Ahlaksızlık neden yayılıyor? İrşadı terk etmenin hazin akıbeti.Bir imtihan mekĂ‚nı olarak yaratılan bu dunyĂ‚da AllĂ‚h ’ın sayısız nîmetleri icinde yaşarken, O ’nun emir ve yasaklarına karşı cıkmak, en dehşetli bir nankorluk, en karanlık bir cehĂ‚let ve Ă‚kıbeti en korkunc bir hamĂ‚kattir. Îman hakîkatlerine ve ilĂ‚hî ahlĂ‚k nizĂ‚mına sırt donerek boyle bir nankorluğe saplananlar, sonunda ilĂ‚hî intikĂ‚ma dûcĂ‚r olurlar.
TĂ‚rihin ibret dolu sayfaları, Ă‚deta bir milletler kabristanıdır. Îmansızlık, ahlĂ‚ksızlık ve zulum, milletlerin en buyuk helĂ‚k ve yok oluş sebepleridir. Îmansız ve zĂ‚lim kavimlerin “sekerĂ‚t-ı mevt”leri ne muthiş ilĂ‚hî intikam tecellîleridir.
Hayatta en cok korkulan tûfanlar, kasırgalar, zelzeleler, kıtlıklar, yıldırımlarla dolu azap bulutları, duşman işgalleri ve salgın hastalıklar gibi ilĂ‚hî gazap tecellîleri, insanlar icin aynı zamanda ilĂ‚hî bir tehdit veya îkaz mĂ‚hiyetindedir. “Tabiat olayları” olarak gorulen bu tip vak ’alar, gelişiguzel olmayıp bircok sebep ve hikmete bağlı olarak meydana gelirler. Dış gorunuş itibĂ‚rıyla fizikî bĂ‚zı sebeplere bağlı olarak cereyĂ‚n eden acı hĂ‚diselere gonul gozuyle bakıldığında, hakîkatte onların bĂ‚zı insanların isyan ve gunahlarının bir netîcesi veya bĂ‚zı kişiler icin ilĂ‚hî bir îkaz mĂ‚hiyetinde olduğu gorulur.
Ağactan duşen bir yaprağın bile, AllĂ‚h ’ın izniyle ve ilĂ‚hî bir kaderle duştuğu, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de beyĂ‚n edilmektedir.[1] Aksi hĂ‚lde kĂ‚inatta, fizikî bir anarşi meydana gelirdi. Butun fizikî hĂ‚diselerin icinde binbir turlu mĂ‚nevî esrar gizlidir. Bu sırlar, peygamberlere ve ehl-i kalbe ayandır.
Kur ’Ă‚n-ı Kerîm, gecmiş kavimlerin helĂ‚k edilişlerini anlatırken bunun sebepleri uzerinde durmakta ve boylece sonradan gelen nesilleri îkĂ‚z etmektedir. Bu sebeplerin başında, AllĂ‚h ’ın nîmetlerine karşı nankorluk etmek, şukredecek yerde bol nîmetler icinde şımarmak, zulum ve haksızlıkta ileri gitmek, ahlĂ‚ksızlık ve edepsizliğe ozenmek, irşadda bulunmayı terk etmek ve kendine yapılan îkaz ve irşĂ‚dı kulak ardı etmek gibi gunahlar gelmektedir. Gunahlar ise, affedilmedikleri takdirde, cennete girme yasaklarıdır. İnsanlığı helĂ‚ke surukleyen bu gunahların engellenmesi ise ancak firĂ‚setli mu ’minlerin, İslĂ‚m ’ı hayĂ‚tın her safhasına şĂ‚mil kılmaları ve butun hĂ‚l ve davranışlarıyla numûne olmalarına bağlıdır. Mu ’minlerin îfĂ‚ ettiği tebliğ ve irşad, ancak bu sĂ‚yede kemĂ‚le erer.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“Siz, insanların iyiliği icin ortaya cıkarılmış en hayırlı ummetsiniz; iyiliği emreder, kotulukten meneder ve AllĂ‚h ’a inanırsınız…” (Âl-i İmrĂ‚n, 110)
Peygamber Efendimiz de şoyle buyurmuştur:
“Sizler yardım gorecek, ganimetler elde edecek ve bircok memleketleri fethedeceksiniz. Sizden kim bu vakte erişirse, Allah ’tan korksun, iyiliği emredip kotulukten nehyetsin…” (Tirmizî, Fiten, 70/2257)
Mu ’minler, dĂ‚imĂ‚ hayırlara anahtar, şerlere kilit olmalıdır. ZîrĂ‚ Peygamber Efendimiz, hayra anahtar ve şerre kilit olanları mujdelemiş ve; “Ne mutlu onlara!” buyurmuştur. (İbn-i MĂ‚ce, Mukaddime, 19)
AHLAKSIZLIK NEDEN YAYILIYOR? Muslumanlar, cehĂ‚let, menfaatperestlik ve ihmĂ‚lkĂ‚rlık gibi muhtelif sebeplerle kendi İslĂ‚mî yaşantılarından fire verip dînî mes ’ûliyetlerini unuttukları zamanlarda, toplumda curumeler meydana gelir. Bu curume ve cokuntuler, zamanla etrafa yayılarak nezih bir hayat yaşamaya gayret eden insanları da icine alır. YĂ‚ni başlangıcta mĂ‚nî olunmayan ferdî bir zaaf, daha sonra onu alınamaz hĂ‚le gelerek umûmîleşir ve fĂ‚sık-sĂ‚lih butun insanlara zarar verir. Bunun hazin Ă‚kıbeti ise, insanların yavaş yavaş toplu helĂ‚kin eşiğine doğru suruklenmeleridir. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede buyrulur:
“Oyle bir fitneden sakının ki o, icinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umûma sirĂ‚yetle hepsini perişan eder). Biliniz ki, AllĂ‚h ’ın azĂ‚bı şiddetlidir.” (el-EnfĂ‚l, 25)
BĂ‚zı gunahlar vardır ki, zararı umûma şĂ‚mil olur. O gunahın sebep olacağı fitne ve karışıklık, getireceği sıkıntı ve belĂ‚, yalnızca o gunahı işleyenleri ve zĂ‚limleri yere sermekle kalmaz. ZĂ‚limlerle birlikte o işe bulaşmamış, o gunahı işlememiş mĂ‚sumlara da isĂ‚bet eder. GunahkĂ‚rların yanında, zĂ‚hiren sucsuz gorunenler de musîbete uğrarlar.
Bu sebeple Muslumanlar, uzerlerine duşen vazife ve mes ’ûliyetleri en guzel şekilde yerine getirmeli, olumu ve hesĂ‚bı hicbir zaman unutmamalıdırlar.
Maalesef insanlar, nefsĂ‚nî menfaatleri karşısında coğu zaman ceşitli teviller yaparak AllĂ‚h ’ın emirlerinden tĂ‚vizler vermeye yonelmektedirler. İlĂ‚hî emirleri îfĂ‚ husûsunda umûmun seviyesizliğine kıyasla, kendi yaptıkları az bir hizmet ve gayreti kĂ‚fî ve hattĂ‚ cok gorme gafletine duşmektedirler. İlĂ‚hî yasakları, Ă‚deta zamanın îcĂ‚bıymış gibi meşrû ve mubah gorerek; “Herkes yapıyor, ben de mecbûrum.” gibi bahĂ‚nelere sığınmaktadırlar. HĂ‚lbuki bu mevzûlarda hoşgoruye(!) kimsenin hakkı ve salĂ‚hiyeti yoktur. Cunku dînin hukumlerini koyan CenĂ‚b-ı Hak ’tır. Dînin kĂ‚idelerini O koyduğu gibi, sonunda insanları hesĂ‚ba cekecek olan da O ’dur.
İnsan, evvelĂ‚ İslĂ‚m ’ı kendi hayĂ‚tının her safhasına yansıtarak kĂ‚mil bir mu ’min şahsiyeti inşĂ‚ etmeli, sonra da o İslĂ‚m şahsiyeti ile cevresine tebliğ ve irşadda bulunmalıdır. Cocuklarını zamanında terbiye etmeli, dînî eğitimlerini kesinlikle ihmĂ‚l etmemelidir. Yakından uzağa doğru herkese mĂ‚rufu, yĂ‚ni iyilikleri emretmeli, munkerden, yĂ‚ni kotu ve cirkin şeylerden de nehyetmelidir. ZîrĂ‚ bu vazife ihmĂ‚l edildiğinde mes ’ûliyeti cok ağır olmaktadır. Bu hizmette yorgunluk ve bezginlik gostermek, ilĂ‚hî azĂ‚bın umûmî gelmesine sebep olur. Nitekim RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, İsrĂ‚iloğulları ’nın bozulmaya başladığı devreyi anlattıkları bir hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“İsrĂ‚iloğulları arasında zulum yaygınlaştığı donemlerde, bir kimse diğerini gunah işlerken gorunce evvelĂ‚ onu bu yaptığından nehyederdi. Fakat ertesi gun o adamı aynı vaziyette gorduğu hĂ‚lde onunla oturup kalkabilmek ve yiyip icebilmek (menfaat sağlayabilmek) icin kotulukten sakındırmaz, îkazda bulunmazdı…” (Tirmizî, Tefsîr, 5/6, 7; İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 20; Ebû DĂ‚vûd, MelĂ‚him, 17/4336)
Diğer bir hadîs-i şerîfte de şoyle buyrulur:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bir kavme azap gonderdiği vakit, o azap, orada bulunanların hepsine erişir. Sonra da herkes amellerine gore yeniden diriltilir.” (BuhĂ‚rî, Fiten, 19; Muslim, Cennet, 84)
Gunah ve isyanları bertarĂ‚f etmek icin son nefese kadar calışıp da butun maddî ve mĂ‚nevî gayretlerine rağmen fitneye mĂ‚nî olamayanlar, Allah katında mĂ‚zur sayılırlar. Bununla birlikte o zĂ‚lim ve gĂ‚fillerin icinde bulunup onlara yakınlık gosterdiklerinden ve onlarla komşuluk ettiklerinden dolayı dunya hayĂ‚tında aynı musîbete uğramaları da muhtemeldir. Boyle kişiler, Ă‚hiret hayĂ‚tında ecir alırlarsa da dunyada sıkıntı cekerler ve bunların cektikleri sıkıntı, o sıkıntıya sebep olan zĂ‚limlerin azĂ‚bını artırır.
İYİ İNSANLAR DA HELAK OLUR MU? Zeyneb bint-i Cahş -radıyallĂ‚hu anhĂ‚- şoyle rivĂ‚yet etmektedir:
Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, birgun korkudan titreyerek yanıma geldi ve:
“–Allah ’tan başka ilĂ‚h yoktur. Yaklaşan şerden dolayı vay Arabın hĂ‚line! Bugun Ye ’cûc ve Me ’cûc ’un seddinden şu kadar yer acıldı.” buyurarak baş parmağı ile şehĂ‚det parmağını birleştirip halka yaptı. Bunun uzerine ben:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! İcimizde iyiler de olduğu hĂ‚lde helĂ‚k olur muyuz?” diye sorunca, Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“–Kotuluk ve gunahlar coğaldığı vakit, evet.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Fiten 4, 28, EnbiyĂ‚ 7, MenĂ‚kıb 25; Muslim, Fiten 1. Bkz. Ebû DĂ‚vûd, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 23; İbn-i MĂ‚ce, Fiten 9)
Demek ki toplumdaki iyiler de, kotulere goz yumup ses cıkarmadıkları ve onları îkĂ‚z etmek icin kĂ‚fî derecede gayret gostermedikleri takdirde, cezĂ‚ya mustehak olmaktadırlar. Bu hakîkati Rasûl-i Ekrem Efendimiz, hadîs-i şerîflerinde şoyle ifĂ‚de buyurmuştur:
“İnsanlar fenĂ‚lıkları gorup de onu değiştirmeye calışmazlarsa, cok gecmeden Allah TeĂ‚lĂ‚ onların başına umûmî bir belĂ‚ verir.” (İbn-i MĂ‚ce, Fiten, 20)
“Canımı kudret elinde tutan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kotuluklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda uzerinize bir azap gonderir. Sonra AllĂ‚h ’a yalvarıp duĂ‚ edersiniz, fakat duĂ‚nız kabul edilmez.” (Tirmizî, Fiten, 9/2169)
İnsanlık tĂ‚rihi, îman ve ahlĂ‚k yolundan sapmış azgınlar uzerine inen nice ilĂ‚hî azap tecellîlerine şĂ‚hid olmuştur. Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli halkı; peygamberlerle mucĂ‚dele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiĂ‚ eden ve sonunda Kızıldeniz'in girdaplarında boğulan Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği Nemrut; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan Lût kavminin, hayĂ‚dan yoksun, ahlĂ‚ksız ve edepsiz insanları ve daha nice zĂ‚limler, hep gunah ve isyanlarında ısrar ettikleri icin acıklı bir Ă‚kıbetle helĂ‚k edilmişlerdir.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Onlara, kendilerinden evvelkilerin; Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin, İbrĂ‚him kavminin, Medyen halkının ve altust olan şehirlerin haberi ulaşmadı mı? Peygamberleri, onlara apacık mûcizeler getirmişti. Allah onlara zulmedecek değildi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekte idiler.” (et-Tevbe, 70)
Başlarına gelen felĂ‚ketler, kendi gunahlarının acı neticeleriydi. Yaptıkları hatĂ‚ ve isyanlar sebebiyle, hem dunya hem de Ă‚hiret hayatlarını perişan etmişlerdi.
Âyet-i kerîmelerde buyrulur:
“İnsanların bizzat kendi işledikleri yuzunden karada ve denizde fesat zuhûr etti, duzen bozuldu. Bu, belki (tuttukları kotu yoldan) donerler diye AllĂ‚h ’ın onlara, yaptıkları şeylerin bĂ‚zı kotu neticelerini tattırması icindir.” (er-Rûm, 41)
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. (Bununla beraber) Allah, (gunahlarınızın) coğunu da affediyor.” (eş-ŞûrĂ‚, 30)
Rabbimiz, biz kullarına ne kadar da merhametli! Doğru yoldan saparak gunahlara dalan kullarını îkĂ‚z etmek icin bĂ‚zı dunyevî cezĂ‚larla muhtelif îkazlarda bulunması, aslında O ’nun engin merhametinin bir tezĂ‚hurudur. ZîrĂ‚ Ă‚hiretteki azĂ‚bın yanında dunyevî îkazlar cok kucuk kalır. Bu sebeple Allah TeĂ‚lĂ‚ kullarına dunyada birtakım sıkıntılar yaşatır. Ustelik kullarının işlediği gunahların tamamını da bu dunyada cezĂ‚landırmaz. Onlara, gunahları terk ederek hakka donmeleri icin muhletler ve fırsatlar verir. İlĂ‚hî îkazlara gonul verip hakka rucû ettikleri takdirde, eski gunahlarını da affedeceğini bildirir. HattĂ‚ kullarının tevbelerindeki samîmiyetleri nisbetinde eski gunahlarını sevaplara tebdîl edeceğini mujdeler. O ’nun rahmet ve mağfireti bu kadar geniştir.
LĂ‚kin, nefsĂ‚nî hayĂ‚tın aldatıcı seraplarına kanarak, sayısız ilĂ‚hî îkazlara ısrarla kulak tıkayan ve tevbe edip nefsini ıslĂ‚h etme fırsatlarını inatla reddeden insanları da sonunda acı bir şekilde yakalayıverir. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Şuphesiz O ’nun yakalaması, pek elem vericidir, pek cetindir!” (Hûd, 102)
İslĂ‚m ’dan başka tutulacak bir ebedî saĂ‚det yolu yoktur. Muslumanlar, dinlerini yaşama husûsunda birbirlerini teşvik etmeli, Ă‚deta birbirini yıkayan iki el gibi olmalı ve AllĂ‚h ’ın emirlerinden aslĂ‚ tĂ‚viz vermemelidirler. ZîrĂ‚ AllĂ‚h ’ın emirleri gozardı edildiği, ilĂ‚hî hudutlar ciğnendiği zaman, dunyanın nizĂ‚mı bozulur; hak, adĂ‚let, insaf, merhamet, muhabbet, can ve mal emniyeti ortadan kalkar; zulum, haksızlık, ahlĂ‚ksızlık, aclık, hırsızlık ve cinĂ‚yetler her tarafı kaplar. İnsanlar sokağa cıkmaktan korkar hĂ‚le gelirler.
OYLE BİR ZAMAN GELECEK Kİ Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz, o gunlerin geleceğini; “Oyle bir zaman gelecek ki…” buyurduğu bĂ‚zı hadîs-i şerîflerinde haber vermiştir:
“Oyle bir zaman gelecek ki, insanlar iyiliği ozendirmeyecek, kotulukten de sakındırmayacaklar.” (Heysemî, VII, 280)
“Sizin uzerinize oyle bir zaman gelecek ki, o vakit siz, iyilikleri emretmeyen ve kotulukleri yasaklamayan kimselerin en hayırlı kişiler olduğunu duşuneceksiniz.”[2]
Yine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- bir gun:
“–Genclerinizin fıska duştuğu ve kadınlarınızın azdığı zaman hĂ‚liniz nice olur?” buyurmuştu. Yanındakiler hayretle:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu, yĂ‚ni boyle bir hĂ‚l başımıza gelecek mi?” dediler.
“–Evet, hattĂ‚ daha beteri!” buyurdu ve devĂ‚m etti:
“–Emr bi ’l-mĂ‚rûf ve nehy ani ’l-munker yapmadığınız vakit hĂ‚liniz nice olur?”
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m yine hayretle:
“–YĂ‚ni bu olacak mı?” dediler.
“–Evet, hattĂ‚ daha beteri!” buyurdular ve devĂ‚m ettiler:
“–Munkeri emredip, mĂ‚rûfu yasakladığınız zaman hĂ‚liniz nice olur?”
Yanında bulunanlar iyice hayrete duşerek:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Bu mutlaka olacak mı?” dediler.
“–Evet, hattĂ‚ daha beteri!” buyurdular ve devĂ‚m ettiler:
“–MĂ‚rûfu munker, munkeri de mĂ‚rûf kabûl ettiğiniz zaman hĂ‚liniz nice olur?”
SahĂ‚bîler:
“–Ey AllĂ‚h ’ın Rasûlu! Bu mutlaka olacak mı?” diye sordular.
“–Evet, olacak!” buyurdular.” (Heysemi, VII, 281)
Yine Rasûlullah -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-:
“–İnsanlar uzerine oyle bir zaman gelecek ki, o vakit mu ’minin kalbi tuzun suda eridiği gibi eriyecek!” buyurmuşlardı.
AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“–Nicin eriyecek yĂ‚ Rasûlallah?” diye sordular. Bunun uzerine Efendimiz -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-:
“–Kotulukleri gorup de onları değiştirmeye guc yetiremediği icin.” buyurdular. (Ali el-Muttakî, III, 686/8463)
Hadîs-i şerîflerde haber verilen butun bu hĂ‚diselerin gunumuzde aynen yaşanmakta olduğunun farkında mıyız acabĂ‚? O hĂ‚lde bu ilĂ‚hî îkazlara daha ciddî bir şekilde kulak vermemiz îcĂ‚b etmektedir. Aksi takdirde yarın ilĂ‚hî huzurda ileri surebilecek hicbir mĂ‚zeretimiz kalmaz. ZîrĂ‚ Allah ve Rasûlu, bizim icin luzumlu olan her şeyi acıkca beyĂ‚n buyurmuşlardır. Âyet-i kerîmede bu durum şoyle ifĂ‚de edilir:
“Andolsun ki Biz, oğut alsınlar diye, bu Kur ’Ă‚n ’da insanlara her turlu misĂ‚li verdik.” (ez-Zumer, 27)
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-En‘Ă‚m, 59. [2] Ali el-Muttakî el-Hindî, Kenzu ’l-UmmĂ‚l, Beyrut 1985, III, 686/8462.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan