İmanda kemale eren mu ’minlerin farik vasfı nedir? Allah korkusu ile ilgili ayet ve hadisler nelerdir? Allah korkusu, havf ve reca ile ilgili ornekler.Îmanda kemĂ‚le eren mu ’minlerin fĂ‚rik vasıflarından biri de onlardaki tĂ‚zîm ve muhabbetten neş ’et eden AllĂ‚h korkusudur. EsĂ‚sen AllĂ‚h korkusu; Rabbimiz ’in biz kullarına olan nihĂ‚yetsiz muhabbetini, rızĂ‚ ve hoşnutluğunu kaybetme korku ve endişesidir. Bu yuzden, îmanda kemĂ‚le eren mu ’minlerin buyuk bir teyakkuz icindeki kalpleri, AllĂ‚h zikredildiği zaman buyuk bir haşyetle urperip titrer. Bu hĂ‚l, mu ’minlerin AllĂ‚h ’a karşı sĂ‚hip olmaları gereken edep, ihlĂ‚s ve takvĂ‚ gibi yuksek hĂ‚lleri de beraberinde getirir.
ALLAH KORKUSU İLE İLGİLİ AYET VE HADİSLER CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Mu ’minler ancak, AllĂ‚h zikredildiği zaman yurekleri titreyen, kendilerine AllĂ‚h ’ın Ă‚yetleri okunduğunda îmanlarını artıran ve yalnız Rab ’lerine dayanıp guvenen kimselerdir.” (el-EnfĂ‚l, 2)
“...(Ey Nebî!) O mutevĂ‚zı, itaatkĂ‚r ve samîmî insanları mujdele! Onlar ki AllĂ‚h anıldığı zaman kalpleri titrer…” (el-Hac, 34-35)
Bir kimsenin AllĂ‚h hakkındaki bilgi, mĂ‚rifet ve muhabbeti ziyĂ‚deleştikce, AllĂ‚h korkusu da o nisbette artar. Nitekim Fahr-i KĂ‚inĂ‚t -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“Ben AllĂ‚h ’ı en iyi bileniniz ve O ’ndan en cok korkanınızım.” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, Edeb, 72; Muslim, FedĂ‚il, 127)
Yine bir gun RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz ’e:
“–Kur ’Ă‚n tilĂ‚veti icin hangi ses ve kıraat daha guzeldir?” diye sorulmuştu. Allah Rasûlu şu cevĂ‚bı verdi:
“–Kur ’Ă‚n okuyuşunu duyduğunda Allah ’tan korktuğunu hissettiğin kimsenin sesi ve kıraatidir.” (DĂ‚rimî, FedĂ‚ilu ’l-Kur ’Ă‚n, 34)
Allah ’tan hakkıyla korkanlar, başka hicbir şey karşısında korku duymazlar. AllĂ‚h korkusu, kalplerin saĂ‚det ışığıdır.
Rab ’lerinden korkan mu ’minler, AllĂ‚h ’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah ’tan rĂ‚zı olduğu kimselerdir.[1] CenĂ‚b-ı Hak boyle kullarına, iki cennet vaad etmektedir.[2]
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurur:
“Sinek başı kadar bile olsa, gozunden AllĂ‚h korkusuyla yaş cıkan ve bu yaşı yanaklarına değecek kadar akan hicbir mu ’min yoktur ki, AllĂ‚h onu (ebed&#238 ateşe harĂ‚m etmesin!” (İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 19)
“AllĂ‚h korkusu sebebiyle ağlayan kişi, (sağılan) sut memeye donmedikce cehenneme girmeyecektir. AllĂ‚h yolunda kaldırılan toz ile cehennem dumanı aslĂ‚ bir araya gelmez.” (Tirmizî, Zuhd, 8/2311)
“AllĂ‚h katında iki damla ve iki izden daha sevimli bir şey yoktur: İki damla; haşyetullĂ‚h sebebiyle akan gozyaşı ile AllĂ‚h yolunda akıtılan kan damlasıdır. İki iz de; AllĂ‚h yolunda (cihĂ‚d ederken) bırakılan iz ile AllĂ‚h ’ın farzlarından birini edĂ‚ esnĂ‚sında bırakılan izdir.” (Tirmizî, FedĂ‚ilu ’l-CihĂ‚d, 26/1669)
Mu ’minlerin AllĂ‚h korkusuyla doktukleri gozyaşları, fĂ‚nî gecelerin ziyneti, kabir karanlıklarının kandilleri, cennet bahcelerinin şebnemleridir. CenĂ‚b-ı Hak, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’in hikmet ve esrĂ‚rı karşısında duygulanmayan yurekten ve AllĂ‚h korkusuyla yaşarmayan gozden cumlemizi muhĂ‚faza buyursun.
ZîrĂ‚ Allah TeĂ‚lĂ‚, haşyetullĂ‚htan mahrûm olan katı kalpli kimseleri zemmederek şoyle buyurmaktadır:
“...(Ne var ki) bunlardan sonra yine kalpleriniz katılaştı. Artık kalpleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Cunku taşlardan oylesi var ki, icinden ırmaklar kaynar. Oylesi de var ki, yarılır da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da AllĂ‚h korkusuyla yukarıdan aşağı yuvarlanır. AllĂ‚h yapmakta olduklarınızdan gĂ‚fil değildir.” (el-Bakara, 74)
Habîb-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“AllĂ‚h ’ım, faydasız ilimden, korkmayan kalpten, doymayan nefisten ve icĂ‚bet edilmeyen duĂ‚dan Sana sığınırım.” niyĂ‚zıyla bu hĂ‚lden Rabbine ilticĂ‚ etmiştir. (Muslim, Zikir, 73)
Allah ’tan korkmayan kimse, hayvanĂ‚ttan ve cemĂ‚dĂ‚ttan daha aşağı seviyededir. Nitekim atalarımız, “Kork, Allah ’tan korkmayandan!” demişlerdir. Hakîkaten onların Ă‚kıbeti korkulacak bir Ă‚kıbettir. ZîrĂ‚ onlardaki kalp katılığı, gaflet karanlığı ve hissizlik, cansız varlıklarda bile yoktur.
Nitekim pek cok ilĂ‚hî beyĂ‚na gore cansız zannedilen varlıklar bile AllĂ‚h korkusu ile hĂ‚lden hĂ‚le girmektedir. Bu gerceği ifĂ‚de eden bir Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Biz bu Kur ’Ă‚n ’ı bir dağa indirseydik AllĂ‚h korkusundan onu baş eğmiş, parca parca olmuş gorurdun. Bu misalleri insanlara duşunsunler diye veriyoruz.” (el-Haşr, 21)[3]
Mu ’minlerin kalbinde, AllĂ‚h ’ın rızĂ‚ ve muhabbetinden mahrum kalıp gazabına dûcĂ‚r olma korkusuyla; O ’nun sonsuz rahmet ve merhametine nĂ‚il olabilme umîdi dĂ‚imĂ‚ bir arada bulunmalıdır. YĂ‚ni mu ’minin kalbi, korku ile umit kutupları arasında kulluk heyecĂ‚nı icinde titremelidir. Korku ile umit duyguları arasındaki bu muvĂ‚zene; “beyne ’l-havfi ve ’r-recĂ‚” şeklinde tĂ‚bir olunmuştur. Mu ’min, dĂ‚imî bir duĂ‚, hiclik ve ilticĂ‚ hĂ‚linde bulunup, yakîn (olum) gelinceye kadar bu kalbî Ă‚hengi muhĂ‚faza etmelidir. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“...AllĂ‚h ’a, korkarak ve (rahmetini) umîd ederek duĂ‚ edin. Muhakkak ki ihsan sĂ‚hiplerine AllĂ‚h ’ın rahmeti cok yakındır.” (el-A ’rĂ‚f, 56)
“...O ’nun rahmetini umarlar ve azĂ‚bından korkarlar. Cunku Rabbinin azĂ‚bı, sakınılacak bir azaptır.” (el-İsrĂ‚, 57)
Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurmuştur:
“Eğer mu ’min, AllĂ‚h ’ın azĂ‚bının şiddet ve keyfiyetini bilseydi, cennet umîdine kapılmazdı. KĂ‚fir de AllĂ‚h ’ın rahmetini tam olarak idrĂ‚k edebilseydi, O ’nun cennetinden aslĂ‚ umîdini kesmezdi.” (Muslim, Tevbe, 23)
“Cennet, her birinize ayakkabısının bağından daha yakındır. Cehennem de aynen oyledir.” (BuhĂ‚rî, Rikàk, 29)
Bu bakımdan, ebedî saĂ‚det ve selĂ‚metin yolu, AllĂ‚h ’a duyulan korku ve umit duygularını kalpte Ă‚henk icinde muhĂ‚faza etmekten gecer. ZîrĂ‚ seven, dĂ‚imĂ‚ sevdiğini incitme korkusuyla ve onun muhabbetini kaybetme endişesi ile yaşar. Mu ’min de AllĂ‚h ’ın muhabbetini kaybetmekten korkmalı, fakat O ’nun rahmetinden de umitvĂ‚r olmalıdır.
ALLAH KORKUSU, HAVF VE RECA HAKKINDA ORNEKLER Hazret-i Enes -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:
“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şu duĂ‚yı cok yapardı:
«Ey kalpleri cekip ceviren AllĂ‚h ’ım! Kalbimi dinin uzerine sĂ‚bit kıl!»
Ben (bir gun kendisine):
«–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Biz Sana ve Sen ’in getirdiklerine inandık. Sen bizim hakkımızda korkuyor musun?” dedim. Bunun uzerine bana şoyle cevap verdi:
“–Evet! Kalpler, RahmĂ‚n ’ın iki parmağı arasındadır. Onları istediği gibi cevirir.” (Tirmizî, Kader, 7/2140)
Yapmakta Oldukları İşleri Kalpleri Urpererek Yapanlar Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- diyor ki:
“Rab ’lerine donecekleri icin yapmakta oldukları işleri kalpleri urpererek yapanlar var ya, işte hayır işlerine koşan ve hattĂ‚ bunun icin yarışanlar onlardır.” (el-Mu ’minûn, 60-61) Ă‚yetleri nĂ‚zil olunca Allah Rasûlu ’ne:
“–Âyette zikredilenler, zinĂ‚, hırsızlık ve icki gibi haramları işleyenler midir?” diye sormuştum. O da:
“–Hayır ey Sıddîk ’ın kızı! Âyette anlatılmak istenenler, namaz kıldığı, oruc tuttuğu ve sadaka verdiği hĂ‚lde, bu ibĂ‚detlerinin kabûl olup olmama endişesiyle korkanlardır.” buyurdu. (Tirmizî, Tefsîr, 23/3175; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 20)
Musluman, amellerine ve yaptığı iyiliklere guvenmemelidir. AllĂ‚h ’ın rahmetine sığınmaktan başka bir cıkar yol yoktur.
Suheyl bin Amr ’ın Hutbesi Suheyl bin Amr, Kureyşlilerin hatîbi idi. Sozun ziyĂ‚desiyle tesirli olduğu bir devirde, devamlı İslĂ‚m aleyhine konuşurdu. Bu zĂ‚t Bedir Gazvesi ’nde esir alındı. Hazret-i Omer:
“–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! MusĂ‚ade buyur, Suheyl ’in on dişlerini sokeyim de dili dışarı sarksın! Bundan sonra hicbir zaman ve hicbir yerde Sen ’in aleyhinde hutbe îrĂ‚d edemesin.” dedi.
Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Bırak onu ey Omer! Ben, onun uzuvlarına boyle bir zarar veremem. ŞĂ‚yet bunu yapacak olursam, peygamber olmama rağmen, AllĂ‚h da aynısını bana yapar. Acele etme, gun gelir o, senin medhedip hoşlanacağın bir makamda konuşma yapar ve seni sevindirir.” buyurdu. (İbn-i HişĂ‚m, II, 293)
Peygamber Efendimiz bu davranışıyla, dĂ‚imĂ‚ Allah ’tan korkup, O ’nun gazabını celbedecek bir davranışta bulunmaktan son derece sakınmak gerektiğini tĂ‚lîm etmiş oldu.
Nitekim Allah Rasûlu ’nun vefĂ‚tından sonra, insanlar arasında irtidat hareketlerinin başgosterdiği bir hengĂ‚mede, Suheyl bin Amr -radıyallĂ‚hu anh-, Allah Rasûlu ’nun haber verdiği o medhe şĂ‚yan konuşmasını yapmıştır. Ezcumle şoyle diyordu:
“…VallĂ‚hi, ben iyi biliyorum ki bu dîn, guneşle ayın doğuşu ve batışı devĂ‚m ettikce, dipdiri ayakta kalacaktır…”
Suheyl bin Amr -radıyallĂ‚hu anh-, hutbesini bitirdiğinde halk teskin oldu. Omer -radıyallĂ‚hu anh-, Hazret-i Suheyl ’in bu konuşmasını işittiğinde, Allah Rasûlu ’nun sozunu hatırladı ve:
“–Sen ’in, AllĂ‚h ’ın Rasûlu olduğuna bir kez daha şehĂ‚det ederim (yĂ‚ RasûlĂ‚llah)!” demekten kendini alamadı. (İbn-i HişĂ‚m, IV, 346; VĂ‚kıdî, I, 107; BelĂ‚zurî, I, 303-304; İbn-i Abdilberr, II, 669-671; HĂ‚kim, III, 318/5228)
Peygamber Efendimizi Sevindiren Hava Durumu Hazret-i Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- ’nın naklettiğine gore, havanın aşırı ruzgarlı olduğu anlarda veya gokyuzunde siyah bir bulut gorulduğunde, Peygamber Efendimiz ’in yuzunun rengi değişir, bĂ‚zen o buluta karşı durur bakar, bĂ‚zen geri doner, eve girer cıkardı. Yağmur yağdığında ise sevinirdi. Bu tavırlarının sebebi sorulduğunda, Âd Kavmi ’ne gelen azĂ‚bın kendi ummetinin başına gelmesinden endişe ettiğini soylerdi. (Muslim, İstiskĂ‚, 14-16)
Efendimiz ’in ummetine olan merhameti, bir anne-babanın evlĂ‚dına duyduğu merhametten daha ziyĂ‚dedir. CenĂ‚b-ı Hak bunu şoyle haber verir:
“Andolsun size kendinizden oyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O ’na cok ağır gelir. O size cok duşkun, mu ’minlere karşı cok şefkatlidir, merhametlidir.” (et-Tevbe, 128)
Allah Rasûlu, hicbir beşerin kendisi kadar korkutulmadığını, ezĂ‚ ve meşakkat gormediğini, aclığa mĂ‚ruz kalmadığını beyĂ‚n etmiştir.[4] Bu meşakkatler, AllĂ‚h ’ın kullarını AllĂ‚h ’ın yoluna dondurme uğruna cekilmişti. Peygamber Efendimiz bundan aslĂ‚ şikĂ‚yetci değildi. O ’na gore bir tek insanın kurtarılması bile, uzerine Guneş ’in doğup battığı her şeyden daha ustundu. TĂ‚if ’te taşlanmış, ayakları kan revĂ‚n icinde kalmıştı, lĂ‚kin bir kolenin hidĂ‚yete ermesi, Allah Rasûlu ’nun gonlunu ferahlatmıştı.
Kim Bir Kotuluk Yaparsa... Ebûbekir Sıddîk -radıyallĂ‚hu anh- şoyle buyurur:
“Ben RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in yanında iken O ’na şu Ă‚yet-i kerîme nĂ‚zil oldu:
«Kim bir kotuluk yaparsa cezĂ‚sını gorur ve Allah ’tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı bulabilir.» (en-NisĂ‚, 123)
Peygamber Efendimiz:
«–Ey Ebûbekir! Bana indirilen bir Ă‚yeti sana okutayım mı?» buyurdu. Ben:
«–Tabiî ki yĂ‚ RasûlĂ‚llah!» dedim.
Bana bu Ă‚yeti okuttu. Sanki belimin kırılıp ayrıldığını hissettim ve oylece kasılıp kaldım. Peygamber -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
«–Neyin var, ne oldu ey Ebûbekir?» diye sordu.
«–Anam babam Sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ RasûlĂ‚llah! Hangimiz kotuluk işlemez ki? Şimdi biz işlediklerimiz yuzunden muhakkak cezĂ‚landırılacak mıyız?» diye uzuntumu ifĂ‚de ettim.
RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şu îzahta bulundu:
«–Ebûbekir! Sen ve mu ’minler, hatĂ‚larınız sebebiyle dunyĂ‚da (bĂ‚zı sıkıntı ve meşakkatlere uğratılarak) cezĂ‚landırılırsınız. Oyle ki sonunda AllĂ‚h ’a gunahsız olarak kavuşursunuz. Diğerlerine gelince onların yaptıkları biriktirilir ve cezĂ‚ları kıyĂ‚met gunu verilir.»” (Tirmizî, Tefsîr, 4/3039)
Hz. Ebubekir ’in Allah Korkusu Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- ’ın AllĂ‚h korkusunu aksettiren şu misal ne kadar ibretlidir:
Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- berrak bir havada dışarı cıkmıştı. SemĂ‚ya bakıyor, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın kullarına ibret icin sergilediği bin bir turlu kudret akışlarını seyrediyordu. Gozu bir kuşa takıldı. Ağacın dalına konmuş, guzel sesiyle tatlı tatlı otuyordu. Hazret-i Ebûbekir icini cekti. Gıpta ve hasretle kuşa şoyle seslendi:
“–Ne mutlu sana ey kuş! VallĂ‚hi ben de senin gibi olmak isterdim. Ağacın uzerine konuyorsun, meyvelerinden yiyorsun, sonra da ucup gidiyorsun. Ne hesap var ne de azap!
VallĂ‚hi Rabbimin huzûrunda hesĂ‚ba cekilecek bir insan olmaktansa, yolun kenarında bir ağac olmayı, bir devenin gelip beni ağzına alarak ezmesini ve yiyip yutmasını ne kadar isterdim!” (İbn-i Ebî Şeybe, VIII, 144)
Hz. Ebubekir ’in Tefekkuru Yine Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- bir gun kıyĂ‚meti, mîzĂ‚nı, Cennet ’i, Cehennem ’i, meleklerin saf saf dizilmesini, goklerin durulmesini, dağların savrulmasını, guneşin durulmesini, yıldızların sacılmasını hatırladı, bunlar uzerinde tefekkure daldı. Sonra da AllĂ‚h korkusuyla:
“–İsterdim ki, şu yeşillikler gibi bir yeşillik olaydım ve bir hayvan gelip beni yeseydi de yok olup gitseydim.” dedi. Bunun uzerine:
“Rabbinin mĂ‚kamında durup hesap vermekten korkan kimseye iki Cennet vardır.” (er-RahmĂ‚n, 46) Ă‚yet-i kerîmesi nĂ‚zil oldu. (Suyûtî, LubĂ‚bu ’n-Nukûl, II, 146; Âlûsî, XXVII, 117)
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan O ’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Muslumanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrĂ‚n, 102) îkĂ‚zını hicbir zaman akıllarından cıkarmıyor ve hep bu duygular icinde yaşıyorlardı.
Hz. Ebubekir ’in Zekat Taksimi Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- bir cuma gunu cıkıp insanlara:
“–Yarın toplanın da zekĂ‚t develerini taksîm edelim; ancak hic kimse izin almaksızın huzûrumuza girmesin!” dedi.
Ertesi gun, bir kadın kocasının eline bir yular vererek:
“–Şunu al git; kim bilir, belki Allah TeĂ‚lĂ‚ bize bir deve nasîb eder.” dedi. Adam elinde yularla develerin dağıtıldığı yere varınca Hazret-i Ebûbekir ile Hazret-i Omer ’i zekĂ‚t develerinin bulunduğu ağılda buldu ve izin almaksızın yanlarına vardı. Onu goren Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Buraya nasıl girdin?” diyerek elindeki yuları aldı ve ona îkaz sadedinde hafifce vurdu. LĂ‚kin yaptığı bu harekete de cok uzuldu. Develerin taksîmini bitirdiğinde, o kişiyi cağırarak yuları kendisine verdi ve:
“–Al, sen de bana vur, kısas yap!” dedi. Bunun uzerine Hazret-i Omer:
“–AllĂ‚h ’a yemin ederim ki boyle bir şey olmayacaktır. Sen bunu kendinden sonrakiler icin bir Ă‚det olarak bırakma!” dedi. Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh-:
“–Peki o hĂ‚lde kıyĂ‚met gununde beni AllĂ‚h ’ın gazabından kim kurtaracak?” dedi. Bunun uzerine Hazret-i Omer:
“–Oyleyse onun gonlunu al!” tavsiyesinde bulundu. Hazret-i Ebûbekir, hizmetcisine, adam icin culuyla birlikte bir deve getirmesini ve ayrıca beş dinar vermesini emretti. O zĂ‚t da Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- ’ı affetti. (Ali el-Muttakî, V, 595-596/14058)
Allah Bize Lutfetti, O Kavuran Ateşten Korudu KĂ‚sım bin Muhammed -rahimehullĂ‚h- şoyle anlatır:
“Sabahleyin evimden cıktığımda once halam Hazret-i Âişe ’nin evine uğrar ve kendisine selĂ‚m verirdim. Bir gun yine evine gittiğimde, nĂ‚file namaz kılıyor ve:
«(Muttakîler şoyle derler: Şukurler olsun ki) AllĂ‚h bize lûtfetti de bizi, o kavuran ateşten korudu.» (et-Tûr, 27) Ă‚yetini okuyordu. KıyĂ‚mda duĂ‚ ediyor, ağlıyor ve bu Ă‚yeti tekrar edip duruyordu. Yoruluncaya kadar bekledim, daha sonra da bĂ‚zı ihtiyaclarımı karşılamak uzere carşıya gittim. İşlerimi bitirip donduğumde Âişe -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- aynı vaziyette ayakta duruyor, namaz kılıyor ve ağlıyordu.” (İbnu ’l-Cevzî, Sıfatu ’s-Safve, II, 31)
Ashabın Korkusu İbn-i Ebî Muleyke -rahimehullĂ‚h- şoyle demektedir:
“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in ashĂ‚bından otuz kişiye ulaştım. Onların hepsi kendi nefsi icin nifaktan korkuyorlardı. Onların hicbirisi Cibrîl ve MîkĂ‚îl ’in îmĂ‚nı gibi bir îmĂ‚na sĂ‚hip olduğunu soyleyemiyordu.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 36)
Ebu Hanzala ’nın (r.a.) Nefs Muhasebesi Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh-, bir gun Hanzala -radıyallĂ‚hu anh- ’a rastladı. HĂ‚l ve hatırını sordu. Hanzala -radıyallĂ‚hu anh- buyuk bir teessur ve endişe icinde:
“–Hanzala munĂ‚fık oldu, ey Sıddîk!” dedi. Hazret-i Ebûbekir:
“–SubhĂ‚nallĂ‚h! Bu nasıl soz boyle?” deyince, Hanzala -radıyallĂ‚hu anh- şoyle devĂ‚m etti:
“–Biz, Hazret-i Peygamber ’in sohbetinde iken, O bize Cennet ve Cehennemi hatırlatıyor, hattĂ‚ onları gozumuzle goruyormuş gibi bir hĂ‚le burunuyoruz. RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ’in huzûrundan cıkıp coluk-cocuğumuz ve dunyevî maîşetimizle meşgul olmaya dalınca da, duyduklarımızın pek coğunu unutuveriyoruz. (O ’nun sohbetindeki feyz ve rûhĂ‚niyetimizi kaybediyoruz.)” dedi. Hazret-i Ebûbekir:
“–VallĂ‚hi, buna benzer hĂ‚ller bizde de oluyor.” dedi.
Bunun uzerine ikimiz kalkıp doğru RasûlullĂ‚h Efendimiz ’in huzûruna vardık ve durumu kendisine arz ettik. Hazret-i Peygamber -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de:
“–Canım kudret elinde olan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, benim yanımdaki hĂ‚linizi devamlı muhĂ‚faza edip, zikr-i dĂ‚imî uzere olabilseydiniz, yatakta yatarken de, yollarda yururken de melekler sizinle musĂ‚faha ederlerdi. (Uc defa tekrarlayarak):
«–YĂ‚ Hanzala! BĂ‚zen oyle, bĂ‚zen de boyle olur!»” buyurdu. (Muslim, Tevbe, 12)
Gorulduğu uzere ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, devamlı bir nefs muhĂ‚sebesi hĂ‚linde yaşamışlardır. HayĂ‚tın butun meşakkatlerine rağmen asıl endişeleri, kalbî hayatlarında bir zaafa mahal vermemek olmuştur.
Hz. Omer ’i Hasta Duşuren Ayet Bir gun Hazret-i Omer, bir evin onunden gecerken, hĂ‚ne sĂ‚hibinin, evin dışına taşacak kadar yuksek bir sesle Tûr sûresini okuduğunu işitti. Adam:
“Rabbinin azĂ‚bı hic şuphesiz vukû bulacaktır, onu defedecek hicbir şey de yoktur.” (et-Tûr, 7-8) Ă‚yet-i kerîmesine gelince, Hazret-i Omer bineğinden indi, bir muddet duvara yaslanarak dinledi. Sonra bu Ă‚yetin îkĂ‚zındaki şiddetin tesiriyle evinde bir muddet hasta yattı.[5]
Muminlerin Halet-i Ruhiyesi Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle demiştir:
“Gokten gelen bir ses; «–Ey insanlar! Sadece bir kişi Cehennem ’e girecek.» dese, acabĂ‚ o kimse ben miyim diye korkarım. «–Ey insanlar! Sadece bir kişi Cennet ’e girecek.» dese, o zaman da acabĂ‚ o kişi ben miyim diye umîd ederim.” (Ali el-Muttakî, XII, 620/35916. Ayrıca bkz. İbn-i Receb el-Hanbelî, et-Tahvîf, s. 15)
İşte mu ’minlerin bu hĂ‚let-i rûhiye icinde, yĂ‚ni havf ve recĂ‚ arasında olması, Ă‚yet-i kerîmede de şoyle emredilir:
(O muttakîler, geceleri namaz kılmak ve istiğfĂ‚r etmek icin) yanlarını (tatlı) yataklarından ayırırlar. Rab ’lerinin azĂ‚bından korkarak ve rahmetini umarak duĂ‚ ederler. Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infĂ‚k ederler.” (es-Secde, 16)
Allah Huzurunda Hesap Verme Zorluğu Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- bir defĂ‚sında Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın huzûrunda hesap vermenin zorluğunu duşunerek yerden bir saman copu almış ve:
“Âh! Şoyle bir saman copu olsaydım, dunyĂ‚ya hic gelmeseydim, anam beni doğurmasaydı, busbutun unutulup gitseydim.” diye hayıflanmıştır. (İbn-i Sa ’d, III, 360-361)
Muminin Yuzunun Rengini Değiştiren Şey Hazret-i Ali -radıyallĂ‚hu anh- ’a:
“–Ey mu ’minlerin emîri! Namaz vakti gelince nicin yuzunuzun rengi değişiyor ve titremeye başlıyorsunuz?” diye sordular. Şoyle cevap verdi:
“–Yerin ve goğun kaldıramadığı, dağların taşımaktan Ă‚ciz kaldığı bir emĂ‚neti edĂ‚ etme zamanı gelmiştir. Onu kusursuz olarak yapabilecek miyim, yapamayacak mıyım, bilemiyorum.”
Hz. Hasan ’ın Abdest Aldıktan Sonraki Hali Hazret-i Hasan -radıyallĂ‚hu anh-, abdest aldıktan sonra Ă‚deta rengi değişirdi. Bunun sebebi sorulduğunda ise şoyle buyururdu:
“–Yuce Arş ’ın sahibi olan AllĂ‚h ’ın huzûruna cıkmak isteyen kişinin hakkı, renkten renge girmektir.” (İbn-i HallikĂ‚n, VefeyĂ‚tu ’l-A‘yĂ‚n, II, 69)
Mezîd bin Havşeb şoyle der:
“Hasan bin Ali ve Omer bin Abdulaziz -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- ’dan daha fazla (Allah ’tan) korkan iki insan gormedim. Sanki Cehennem o ikisinden başkası icin yaratılmamıştı!” (İbn-i Sa‘d, V, 398)
Hak Dostunun Oğlunun Korkusu Ebûbekir VerrĂ‚k Hazretleri ’nin kucuk bir oğlu vardı. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm oğrenmek icin bir hocadan ders okumaktaydı. Bir gun mektepten benzi sararmış bir vaziyette, titreyerek ve erkenden dondu. Ebûbekir VerrĂ‚k Hazretleri, bu duruma şaşırarak sordu:
“–Hayırdır evlĂ‚dım, bu hĂ‚lin ne, nicin mektepten erken dondun?”
Oğlu, o kucucuk yureğine yerleşmiş bulunan AllĂ‚h korkusu netîcesinde sonbahar yaprağına donen bir cehre ile:
“–Ey babacığım! Bugun hocamız bana Kur ’Ă‚n ’dan bir Ă‚yet oğretti, onun mĂ‚nĂ‚sını idrĂ‚k edince korkumdan bu hĂ‚le geldim!” dedi. Bu defĂ‚ babası:
“–EvlĂ‚dım, o hangi Ă‚yet-i kerîmedir?” dedi. Kucuk cocuk okumaya başladı:
“Eğer inkĂ‚r ederseniz, cocukları ak saclı ihtiyarlara cevirecek o gunden kendinizi nasıl koruyacaksınız?” (el-Muzzemmil, 17)
Daha sonra kucuk yavru, bu Ă‚yetin dehşet ve heybetinden hasta olup olum doşeğine duştu, cok gecmeden de rûhunu teslîm etti.
Babası bu hĂ‚dise karşısında cok duygulandı. Oyle ki, sık sık oğlunun kabrine gider ve ağlayarak kendi kendine şoyle derdi:
“–Ey Ebû Bekir! Senin oğlun, Kur ’Ă‚n ’dan bir Ă‚yet oğrendi de AllĂ‚h korkusundan rûhunu teslîm etti. Sen ise bunca zamandır Kur ’Ă‚n-ı Kerîm okursun, hĂ‚lĂ‚ hukûk-ı ilĂ‚hîden bir cocuk kadar dahî korkmazsın!”
Şuphesiz ki bu hĂ‚dise, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın, kalbine rikkat ihsĂ‚n ettiği kucuk bir yavrunun îman hassĂ‚siyetini sergilemektedir. Fakat AllĂ‚h ’ın kelĂ‚mını nasıl bir tefekkur ve kalbî rikkat ile okumamız gerektiğiyle birlikte azamet-i ilĂ‚hiye karşısında burunmemiz gereken kalbî tavıra, yĂ‚ni haşyetullĂ‚h ’a da işĂ‚ret etmektedir. Bu hĂ‚le ulaşmanın yolunu CenĂ‚b-ı Hak Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de şoyle beyan buyurur:
“Yoksa geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibĂ‚det eden, Ă‚hiret azĂ‚bından sakınan ve Rabbinin rahmetini dileyen kimse (o inkĂ‚rcı gibi) midir? (Rasûlum!) De ki: «HİC BİLENLERLE BİLMEYENLER BİR OLUR MU?» Ancak akl-ı selîm sahipleri ibret ve oğut alır.” (ez-Zumer, 9)
Buna gore Hak katında gercek ilim, kulu AllĂ‚h karşısında takvĂ‚ ve haşyet duygularına sevk eden bir ilimdir, yĂ‚ni mĂ‚rifetullĂ‚htır. Bu ilme vĂ‚sıl olabilmek icinse, Ă‚yet-i kerîmede bildirildiği uzere şu hususlara riĂ‚yet etmek îcĂ‚b eder:
Geceleri secde ve kıyĂ‚m hĂ‚linde olarak CenĂ‚b-ı Hak ’la kalbî beraberliği temin edebilmek. Her an, her hĂ‚l ve her davranışımızda Ă‚hiretteki hesĂ‚bın endişesi icinde olarak fĂ‚nîliği unutmamak. Rabbimiz ’in merhametini umîd ederek dĂ‚imĂ‚ O ’na duĂ‚ ve ilticĂ‚ hĂ‚linde bulunmak. ZîrĂ‚ buyuk ruhlar, dĂ‚imĂ‚ duĂ‚ hĂ‚linde yaşarlar. Cehennem Ayetlerinden Birini İşitince Ağlayarak Dua Eden Kimse Mansûr bin AmmĂ‚r şoyle anlatır:
Bir gece sabah oldu zannıyla dışarı cıktım. Ancak henuz sabah olmadığını gordum. Bir evin onunden gecerken iceride birisinin dertli dertli ağlayarak şu duĂ‚yı yaptığını işittim:
“İlĂ‚hî, cok gunah işledim. Kendime yazık ettim. Maksadım Sen ’in sozunu imtihan etmek değildi. Ben kendi nefsime yenik duştum. Hem gordum ki ne kusur işlesem Sen bir şey yapmıyorsun, Sen ’in SettĂ‚r sıfatına aldandım. İşlediğim gunahları cĂ‚hilliğimden işledim. HatĂ‚ ettiğimi şimdi anladım. Bana azĂ‚b etsen hĂ‚lim nice olur! Vay bana, vay bana! YĂ‚ Rabbi! Kullarına SırĂ‚t ’ı gecmelerini emrettiğin gun kimisi Cehennem ’e duşecek, kimisi cennete gececek. AcabĂ‚ bu miskin kulun hangi gruptan olur?!”
Bu arada Cehennem ’den bahseden bir Ă‚yet işitildi. İcerde munĂ‚cĂ‚tta bulunan genc, bir kez “Âh!” etti ve iniltisi kesildi.
“AcabĂ‚ ne oldu ki sesi kesildi?” diye merak ettim. Evin yerini iyice tespit ettikten sonra evime dondum. Sabah geldiğimde o kapı onunde bir cenĂ‚ze vardı. Ne olduğunu sorduğumda annesi bana şunları anlattı:
“–Bu olen oğlumdur. Peygamber Efendimiz ’in soyundandır. Gece olunca namazgĂ‚hında sabaha kadar ağlardı. Gunduz kazandıklarını fakirlere infĂ‚k ederdi. Cehennem Ă‚yetlerinden birini işitince dayanamadı, ağlaya ağlaya duştu ve rûhunu Hakk ’a teslîm eyledi.”
Ben de kendisine:
“–Ey hanım, oğlun cennete girdi. Cunku AllĂ‚h korkusundan ağlayan, cehenneme girmez. Bu hĂ‚lde canını teslîm eden hic cehenneme girer mi? AllĂ‚h ’a şukret!” dedim.[6]
Yavuz Sultan Selim ve Zenbilli Ali Efendi Yavuz Sultan Selîm Han, yapılan hatĂ‚ ve gĂ‚filĂ‚ne hareketlere karşı son derece celĂ‚lli bir pĂ‚dişahtı. Ancak bu celĂ‚li de, cemĂ‚li gibi AllĂ‚h ’ın emirleri dĂ‚iresinde Ă‚deta eriyip yok olmuştu. Ondaki AllĂ‚h korkusu her şeyin uzerindeydi. Bir seferinde, hazinedeki ihmallerinden dolayı vĂ‚kî olan hırsızlık sebebiyle yaklaşık kırk kişinin oldurulmelerini emretmişti. Durumu oğrenen ŞeyhulislĂ‚m Zenbilli Ali Efendi, karar icrĂ‚ edilmeden buna mĂ‚nî olabilmek icin alelacele ve destur bile almadan Yavuz ’un yanına vardı. HĂ‚disenin aslını bir de Sultan ’dan dinledi. Yavuz:
“–Efendi Hazretleri! Duyduklarınız doğrudur, ancak sizin devlet işlerine karışmaya hakkınız yoktur...” şeklinde sert bir cevap verdi.
Bunun uzerine ŞeyhulislĂ‚m Zenbilli Ali Efendi, aynı sertlikle şu mukĂ‚belede bulundu:
“–Sultanım! Ben size şer ’î hukumleri bildirmeye geldim. ZîrĂ‚ bizim vazîfemiz sizin Ă‚hiretinizi korumaktır...”
Yuce İslĂ‚m ’ın kıldan ince, kılıctan keskin olcusu karşısında sĂ‚kinleşen Yavuz Sultan Selîm Han:
“–Umûmî ahvĂ‚lin duzelmesi icin bir fırkanın oldurulmesine cevaz yok mudur?” diye sordu.
Zenbilli Ali Efendi:
“–Bunların oldurulmesi ile Ă‚lemin duzelmesi arasında bir alĂ‚ka yoktur. Suclarına gore cezĂ‚ gerekir...” dedi.
Koca orduları dize getiren pĂ‚dişah, başını onune eğdi ve kararını geri aldı. Bundan son derece memnûn olan Zenbilli, tam huzûrdan ayrılıyordu ki, tekrar geri dondu. Kendisine merakla bakan Yavuz ’a:
“–Sultanım! Birinci talebim, dînimizin hukmunu teblîğden ibĂ‚retti. İkinci bir talebim daha var ki, bu da sĂ‚dece bir ricĂ‚dır...” dedi ve ilĂ‚ve etti:
“–Sultanım! Bu mucrimlerin sucları kendilerine Ă‚ittir. Ancak onlar, hapisteyken mĂ‚sum Ă‚ilelerine kim bakacak? Dolayısıyla sizden ricam, verilecek cezĂ‚ bitene kadar bu mucrimlerin Ă‚ilelerine nafaka bağlamanızdır.”
Bu ikinci talebi de yerine getiren Yavuz, hic şuphesiz ki farkında olduğu ilĂ‚hî mes ’ûliyetin îcĂ‚bını îfĂ‚ ediyordu.[7]
Zenbilli Ali Efendi ’nin Sultana İkazı Yine buna benzer bir mes ’elede Zenbilli Ali Efendi, SultĂ‚n ’ı îkĂ‚z etmişti. Fakat Sultan, verdiği kararda kendisini haklı gorduğunden ŞeyhulislĂ‚m ’a evvelki gibi:
“–Sizin vazîfeniz devlet işlerine karışmak değildir!..” demişti.
Bu tehditkĂ‚r hitĂ‚ba karşı Zenbilli Ali Efendi de pervĂ‚sız bir şekilde:
“–Sultanım! Bunlar Ă‚hiret işlerindendir ve bizim mudĂ‚hale etmeye hakkımız vardır. ŞĂ‚yet verdiğiniz yanlış karardan vazgecmezseniz, rûz-i mahşerdeki şiddetli azĂ‚ba hazır olunuz!..” dedi.
ŞeyhulislĂ‚m, bu sozlerinden sonra SultĂ‚n ’a selĂ‚m bile vermeden donup gitti. O sıra sefer uzre olan Yavuz Sultan Selîm Han, hic kimseden gormediği bu tavır karşısında biraz hiddetlendi ise de, hakîkati anladı ve ŞeyhulislĂ‚m ’ın îkĂ‚zını kabûl edip ona gore kararını değiştirdi. Zenbilli Ali Efendi ’ye de ozur dileyen bir mektup bıraktı.
Cihan pĂ‚dişĂ‚hı da olsa, kalbindeki AllĂ‚h korkusu, Yavuz ’u kendi arzusuna gore hareket etmekten alıkoymuştur. ŞeyhulislĂ‚m ’ın AllĂ‚h korkusu ise ona buyuk bir cesĂ‚ret vermiş, her şeyi goze alarak Yavuz gibi sert bir pĂ‚dişĂ‚hı bile hic korkmadan ikĂ‚za sevk etmiştir.
Mutasavvıfın Korkusu Zamanın vezirlerinden biri, buyuk mutasavvıf Zunnûn-ı Mısrî Hazretleri ’yle goruştu ve:
“–Bana himmet buyur, gece-gunduz pĂ‚dişĂ‚hın hizmetiyle meşgulum, iyiliğini umuyorum, fakat darılıp azarlamasından korkuyorum.” dedi.
Zunnûn Hazretleri ağladı ve:
“–Eğer ben, senin pĂ‚dişahtan korktuğun kadar Allah ’tan korksaydım sıddîklar zumresinden olurdum.” dedi.
HER HAYRIN VE HİKMETİN BAŞI VelhĂ‚sıl, “Her hayrın başı AllĂ‚h sevgisi, hikmetin başı da AllĂ‚h korkusudur.”
AllĂ‚h ’ı seven ve tanıyan bir kimse O ’nun muhabbetine lĂ‚yık olamama ve azĂ‚bına dûcĂ‚r olma korkusuyla dĂ‚imĂ‚ dikkatli davranır, hayĂ‚tını ihsan kıvĂ‚mında yaşar.
Kul, Allah ’tan hakkıyla korkarsa hayĂ‚tına İslĂ‚m muhtevĂ‚sında bir istikĂ‚met verir ve butun dunyĂ‚ ve Ă‚hiret korkularından emîn olur. Nitekim Âlemlerin Efendisi şoyle buyurur:
“Uc şey vardır ki munciyĂ‚ttandır, insanı kurtarır: Gizli ve acıkta Allah ’tan haşyet duymak, yĂ‚ni korkmak, rızĂ‚ ve gazap hĂ‚linde adĂ‚leti sağlamak, fakirlik ve zenginlik Ă‚nında iktisatlı olmak. Şu uc şey de muhlikĂ‚ttan, helĂ‚k edici şeylerdendir: Kendisine tĂ‚bî olunan hevĂ‚, cimrilik ve kişinin kendisini beğenmesi.” (MunĂ‚vî, III, 404/3471)
DunyĂ‚ ve Ă‚hirette huzur ve saĂ‚dete kavuşabilmek icin, bu fĂ‚nî Ă‚lemde Allah ’tan lĂ‚yıkıyla korkarak, rukû ve secdelerimizi, duĂ‚ ve niyazlarımızı, gozyaşlarımızla yoğurmalı, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rahmet ve mağfiretine nĂ‚iliyet umîdiyle O ’na ilticĂ‚ etmeliyiz.
Dipnotlar:
[1] el-Beyyine, 8.
[2] er-RahmÂn, 46.
[3] Bu Ă‚yette verilen temsilden maksat, Kur ’Ă‚n ’ın muhtevĂ‚sının ehemmiyetini ve ona muhĂ‚tap olan insanın ne buyuk mes ’ûliyet altında bulunduğunu tebĂ‚ruz ettirmektir. Burada şu mĂ‚nĂ‚yı anlamak da mumkundur: ŞĂ‚yet bir dağa insandaki gibi şuur verilmiş olsaydı, o heybet timsali eğilmez dağ bile AllĂ‚h ’ın sıfatlarını bilmenin ve mes ’ûliyet hissinin netîcesinde; O ’nun azameti, kudreti ve kĂ‚inĂ‚ttaki mutlak hĂ‚kimiyeti karşısında sonsuz bir haşyet ve tĂ‚zîmle eğilirdi. Bununla da kalmaz, AllĂ‚h ’a kulluk etmek icin kendini parcalardı. İnsanlar ise umûmiyetle omuzlarındaki yuku hissetmemek icin direnmekte ve gaflet icinde omurlerini tuketmektedirler. İnsanın, AllĂ‚h korkusundan ve muhabbetinden nasip alabilmesi icin de ic Ă‚lemini fucurdan uzaklaştırıp takvĂ‚ hayĂ‚tı ile tezyîn etmesi zarûrîdir.
[4] Tirmizî, KıyĂ‚met, 34/2472.
[5] İbn-i Receb el-Hanbelî, et-Tahvîf mine ’n-NĂ‚r, Dımaşk 1979, s. 30.
[6] Bkz. Darir Mustafa Efendi, Yuz Hadis Yuz HikĂ‚ye, haz. Selahaddin Yıldırım - Necdet Yılmaz, İst. 2001, s. 74-75.
[7] Bkz. Mustafa Nûri Paşa, NetĂ‚icu ’l-VukûĂ‚t, Ankara 1987, c. I-II, s. 90-91.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 1, Erkam Yayınları


İslam ve İhsan