
Hazret-i MevlĂ‚nĂ‚ -kuddise sirruh- buyurur: “Kim, işin başındayken sonunu gorurse daha mes ’ud ve bahtiyar olur. Boyle kişiler, işe daha ciddî sarılır, daha fazla ekin eker de sonunda fazla fazla meyve toplar. Cunku bilir ki bu ekim dunyası, mahşere hazırlanmak, Ă‚hiret ise dunyada ektiğini toplamak, devşirmek icin yaratılmıştır.”Hic şuphesiz ki insan, Ă‚hiret seferine cıkmış fĂ‚nî bir yolcudur. Bunu inkĂ‚r etmek, gozlerini yumup “Guneş yok!” demek kadar akla, mantığa ve izʼĂ‚na zıt bir keyfiyettir. O hĂ‚lde, hayĂ‚tı bu hakîkat istikĂ‚metinde tanzîm etmek, aklî, mantıkî ve vicdĂ‚nî bir zarûrettir.
Musluman, dunya hayatı icin gerekli calışmaları yapmakla birlikte ebedî olan Ă‚hiret hayatına hazırlık yapması gerektiğini de hicbir zaman unutmamalıdır. Cunku dunya hayĂ‚tı, sırf fĂ‚nî lezzetleri tatmak ve nefsĂ‚nî arzuları tatmin icin lûtfedilmemiştir. BilĂ‚kis Ă‚hiret azığı toplamak, sĂ‚lih ameller ve hayırlı işlerle sadaka-i cĂ‚riyeler elde etmek icin bahşedilmiş bir muhlettir. Nitekim Hak dostları:
“Ebedî bir saĂ‚det icin ne kadar zahmet cekersen cek, sonunda zahmet gider saĂ‚det kalır. ŞĂ‚yet fĂ‚nî lezzetler icin gunah işlersen, nihĂ‚yetinde lezzet gider ve sana pişmanlık, ceza ve ıztırap kalır.” demişlerdir.
Âhireti tercih etmek, dunya işlerini ihmĂ‚l etmek mĂ‚nĂ‚sına gelmez. Bu, daha cok, kalpteki niyeti ve gonuldeki gĂ‚yeyi duzeltmek demektir. Nitekim kişi hayatını AllĂ‚h ’ın rĂ‚zı olacağı şekilde tanzim edip helĂ‚l rızık kazanma ve amel-i sĂ‚lihler işleme niyetiyle calıştığında, attığı her adım, yaptığı her iş, ibadet yerine gecer.
Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- şoyle anlatır:
“Bir gun Peygamber Efendimiz ’in huzûruna cıkmıştım. Baktım, bir hasır uzerine yatmış, hasırın orguleri vucûdunda iz yapmıştı. Altına sereceği bir doşeği bile yoktu. Hurma lifiyle doldurulmuş deriden bir yastığı vardı…
Efendimiz ’in tebessum ettiğini gorunce hemen yanına oturdum ve odanın icine şoyle bir baktım. VallĂ‚hi iceride tabaklanmayı bekleyen uc deriden başka kıymet verilecek hicbir eşya yoktu. Dayanamayıp:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah! AllĂ‚h ’a duĂ‚ ediniz de ummetinize genişlik versin! Cunku AllĂ‚h ’a ibadet etmedikleri hĂ‚lde Farslara ve Romalılara genişlik verilmiş, kendilerine pek cok dunyalık ihsĂ‚n edilmiştir.» dedim.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- yaslanmış olduğu yerden doğruldu ve:
«–Sen (Ă‚hiretle ilgili ilĂ‚hî vaadler hususunda) şuphe icinde misin ey HattĂ‚b oğlu?! Onlar karşılıkları ve nasipleri dunya hayĂ‚tında peşin verilip geciştirilen insanlardır.» buyurdu.
Bunun uzerine ben de:
«–YĂ‚ RasûlĂ‚llah, benim icin istiğfĂ‚r ediver.» dedim.” (BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim, 25)
Yine bir gun Allah Rasûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bu hususta şoyle buyurmuştur:
“Dunya benim neyime gerek! Benimle dunyanın misĂ‚li, bir yaz gunu yolculuk yapıp da, bir ağac altında golgelenen, sonra da kalkıp yoluna devam eden kimseye benzemektedir.” (Tirmizî, Zuhd, 44/2377; İbn-i MĂ‚ce, Zuhd, 3; Ahmed, I, 301)
Abdullah ibn-i Mes ’ûd -radıyallĂ‚hu anh- dostlarına şoyle derdi:
“–Siz, ashĂ‚bdan daha cok namaz kılıyor ve daha cok gayret gosteriyorsunuz. LĂ‚kin onlar sizden daha fazîletliydiler.”
“–Ne ile bizden daha fazîletli oldular?” diye sorulunca:
“–Onlar dunyaya karşı sizden daha zĂ‚hid, Ă‚hirete karşı da sizden daha rağbetli idiler.” diye cevap verirdi. (İbnu ’l-Cevzî, Sıfatu ’s-Safve, I, 420)
Pek cok insan, dunyadaki makam, mevkî ve îtibĂ‚rına aşırı duşkunluk gosterir ve bunları muhĂ‚faza uğruna Ă‚hiretinden tĂ‚viz verir. HĂ‚lbuki bir musluman, Ă‚hireti icin dunyanın her turlu sıkıntısına katlanmalı, ancak dunyası icin Ă‚hirette sıkıntı cekmeyi hicbir zaman goze almamalıdır.
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, vefĂ‚tından once mu ’minlere yaptığı son vasiyetlerinde bu hususa şoyle dikkat cekmiştir:
“Ey insanlar! Kimin uzerinde bir hak varsa, onu hemen odesin, dunyada rezil rusvĂ‚y olurum demesin! İyi biliniz ki dunya rezilliği, Ă‚hiret rezilliğinin yanında cok hafif kalır.” (Bkz. İbn-i Sa ’d, II, 255; Taberî, TĂ‚rih, III, 191)
Allah Rasûlu ’nun bu sozu uzerine insanlardan bir kısmı onceden yapmış oldukları bĂ‚zı haksızlık ve hatĂ‚ları îtirĂ‚f ederek Efendimiz ’den duĂ‚ ve istiğfar talebinde bulunmaya başladılar. Bir kişi ayağa kalkıp:
“–VallĂ‚hi yĂ‚ RasûlĂ‚llah, ben cok yalancıyım, hem de munĂ‚fığım. Benim işlemediğim hicbir kotuluk yoktur.” dedi. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ona:
“–Be adam, kendini rezil rusvĂ‚y ettin!” dedi. Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–Ey Omer! Dunya rusvĂ‚lığı Ă‚hiret rusvĂ‚lığından cok hafiftir!” buyurdu. Daha sonra da bu kişi icin:
“Ey AllĂ‚h ’ım! Ona doğru sozluluk ve îman olgunluğu nasîb eyle! Kendisinin kotu işlerini hayra tebdîl eyle!” diye duĂ‚ buyurdu. (Taberî, TĂ‚rih, III, 190)
Dunya mal ve mevkiine meylederek Ă‚hireti geri plĂ‚na atmanın ne buyuk bir tehlike olduğunu gosteren şu misĂ‚l de ne kadar ibretlidir:
Emevîler devrinde İslĂ‚m ordusu, İstanbul ’un fethiyle ilgili nebevî mujde ve iltifĂ‚ta nĂ‚il olmak umîdiyle yola cıkmıştı. Ordunun icinde Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî -radıyallĂ‚hu anh- da bulunmaktaydı. Rumlar, arkalarını şehrin surlarına vermiş savaşırlarken, EnsĂ‚r ’dan bir zĂ‚t, atını Bizanslıların ortasına kadar surdu. Bunu goren mu ’minler; “Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız!” Ă‚yet-i kerîmesinden hareketle ve hayretler icinde:
“–LĂ‚ ilĂ‚he illĂ‚llah! Şuna bakın! Kendini goz gore gore tehlikeye atıyor!” diye o sahĂ‚bîyi tenkid ettiler. Bunun uzerine Ebû Eyyûb el-EnsĂ‚rî -radıyallĂ‚hu anh- şoyle dedi:
“–Ey mu ’minler! (Yanlış anlaşılmasın!) Bu Ă‚yet, biz EnsĂ‚r hakkında nĂ‚zil oldu. Allah, Peygamberi ’ne yardım edip dînini gĂ‚lip kıldığında biz, «Artık mallarımızın başında durup onların ıslĂ‚hı ile meşgul olalım.» demiştik. Bunun uzerine Allah TeĂ‚lĂ‚, Rasûlu ’ne:
«Allah yolunda infĂ‚k ediniz de, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayınız. Bir de ihsanda bulununuz, zira Allah (iyilikte bulunan ve ihsĂ‚n şuuru ile yaşayan) muhsinleri sever.»[1] Ă‚yetini vahyetti. Bu Ă‚yet-i kerîmedeki «kendi eliyle kendini tehlikeye atmak»tan maksat, bağ ve bahce gibi dunya malıyla uğraşmaya dalıp, Hak yolunda gayreti terk ve ihmĂ‚l etmemizdi.” (Bkz. Ebû DĂ‚vûd, CihĂ‚d, 22/2512; Tirmizî, Tefsîr, 2/2972)
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Kimin arzusu Ă‚hiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğini koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dunya boyun eğerek onun peşinden gelir. Kimin hedefi de dunya olursa, Allah iki gozunun arasına fakirliğini koyar, işlerini de darmadağınık eder. Netice olarak, dunyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası gecmez.” (Tirmizî, KıyĂ‚met, 30/2465)
Osmanlı tĂ‚rihinin tĂ‚lihsiz şehzĂ‚delerinden Cem Sultan, girdiği taht mucĂ‚delesi neticesinde Rodos şovalyelerine esir duşmuş, onlar da şehzĂ‚deyi papaya satmışlardı. Papa İnnocent-VIII, hristiyan olduğu takdirde, Osmanlı tahtına gecebilmesi icin kendisine yardım edeceklerini vaat etti. Bu teklif, Cem Sultan ’a cok ağır geldi. Mahzun oldu:
“–Değil Osmanlı saltanatını, butun dunyayı verseniz dînimi değiştirmem!..” dedi.
Haclılar tarafından muslumanlar aleyhine kullanılmak istendiğini anladığında ise Rabbine şoyle yalvardı:
“YĂ‚ Rab! KĂ‚firler eğer muslumanlığa zarar vermek icin beni Ă‚let etmek istiyorlarsa, bu kulunu daha fazla yaşatma! Rûhumu bir an once dergĂ‚h-ı izzetine al!..”
GONULLERE SULTAN OLMAK
Bir gun Telemsan pĂ‚dişĂ‚hı Sultan YahyĂ‚, saray erkĂ‚nı ile birlikte şehri dolaşmaya cıkmıştı. Onun ve etrafındakilerin deb­debe ve ihtişĂ‚mı karşısında gozleri kamaşan halk, SultĂ‚n ’a hurmet icin korkuyla ayağa kalkıp; “PĂ‚dişĂ‚hım cok yaşa!” di­yerek alkışlamaya başladı. Ancak sultĂ‚nın gozune bu kalabalıktan ziyĂ‚de, az ileride yalnızlığı tercih etmiş, sultĂ‚nın ihtişĂ‚mına karşı kayıtsız, dun­yadan Ă‚zĂ‚de, nûru etrafını parlatan bir kimse ilişti. Yanında­kilere, o nur yuzlu garibin kim olduğunu sorunca:
“–SultĂ‚nım, o, meşhur Tunuslu Şeyh ’tir. Bir mağarada inzivĂ‚ hĂ‚linde yaşar.” dediler.
Merakı iyice artan Sultan, atını Tunuslu Şeyh ’in yanına surdu ve şu suĂ‚li sordu:
“–Uzerimdeki şu ipekli elbise ile namaz kılmak cĂ‚iz mi­dir?”
Tunuslu Şeyh, bu suĂ‚le cevap vermek istemeyip, onu sa­rayındaki ulemĂ‚dan sormasını tavsiye ettiyse de SultĂ‚n ’ın ıs­rĂ‚rı uzerine şoyle dedi:
“–Bir kopek duşununuz ki, bir hayvan olusu bulmuş ve onu tıka basa yiyip icini dışını pisliğe bulaştırmış olduğu hĂ‚lde, bevlederken kirlenmemek icin ayağını havaya kaldırmak sev­dĂ‚sındadır!..”
Sultan kızdı:
“–Ne demek istiyorsunuz?!” dedi. Şeyh:
“–Şunu demek istiyorum ki, sizin mideniz ve cisminiz en ağır haram yukleri, zulum ve kul hakları ile doludur. Boyleyken siz tutup ipekli elbise ile namaz kılmanın cĂ‚iz olup olmadığını so­ruyorsunuz?!” dedi.
Bu hikmetli sozler, SultĂ‚n ’ın gonlune derinden tesir etti. Bu tesir bereketiyle derhĂ‚l uzerindeki sırmalı elbiseleri cıkarıp attı. Sonra belindeki kılıcı bir kenara fırlattı ve kendisine şaşkınlıkla bakan halka:
“–Muslumanlar! Haklarınızı helĂ‚l ediniz ve kendinize başka bir pĂ‚dişah bulunuz!” diyerek Tunuslu Şeyh ’in peşinden gitti ve onun sĂ‚dık bir talebesi oldu.
Sultan YahyĂ‚, Şeyh Hazretleri ’nin mĂ‚nevî terbiyesinde o derece buyuk bir makam elde etti ki, Tunuslu Şeyh, halk kendisinden duĂ‚ talep ettiği zaman şoyle demeye başladı:
“–DuĂ‚yı YahyĂ‚ ’dan isteyiniz; zira onun yerinde ben olsaydım, onun yaptığını yapamazdım... Eğer sultanlar, onun eriştiği saĂ‚det hazinesini bilselerdi, onlar da YahyĂ‚ gibi her şeylerini fedĂ‚ ederlerdi.”
Dunya saltanatını terk ederek mĂ‚nĂ‚ sultanlığına erişen İbrĂ‚him bin Edhem Hazretleri de şoyle demiştir:
“İlĂ‚hî muhabbetteki vecd ve istiğrĂ‚kımız muşahhas bir şey olsaydı; krallar onu alabilmek icin butun hazinelerini de krallıklarını da fedĂ‚ ederlerdi.”
[1] el-Bakara, 195.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hakk'a Adanmış Genclik , Erkam Yayınları
İslam ve İhsan