
Kabir hayatı nedir, nasıldır? Kabir azabını beden mi, ruh mu yoksa her ikisi mi cekecektir? Kabir hayatı hakkında ayet ve hadisler.Olen kimsenin toprağa gomulduğu yere kabir denir. Coğulu “kubûr” dur. Bu yere mezar da denir. Olumle başlayıp yeniden dirilmeye kadar kabirde devam edecek hayata “kabir hayatı” veya “berzah” denir.
İNSAN HAYATININ EVRELERİ İnsan ruh ve bedenden meydan gelen bir canlıdır. Ruhun yaratılışı bedenden oncedir. Buna gore, insan hayatının devreleri dorde ayrılabilir.
a) Ruh devresi: Ruhun, yaratıldığı zamandan, bedene ufleninceye kadar gecen donem. Cenin anne karnında 4 ay 10 gune kadar olan donemde biyolojik canlıdır. Bu donemden itibaren ruh uflenir ve canlılık sureci başlar. Ruhların topluca yaratılıp, sorguya cekilmesi Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle bildirilir: “Bir zamanlar Rabb ’in, Âdemoğullarının sırtlarından soylarını alarak, onları kendilerine tanık tutmuş ve “Ben sizin Rabb ’iniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, biz tanığız.” demişlerdi. Bu tanık tutma, kıyamet gunu bizim bundan haberimiz yoktu dememeniz icindir.” [1]
b) Dunya hayatı: Ruhun bedene girmesi ve doğumla başlayan dunya hayatı, ruhun bedenden ayrıldığı zamana kadar devam eden bir surectir. Dunya hayatının amacı, insanın nasıl fiil ve davranışlarda bulunacağını denemek ve sonucları tespit etmektir.[2]
c) Kabir hayatı: Olumle başlar, kıyamet gunune kadar devam eder.
d) Oteki dunyadaki hayat: Kıyametin kopmasıyla başlayan ve sonsuza kadar surecek olan Âhiret hayatıdır.
Biz aşağıda ucuncu donem olan kabir hayatı ile ilgili bilgi vereceğiz.
Olen kimse ister bir kabre konulsun, isterse denizde kaybolsun, ateşte yanıp kulleri savrulsun ya da hayvanlarca parcalansın her insan icin kabir hayatı sureci kendi şartları icinde başlar. Kabir ve kabristan teşkil etmek; bir ceşit dunyadaki meskenin bir devamı gibi, insana verilen onemin ve ona duyulan saygınlığın bir gostergesi olarak tarih boyunca butun milletlerde ve beldelerde suregelmiştir.
KABİR HAYATI HAKKINDA AYET VE HADİSLER Kabir hayatıyla ilgili ceşitli Âyet ve hadisler vardır. Kur ’an-ı Kerim ’de şoyle buyurulur: “Fir ’avun ve adamları sabah-akşam ateşe sunulurlar. Kıyametin kopacağı gun de şoyle denilecek: Fir ’avun hanedanını ateşin en şiddetlisine sokun.” [3] Bu Âyet kıyamet kopmadan once de azabın varlığından soz etmektedir. Bu da kabir azabı olarak yorumlanmıştır. Nitekim Tirmizî ’nin ve başkalarının naklettiği hadislerde bildirildiğine gore, kabirde obur dunya ile ilk iletişim şoyle başlayacaktır: İnsan olup kabre konulunca Munker ve Nekir adlı iki melek kendisine gelerek; “Rabb ’in kimdir?, “Peygamber ’in kimdir?”, “Dinin nedir?” diye sorarlar. İman ve guzel amel sahibi olanlar bunlara doğru cevap verince, kabirleri yetmiş zir ’ genişletilir ve aydınlatılır. Kendisine “yat ve uyu” denir. Bu kişi “gidip durumu aileme haber vereyim” deyince, Melekler ona; “Zifafa giren ve en cok sevdiği kişi tarafından uyandırılan kişi gibi mahşer gunune kadar sen uyumana devam et” derler. KÂfir ve munÂfıklar ise bu sorulara doğru cevap veremez, şaşkınlık gecirirler. Bu arada toprağa; “Bu adamı olabildiğince sıkıştır” denilir. Yer de sıkıştırmaya başlar. Oyle ki o kişi kemiklerini birbirine gecmiş gibi hisseder. Bu sıkıntı mahşer gunune kadar surer.[4]
Hz. Peygamber bir mezarlıktan gecerken, iki kabir sahibinin bazı kucuk kusurlardan oturu kabirlerinde sıkıntı cektiklerini gormuştu. Biri koğuculuk yapmak, diğeri de tuvalette temizliğe riÂyet etmemek yuzunden bu sıkıntıya duşmuştu. Yerden yeşil bir ağac dalı alarak ikiye bolmuş ve kabirlerin uzerine dikmişti. Sebebini soran sahabilere; “Bu iki dal kurumadığı surece, o ikisinin cekmekte oldukları azabın hafiflemesi umulur”[5] buyurdu. Mezarların yanına ağac dikilmesi geleneği bu hadise dayanır. Yan mezarların ustunu ortmemesi, dalların birbirine girme riskinin bulunmaması ve mezar buyukluğunde, dik yukselmesi yuzunden ulkemizde servi ağacı dikimi tercih edilmiştir.
Bazı hadislerde kabir şoyle tanımlanmıştır: “Kabir ya cennet bahcelerinden bir bahce veya cehennem cukurlarından bir cukurdur.” [6] “Kabir Âhiret duraklarının ilkidir. O duraktan kurtulan kimse, sonraki durakları daha kolay gecer. Kurtulamazsa, sonraki durakları gecmek daha guc olur.” [7]
Kur ’an ’da şehitlerin kabir hayatıyla ilgili olarak şoyle buyurulur: “Allah yolunda oldurulenleri sakın oluler sanmayın. Aksine onlar diridirler ve Rab ’leri katında rızıklandırılmaktadırlar.” [8] “Allah yolunda oldurulenlere oluler demeyin. Aksine onlar diridirler. Fakat siz farkında değilsiniz.” [9]
Ebû Hanîfe ’ye gore peygamberler, şehitler ve cocuklar kabir sorusu ve azabı ile karşılaşmazlar. Ancak Ebû Hanîfe kufur ehlinin cocuklarının kabir ve Âhiret hayatı ile ilgili bir soruyu cevapsız bırakmıştır.[10] Nitekim İbn Abbas ve Ebû Hureyre ’den gelen hadislerde, Hz. Peygamber (s.a.s) ’in de boyle bir soruya, “Onlar yaşasaydılar ne gibi amel yapacaklarını, Allah daha iyi bilir” buyurarak kapalı cevap vermiştir. Ancak BuhÂrî, bu hadislerin arkasından, yine Ebû Hureyre ’den, “Her doğan cocuk, (İslÂm) fıtratı uzere doğar, fakat onu ana- babası Yahudi, Hıristiyan veya Mecûsî yapar” hadisini nakletmiştir.[11] Yukumluluk ergenlik cağından itibaren başladığına gore, bu yaştan once olen cocukların İslÂm fıtratı uzere olduğunu kabul etmek, yukarıdaki hadisin ruhuna ve Cenab-ı Hakk ’ın sınırsız rahmetine daha uygun duşer.
KABİR AZABINI RUH MU, BEDEN Mİ CEKER? Kabir azabının yalnız rûha mı, yoksa bedene mi, yahut her ikisine mi yapılacağı konusu bilginler arasında tartışmalıdır. Bu azabın hem rûha hem de bedene yapılacağı goruşu tercih edilebilir gorunmektedir. Rûhun niteliği de tam olarak acıklanmamıştır. Âyette şoyle buyurulur: “De ki: Rûh Rabb ’imin bildiği bir iştir. Size bu konuda pek az bilgi verilmiştir.” [12]
Dipnotlar:
[1] A ’rÂf, 7/172. [2] bk. Mulk, 67/2; Bakara, 2/55. [3] Mu ’min, 40/46. [4] bk. Bakara, 2/ 154; Âl-i İmrÂn, 3/ 169; Mumin, 40/ 46; Tirmizî, CenÂiz, 70; BuhÂrî, Tefsîru sûre, 14, CenÂiz 86. [5] BuhÂrî, CenÂiz 82, 89; Muslim, İmÂn, 34; Ebû DÂvud, TahÂre, 26. [6] Tirmizî, KıyÂme, 26. [7] Tirmizî, Zuhd, 5; İbn MÂce, Zuhd, 32. [8] Âl-i İmrÂn, 3/169. [9] Bakara, 2/154. [10] Aliyyu ’l-KÂrî, Fıkh-ı Ekber Şerhi, terc. Y. V. Yavuz, İst. 1979, s. 259. [11] Bk. BuhÂrî, CenÂiz, 93. [12] İsrÂ, 17/85.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Donduren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan