
Kişi ne kadar zengin olursa olsun, ne kadar makam sahibi olursa olsun, bu mal ve makamın kim tarafından verildiğini bilirse hassasiyeti bu minvalde olur. Dunyanın heva ve hevesine kapılmaz. Dunyaya bağlanıp ahireti unutmaz. Dunyayı gecici goren her kul elbetteki ahiretini unutmaz ve ona gore bir yaşantı sahibi olur. İşte bu minvalde hayatları olan Halife ve Sultanlar...Allah Rasûlu ’nun mubÂrek izinden giden sultanlar dahî, bu kanaat ve istiğnÂyı en guzel şekilde gostermişlerdir.
HALİFE OMER BİN ABDULAZİZ
Omer bin Abdulaziz -rahmetullÂhi aleyh-; hilÂfete geldiğinde, hanımından butun mucevherÂtını beytulmÂle vermesini istemiştir. Hanımı bunu kabul ettiği gibi; zevci vefÂt ettikten sonra mucevherlerini kendisine iade etmek isteyen kardeşlerinin teklifini de reddetmiş, bu fedÂkÂrlığı gonulden yaptığını ifade etmişti.
AğyÂre ve ecnebî elcilere azametli gorunmek icin kaftanlar giyen Osmanlı sultanlarının I. Ahmed Han gibileri, iclerine keci kılından fanilÂlar giyerek dunya nimetlerine karşı kendilerini muhafaza etme gayretinde olurlardı. Her biri muazzam servetler dokerek buyuk vakıflar inşÃ‚ eden, şefkat ve merhametin timsÂli vakfiyeler bırakan o sultanların coğu; i‘lÂ-yı kelimetullah icin at sırtından inmediler.
SON SULTAN VAHİDUDDİN HAN
Son sultan Vahîduddîn Han; gurbete gitmeye mecbur kalınca, yanında padişah olarak şahsına ve hÂnedan olarak ecdÂdına ait olan nice kıymetli mucevherleri hazineye bağışlayarak ayrıldı. HÂlbuki kalabalık bir maiyyet ile mechule doğru gidiyordu ve yanına aldığı miktar, hakikaten sadece 1-2 yıl kifÂyet edebilmişti. Ancak o ayrılırken, yukte hafif pahada cok ağır olan muhteşem mucevherÂta el surmedi.
Yanında sadece minyaturleri iki milyon eden muhteşem bir eser vardı, makbuzunu getirterek onu da yine hazineye iade etmişti. O zaman yakınları;
“−Padişahım! Hazîne-i HumÂyûn ’umuzdaki butun eşya ecdÂdınıza ve hÂnedanınıza; hukumdarlar tarafından hediye edilen eşyadır, bunlar sizin malınızdır. BÂhusus iade buyurmak istediğiniz kitabın iki belki de uc milyona alıcısı hazırdır. Hic olmazsa bunu bir ihtiyat olarak nezd-i şÃ‚hÂnenizde alıkoymak doğru değil midir?” deyince;
Sultan Vahîduddîn, şu cevabı verdi:
“−Haklısınız, bunlar hesabını kimseye vermekle mukellef olmadığımız, şahsî malımızdır. Fakat ecdÂdım bu milletin hukumdarları olmasa idiler, onlara kim bu hediyeleri verirdi? BinÂenaleyh bu kıymet bicilmez eşya ve evÂnîde, benim kadar milletin de hakkı vardır. Ben bu ihÂneti kabul edemem!”
Şartlar Sultan ’ı bir muddet sonra İtalya ’nın San Remo şehrinde ikamete mecbur bırakmıştı. Şehzadeliğinde kendisini İstanbul ’da ağırladığı İtalyan kralı kendisine comertlikle mukabelede bulunmak istiyor, ikametgÂh ve tahsisat teklif ediyordu. Ancak mustağnî Padişah;
“Memleketimdeki vukuÂt ve hÂdisÂt; her ne kadar beni muvakkaten veya ebediyyen, tac ve tahtımdan ayırdıysa da, uzerimde «Halîfelik» sıfatı mevcuttur. Ben butun muslumanların reis-i rûhÂnîsiyim, Peygamber postunda oturuyorum. Bu sıfat, kendi dînimden olmayan bir zÂtın teklifini kabulden beni men eder.” diyerek bu teklifleri geri cevirdi. HilÂfet makamını istismÂr etmek isteyen ve maddî refah va‘deden başka teklifleri de elinin tersiyle itti. HÂlbuki son derece muhtac durumda idi.
Nihayet yedi asır İslÂm ’a en buyuk hizmetlerde bulunmuş bu hÂnedanın son padişahı vefat ettiğinde, maalesef bakkal-manav borcu yuzunden San Remo esnafı tarafından tabutuna haciz kondu. Tabut arka kapıdan kacırılarak vapura bindirildi ve Şam ’da Sultan Selim Camii ’ne defnedildi. Borclar bilÂhare akrabaları tarafından odendi.
Şu misal ise, istiğnÂnın halk arasında dahî nasıl intişÃ‚r ettiğini gostermesi bakımından cok muhimdir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yuzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ocak Sayı: 143
İslam ve İhsan