Âhirette butun peygamberlerin Allah'ın izniyle şefaat etmeleri haktır ve gercektir. Şefaat demek, gunahı olan muminlerin gunahlarının bağışlanması, olmayanların daha yuksek derecelere erişmeleri icin peygamberlerin ve Allah katındaki dereceleri yuksek olanların Allah'a yalvarmaları ve dua etmeleri demektir.KÂfir ve munafıklar icin şefaatin hicbir şekilde soz konusu olmadığı o gunde, başta Peygamberimiz olmak uzere diğer peygamberler ve Allah'ın has kulları, "...İzni olmadan onun katında kim şefaat edebilir?..." (el-Bakara 2/255), "...Onlar Allah rızÂsına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler..." (el-Enbiy 21/28) meÂlindeki Âyetler şefaatin varlığını ortaya koyarlar. Peygamberimiz de "Şefaatim, ummetimden buyuk gunah işleyenler icindir" (Ebû DÂvûd, “Sunnet”, 21; Tirmizî, “KıyÂmet”, 11; İbn MÂce, “Zuhd”, 37) buyurmuştur.

EN BUYUK ŞEFAAT

Hz. Peygamber'in bundan başka bir de genel ve kapsamlı bir şefaati vardır. Mahşerde butun yaratıklar ıstırap ve heyecan icinde hesaplarının gorulmesi icin bekleşirlerken, o Allah'a dua ederek hesap ve sorgunun bir an once yapılmasını ister. Buna "şefÂat-i uzmÂ" (en buyuk şefaat) denilir. Peygamberimiz ’in bu şefaati, Kur'an'da “makam-ı mahmûd” (ovulen makam) adıyla anılır (el-İsr 17/79); şefÂat-i uzm konusunda bk. BuhÂrî, “ZekÂt”, 52).

Muslumanlara duşen gorev, şefaate guvenip dinin gereklerini terketmek değil, şefaate lÂyık olmak icin calışıp cabalamaktır.

Kaynak: İslam İlmihali 1, TDV Yayınları, 2002
İslam ve İhsan