Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, olmeden evvel kendimizi hesaba cekmenin ehemmiyetini ve kendimize sormamız gereken beş soruyu anlatıyor.


Olmeden evvel kendinizi hesaba cekin ve kendinize şu beş soruyu sorun...

OLMEDEN EVVEL KENDİNİZİ HESABA CEKİN!

حَاسِبُوا اَنْفُسَكُمْ قَبْلَ اَنْ تُحَاسَبُوا

(Hesaba cekilmeden evvel kendinizi hesaba cekin.)

Olmeden evvel kendinizi hesaba cekin!

Nasıl hesaba cekileceğiz? Zerrelerden cekileceğiz. Hesaba cekin!..

OLMEDEN ONCE KENDİMİZE SORMAMIZ GEREKEN BEŞ SORU

Tabi en muhim, Efendimiz ’in buyurduğu; “Şu beş soruya cevap vermeden kıpırdayamaz.” buyuruyor.

1- “Omrunu nerede tuketti?”

CenÂb-ı Hak Âyette de, Fussilet Sûresi ’nde:

“NihÂyet oraya geldikleri zaman, kulakları, gozleri, derileri, işledikleri şeye karşı onların aleyhine şÃ‚hitlik edecek.” (Fussilet, 20)

“Omrunu nerede tukettin?”

CenÂb-ı Hak bu gozu niye verdi? Ve bu gozle biz ne kazandık, ne kaybettik? Nereleri seyrettik bu gozle? Seyrettiğimiz şey bizi hayra mı goturdu, şerre mi goturdu?

O zaman onlar konuşacak. Kendi kendinin şahidi olacak. Goz konuşacak, kulak konuşacak, deriler konuşacak, mekÂn konuşacak.

“Kitabını oku! Bugun (hesap sorucu olarak) nefsin kÂfidir.” (el-İsrÂ, 14) buyruluyor. Zerreler ortaya gelecek.

2- “İlminle ne iş yaptın?”

Kur ’Ân ile Sunnet ile biz ne kadar şekillendik? Âile hayatı, ticÂrî hayat…

3- “Malını nereden kazandın?”

Mulkun sahibinin CenÂb-ı Hak olduğunu unutmamak, helÂlden kazanmak.

4-“(Malını) Nereye sarf ettin, harcadın?”

Kazandığın gibi sarf edersin. Hayırdan kazanılan hayra gider, şerden kazanılan şerre gider.

Parada, kazanılma keyfiyetine gore değişen bir cekim kanunu var. Para yılan gibi. Yani girdiği delikten cıkar. HelÂl kazanc, hayır ve fazîletlere vesîle olurken, haram kazanc da şer yollarında eriyip gider.

Beşinci:

5- “Vucudunu nerede yıprattın?” (Bkz. Tirmizî, KıyÂmet, 1)

يَوْمَئِذٍ تُحَدِّثُ اَخْبَارَهَا. بِاَنَّ رَبَّكَ اَوْحٰى لَهَا

(“İşte o gun, yer, kendi haberlerini anlatır. Cunku Rabbin ona (oyle) vahyetmiştir.” [ez-ZilzÂl, 4-5])

Yeryuzu haber verecek (uzerinde) işlenenleri. Şu kadar namaz kıldı, şurada namaz kıldı, şurada tersine, bir kalbe bir diken batırdı. Şurada dedikodu etti. Şurada sustu, ağzından ancak hayır sozleri cıktı...

VelhÂsıl Âyete geldiğimiz zaman:

لَا اُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيٰمَةِ

CenÂb-ı Hak; “KıyÂmete yemin olsun.” (el-KıyÂme, 1) buyuruyor. Zor bir gun, cetin bir gun.

عَبُوسًا قَمْطَرِيرًا

“…Sert ve belÂlı bir gun…” (el-İnsÂn, 10) Musîbetli bir gun, mukassî/sıkıcı bir gun.

Muhtelif Âyetler, bu, kıyÂmetin şiddetini bildiren.

Yani mu ’minde dÂim bir endişe olacak:

“Acaba hesabım artı mı eksi mi, ne kadar olacak? Zerrelerim ne kadar olacak? MuÂmelÂtım ne kadar olacak? İbadetim nasıl olacak, muÂmelÂtım nasıl olacak?..”

İbadetimiz, muÂmelÂtımızı istikÂmetlendirir. Eğer muÂmelÂtta bir bozukluk varsa ibadet de tam bir kıvamına ermemiştir. Huşû yoktur ibadette. Bir yasak savar gibi olmuştur. Fakat CenÂb-ı Hak ibadetlerde huşû istiyor. Kalbe ibadetler vitamin olacak.

MeselÂ, cok ibretli; kopeğe su veren bir gunahkÂr, affedildi buyruluyor. (Bkz. Muslim, SelÂm, 151-153) CenÂb-ı Hakk ’ın orada bir merhamet tecellîsi var.

Demek ki burada merhamete CenÂb-ı Hak cok ehemmiyet veriyor. Kendisi en cok “Rahman ve Rahîm…” Kul cok merhametli olacak. Kendine, coluk-cocuğuna değil, butun, Allah ne yarattıysa.

SahÂbî dedi ki:

“–Biz hepimiz merhametliyiz.” dedi.

Efendimiz:

“–Yok (dedi), merhamet, Âm ve şÃ‚mil merhamettir.” (Bkz. HÂkim, IV, 185/7310)

Butun hayvanat senin icin yaratıldı, nebÂtat senin icin yaratıldı. Eğer bir kamcı fazla vuruyorsan, “yandım Allah!..” Eğer bir tarlayı yakıyorsan, orada birtakım bocekler oluyorsa “yandım Allah!..”

Diğer bakımdan, muÂmelÂtlı, ibadetli bir kadın da Cehennem ’e gitti buyuruyor Rasûlullah Efendimiz. Kedisini ac bıraktı buyuruyor. (Bkz. Muslim, SelÂm, 151-153)

Demek ki sırf ibadet kÂfi değil. İbadetin seviyesi, muÂmelÂtta akseder o. Yani muÂmelÂt da duzgun olacak. Ukubat da duzgun olacak, hak-hukuk duzgun olacak. AhlÂk duzgun olacak. Ki:

لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ

(“…Onlara korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.” [Yûnus, 62]) tecellî etsin.

Yine Lokman Hakîm:

“Yavrucuğum diyor, yaptığın iş, iyilik ve kotuluk, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bir kayanın icinde veyahut da goklerde, yahut yerin derinliklerinde olsa, Allah onu senin karşına getirir.”

Yani herkesten gizleyebiliriz, fakat CenÂb-ı Hak ’tan gizleyemeyiz.

KirÂmen KÂtibîn devamlı tespit hÂlinde. Tespit, nasıl bir, komputere basıyorsun bir noktaya, t uzaklara gidiyor; bu ise ilÂhî komputer.

CenÂb-ı Hak:

ثُمَّ لَتُسْئَلُنَّ يَوْمَئِذٍ عَنِ النَّعِيمِ

“…O gun, verdiğimiz nîmetlerden elbette, mutlak sorulacaksınız.” (et-TekÂsur, 8)

Yine tefsirde buyruluyor. Bu Âyet nÂzil olduğu zaman bir delikanlı geliyor:

“‒YÂ RasûlÂllah diyor, benim uzerimde hesabı verilecek nîmetlerden bir şey var mı acaba?” diyor. Soruyor Efendimiz ’e. “Var mı bir şey benim uzerimde?” diyor, -Hamdi Efendi ’nin tefsirinde-.

Ona diyor ki Efendimiz:

“‒Senin diyor, golgelendiğin bir ağac var mı?” diyor. O ağacı Allah senin icin yarattı. Sana ikram olarak yarattı. “Golgelendiğin bir ağac var mı?” diyor.

“‒İctiğin bir su var mı?” diyor. “Tatlı bir su var mı?” diyor.

“‒Ayağına giydiğin bir pabuc var mı?” diyor.

“Sen de bunların hesabını vereceksin.” buyuruyor. (Bkz. Suyûtî, VIII, 619)

İşte İbrahim -aleyhisselÂm- bu kadar zirveleştiği hÂlde, Allah dostu olduğu hÂlde:

وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ buyuruyor.

“İnsanların dirileceği gun, beni mahcup etme (y Rabbi)!” (eş-ŞuarÂ, 87) diyor.

Olum, buyuk bir endişe. Olumu guzelleştirmek. (Başka) cÂre yok. Zaten cÂhiliye devrinin îtirazları, ilk îtirazları, “Âhiret haberi”ne oluyor.

عَمَّ يَتَسَاءَلُونَ . عَنِ النَّبَاِ الْعَظِيمِ . اَلَّذِى هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ

(“Birbirlerine neyi soruyorlar? (İnanıp inanmamakta) ayrılığa duştukleri buyuk haberi mi?” [en-Nebe, 1-3])

İlk rahatsızlığı cÂhiliye devrinin, “buyuk haber” oluyor. “Haber geldi” demiyor, “buyuk haber” diyorlar. Korkuyorlar, urperiyorlar. “Ya varsa ne olacak hÂlimiz?!” diyorlar.

اَلَّذِى هُمْ فِيهِ مُخْتَلِفُونَ

((İnanıp inanmamakta) ayrılığa duştukleri.” [en-Nebe, 3])

Hemen tartışmaya geciyorlar. “Ya varsa ne olacak hÂlimiz?!” diyorlar. Şimdi, ateistte bir endişe bu, muslumanda da bir endişe:

“–Ne kadar artım var, ne kadar eksim var? Neyle gidiyorum yolculuğa?..”

Es ’ad Erbilî Hazretleri buyuruyor ki:

“Bir insan diyor, bir kişi diyor, bir evini bir yere taşırken diyor, butun evinde ne varsa hepsini taşır diyor. Hicbir şey bırakmaz diyor. Sen bu yolculuğa diyor, neyle gittiğini iyi bil!” diyor.

Yine Rabbimiz olum Ânını bildiriyor. Olum sarhoşluğu… Kāf Sûresi:

“Olum sarhoşluğu gercekten gelir de; «Ey insan! Bu, oteden beri kactığın şeydir.» denir.” (Kāf, 19) Olumden kacmayan yok. Yatalak hasta bile olmek istemiyor.

“Sûr ’a ufurulur. İşte bu geleceği vaad edilen gundur.” (Kāf, 20)

Yine CenÂb-ı Hak MunÂfikûn Sûresi ’nin sonlarına doğru; kul diyecek ki, -bu hepimizin başından gececek-:

“YÂ Rabbi! Biraz geciktirsen de sadaka versem de sÂlihlerden olsam, demeden evvel…” (el-MunÂfikûn, 10) buyuruyor.

Onun icin CenÂb-ı Hak:

يَا اَيُّهَا الَّذِينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ اِلَّا وَاَنْتُمْ مُسْلِمُونَ

“Ey îmÂn edenler! Allah ’ın azamet-i ilÂhiyyesine gore takv sahibi olun. Ancak Muslumanlar olarak can verin.” (Âl-i İmrÂn, 102) buyuruyor.

Yine CenÂb-ı Hak ĞÂşiye Sûresi ’nde kıyÂmeti değişik şekillerde CenÂb-ı Hak ifade ediyor bize. Îkaz. Uyanalım.

(Rasûlum!) Dehşeti her şeyi kaplayan kıyÂmetin haberi Sana geldi mi?” (el-ĞÂşiye, 1)

Geldiyse ona gore yaşayacağız. Demek ki kulaklar tıkalıysa, kalpler kilitliyse kıyamet haberi gelmiyor.

Yine CenÂb-ı Hak buyuruyor:

“O gun (diyor), birtakım yuzler vardır zelildir.” (el-ĞÂşiye, 2) Berbattır, cirkindir, iğrenctir.

Buradaki sîretimiz, orada sûret olacak. Yine:

“O gun birtakım yuzler vardır, mutludur. Huzurludur, sevinclidir.” (Abese, 38-39) Kurtulanlar onlar.

Yine CenÂb-ı Hak Haşr Sûresi ’nde:

“Ey îmÂn edenler! Allah ’tan korkun! Herkes yarına ne hazırladığına baksın…” (el-Haşr, 18)

CenÂb-ı Hak “yarın” diyor. Yani o kadar sonsuza gideceğiz ki “yarın” buyruluyor.

VelhÂsıl kardeşler, zaman zaman gelen felÂketlerden korkuyoruz. Adapazarı ’nda bir deprem oldu, hepimiz korktuk. Evleri terk ettik. Binalar catladı. Kacacak yer aradık. Bir sel felÂketi geliyor, yine korkuyoruz, acaba cok şiddetli bir yağmur, bir fırtına geliyor, yine korkuyoruz. Esas korkulacak olan, gunahlarımız. Onlarla gideceğiz obur tarafa. Gunahlarımızdan korkmalıyız.

Dilimizden cıkan yanlış kelÂmlardan korkmalıyız. Merhamet ve şefkat fukarası olmaktan korkmalıyız. İslÂm şahsiyet ve karakterini tevzî edememekten korkmalıyız. İslÂm ’ın guler yuzunu tebessum ettirememekten korkmalıyız. Butun bunlardan korkmalıyız ki, son nefeste meleklerin mujdelediği, korku ve huzunden emîn olan bahtiyarlardan olalım.

Yahya bin Muaz Hazretleri buyuruyor ki:

“Şaşılır o kimseye ki, hastalık korkusuyla yiyecekten icecekten perhiz eder; Cehennem korkusuyla gunahlardan perhiz etmez.”

Yine CenÂb-ı Hak VÂkıa Sûresi ’nde bize birtakım ibretler bildiriyor. Kime? Duşunen bir kalp icin. CenÂb-ı Hak VÂkıa Sûresi ’nin 57. Âyetinde:

“Sizi Biz yarattık, tasdik etmeniz gerekmez mi?” (el-VÂkıa, 57) buyuruyor.

“Rahime attığınız o nutfeyi gordun mu?” (el-VÂkıa, 58) Bir duşun o nutfeyi.

“Onu yarat(ıp insan hÂline getir)en Biz miyiz, yoksa siz misiniz?” (el-VÂkıa, 59) diyor. Şeklimizi, bicimimizi, kaderimizi biz mi tayin ettik? Anamızı, babamızı biz mi tayin ettik? Soruyor CenÂb-ı Hak:

“Onu yarat(ıp insan hÂline getir)en siz misiniz, yoksa Biz miyiz?” (el-VÂkıa, 59) buyuruyor.

“Aranızda olumu takdir eden Biz ’iz…” (el-VÂkıa, 60)

“…Ve Biz, irÂdemizi gercekleştirmekten Âciz değiliz.” (Bkz. el-VÂkıa, 60)

Zamanı gelen gidiyor, yerine tekrar benzerleri geliyor.

(Olumu) sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir Âlemde tekrar var edelim diye (takdir ettik).” (el-VÂkıa, 61)

Bilmediğiniz bir Âlemde… Mezar Âlemi, kıyÂmet Âlemi…

VelhÂsıl olumden kacacak yer yok.

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

(“O gun insan, «Kacacak yer neresi!» diyecektir.” [el-KıyÂme, 10])

İnsan bir şaşkınlık icinde kıyamette, acaba kacacak bir yer var mı?

Ne dunyada kacacak bir yer var, ne kabirden kacacak bir yer var, ne de kıyamette kacacak bir yer var.

Nereye teslim olacaksın? فَفِرُّوا اِلَى اللّٰهِ (“O hÂlde AllÂhʼa koşun…” [ez-ZÂriyÂt, 50]) CenÂb-ı Hakk ’a sığınacaksın. CenÂb-ı Hakk ’a koşacaksın. CenÂb-ı Hakk ’a firÂr edeceksin.

Yine devam ediyor:

“Andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Duşunup ibret almanız gerekmez mi?” (el-VÂkıa, 62)

Bir rolun var mıydı yaratılmakta? Tarihini, şeyini sen mi verdin tarihini? Ananı, babanı sen mi tayin ettin? Hangi takvimle geldin? Takvimde kac yaprak olduğunu biliyor musun? Başından gecen vak ’aları biliyor musun, nelerden imtihan gecireceğini?

Yine CenÂb-ı Hak; tohumlar, bitkiler:

“Ektiğiniz o tohumu gordun mu?” (el-VÂkıa, 63)

Şimdi o tohumu bir duşun buyuruyor.

“Onu (diyor) bitiren (diyor) Biz miyiz (o topraktan), siz misiniz? Dilesek onu kupkuru bir cercop yapardık. Şaşar kalırdınız.” (el-VÂkıa, 64-65) buyuruyor.

CenÂb-ı Hak butun mahlûkÂtı besliyor. Herkese ayrı ayrı. Butun mahlûkat. Yılanın sofrası ayrı, devenin sofrası ayrı, insanın sofrası ayrı, tavuğun sofrası ayrı…

“Şu ictiğiniz suyu gordun mu?” (el-VÂkıa, 68) buyuruyor CenÂb-ı Hak. “İctiğiniz suyu gordun mu?” İctiğin suyu duşun diyor.

“Onu buluttan indiren siz misiniz, Biz miyiz?” (el-VÂkıa, 69) buyuruyor.

“Dilesek onu tuzlu su yapardık (deniz suyu gibi yapardık). Şukretmeniz gerekmez mi?” (el-VÂkıa, 70) buyuruyor.

Yine CenÂb-ı Hak:

“De ki, suyunuzu cekseydik, soyleyin bakalım size kim bir akarsu verirdi?” (el-Mulk, 30) Tuzlu su indirseydik diyor CenÂb-ı Hak. TebÂreke ’nin sonunda onu diyor, o kuyudan diyor, cekseydik dibine diyor, akarsu olmasaydı diyor…

Demek ki kul, dÂim bir tefekkur hÂlinde olacak. O tefekkur, bir îman anahtarı olacak.

Yine diyor:

“Tutuşturduğunuz o ağacı gordun mu? (Diyor. Onu bir duşun diyor.) O ağacı yaratan siz misiniz, yoksa yaratan Biz miyiz?” (el-VÂkıa, 71-72)

VelhÂsıl Âyet-i kerîmeler gidiyor…
İslam ve İhsan