Allah'a (c.c) ve Resulu'ne (s.a.v) duyulan muhabbet kadar guzeli var mıdır? Kişiyi Ebubekir yapanda Ebu Cehil olarak andıranda bu muhabbet ve sevgidir. Kiminin kalbinde guller acarken, kimisinin kalbi corak arazilere doner. MEŞHUR MUTEFEKKİRİ MUHAMMED İKBÂL ’DEN BİR KISSA

Pakistan ’ın meşhur mutefekkiri Muhammed İkbÂl, bir MevlÂn ºığıdır. Kendisi de onun gibi hakîkatleri kıssalarla ifÂde etmiştir. Mucerredi idrÂk etmek icin muşahhas misÂller vermiştir.

Nefsi tezkiye ederek kalbi aşkla doldurmanın ehemmiyetini ne guzel anlatır:

Bir gece, kutuphanemde bir guvenin, pervÂneye şoyle dediğini duydum:

“–İbn-i Sîn ’nın kitapları icine yerleştim. FÂrÂbî ’nin eserlerini gordum. (Onların bitmek bilmeyen kuru satırları ve o satırlardaki solgun harflerin arasında gezindim ve onları kemirdim. Bu meyanda FÂrÂbî ’nin fazîletler şehri mÂnÂsına gelen el-Medînetu ’l-FÂzıla ’sını sokak sokak, cadde cadde dolaştım. Fakat) bu hayatın felsefesini bir turlu anlayamadım. KÂbuslu cıkmaz sokakların hazin bir yolcusu oldum. Bir guneşim yok ki, gunlerimi aydınlatsın...”

Guvenin bu feryÂdına mukÂbil, pervÂne, guveye yanık kanatlarını gosterdi:

“–Bak!” dedi. “Ben bu aşk icin kanatlarımı yaktım.” Sonra da şoyle devÂm etti:

“–Hayatı daha canlı kılan, cırpınış ve muhabbetlerdir; hayatı kanatlandıran da aşktır!..”

İşte AshÂb-ı KirÂm boyleydi. O nûra hayran oldular, mest oldular, O ’nun uğrunda kanatlarını yakmaya coktan razı oldular. “Emret y RasûlÂllah! Canım, malım her şeyim Sana fed olsun.” dediler. Efendimiz r: “Şu mektubu Bizans Kralı ’na kim goturecek, Mısır Mukavkısı ’na kim goturecek?” diye sorunca ihtiyarı, genci “Y RasûlÂllah, bu vazifeyi bana ver.” dediler. Hicbirisi “Ben colleri nasıl aşarım, zorlu dağlardan nasıl gecerim. Gittiğim kralın huzurunda onun bir tek işaretine bakan bir suru cellÂdı vardır. Bu cellÂtların yanında Allah Rasûlu ’nun mektubunu nasıl okurum?” diye duşunmedi. GÂyeleri, yalnızca Allah Rasûlu ’nun gonlunde yer edebilmekti. AshÂb-ı KirÂm, yalnızca bunun derdindeydi.

KENDİ KENDİMİZE SORALIM, BİZ ALLAH RASÛLU ’NE UMMET OLMANIN NE KADAR SEVİNCİ İCİNDEYİZ?

Buyuk bir mutluluk yaşarken ayağımıza bir cakıl taşı batsa, icinde bulunduğumuz heyecan dolayısıyla acısını hissetmeyiz bile. Bu uğurda başımıza gelen sıkıntılar karşısında da aynı davranışı sergileyebilmeliyiz. Allah Rasûlu ’ne ummet olmanın sevincini duyabilmeliyiz.

CenÂb-ı Hak, bunu idrÂk etmemizi istiyor:

“Allah, peygamber gondermekle mu ’minlere buyuk bir lutufta bulunmuştur…” (Âli-İmrÂn, 164) buyuruyor.

Efendimiz ’in bildirdiği uzere: “Allah TeÂl (kıyamet gunu) şoyle buyurur:

«Nerede Benim rızam icin birbirlerini sevenler!»” (İbn Hanbel, II, 338)

Sevdiğimiz herkesi, sadece Allah rızÂsı icin sevmeliyiz.

Sevgilerimiz lafta kalmamalıdır. Biz bayram yaparken, kardeşimiz bir derdinden dolayı mahzunsa, boyle kardeşlik olmaz. Sevincimizi de ızdırÂbımızı da beraber yaşamalıyız. CenÂb-ı Hak, mu ’minlerin biyolojik kardeşlikten daha yakın olmalarını istiyor.

Hadîs-i şerifin devamında şoyle buyruluyor:

“Golgem dışında hicbir golgenin olmadığı boyle bir gunde onları kendi golgemde

golgelendireceğim.” (İbn Hanbel, II, 338) Benim himÂyemden başka hicbir himÂyenin olmadığı boyle bir gunde onları, ozel himÂyeme alacağım demek istiyor.

Zor durumlarda birbirimizin tesellîsi, surûrlu anlarımızda da sevinci olmalıyız. İslÂm kardeşliği, ancak bu şekilde yaşanır.

Gercek din kardeşliği, en zor anlarda dahî, din kardeşini kendinden once duşunebilmektir.

CenÂb-ı Hakk ’ın kullarını sevebilme hususiyeti, AllÂh ’ın kuluna buyuk bir ihsÂnıdır.

Allah cumlemize kullarını sevdirsin.

Allah'ın kullarının hizmetcisi olmalıyız. Efendimiz buyuruyor ki “Bir kavmin

efendisi, onlara hizmet edendir.” (Deylemî, II, 324)

İMANIN TADINA VARDIRAN 3 OZELLİK

“Şu uc ozellik kimde bulunursa o kişi îmÂnın tadına erer:


- Allah ve Rasûlu ’nu herkesten cok sevmek,

SahÂbe Efendilerimiz bunu başarmışlardı. Allah ve Rasûlu ’nu herkesten cok sevdiler.

CÂbir bin Abdullah şoyle demiştir:

“Uhud Harbi ’nden onceki gece babam beni yanına cağırdı ve:

«–Nebî ’nin sahÂbîlerinden ilk şehîd edilecek kişinin ben olacağımı sanıyorum. Rasûlullah ’dan sonra, benim icin geride bırakacağım en kıymetli kişi sensin. Borclarım var, onları ode. Kardeşlerine dÂim iyi muÂmelede bulun.» dedi.”

Diğer bir rivÂyete gore, bu îman heyecÂnını oğluyla da paylaşma arzusunu şoyle dile getirdi:

“–CÂbir! Evde himÂyeye muhtac kızlar olmasaydı senin de şehîd olmanı isterdim!..”

Bunlar, Allah ’a dost olabilmenin telÂşesidir.


- Sevdiği kişiyi sadece Allah icin sevmek,

Sevgide riy olmamalıdır. Seviyorsak, menfaat beklemeden, ivazsız garezsiz sevmeliyiz.


- Îmandan sonra kufre donmekten, ateşe atılmaktan cekindiği gibi cekinmek.” (BuhÂrî, Îman, 9; Muslim, Îman, 67)

Bunlar, îmÂnın tadını bildiren uc husus. Bu aynaya bakıp kendimizi seyretmeliyiz.

Rasûlullah r Efendimiz, AllÂh ’ı sevmenin ve O ’na olan îmÂnın bir gereği olarak kendisinin sevilmesini istemiş ve şoyle buyurmuştur:

“Size verdiği nimetlerden oturu AllÂh ’ı sevin. AllÂh ’ı sevdiğim icin beni sevin; beni sevdiğiniz icin de Âilemi sevin.” (Tirmizî, MenÂkıb, 31)

SAMİMİ VE KÂMİL BİR SEVGİ BESLEYEN KİŞİ

Samimi ve kÂmil bir sevgi besleyen kişi, sevdiğinden ayrılmaya katlanamaz. Bu sebeple ashÂbdan Enes b. MÂlik, RasûlullÂh ’ın Medîne ’ye geldiği gun her yerin apaydınlık olduğunu ancak vefat ettiği zaman karanlıklara gomulduklerini ifÂde etmiştir. (Bkz. Tirmizî, MenÂkıb, 1; İbn MÂce, CenÂiz, 65)

Esasında gun, aynı gun; ışık, aynı ışık.

Hatt FÂtıma VÂlidemiz şoyle buyuruyor:

“Fahr-i KÂinÂt ’ın ukb Âlemini teşrîfleri ile benim uzerime oyle musîbetler dokuldu ki, şÃ‚yet bu musîbetler gunduzlerin uzerine dokulseydi o nurlu gunduzler kapkara gece kesilirdi.” (İbnu ’l-Cevzî, el-VefÂ, II, 803, 813, İbn-i Seyyid, Uyûnu ’l-eser, II, 451; KastalÂnî, II, 501; DiyÂrbekrî, II, 173)

Kalbin seviyesine gore, insanın hayata bakışı değişmektedir. Efendimiz ’in Ebû Cehil ve Ebû Leheb de gordu, Hazret-i Ebû Bekir ’de gordu. Ebû Cehil ve Ebû Leheb onda kendi kalplerinin cirkin sûretini gorduler. Hazret-i Ebû Bekir ise kendi sûretini gordu ve donen pervÂneler gibi O ’na hayran oldu. Demek ki gozu yonlendiren, kalptir.

Allah Rasûlu Efendimiz buyuruyor. “Birbirinize hediye verin, boylece birbirinizi seversiniz ve aranızdaki duşmanlık gider.” (MuvattÂ, Husnu ’l-hulk, 4)

Hediyeleşmek guzel bir davranıştır. Fakat bu hususta dikkat etmemiz gereken bir nokta bulunmaktadır. Hediyeleşelim, derken ifrÂda kacmamalıyız. Mesel umreye, hacca gidenlerden, vakitlerini ibadetle değerlendirecekleri yerde carşı pazar gezenler oluyor. Onları uyardığında ise, “Hediye almak sunnet değil mi?” diyorlar. Mubarek beldelere, carşı-Pazar gezmek icin gidilmez. Hediyeleşmenin sunnet olduğu doğrudur. Ancak onemli olan, kişiye ihtiyacını giderecek bir şey hediye etmektir.

Sami Efendi Hazretleri, karşısındakinin durumuna gore hediye verirdi. Yazıp cizen biriyse kalem, yolculukta bulunan biriyse cakı hediye ederdi. Ne hediye alayım diye carşı pazar dolaşmazdı. Zaten esasında hediyelerin en muhimi, din kardeşine du etmektir.

Efendimiz (s.a.v), bize ne guzel olculer koymuştur. Bunlara dikkat etmeliyiz.

“Sevdiğin kimseyi olculu sev ki, bir gun sevmeyeceğin bir kişi olabilir. Sevmediğin bir kimseyi de olculu şekilde sevme ki, gunun birinde cok sevdiğin bir kimse olabilir.” (Tirmizî, Birr, 60)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, MÂrifet Mektebi - Seminer Notları
İslam ve İhsan