
Olum ve otesi icin hazırlık nasıl yapılır? Olum ve otesi icin hazırlıkla ilgili ornekler.İnsan, kĂ‚inat manzûmesine ibret nazarı ile baktığında, hayatta en cok alĂ‚kadar olması gereken husûsun “olum” gerceği olduğunu idrĂ‚k eder.
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurmaktadır:
“Yeryuzunde bulunan her şey fĂ‚nîdir...” (er-RahmĂ‚n, 26)
“Her can, olumu tadacaktır.” (el-EnbiyĂ‚, 35)
Ne tuhaftır ki insan, bir-iki gunluk misafir olarak bulunduğu bu dunyĂ‚da kendini aldatır. Her gun cenĂ‚ze sahnelerini seyrettiği hĂ‚lde, olumu kendine uzak gorur. Kendisini, kaybetmesi her an muhtemel olan fĂ‚nî emĂ‚netlerin mutlak sĂ‚hibi zanneder. HĂ‚lbuki insan, rûhuna ceset giydirilerek bir kapıdan dunyĂ‚ya dĂ‚hil edildiğinde, artık o bir olum yolcusu demektir. O yolun hazırlık mekĂ‚nına girmiştir de bunu hic hatırına getirmez. Bir gun gelir, ruh cesetten ayrılır. Âhiret kapısı olan kabirde diğer bir buyuk yolculuğa uğurlanır. Allah TeĂ‚lĂ‚ buyurur:
“Kime uzun omur verirsek, Biz onun gelişmesini tersine ceviririz. Hic (bu manzarayı) duşunmuyorlar mı? (Bu ibretli yolculuğu idrĂ‚k etmiyorlar mı?)” (YĂ‚sîn, 68)
İnsanoğlu icin dunyĂ‚ hayĂ‚tının esas gĂ‚yesi, AllĂ‚h ’ın rĂ‚zı olduğu bir kulluk hayĂ‚tı yaşamak sûretiyle Ă‚hiret saĂ‚detini elde edebilmektir. Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Akıllı kimse, nefsinin hevĂ‚ ve hevesine uymayan ve olumden sonrası icin hazırlık yapandır...” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 25/2459)
Merhum Necip FĂ‚zıl bunu ne guzel ifĂ‚delendirir:
Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir;
Mezarda gecer akca neyse onu biriktir!..
Hayat, bir bardağı dolduran damlalar gibidir. Bardaktaki suyun berraklığı ise damlaların berraklığına bağlıdır. Bardağı dolduran son damla, son nefestir.
CENNET ’E GİRMEYE VESİLE OLAN SOZ Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Kimin (hayatta soylediği) en son sozu «La ilahe illalah» olursa, Cennet ’e girer.” (Ebû DĂ‚vûd, CenĂ‚iz, 15-16/3116; HĂ‚kim, I, 503)
YĂ‚ni kalbindeki luzumsuz hevĂ‚, heves ve nefsĂ‚nî arzu ilĂ‚hlarını yok ederek gonlunu AllĂ‚h ile doldurur ve son Ă‚nına kadar bu minvĂ‚l uzere rûhĂ‚nî bir hayat yaşarsa, îmanla gocup cennete nĂ‚il olması umulur. ZîrĂ‚ farklı bir hayat yaşayan kimsenin son nefeste, “LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llĂ‚h” diyebilmesi cok zordur. Nitekim:
“Kişi yaşadığı hĂ‚l uzere olur ve olduğu hĂ‚l uzere haşrolunur.”[1] hakîkati de bunu ifade etmektedir.
Son nefes; buğusuz, berrak bir ayna gibidir. İnsanoğlu kendisini en net olarak son nefesinde tanır. HayĂ‚tın muhĂ‚sebesi, kalbinin ve gozunun onunde sergilenir. Bu sebeple insanoğlu icin olum Ă‚nından daha ibretli bir manzara yoktur.
Hazret-i Peygamber -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- buyurur:
“Kabir, (amellere gore) ya Cennet bahcelerinden bir bahce veya Cehennem cukurlarından bir cukurdur.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 26/2460)
Guzel bir kul olarak bu fĂ‚nî Ă‚leme vedĂ‚ edebilmek ve kabrimizin cennet bahcelerinden bir bahce olabilmesi icin, sayılı nefesleri son nefese iyi hazırlamak zarûrîdir. YĂ‚ni mes ’ûd bir Ă‚hiret hayĂ‚tı icin; amel-i sĂ‚lihlerle muzeyyen, feyizli ve istikĂ‚met uzere bir dunyĂ‚ hayĂ‚tı elzemdir. ZîrĂ‚ CenĂ‚b-ı Hak:
“Sana yakîn (olum) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” (el-Hicr, 99) buyurmaktadır.
Omrunu bu şekilde AllĂ‚h ve Rasûlu ’nun aşkıyla geciren ve bu istikĂ‚mette amel-i sĂ‚lihlerle susleyen has kullar, -AllĂ‚h ’ın lûtfuyla- son demlerinde kelime-i şehĂ‚detin mĂ‚nevî huzûruyla gocerler. Bunun aksine, toprak ustunde fĂ‚nî, izĂ‚fî ve nefsĂ‚nî cĂ‚zibelerin aldatmacalarına kanan ve bu sûretle rûhĂ‚nî vasıflarını zaafa uğratan bedbahtlar da, ekseriyetle, yaşantılarına uygun bir şekilde olup, toprak altında da husran ve zillete dûcĂ‚r olurlar.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, biz ummetini îkaz sadedinde:
“–Olup de pişmanlık duymayacak hicbir kimse yoktur.” buyurmuştu.
“–O pişmanlık nedir yĂ‚ RasûlĂ‚llah?” diye soruldu. Efendimiz:
“–(Olen), muhsin (ihsan sĂ‚hibi, sĂ‚lih) bir kişi ise, bu hĂ‚lini daha fazla artıramamış olduğuna; şĂ‚yet kotu bir kişi ise, kotulukten vazgecerek hĂ‚lini ıslah etmediğine pişman olacaktır.” cevĂ‚bını verdiler. (Tirmizî, Zuhd, 59/2403)
CenĂ‚b-ı Hak bu hususta kullarını şoyle îkĂ‚z eder:
“Ey îmĂ‚n edenler, sizi ne mallarınız, ne evlĂ‚tlarınız AllĂ‚h ’ın zikrinden alıkoymasın. Kim bunu yaparsa işte onlar husrĂ‚na uğrayanların tĂ‚ kendileridir. Herhangi birinize olum gelip de: «Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de sadaka versem ve sĂ‚lihlerden olsam!» demesinden evvel size rızık olarak verdiklerimizden AllĂ‚h yolunda harcayın. ZîrĂ‚ Allah TeĂ‚lĂ‚, hic kimseyi eceli gelince asla geri bırakmaz. AllĂ‚h ne yaparsanız, hakkıyla haberdardır.” (el-MunĂ‚fikûn, 9-11)
VelhĂ‚sıl, olumumuz ve kıyĂ‚mete kadar surecek olan kabir hayĂ‚tımız, dunyĂ‚daki vaziyetimize ve amellerimize gore şekillenecektir.
Hazret-i MevlÂn ne guzel soyler:
“Oğul, herkesin olumu kendi rengindedir, insanı AllĂ‚h ’a kavuşturduğunu duşunmeden olumden nefret edenlere ve olume duşman olanlara, olum korkunc bir duşman gibi gorunur. Olume dost olanların karşısına da dost gibi cıkar.”
“Ey olumden korkup kacan can! İşin aslını, sozun doğrusunu istersen, sen aslında olumden korkmuyorsun, sen kendinden korkuyorsun.”
“Cunku olum aynasında gorup urktuğun, korktuğun, olumun cehresi değil, kendi cirkin yuzundur. Senin rûhun bir ağaca benzer. Olum ise, o ağacın yaprağıdır. Her yaprak, ağacın cinsine goredir…”
Demek ki olumun guzelleşmesi, hayĂ‚tın sĂ‚lih amellerle guzelleştirilmesine bağlıdır.
OLUM VE OTESİ İCİN HAZIRLIKLA İLGİLİ ORNEKLER AbdullĂ‚h bin Omer -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte idim. EnsĂ‚r ’dan bir zĂ‚t gelip Allah Rasûlu ’ne selĂ‚m verdi ve:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! Mu ’minlerin en fazîletlisi kimdir?” diye sordu. Efendimiz:
“–AhlĂ‚kca en guzel olanlardır!” cevĂ‚bını verdi. Bu sefer o zĂ‚t:
“–Peki mu ’minlerin en akıllısı kimdir?” diye sordu. Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“–Olumu en cok hatırlayan ve sonrası icin en guzel şekilde hazırlık yapanlardır. İşte (gercek) akıllılar bunlardır.” buyurdu. (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 31)
Herkesin Başına Gelecek BerĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
“Biz RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ile birlikte bir cenĂ‚zede beraberdik. Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-, kabrin kenarına oturup ağladılar, oyle ki (gozyaşlarıyla) toprak ıslandı. Sonra da:
«–Ey kardeşlerim! İşte (hepimizin başına gelecek olan) şu olume iyi hazırlanın!» buyurdular.” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 19)
Olumu Unutma Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- bir hizmetkĂ‚rına:
“–YĂ‚ Omer olumu unutma!” cumlesini hergun kendisine tekrar etmesini emretmişti. LĂ‚kin sakalına ak duşunce:
“–KĂ‚fî! Aklaşan sakalım bana olumu her an tebliğ ediyor.” dedi.
Hakîkaten nefsimizin arzularını dizginleyebilmek icin fĂ‚nîliği, yĂ‚ni olumu unutmamak gerekir.
Kıyamet ve Ahiret Ahvalinden Manzaralar Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, duşunup ibret almamız ve son nefese, olum ve otesine hazırlanmamız icin kabir, kıyĂ‚met ve Ă‚hiret ahvĂ‚linden bĂ‚zı manzaralar nakletmiştir. Bunların bir kısmı şoyledir:
“Bir musluman, muhtazar olduğu (can cekişme Ă‚nına girdiği) zaman, rahmet melekleri, beyaz bir ipek (elbise) ile gelirler ve şoyle derler:
«–Sen Rabbinden rĂ‚zı, Rabbin de senden rĂ‚zı olarak bedenden cık. AllĂ‚h ’ın rahmet ve reyhĂ‚nına ve sana gazabı olmayan Rabbine kavuş!»
Bunun uzerine ruh, en guzel bir misk kokusu gibi cıkar. Oyle ki, melekler onu birbirlerine verirler, tĂ‚ semĂ‚nın kapısına kadar getirirler ve:
«–Size arzdan gelen bu koku ne kadar guzel!» derler. Sonra onu mu ’minlerin ruhlarına getirirler. Onlar, onun gelmesi sebebiyle sizden birinin kaybettiği şeyi bulduğu zamanki sevincinden daha cok sevinirler. Ona:
«–Falanca ne yaptı? Falanca ne yaptı?» diye (dunyĂ‚dakilerden haber) sorarlar. Bir kısım ruhlar da, kendisinden sorulan biri hakkında:
«–Bırakın onu, o dunyĂ‚ telĂ‚şına dalmıştı.» derler. Bunun uzerine gelen ruh:
«–Falan olmuştu, yanınıza gelmedi mi?» der. Onlar:
«–(Oyle mi? O hĂ‚lde) o, gideceği yere, HĂ‚viye cehennemine goturuldu!» derler.
KĂ‚fir muhtazar olduğu vakit, azap melekleri mish (denilen kıldan yapılmış kaba bir elbise) ile gelirler:
«–Bu cesedden kendin ofkeli, AllĂ‚h ’ın da gazabını celbetmiş olarak cık ve AllĂ‚h ’ın azĂ‚bına koş!» derler.
Bunun uzerine, cesedden, en kotu bir cîfe kokusuyla cıkar. Melekler onu arzın kapısına getirirler. Orada:
«–Bu koku ne kadar da pis!» derler. Sonunda onu kĂ‚fir ruhların yanına getirirler.” (NesĂ‚î, CenĂ‚iz, 9)
Ahirette Gafillerin Akıbeti Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle haber verir:
“KıyĂ‚met gununde Âdemoğlu Ă‚deta bir kuzu gibi getirilip AllĂ‚h ’ın huzûrunda durdurulacak ve Allah TeĂ‚lĂ‚ ona şoyle buyuracak:
«–Sana bolca nîmet verdim, mulk verdim, bu kadar lûtuf ve ihsanda bulundum. Buna karşılık sen ne yaptın?»
«–YĂ‚ Rabbi biriktirdim, artırdım, olduğundan daha fazla bir hĂ‚lde geride bıraktım. Beni (dunyĂ‚ya) geri gonder de onu Sana getireyim.» diyecek. Allah TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyuracak:
«–Haydi bana onceden Ă‚hirete gonderdiklerini goster.»
«–YĂ‚ Rabbi onları biriktirdim, artırdım, olduğundan daha fazla bir hĂ‚lde geride bıraktım. Beni (dunyĂ‚ya) geri gonder de onu Sana getireyim.» diyecek.
ZîrĂ‚ bu kul, onceden hicbir hayır gondermemiştir. İşte bu sebeple de cehenneme atılacaktır.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 6/2427)
İşte dunyĂ‚ hayĂ‚tında boyle bir gaflet icinde omrunu tuketip, Ă‚hiret icin hazırlıkta bulunmayanlar hazin bir Ă‚kıbete uğrayacaklardır. Bunu CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle haber vermektedir:
“Kimin de kitĂ‚bı arkasından verilirse, derhĂ‚l yok olmayı isteyecek; alevli ateşe girecektir. ZîrĂ‚ o, (dunyĂ‚da) Ă‚ilesi icinde (mal-mulk sebebiyle) şımarmıştı. O, hĂ‚linin hicbir zaman değişmeyeceğini ve Rabbinin huzûrunda hesĂ‚ba cekilmeyeceğini sanmıştı.” (el-İnşikĂ‚k, 10-14)
DunyĂ‚da servetine, mevkiine, kuvvetine guvenerek şımaranların dûcĂ‚r olduğu fecî sona diğer bir misĂ‚l de KĂ‚run ’dur. CenĂ‚b-ı Hak, onun ibret dolu kıssasını Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle bildirmektedir:
“KĂ‚run, MûsĂ‚ ’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona oyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını guclu kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şoyle demişti: Şımarma! Bil ki AllĂ‚h şımarıkları sevmez. AllĂ‚h ’ın sana verdiğinden (O ’nun yolunda harcayarak) Ă‚hiret yurdunu iste; ama dunyadan da nasîbini unutma. AllĂ‚h ’ın sana ihsĂ‚n ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryuzunde bozgunculuğu arzulama. Şuphesiz ki AllĂ‚h, bozguncuları sevmez.
KĂ‚run ise: «–O (servet) bana ancak kendimdeki bilgi sĂ‚yesinde verildi.» demişti. Bilmiyor muydu ki AllĂ‚h, kendinden onceki nesillerden, ondan daha guclu, ondan daha cok taraftarı olan kimseleri helĂ‚k etmişti. GunahkĂ‚rlardan gunahları sorulmaz (AllĂ‚h onların hepsini bilir).
Derken KĂ‚run, ihtişĂ‚mı icinde kavminin karşısına cıktı. DunyĂ‚ hayatını arzulayanlar: «–Keşke KĂ‚run ’a verilenin bir benzeri bize de verilseydi; doğrusu o cok şanslı!» dediler.
Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise şoyle dediler: «–Yazıklar olsun size! ÎmĂ‚n edip sĂ‚lih ameller işleyenler icin AllĂ‚h ’ın mukĂ‚fĂ‚tı daha ustundur. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.»
NihĂ‚yet Biz, onu da, sarayını da yerin dibine gecirdik. Artık AllĂ‚h ’a karşı kendisine yardım edecek avenesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.” (el-Kasas, 76-81)
KĂ‚run ’un hĂ‚li, dunyĂ‚ uzerinde servetine ve gucune guvenerek şımaran ve bir gun oleceğini hatırına getirmeyen gĂ‚fillerin Ă‚kıbetine bĂ‚riz bir misaldir.
Kıyamet Gunu Rabbimiz ’i Gorebilecek Miyiz? Bir gun Peygamber Efendimiz ’e:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! KıyĂ‚met gunu Rabbimiz ’i gorebilecek miyiz?” diye sordular. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bulutsuz bir gunde, oğle vaktinde Guneş ’i gorebilmek icin hic izdiham yaşıyor musunuz?” diye sordu. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“–Hayır!” deyince:
“–Bulutsuz bir gecede ayı gorebilmek icin birbirinizi itip kakar mısınız?” diye tekrar sordu. AshĂ‚b yine:
“–Hayır yĂ‚ RasûlĂ‚llah!” deyince şoyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan ZĂ‚t-ı ZulcelĂ‚l ’e yemin olsun ki, Rabbiniz ’i gorme husûsunda da hicbir itişip kakışmanız olmayacak. Tıpkı Guneş ve Ay ’ı gormede itişip kakışmanız olmadığı gibi. Boylece kul, Rabbiyle karşı karşıya gelecek. Allah TeĂ‚lĂ‚:
«–Ey filĂ‚n! Ben sana ikrĂ‚m etmedim mi? Seni efendi yapmadım mı? Sana zevce vermedim mi? Atı, deveyi sana musahhar kılmadım mı (hizmetine vermedim mi)? Reislik yapmana, ganimet malından dortte bir almana musĂ‚ade etmedim mi?» diye sorar. Kul:
«–Evet ey Rabbim!» der. Allah TeĂ‚lĂ‚:
«–Peki Ben ’imle karşılaşacağını hic duşunmedin mi?» buyurur. Kul bu soruya:
«–Hayır yĂ‚ Rabbi!» karşılığını verir. Hak TeĂ‚lĂ‚ da:
«–Oyleyse şimdi de Ben seni unutuyorum. Tıpkı (dunyĂ‚da) senin Ben ’i unuttuğun gibi!» buyurur.
Sonra ikinci kul AllĂ‚h ’ın karşısına cıkar. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona da aynı şeyleri soyler. Sonra ucuncuye de aynısını soyler. Kul, (her seferinde Rabbinin soylediklerini tasdîk mecbûriyetinde kalarak): «Evet, ey Rabbim!» der. Allah TeĂ‚lĂ‚ da:
«–Benimle karşılaşacağını hic aklından gecirdin mi?» diye sorar. Kul:
«–Ey Rabbim, Sana, kitaplarına ve peygamberlerine inandım. Namaz kıldım, oruc tuttum, sadaka verdim!» der ve elinden geldiğince (Hak TeĂ‚lĂ‚ hakkında) guzel medh u senĂ‚larda bulunur. AllĂ‚h -celle celĂ‚luhû-:
«–Dur oyleyse! Şimdi senin aleyhine bir şĂ‚hit gonderilecek!» der. Kul kendi kendine:
«–Benim aleyhime şĂ‚hitlik yapacak da kim?» diye duşunur. Kulun ağzı muhurlenir. Uyluğuna, etine ve kemiklerine: «Haydi konuşun!» denir. Uyluğu, eti ve kemikleri konuşup, onun yaptığı her şeyi anlatır. Bu, ona, ileri surebileceği bir ozur bırakmamak icindir. Bu kimse, AllĂ‚h ’ın gazabına uğrayan munĂ‚fıktır.” (Muslim, Zuhd, 16)
Butun Ă‚zĂ‚ların ve yeryuzunun şĂ‚hitlik yapacağı bir mahkemede kul, gunahlarını nasıl gizleyebilir ki? Bu yuzden orada mahcûb olmamak icin, hayatımızı cok titiz yaşamamız lĂ‚zımdır.
Kabirde Mumin ile Kafir veya Munafıkların Durumu RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- buyurdular ki:
“Kul kabrine konulup, yakınları da ondan ayrılınca -ki o, geri donenlerin ayak seslerini işitir- kendisine iki melek gelir. Onu oturtup:
«–Muhammed -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- hakkında ne duşunuyordun?» diye sorarlar. Mu ’min kimse bu soruya:
«–ŞehĂ‚det ederim ki, O, AllĂ‚h ’ın kulu ve elcisidir!» diye cevap verir. Ona:
«–Cehennemdeki yerine bak! AllĂ‚h orayı cennette bir mekĂ‚na tebdîl etti.» denilir. (Adam bakar) her ikisini de gorur. AllĂ‚h da ona, kabrinden cennete bakan bir pencere acar.
Eğer olen kĂ‚fir veya munĂ‚fık ise (meleklerin sorusuna):
«–(Sorduğunuz zĂ‚tı) bilmiyorum. Ben de herkesin soylediğini soyluyordum!» diye cevap verir. Kendisine:
«–Anlamadın ve tĂ‚bî olmadın!» denilir. Sonra kulaklarının arasına demirden bir sopa ile vurulur. (Sopanın acısıyla) oyle bir cığlık atar ki, onu insan ve cinler Ă‚lemi hĂ‚ricinde ona yakın olan butun varlıklar işitir.” (BuhĂ‚rî, CenĂ‚iz, 68, 87; Muslim, Cennet, 70)
Allah ’ın Kabul Ettiği Tesbih Hazret-i DĂ‚vûd ’un oğlu Suleyman -aleyhisselĂ‚m- toprak suren bir ciftcinin yanından gecmişti. Ciftci:
“–Şuphesiz DĂ‚vûd Ă‚ilesine buyuk bir saltanat verilmiştir!” dedi.
RuzgĂ‚r bu sesi Suleyman -aleyhisselĂ‚m- ’ın kulağına iletti. Suleyman -aleyhisselĂ‚m- hemen bineğinden indi ve yuruyerek ciftcinin yanına vardı:
“–Sana yuruyerek geldim ki guc yetiremeyeceğin bir şeyi temennî etmeyesin!” dedi. Sonra da sozlerine devĂ‚m ederek:
“–Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kabul buyurduğu bir tesbîh, DĂ‚vûd Ă‚ilesine verilen mulk ve saltanattan muhakkak daha hayırlıdır.” buyurdu.[2]
Hakîkaten bu fĂ‚nî Ă‚lemde ihlĂ‚s ile yapılan sĂ‚lih ameller, ebediyet Ă‚lemindeki saĂ‚det sermĂ‚yemiz olacaktır. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan korkun ve herkes, yarına ne hazırladığına baksın. Allah ’tan korkun, cunku AllĂ‚h, yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Haşr, 18)
Olumden Kacış Yok Olumden kacış mumkun değildir. Tek cĂ‚re ona hazırlanmaktır. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-, gayret-i dîniyyesi pek şiddetli ve nĂ‚musuna da cok duşkun biriydi. Evden cıktığı zaman kapıyı iyice kapatır, donunceye kadar da kimse oraya giremezdi. Bir gun yine evinden cıkıp kapısını kapattı… DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m- geri donduğunde evin ortasında duran bir adam gordu. Ona:
«–Sen kimsin?» diye sordu. O da:
«–Ben, o kimseyim ki, krallardan korkmam ve perdeler (engeller) bana mĂ‚nî olamaz.» dedi. Bunun uzerine DĂ‚vûd -aleyhisselĂ‚m-:
«–Oyleyse, vallĂ‚hi sen olum meleğisin. AllĂ‚h ’ın emriyle hoş geldin.» dedi.
Bir muddet sonra da rûhu kabzolundu…” (Ahmed, II, 419)
İşte, her an olume hazır olanların, AzrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m- ’ı karşılaması…
Merhum Necip FĂ‚zıl ne guzel soyler:
O demde ki perdeler kalkar, perdeler iner,
AzrĂ‚il ’e hoş geldin diyebilmekte huner…
Bir Malda Uc Ortak Vardır Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın bahşettiği nîmetleri, elde imkĂ‚n varken Ă‚hirete gondermeli, kıyĂ‚metin o “zor ve belĂ‚lı gunu” icin hazırlık yapmalıdır. Ebû Zer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın şu hikmetli sozleri, olum ve otesine hazırlanmanın luzûmunu ve yolunu ne guzel hulĂ‚sa etmektedir:
“Bir malda uc ortak vardır. Birincisi mal sĂ‚hibi, yĂ‚ni sen, ikincisi kaderdir. O, hayır mı, yoksa felĂ‚ket ve olum gibi şer mi getireceğini sana sormaz. Ucuncusu mîrascıdır. O da bir an once başını yere koymanı (yĂ‚ni olmeni) bekler, olunce malını alır goturur, sen de hesĂ‚bını verirsin. Eğer gucun yeterse sen bu uc ortağın en Ă‚cizi olma!
Allah TeĂ‚lĂ‚: «Sevdiğiniz şeylerden infĂ‚k etmedikce birre (hayrın kemĂ‚line) eremezsiniz…» (Âl-i İmrĂ‚n, 92) buyuruyor. İşte benim en sevdiğim malım şu devemdir, (Ă‚hirette karşıma cıkması icin) onu kendimden once gonderiyor (sadaka olarak veriyor)um.” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 163)
Paramı Ahirete Gonderdim Osmanlı doneminde Ucbaş Nûreddin Hamza Efendi[3] diye meşhur bir Ă‚lim varmış. Parasını harcamaya kıyamayıp biriktirirmiş. Ata binmez, eski elbise ve ayakkabı ile yetinir, boylece malından tasarruf edermiş. Bu sebeple halk arasında “Paracı Hoca” olarak tanınırmış.
Bu hocaefendi, biriktirdiği para ile FĂ‚tih Karagumruk ’te once Ucbaş Medresesi ’ni, daha sonra da Ucbaş Mescidi ’ni yaptırmış. Âlimlerin ve fukarĂ‚nın kalması icin odalar yaptırarak bunlar icin pek cok vakıflar tahsis etmiş. Bunu duyan tanıdıkları şaşırmışlar ve:
“–Hocam sen parayı bu kadar cok sevdiğin hĂ‚lde harcamaya nasıl kıydın?” diye takılmışlar. Hocaefendi de şu mĂ‚nidar ve nukteli cevĂ‚bı vermiş:
“–Kıymetli dostlarım! Sizler haklısınız. Ben parayı cok severim. Bunun icin de paramın dunyĂ‚da kalmasına gonlum rĂ‚zı olmadı. Onu kendimden once Ă‚hirete gonderdim.”
Bugun Amel İşleme Gunudur Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
“DunyĂ‚ arkasını donmuş gidiyor. Âhiret ise yuzunu donmuş geliyor. Her birinin kendine has evlĂ‚tları (tĂ‚lipleri) vardır. Siz Ă‚hiretin evlĂ‚tları olun, dunyĂ‚nın evlĂ‚tlarından olmayın! Bugun amel işleme gunudur, hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, amel işleme imkĂ‚nı yoktur.” (BuhĂ‚rî, Rikàk, 4)
Tıpkı imtihan salonundan cıkan bir talebenin, artık imtihan sorularına cevap yazamayacağı, notunu artıramayacağı gibi…
BĂ‚zı Hak dostları, Hazret-i Ali ’nin bu sozunden istifĂ‚deyle şoyle demişlerdir:
“DunyĂ‚ arkasını donmuş gidiyor, Ă‚hiret ise bize doğru yonelmiş geliyor. Hayret o kimseye ki arkasını donup gidene yoneliyor da, kendisine doğru gelene sırt cevirip onunla meşgul olmuyor.”
Sizin En Hayırlınız Ebu ’d-DerdĂ‚ -radıyallĂ‚hu anh- şoyle derdi:
“Sizin, insanı eğlendiren nîmetlere dalarak, gizli bir şehvete kapılmanızdan korkuyorum. Bu şehvet, ilim bakımından ac kaldığınız hĂ‚lde mîdenizi yemekle iyice doldurduğunuz zaman ortaya cıkar. Sizin en hayırlınız, arkadaşına şu nasihati yapandır:
«–Haydi gel, olmeden evvel oruc tutalım.»
En hayırsızınız da dostuna şoyle diyendir:
«–Gel de olmeden once eğlenelim, yiyip icelim, hayĂ‚tın tadını cıkaralım...»” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 218)
Hz. Yusuf ’un (a.s.) Olum Endişesi SufyĂ‚n-ı Sevrî Hazretleri ’nin genc yaşta beli bukulmuştu. Sebebini soranlara şoyle derdi:
“–Kendisinden ilim tahsil ettiğim bir hocam vardı. VefĂ‚tı esnĂ‚sında ona telkînde bulunduğum hĂ‚lde bir turlu kelîme-i tevhîdi soyleyemedi. İşte bu hĂ‚li gormek, benim belimi buktu.”
Son nefes husûsunda peygamberler hĂ‚ricinde hic kimse emniyette değildir. HĂ‚ttĂ‚ Yûsuf -aleyhisselĂ‚m- ’ın CenĂ‚b-ı Hakk ’a:
“…(Ey AllĂ‚h ’ım!) Benim cĂ‚nımı Musluman olarak al ve beni sĂ‚lihler zumresine ilhĂ‚k eyle!” (Yûsuf, 101) diye ilticĂ‚ etmesi, peygamberlerin bile son nefes endişesi taşıdıklarını ifĂ‚de etmektedir. Bu sebeple mu ’min, havf ve recĂ‚ duyguları arasında surekli calışmalı, Ă‚hiret azığı biriktirmelidir.
Mezarlığa Bakarken İbret Alın Şakîk-i Belhî, bir mezarlığın kenarından gecerken ibretle baktı ve yanındakilere:
“–Buradakilerin coğu dunyĂ‚da iken aldandıklarının farkına vardılar...” dedi.
“–Nicin?” diye sordular. Şoyle cevap verdi:
“–Onlar hayattayken malım var, mulkum var, evim var, bineğim var, akrabam var, bağım-bahcem var zannetmezler miydi? Ama şimdi siz de goruyorsunuz ki oyle değilmiş!..”
Olum ve Ahiret İcin Hazırlık Hak dostu Rebî bin Haysem ’in şu hĂ‚li, sık sık nefs muhĂ‚sebesine girerek olum ve Ă‚hiret icin hazırlık yapmak husûsunda cĂ‚lib-i dikkat bir misaldir:
Rebî bin Haysem Hazretleri, bahcesine bir mezar kazmıştı. Kalbinin katılaştığını hissettiği zamanlarda bu kabre girer, bir muddet orada kalırdı. Gun gelip dunyĂ‚ya vedĂ‚ edeceğini ve mezarda bir istiğfar ve sadakaya muhtac vaziyette kalacağını tefekkur eder, Ă‚hiretteki hesĂ‚bını duşunerek bir muhĂ‚sebe iklîmine girerdi. Daha sonra:
“NihĂ‚yet onlardan birine olum gelip cattığında: «Rabbim! Beni geri gonder; tĂ‚ ki boşa gecirdiğim dunyĂ‚da sĂ‚lih ameller işleyeyim.» der…” (el-Mu ’minûn, 99-100) Ă‚yetlerini okurdu. Mezardan cıkınca da kendi kendine:
“–Ey Rebî! Bak, bugun geri cevrildin. Bu talebinin kabûl edilmeyeceği, dunyĂ‚ya geri gonderilmeyeceğin bir vakit de gelecektir. Şimdiden tedbirini al ve sĂ‚lih amellerini, AllĂ‚h yolundaki gayretlerini ve Ă‚hiret hazırlıklarını ziyĂ‚deleştir.” derdi.
İmĂ‚m GazĂ‚lî ’nin Nasîhatleri İmĂ‚m GazĂ‚lî Hazretleri ’nin şu nasîhatleri ne guzeldir:
“Her mu ’min, sabah namazını kıldıktan sonra ve gune başlamadan evvel, bir sure nefsi ile başbaşa kalıp, onunla bĂ‚zı sozleşmeler yapmalı ve birtakım şartlar uzerinde anlaşmalıdır. Nitekim bir tuccar da sermĂ‚yesini ortağına teslîm etmek durumundaysa onunla boyle sozleşme yapar. Bu arada ona bĂ‚zı îkazlarda bulunmayı da ihmĂ‚l etmez. İnsan da nefsine şu îkaz ve telkinlerde bulunmalıdır:
«–Benim sermĂ‚yem omrumdur. Omrum gidince anaparam da gider ve artık kĂ‚r ve kazanc son bulur. Fakat bu başlayan gun, yeni bir gundur. Allah TeĂ‚lĂ‚ bugun de bana musĂ‚ade ederek ikramda bulundu. Eğer beni oldurseydi, elbette bir gunluğune de olsa geri gonderilip burada devamlı sĂ‚lih ameller ve ceşitli hayırlarda bulunmayı temennî edecektim. Şimdi kabûl et ki olduruldun ve geri cevrildin. O hĂ‚lde bugun gunah ve mĂ‚sıyete kat ’iyyen yaklaşma ve sakın ola ki bugunun bir Ă‚nını bile boşa gecirme. ZîrĂ‚ her nefes, paha bicilemeyen bir nîmettir.
İyi bil ki bir gun, gece ve gunduzuyle yirmi dort saattir. KıyĂ‚met gunu insanoğlunun onune her gun icin yirmi dort tĂ‚ne kapalı kutu getirilir. Kutunun birini acıp, o saatte yaptığı amellerin mukĂ‚fĂ‚tı olarak, icinin nûr ile dolu olduğunu gorunce, AllĂ‚h ’ın lûtfedeceği mukĂ‚fĂ‚tı duşunerek kul oyle sevinir ki, bu sevinci cehennem halkı arasında paylaştırılsa, cehennemin acısını duymaz olurlardı. İkinci kutuyu actığında, bundan karanlık ve pis kokular cıkar ki, bu da isyĂ‚n ile gecirdiği saattir. Buna da oyle uzulur ki, eğer bu uzuntu cennet halkına dağıtılsaydı, kederlerinden cennetin zevkini alamazlardı. Ucuncu bir kutu daha acılır ki, ici tamĂ‚men boştur. Bu da uyku veya mubah şeylerle gecirdiği saattir. Fakat kucuk bir hayrın ecrine dahî şiddetle ihtiyac duyulan o gunde, imkĂ‚nı olduğu hĂ‚lde buyuk bir kazancı kaybeden tuccarın hasreti gibi ve hattĂ‚ cok daha fazla nedĂ‚met ateşiyle yanar ve o saati boşa gecirmesinin acısıyla kıvranır durur.
O hĂ‚lde; ey nefsim! Fırsat eldeyken sandığını iyi doldur, sakın boş bırakma. Tembelliğe duşme, yoksa yuksek derecelerden duşersin!»”
Son Nefes Endişesi ZĂ‚hirî ve bĂ‚tınî ilimlerin zirvesine ulaşmış olan HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî Hazretleri de omrunu son nefes endişesi icinde gecirmiştir. MektûbĂ‚t ’ında şu cumlelere yer verir:
“…Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya yemin ederim ki, annem beni doğurduktan bugune kadar, AllĂ‚h katında makbûl ve mûteber olup hesĂ‚bı sorulmayacak bir tek hayır işlediğime inanmıyorum. (LĂ‚kin Rabbimin rahmetine sığınıyorum.) Eğer kendi nefsini butun hayır işlerde iflĂ‚s etmiş olarak gormuyorsan, bu, cehĂ‚letin en son noktasıdır…”[4]
Hazret ’in bir dostuna gonderdiği mektubunda yer alan şu ifĂ‚deler de, onun son nefese hazırlık husûsundaki endişesinin bir yansımasıdır:
“…Son nefeste lĂ‚zım olacak şeyle meşgul olmanızı, Sunnet-i Seniyye ’ye uygun amel işlemenizi, fĂ‚nî dunyĂ‚nın aldatıcı guzelliklerine iltifat etmemenizi, (kendini kastederek) bu fakir kulu da tevfîk ve husn-i hĂ‚time (yĂ‚ni AllĂ‚h ’ın istediği gibi yaşayıp îmanla guzel bir şekilde olebilme) duĂ‚sından unutmamanızı dilerim.” (MektûbĂ‚t-ı MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid, s. 175)
İşte buyuk Hak dostları hicbir zaman amellerine guvenmeyip son nefes husûsunda dĂ‚imĂ‚ AllĂ‚h ’ın rahmet ve mağfiretine ilticĂ‚ etmişlerdir. O hĂ‚lde bizim de ilmimize ve amellerimize guvenmeden, CenĂ‚b-ı Hak ’tan dĂ‚imĂ‚ husn-i hĂ‚time istememiz lĂ‚zımdır.
İbretli Bir Nukte DukkĂ‚nı şehrin cıkış kapısında bulunan bir bakkal vardı. O kapıdan ne zaman bir cenĂ‚ze cıksa yanında bulundurduğu testiye bir meyve cekirdeği atar ve bir ay sonra da onları sayarak:
“–Bu ay şu kadar kişi testiye duştu!” derdi.
Bir gun o da oldu. Epey bir zaman gecmişti ki, olumunden habersiz bir dostu kendisini ziyĂ‚rete geldi. Onu goremeyince komşularına sordu.
“–Burada oturan bakkala ne oldu?”
Dediler ki:
“–O da testiye duştu!..”
Ne kadar ibretli bir nukte… Unutmayalım ki nihĂ‚yetinde herkes ecel testisine duşecektir. Fakat insanoğlu umûmiyetle cevresindeki insanların birer birer dĂ‚r-ı bekàya goc ettiklerini seyreder de, yine de gaflet sebebiyle kendini olumden uzak gorur…
Yavuz Sultan Selîm ve Hasan Can Yavuz Sultan Selîm HĂ‚n ’ın nedîmi Hasan Can şoyle anlatır:
“Yavuz ’un sırtında şîrpence adı verilen bir cıban cıkmıştı. Cıban, kısa zamanda buyudu, bir delik hĂ‚line geldi. Oyle ki, yaranın icinden Yavuz ’un ciğerini goruyorduk. Kendisi cok muzdaripti. Âdeta yaralı bir arslan gibiydi. Acziyeti bir turlu kabullenemiyor, cengĂ‚verlerine taktik ve tĂ‚limat vermeye devĂ‚m ediyordu. Yanına yaklaştım. Bana kendi hĂ‚lini kastederek:
«–Hasan Can, bu ne hĂ‚ldir?» dedi.
Ben de, artık fĂ‚nî yolculuğun sonuna gelmiş, bĂ‚kî hayĂ‚tın başına ulaşmış olduğunu sezdiğim icin gonlumu şimdiden yakan ayrılık huznuyle:
«–PĂ‚dişĂ‚hım, artık Allah TeĂ‚lĂ‚ ile beraber olma zamanınız herhĂ‚lde geldi!» dedim.
Koca sultan dondu, yuzume hayretle baktı:
«–Hasan, Hasan! Sen beni bu Ă‚na kadar kiminle beraber zannederdin?.. CenĂ‚b-ı Hakk ’a teveccuhumde bir kusûr mu muşĂ‚hede eyledin?» dedi.
Bu sozler karşısında mahcûb olarak:
«–HĂ‚şĂ‚ Sultanım! Oyle demek istemedim. SĂ‚dece icinde bulunduğunuz zamanın diğerlerinden farklı olduğunu beyĂ‚n icin ihtiyaten buna cur ’et edebildim.» dedim.
Koca Sultan, artık bambaşka Ă‚lemlere dalmış vaziyette bana son hitĂ‚bı olarak:
«–Hasan! Sûre-i YĂ‚sîn ’i oku!» dedi.
Nemli gozlerle tilĂ‚vete başladım. «SelĂ‚m» Ă‚yetine geldiğim zaman muazzez rûhunu Rabbine teslîm etti.”
Hayatlarında AllĂ‚h ile beraber olmayanlar, ekseriyetle son nefeslerinde bu nîmete mazhar olamazlar. Bu yuzden, guzel bir olum icin hayĂ‚tı gĂ‚yeli kullanmak zarûrîdir.
İman ile Gocebilmek Sultan 2. Murad HĂ‚n, rahatını değil, AllĂ‚h rızĂ‚sını duşunen bir şahsiyetti. Bu uğurda hayĂ‚tını fedĂ‚dan cekinmeyecek derecede metîn irĂ‚deli ve azimkĂ‚r idi. En buyuk kaygısı, son nefesini îmĂ‚n ile verebilmek, mahşer gunu AllĂ‚h ’ın huzûruna alnı acık ve gunahtan pĂ‚k bir şekilde cıkabilmekti. Nitekim oğlunu ve kızlarını evlendirdikten sonra veziri Candarlı İbrahim Paşa ’ya:
“–Ey Candarlı! Hamd olsun, bu dunyĂ‚da evlĂ‚da karşı vazîfelerimizi de Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın izniyle yerine getirdik. Gayri geriye îmĂ‚n ile gocebilmek kaldı...” demişti.
Kıble Ne Tarafta? Canakkale MuhĂ‚rebeleri ’nde buyuk muvaffakıyetler sergileyen ZĂ‚bit Muzaffer, daha sonra gittiği Doğu Cephesi ’nde de kahramanca savaşıyordu. Kanlı bir carpışma esnĂ‚sında ağır bir şekilde yaralanmıştı. Artık sesinin cıkmadığı ve gozlerinin bile birşey anlatamadığı son anlarında, cebinden bir zarf cıkardı; sonra yerden bir cop parcası alarak yarasından akan kanlara batırıp yazmağa başladı:
“–Kıble ne tarafta?..”
Etrafındakiler, Muzaffer Bey ’in kıbleye donerek rûhunu Rabbine teslîm etmek istediğini anlayıp onun bu arzusunu hemen yerine getirdiler. Olum Ă‚nında, bir yandan yuzu vuslat neş ’esiyle dolan zĂ‚bit, diğer yandan da mukaddes gĂ‚yenin ulvî mudĂ‚faasının kaygısı icerisinde son bir hamleyle kahraman askerlerine şu mesajı verdi:
“–Boluk AllĂ‚h icin cihĂ‚da devĂ‚m etsin; kanım yerde kalmasın!..”
Ucuncu bir mesaj daha yazacaktı ki, omru elvermedi ve muazzez rûhunu şehîden Rabbine teslîm eyledi.
Ne buyuk bir hassĂ‚siyet ki, rûhunu kıbleye karşı teslim edebilmek icin dilinin bir şey anlatamadığı son nefesinde dahî damarından kan cekerek merĂ‚mını ifĂ‚deye calışıyor. İşte AllĂ‚h yolunda harcanan bir omrun son demi de boyle mubĂ‚rek ve mukaddes oluyor.
Sami Efendi ’nin Son Anları Hak dostlarından Mahmûd SĂ‚mi Ramazanoğlu Hazretleri ’nin son nefesteki hĂ‚li de bizler icin guzel bir numûnedir. SĂ‚mi Efendi ki, gonlu Peygamber aşkıyla dolu bir Hak dostu idi. Nasıl bir kimse karda gider de onun ardında izler oluşur; sonra gelen de o izleri tĂ‚kip ederek yolunu bulur; işte SĂ‚mi Efendi de Peygamber Efendimiz ’in izlerini tıpkı boyle bir sadĂ‚katle takip ederek omur surmuştu. Bunun tezĂ‚huru olarak da son nefesini, hayĂ‚tı boyunca izini tĂ‚kip etme aşk ve heyecĂ‚nında olduğu Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in civĂ‚rında ve teheccud ezĂ‚nı okunduğu esnĂ‚da teslîm etmek nasîb oldu. O son demde yanında bulunanlar, lisĂ‚nından cıkan lafızların sĂ‚dece:
“AllĂ‚h, AllĂ‚h, AllĂ‚h!..” olduğunu işitiyorlardı.
Aslında yalnız dili değil, butun hucreleriyle beraber bedeni de, rûhu da dĂ‚imĂ‚ “AllĂ‚h” diyordu...
Son Nefeste İman HĂ‚sılı kulun, husn-i hĂ‚time ile, yĂ‚ni îmĂ‚n ile son nefesini verebilmesi icin oncelikle nefsini tezkiye, kalbini tasfiye etmesi, yĂ‚ni cirkin temĂ‚yullerden temizlenip, yuce hasletlerle muzeyyen hĂ‚le gelmesi ve CenĂ‚b-ı Hakk ’ın esmĂ‚-i husnĂ‚sının (guzel isimlerinin) tecellîlerine nĂ‚il olması gerekmektedir. ZîrĂ‚, bu sûretle kalbin takvĂ‚ kıvĂ‚mına ulaşması, hayat yolculuğunun en kıymetli hidĂ‚yet meş ’alesidir. MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri ’nin şu ifĂ‚deleri de, Ă‚deta tezkiyenin bu mĂ‚hiyetini îzĂ‚h etmektedir:
“Mezar yapmak; ne taşladır, ne tahta ile, ne de kece iledir. Lekesiz bir gonulde, kendi ic temizlik Ă‚leminde, kendine bir mezar kazman îcĂ‚b eder ki, onun icin AllĂ‚h ’ın yuce varlığı onunde kendi iddiĂ‚ ve benliğini yok etmen gerekir.”
Daha sonra da tezkiye olmuş bir nefisle, ibĂ‚det, tĂ‚at, hayır ve infaklarda bulunarak en guzel bir şekilde ebedî Ă‚leme hazırlanmak îcĂ‚b eder.
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak, omrunu amel-i sĂ‚lihlerle tezyîn edip hicbir zaman Rabbini unutmayan kuluna son nefesinde şu guzel mujdeyi verir:
“Şuphesiz, Rabbimiz Allah ’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yuruyenlerin uzerine melekler iner, onlara; «Korkmayın, uzulmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin.» derler.” (Fussilet, 30)
Dipnotlar:
[1] Bkz. Muslim, Cennet, 83; MunĂ‚vî, V, 663.
[2] Bursevî, Rûhu ’l-BeyĂ‚n, İstanbul 1969, VI, 332-333.
[3] Karasu ’ya bağlı Ucbaş koyunde doğduğu icin koyun ismi kendisine lĂ‚kap olmuştur. İlmiye sınıfından ve kadılardandır. 948/1541 tĂ‚rihinde vefĂ‚t etmiştir. HayĂ‚tı ve bu hĂ‚dise hakkında tafsîlĂ‚t icin bkz. TaşkopruzĂ‚de, eş-Şekàiku ’n-Nu‘mĂ‚niyye (thk. A. Suphi Furat), s. 540-541.
[4] HĂ‚lid-i BağdĂ‚dî, MektûbĂ‚t-ı MevlĂ‚nĂ‚ HĂ‚lid, İstanbul 1993, s. 178.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan