan korkun ve sĂ‚dıklarla beraber olun.” (et-Tevbe, 119) buyurmaktadır. SĂ‚lih ve sĂ‚dık kimselerden gonle musbet tesirler gelir. Dolayısıyla sĂ‚lihlerle beraber olmaya calışan kişi sĂ‚lihleşir, zĂ‚limlerle beraber olan ise zĂ‚limleşir.
3. HelÂl lokmalardan guc alabilmek.
HelĂ‚l lokma, kişiyi hayra, haram lokma da şerre yonlendirir.
Şayet, bu uc hĂ‚lin tersi olursa, yani;
- Seherler gaflet uykusunda ziyan edilirse,
- SĂ‚lih ve sĂ‚dıklarla beraber olmak yerine gĂ‚fil ve zĂ‚limlerle beraber olunursa,
- Yenilen lokmanın da helĂ‚liyetine dikkat edilmezse, kişi musbet enerji yerine menfî enerji alır. Bu da insanın tefekkurunu ifsĂ‚d eder, kulluk vazifelerinde kişiye gaflet ve hantallık verir.
Ÿ TevĂ‚zu: TevĂ‚zu/alcak gonullu olmak; kulun evvelĂ‚ CenĂ‚b-ı Hakk ’ın sonsuz kudret ve azameti karşısında hiclik, yokluk ve Ă‚cizliğinin idrĂ‚kine ermesi, diğer bir ifĂ‚deyle haddini bilmesidir.
Allah TeĂ‚lĂ‚ Ă‚hiret saĂ‚detini; dunyadayken haşmet ve azamet taslamayan, fesat cıkarmayan ve gonlu Allah korkusu ve muhabbetiyle dolu olanlara nasîb eyleyeceğini vaad etmiştir.[5] Zira tevĂ‚zu nîmetinden uzaklaşıp gurur ve kibre kapılanlar, nefislerinin hevĂ‚ ve heveslerini putlaştırmaktan kurtulamamışlardır.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Size Cennetlikleri bildireyim mi? Onlar hem zayıf oldukları hem de halk tarafından zayıf goruldukleri icin kimsenin onemsemediği, fakat «şoyle olacak» diye yemin etseler, isteklerini AllĂ‚h ’ın gercekleştireceği kimselerdir.
Size Cehennemliklerin kimler olduğunu soyleyeyim mi? Katı kalpli, kaba, cimri ve kurularak yuruyen kibirli kimselerdir.” (BuhĂ‚rî, EymĂ‚n 9, Tefsîr 68/1, Edeb 61; Muslim, Cennet, 47)
Bu itibarla CenĂ‚b-ı Hak hem kendisine hem de kullarına karşı dĂ‚imĂ‚ mutevĂ‚zı olmamızı emretmiştir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Sana tĂ‚bî olan mu ’minlere alcak gonullu davran!” (eş-ŞuarĂ‚, 215)
“RahmĂ‚n ’ın kulları oyle kimselerdir ki, yeryuzunde vakar ve tevĂ‚zu ile yururler, cĂ‚hiller kendilerine (hoşa gitmeyecek) lĂ‚flarla sataştığı zaman, «SelĂ‚m!» derler (gecerler).” (el-FurkĂ‚n, 63)
Yûsuf-i Esbat Hazretleri, tevĂ‚zu hĂ‚lini kĂ‚mil mĂ‚nĂ‚da yaşamayı şoyle îzĂ‚h eder:
“Sabahleyin evinden dışarı cıktığında kime rastlarsan, kendinden ustun goresin. TevĂ‚zu odur ki, kim sana hak bir şey soylerse onu kabûl edesin ve senden aşağıdakileri kendinden ustun bilesin. Seni kotuleyenle medheden, katında eşit olsun…”
Nitekim Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuşlardır:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bana; «O kadar mutevĂ‚zı olun ki, kimse kimseye boburlenmesin; kimse kimseye zulmetmesin!» diye emretti.” (Muslim, Cennet, 64)
“Kim Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın rızĂ‚sı icin (AllĂ‚h ’ın kullarına karşı) bir derece tevĂ‚zu gosterirse, bu sebeple Allah onu bir derece yukseltir...” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 16)
ŞĂ‚irin dediği gibi:
Mazhar-ı feyz olamaz duşmeyicek hĂ‚ke nebĂ‚t
MutevĂ‚zı olanı rahmet-i RahmĂ‚n buyutur.
Yani:
“Tohum toprağa duşmedikce buyuyup bereketlenemez. Alcak gonullu olanı Allah merhametiyle buyutup yukseltir.”
Ÿ El-Emîn ve Es-SĂ‚dık Olabilmek: Bir mu ’min, etrafına dĂ‚imĂ‚ İslĂ‚m şahsiyet ve karakterinin gerektirdiği huzuru tevzî etmelidir. Elinden, dilinden, her turlu fiiliyĂ‚tından insanların emîn olduğu guvenilir kimse olmalıdır. Yalan dolan, kandırma, sahtekĂ‚rlık ve hilekĂ‚rlık gibi cirkin vasıflar, hayatının hicbir Ă‚nında olmamalıdır.
Ebû MûsĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- şoyle der:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Muslumanların en fazîletlisi kimdir?” diye sordum.
“–Dilinden ve elinden muslumanların emniyette olduğu kimse.” cevĂ‚bını verdiler. (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n 4, 5, Rikāk 26; Muslim, ÎmĂ‚n, 64, 65)
Yine Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyururlar:
“Şuphesiz ki sozde ve işte doğruluk, hayra ve ustun iyiliğe yoneltir. İyilik de Cennet ’e iletir. Kişi doğru soyleye soyleye Allah katında sıddîk (doğru insan) diye kaydedilir. Yalancılık, (insanı) fucûra (yoldan cıkmaya) surukler. Fucûr da Cehennem ’e goturur. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında kezzĂ‚b (cok yalancı) diye yazılır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 69; Muslim, Birr, 103-105)
Ÿ Sabır: Sabır; maddî ve mĂ‚nevî bakımdan değişen şartlar karşısında dengeyi bozmamak, îtidĂ‚li muhĂ‚faza etmek, iptilĂ‚lara tahammul gostermek, acılara katlanmak, sıkıntı ve meşakkatlere mukĂ‚vemet gostermek, başa gelen her turlu imtihan tecellîleri karşısında dîn ve îmandan tĂ‚viz vermemektir.
Bu yonuyle sabır, guzel ahlĂ‚kın ağırlık merkezi, îmĂ‚nın yarısı, ferah ve saĂ‚detin anahtarıdır.
Sabrın ilk şartı, onu gerektiren hĂ‚diseyle ilk karşılaşıldığında gosterilmesidir. Vaktinde gosterilmeyen bir sabrın, fazla bir mukĂ‚fĂ‚tı yoktur.[6]
Sabrın dunyevî tarafı ne kadar acıysa, uhrevî tarafı o kadar parlak olacaktır. Sabrın acılarını sîneye cekebilenler; AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına, dolayısıyla da ebedî saĂ‚det yurdu olan Cennet ’e nĂ‚il olurlar.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Sabır ve namazla Allah ’tan yardım isteyin. Muhakkak ki Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Bakara, 153)
“Ey îmĂ‚n edenler! Sabredin, sebat gosterin, hazırlıklı ve uyanık olun. Allah ’tan korkun ki kurtuluşa eresiniz.” (Âl-i İmrĂ‚n, 200)
“…Sabredenlere, mukĂ‚fatları elbette hesapsız odenecektir.” (ez-Zumer, 10)
Allah icin gosterilen sabrın mukĂ‚fĂ‚tının ancak Cennet olduğunu gosteren şu hĂ‚dise ne kadar ibretlidir:
Abdullah bin AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- bir gun AtĂ‚ bin Ebî RebĂ‚h ’a:
“–Sana Cennetlik bir kadın gostereyim mi?” dedi. O da:
“–Evet, goster!” deyince İbn-i AbbĂ‚s şoyle dedi:
“–Şu siyah kadın var ya! İşte bu kadın, Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz ’e geldi ve:
«–Beni sara tutuyor ve ustum başım acılıyor. İyileşmem icin AllĂ‚h ’a duĂ‚ eder misiniz?» dedi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
«–Eğer sabredeyim dersen, sana Cennet vardır. Ama yine de sen istersen, şifĂ‚ vermesi icin AllĂ‚h ’a duĂ‚ ederim.» buyurdu.
Bunun uzerine kadın:
«–Hastalığıma sabrederim. Ancak sara tuttuğu zaman ustumun başımın acılmaması icin duĂ‚ buyurunuz.» dedi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de onun icin AllĂ‚h ’a niyazda bulundu.” (BuhĂ‚rî, MerdĂ‚, 6; Muslim, Birr, 54)
İşte başa gelen iptilĂ‚lara AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını umarak gosterilen sabrın, Hak katındaki yuksek kıymeti…
Dipnotlar:
[1] Bkz. ez-ZÂriyÂt, 56.
[2] İmĂ‚m-ı RabbĂ‚nî, MektûbĂ‚t, III, 87-88, no: 87.
[3] BuhĂ‚rî, Edeb, 96.
[4] Bkz. Âl-i İmrĂ‚n, 17; ez-Zumer, 9; el-FurkĂ‚n, 64.
[5] Bkz. el-Kasas, 83.
[6] Bkz. BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 32. Hadîs-i şerîfin metni icin bkz. sf. 174.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan
DORT ŞEY VARDIR Kİ ZÂHİRİ FAZÎLET BÂTINİ İSE FARZDIR
BATINİ FARZLAR NELERDİR?