
Bizden evvel dunyaya gelip gocmuş nicesine, “Kararlar ustunde bir karar vardır!” dedirten yazı değil mi, iyiliğimizin de kotuluğumuzun de musebbibi?Nasıl yani? Kader değil mi her şeyin sorumlusu? Bizden evvel dunyaya gelip gocmuş nicesine, “Kararlar ustunde bir karar vardır!” dedirten yazı değil mi, iyiliğimizin de kotuluğumuzun de musebbibi?
Neden bahsediyoruz? Uc gunluğune gittiğin yerden, elinde olmayan sebeplerle yirmi gun donemediğinde; ertesi gun yapmayı plÂnladığın iş, seni aşan sebeplerle seneye kalıverdiğinde; yok zannettiklerin hic beklemezken cıkageldiğinde, var zannettiklerin bir anda cekip gittiğinde; yani aklınla ve bilginle plÂnlayabildiğin işler, kontrolun dışında tersine donuverdiğinde fark ettiğin… “Peder ne der, kader ne der?” sırrının kaynağı olan, bazen en kederli zamanlarda icine umut olup dolan, bazen de en surûr dolu anlarda huzne boğulmana yol acıp tecrube edildikce bilinen alın yazısından...
MÂdem boyle bir yazıya başladık, şunu hemen hatırlayalım: “Hicbir zaman her şeyi bilemeyeceği bilgisi” cok bilmeye hevesli aklın suratına carpılınca, ukalÂlık etmeyi pek seven akıl; aczini kabul etmekten başka care bulamayınca, bozulur. İnsan, kıyısına oturup seyrettiği denizin sadece sathını gorebilir. Derûnu, hakikati, sırrı seyretmek, ancak vurgun yemeyi goze alan dalgıcların nasîbidir. Demem o ki, bilmek, ancak emek verecek kadar sevenlere lûtfedilen bir ecirdir.
“BENİM EN BUYUK SIRRIM” MÂdem ki insan, kendisini bile cozememişken bir başkasını hic cozemez… MÂdem ki insan, daha kendi deryasında inci toplayamamışken, başka deryalarda mercan keşfedemez… MÂdem ki hikmete dalmayı bilmek de bir ilimdir ve Allah lûtfetmezse kimse bilmez… “Ben insanın sırrıyım. İnsan da benim en buyuk sırrımdır.” buyuran[1] AllÂh ’ın ilmi icindeki kadere îman etmek ve teslim olmak gerekir. Nitekim Rasûlullah Efendimiz kadere îman etmeyi, îman esasları arasında zikretmiştir.[2] Bu, nice guzelliği deryanın derinine gizlediği gibi, nice cevheri de insanın kalbine nakşetmiş olan AllÂh ’ın hakkı ve huzurlu olmanın yegÂne yoludur.
Kadr u kıymet bilecek, saklananı bulacak, suÂli lÂf olsun diye değil, vasıflı bir merak ile soracak insana cok ihtiyac vardır. Ne kadar guzel vasıflarla donanmış olursa olsun insan, nisyÂna, isyana ve hata etmeye meyyÂldir. Tuhaf bir şekilde, kendisini Yaratan ’dan gaflete duşebilmekte ve fıtratını bozacak adımlar atabilmektedir. Bu hÂller, dunyaya Rabbini bilmek ve Cennet ’e lÂyık hÂle gelmek icin gonderilmiş olan insanın kalbini karartıp harap etmekte ve nûr gibi aydınlık ve aydınlatıcı olması gereken insanı, zift gibi kara ve karartıcı bir faktore donuşturmektedir. Hatt bazıları, yaptığı yanlışların ve girdiği gunahların sucunu, “Kaderim boyleymiş!” diyerek AllÂh ’a yuklemektedir.
Başarılarını nefsinden, başarısızlıklarını alın yazısından bilmek, ne kadar da buyuk bir celişkidir. AllÂh ’ın ilmi sınırsızdır. Bu sebeple yaşayacağımız her şeyi bilir. Bizim bir işi tercih etmemizin sebebi, O ’nun bu tercihimizi evvelden biliyor olması değildir. Mutlak kader de muallak kader de O ’nun ilminde olmakla beraber, tercihimize bırakılmış her işte, mes ’ûliyet bize Âittir. Aklı olan, sucunu AllÂh ’a atmak yerine, sadaka vererek, tevbe ederek, hayırlarını coğaltarak, yaşadıklarından ders alarak ve kendini geliştirerek son nefese hazırlanmaya gayret etmelidir.
BENİM İNANDIĞIM ALLAH Beynin celişkilerden kurtulmadığı ve hakta karar kılmadığı her bunyede, uzuvlar ve organlar zarar gorur. Beyin duzelmedikce, karmaşa bitmez. İyilik nÂmına yanlışa ve cirkine zemin hazırlayan bir beyin, uzuvların kendini guvende hissetmesini de engellemiş olur. Bazı insanlar, yalnızca kendisi gibi duşunen ve kendi anlayışına hizmet edenleri var sayar. Bu tiplerin nezdinde, AllÂh ’ın ve alın yazısının da durumu yaklaşık boyledir. Onlar, AllÂh ’ı da emir vermediğinde, yasak koymadığında severler ve:
“-Benim inandığım Allah, oyle değil, şoyle!” demek sûretiyle, kufurde ve sacmalamakta temelli dibe giderler.
Şimdi butun bunların ardından, bir musluman olarak yazacağım şu satırları, din kardeşim olarak dikkatle oku:
Yaptığın bir hata sana zarar verdiğinde duşmanların sevinir, sevenlerinin canı yanar. Yok olmanı isteyenler, bunu fırsat bilip saldırırken, varlığınla nefeslenenler acı icinde kalır. Cunku yanlış, sen yaptın diye doğru olmaz; lÂkin sen yapınca temelli meşhur olur. Ne diye sızlanıp duruyorsun ki?
“-Beni bu sabaha da îman ve Âfiyetle kavuşturan Rabb ’ime şukurler olsun!” desene… Dunyanın dort bir yanında sen gibi îman sevinciyle uyanmış olan butun din kardeşlerin icin sevinip du etsene… Sonra, İnşirah Sûresi ’ni okuyup butun muslumanların rûhÂniyetlerine hediye etsene. Kadere isyan edeceğine, tevbe etsene…
Bilenlerden işittik ki, kader ikidir: Mutlak kaderi, ancak dilerse Allah değiştirir. Sen muallak kader hususunda, hayırlı tarafta gayretle durarak gereğini yap.
“Kaderimde bu var mı, yok mu?” diye sorgulamak, “Kadının adı var mı, yok mu?” diye tartışmak kadar boş bir iştir. Asıl olana asılmak varken, boş olanda boğulmamak gerekir. Vazifesi kulluk etmek olan insanın, kaderi sorgulaması nasıl vakit kaybıysa; vazifesi zarÂfetin, nezÂketin, iffetin, edebin, hissiyÂtın, ince zevkin, îmÂnın, vakarın, şahsiyetin temsili olması gereken kadının, bu değerleri muhafaza etmeye calışmak yerine, benlik cukurundan isyanla seslenip “Adım yok!” diye bağırması da o kadar vakit kaybıdır.
Yazıyı değil, kulluğunu ve ahlÂkını sorgula! “Kaderim ezilmekmiş!” diyeceğine, kendini gunahlardan ve birinin gunahına vesîle olmaktan korumak niyetiyle muhafazana burunup muhterem ol. “Kaderimde aşağılanmak varmış!” deyip isyan edeceğine, seni mahlûkÂtın en şereflisi olarak yaratan AllÂh ’ın emrine uy. AllÂh ’ın yucelttiğini kimse aşağılayamaz.
HAKİKATİ YAŞAYARAK OĞREN! Asıl şefkatin zarûrî gereği olarak, “Hakikati yaşayarak oğren!” diye, meydan bazen iddia sÂhibi olan nefsine bırakılır. O, kibirlenir, pisletir, batırır, zorluk ceker de haddini bilir. İsyan edilecek olan kader değil, kabarmayı ve şeytana uymayı mÂrifet sanan, gÂfil nefistir.
Doğru işlerin kadar yanlış işlerin de varsa, doğrular kadar eğriler de arkandaysa, bu ciddî bir problemdir. Bu problemi cozmediğin, goruntunu ve rengini kesinleştirmediğin surece kaderin, şuphe edilmektir. Îman edilmenin şartı tektir. O da netliktir.
Yuzunu guzelce yıkamış olman gerekirken, gozunde capak bırakmışsan ve civarında seni sevip umursayan biri varsa, kaderin, îkaz edilmektir. Sana tanınan tercih hakkıyla, umûma yaranmak adına tÂvizler vermiş; hakkı değil şerri kuvvetlendirmiş, Hakk ’ın hukumlerine karşı gelmiş, helÂl ve doğru dururken haram ve yanlış ile omur gecirmişsen, kaderin Cennet ’e girmek midir? Baktıranın kaderi bakılmaktır. Yazılanın kaderi okunmaktır. Koşanın kaderi yorulmaktır. Tembellik edenin kaderi yerinde saymaktır. Suruden ayrılanın kaderi, kurtlara yem olmaktır. Sen sana duşeni yapmazsan, yazı n ’etsin?
Biz, uzerimize vazife olanı yapmaktan, doğru işlere destek olmaktan, hatalı işleri sorgulayıp duzeltmeye calışmaktan mes ’ûluz. Morali haramda, kabahati kaderde arayanlar, hicbir şey bulamadan olup gitmişlerdir.
HÂsılı, kul kendini bilmez; lÂkin Allah kulunu bilir. Yazı, kader dedikleri, işte bundan ibarettir. İrÂdenle hayrı sec, amel defterinde iyilik biriktir, gerisi gelir. VesselÂm.
Dipnotlar:
[1] Bkz: Fusûsu ’l-Hikem Terc. ve Şerhi, I, 48. [2] Bkz. BuhÂrî, Îman, 37; Muslim, Îman, 1, 5.
Kaynak: Neslihan Nur Turk, Şebnem Dergisi, Sayı: 187
İslam ve İhsan