Mumin her ne olursa olsun kul hakkına riayet etmeli ve bu konuda dikkatli olmalıdır. Bu hususiyetin muslumanlar acısından onemi nedir ve İslam bizlere bu konuda ne emrediyor?Yuce dînimizin temel hedefi, insanların hem Allah ve insanlar ile, hem de diğer canlı-cansız varlıklar ve eşyĂ‚ ile ilişkisini “adl” uzere duzenlemektir. Kur ’an ’daki adl emriyle, her şeyi yerli yerine koymak, hak sĂ‚hibine hakkını vermek ve orta yolu izlemek kasdedilmektedir.1 Temel vasfı kulluk olan insanın diğer varlıklara karşı belli esĂ‚slar cercevesinde davranması ve insanlara ezĂ‚ verecek şeyleri ortadan kaldırması îmĂ‚nın gereği sayılmaktadır. Nitekim bir hadîste şoyle buyrulmuştur: “ÎmĂ‚n, yetmiş şu kadar şûbedir. Bunun en yukarı derecesi Allah ’tan başka ilĂ‚h yoktur demek; en aşağı derecesi ise yolda insanlara ve diğer varlıklara engel olan, eziyet veren şeyi ortadan kaldırmaktır.”2

İNSANOĞLUNUN EN BUYUK ZAAFI

İnsanoğlunun en buyuk zaafı, kendi nefsĂ‚nî arzularına gore kural tanımadan yaşama temĂ‚yuludur. Cunku insanın temel icgudusunde na ’linci keseri gibi surekli kendine doğru yontan ciddî bir zaaf vardır. Allah TeĂ‚lĂ‚ beşerî munĂ‚sebetlerin en somut bicimde yaşandığı ticĂ‚rî konularda vaz ’ettiği temel esĂ‚slarla butun sosyal ve insĂ‚nî munĂ‚sebetleri duzenleyecek kurallar koymuştur. Nitekim bu konudaki Ă‚yetlerde şoyle buyrulur: “Olctuğunuz zaman tam olcun ve doğru terĂ‚zi ile tartın. Bu hem daha iyidir, hem de sonucu bakımından daha guzeldir.”3 “Olcu ve tartıyı adĂ‚letle yerine getirin.”4

İlk Ă‚yette hukmun olctuğunuz zaman ifĂ‚desi ile kayıtlanması, eksik olcmenin bir şey satma; yĂ‚ni menfaat ilişkisi sırasında oluşundandır. Satın alma sırasında bunu belirtmeye ihtiyac yoktur. Nitekim bir Ă‚yet-i kerîmede: “Yazıklar olsun olcu ve tartıya hile karıştıranlara! Onlar insanlardan bir şey aldıklarında tastamam olcerek alırlar. Satarken ise eksik olcup tartarlar. Onlar buyuk bir gunde hesap vermek icin diriltileceklerini hic mi akıllarına getirmezler? O oyle bir gundur ki insanlar, Ă‚lemlerin Rabbının katında dîvan duracaklardır.”5

Aslında dunyĂ‚ hayĂ‚tındaki sosyal munasebetlerin hepsi ticĂ‚rete benzer. Nasıl ki insanlar ticĂ‚rette alırken ve satarken kazanmak hırsıyla birtakım yanlışlara kapılıp hak ve adĂ‚let terĂ‚zisini tam olarak kullanmakta zorlanırlarsa, aynı şekilde beşerî munĂ‚sebetlerde de cıkarlarına Ă‚id husûslarda kendilerini surekli haklı gorup baskı kurarak karşısındakinin hukukunu gormezden gelmek gibi yanlışlar yapmaktadır.

AdĂ‚let ve terĂ‚zi emrinden, insanlara rızĂ‚larının olmadığı durum ve konumlarda zulm ve gadretmenin Allah ’a karşı bir isyĂ‚n ve sonucta insanın kendi kendine yazık etmesi, anlaşılmaktadır. Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın onumuze ticĂ‚rî ilişkilerde ve beşerî munĂ‚sebetlerde terĂ‚ziyi ya da hak ve adĂ‚let olcusunu dengeli kullanma gereğini bir Ă‚hiret meselesi olarak koyması cok cĂ‚lib-i dikkattir. Bu dunyĂ‚da gadr ve zulm ile başkalarının hakkını gasbedenin, hesap gununde cok ağır bedeller odeyeceği hem Kur ’an Ă‚yetlerinin, hem de Hz. Peygamber ’in hadîslerinin sıklıkla vurguladığı konulardır.

HADÎSLERLE KUL HAKKININ EHEMMİYETİ


Şu hadîs, bu konudaki en carpıcı orneklerden biridir. Allah Rasûlu ashĂ‚bına: “Muflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. AshĂ‚b-ı kirĂ‚mdan bĂ‚zıları: “Bizim aramızda muflis, parasını ve malını kaybeden kimsedir” dediler. Bunu uzerine Rasûlullah (s.a.) buyurdu ki: “Şuphesiz ki ummetimin muflisi, kıyĂ‚met gunu namaz, oruc ve zekĂ‚t sevaplarıyla gelir. Fakat ona buna sovmuş, kimilerine zinĂ‚ iftirĂ‚sı yapmıştır. BĂ‚zı kimselerin malını yiyip bĂ‚zılarının kanını dokmuştur. Kimilerini de darbetmiştir. Boyle birinin iyiliklerinin sevapları hak sĂ‚hiplerine verilince uzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biter. Bu sefer hak sĂ‚hiplerinin gunahları kendisine yukletilerek cehenneme atılır. İşte muflis budur.”6

Boyle bir muflis kendisinden kul haklarının tahsil edildiği dehşetli kıyĂ‚met gununde amel defterine baktığında kazandığı ve kurtuluşu icin umid beslediği sevaplarının silindiğini gorecek ve paralarını başkalarına kaptıran muflis tuccĂ‚rın “servetim ve paralarım” demesi gibi “amellerim ve sevaplarım” diyerek ustunu başını parcalayacaktır. Bunların temelinde gaflet, dikkatsizlik ve Ă‚hiret endişesinden uzak yaşayarak hak hukuk tanımazlık vardır.

KıyĂ‚met gunundeki hesaplaşmanın dehşetini anlatan Allah Rasûlu ’nun yukarıdaki hadîsinden başka boynuzsuz koyunun boynuzludan hakkını alacağı hadîsi de cĂ‚lib-i dikkattir.7 SĂ‚dece insanlar birbirlerine yaptıkları zulum ve haksızlıklardan değil, diğer varlıklar da kendi iclerinde ve insanlarla hakları acısından hesĂ‚ba cekileceklerdir. O dehşet gununde hayvanların birbirinden ve insanlardan haklarını aldıktan sonra tekrar toprak olmalarına yonelik ilĂ‚hî emrin tecellîsi ardından rabbĂ‚nî hakîkatlere kapalı gozlerin ve kufurle mĂ‚lûl kalblerin sĂ‚hiplerinin tahassurle uyanıp iclerinin burkulacağını Kur ’an şoyle haber vermektedir: “İnkĂ‚rcı kĂ‚fir diyecek ki keşke toprak olsaydım.”8

İnsanların amel defterlerinde gunahlarının uc nev ’î olarak tasnif edildiği anlaşılmaktadır:

İlk sırada kufur ve şirk gibi gunahlar yer alır ki bunlar asla affedilmez.

İkinci sırada Allah TeĂ‚lĂ‚ ’ya karşı kufur ve şirk dışında işlenen gunahlar vardır ki bunlar affedilebilir.

Ucuncu sırada ise kul haklarına karşı işlenmiş gunahlar yer alır. Bunlar asla karşılıksız bırakılmaz. Hak sĂ‚hipleri haklarını almadıkca hesap işlemi tamamlanmaz.

Bu konulardaki Ă‚yet ve hadîsler Muslumanların din kardeşleriyle olan ilişkilerinde hak mefhumu konusunda duyarlıklarını arttırmakta, ticĂ‚rî ilişkilerden komşuluğa, borc alışverişinden yolda yuruyuşe kadar hassĂ‚siyet kesbetmesini gerekli kılmaktadır. Cunku takvĂ‚ ehli bir Musluman, din kardeşinin haklarına saygı gostermedikce kendisini beşerî munĂ‚sebetler terĂ‚zisine hile katmış sayar. Cunku soz konusu Ă‚yetlerin doğru tartıp olcmesini istediği terĂ‚zi, sĂ‚dece kantar, gram ve metre değil, aynı zamanda adĂ‚let ve insĂ‚f terĂ‚zisidir.

Tevbe ve istiğfarda kul hakkına taalluk eden gunahın mutlaka hak sĂ‚hibiyle helĂ‚lleşmek sûretiyle gercekleşeceği kaydı, kul hakkının tevbe ve istiğfar ile giderilemeyeceği gerceğini ve onemini anlatmaktadır. Burada şu ilkeyi goz onunde bulundurmak gerekir: “Affetmek buyukluk, başkasının hakkını zĂ‚yi etmek ise zulumdur.” Allah TeĂ‚lĂ‚ azamet ve kibriyĂ‚sına yakışır bir bicimde kulunun kendisine taalluk eden haklarını bağışlar, ama huzûruna bir başkasının hakkıyla gelen kimseyi ise -hak sĂ‚hibinin hakkını zĂ‚yi etmemek icin- bağışlamaz. Kur ’an-ı Kerîm ’deki: “Kim zerre miktarı şer işlerse onun karşılığını gorur”9 Ă‚yeti kul hakkına taalluk eden gunahları kapsamaktadır.

Kul hakkının kapsamının genişliği sebebiyle Peygamberimiz bu konuda duyarlılık gostermiş ve vefĂ‚t hastalığı sırasında mescide cıkıp minberden nasîhatler ettikten sonra halka hitĂ‚ben: “Kimin ben de bir hakkı varsa, altın ve gumuşun bir işe yaramadığı gunde, benden isteyeceğine şimdi cıkıp istesin”10 buyurmuştur.

Ayrıca Allah Rasûlu cenĂ‚ze namazları sırasında olenin borcunun olup olmadığını sorardı. Varsa borcun mîrĂ‚stan odenmesini talep ederdi.11 Bugun cenĂ‚zelerdeki helĂ‚llik geleneği asr-ı saĂ‚detteki bu uygulamaların bir devamı olsa gerektir. Ancak helĂ‚llik almada sĂ‚dece rituel olarak helĂ‚llik almak yerine fiilen de borcun odenmesi gerekir.

Kul hakkından sakınıp bu konuda duyarlılık sĂ‚hibi olabilmenin en onemli etkenlerinden birisi kulun zulum ve haramla rızkının artmayacağına; sayısal olarak artsa bile bu tur bir artışın genellikle musîbet ve felĂ‚ketlerle elden cıkacağına ve kul hakkının asla bereket getirmeyeceğine inanmakla olur. Bir başkasının Ă‚hının olduğu maldan nasıl bereket ve huzûr beklenebilir ki?

Allah TeĂ‚lĂ‚ Kur ’an-ı Kerîm ’de hem kendisine kufur ve inkĂ‚rda bulunanlara, hem de kul hakkını ihlĂ‚l edenlere zĂ‚lim adını vererek lĂ‚netlemiştir: “O gun bir melek herkesin duyacağı bir sesle bağırıp haberiniz olsun ki Allah ’ın laneti zĂ‚limler uzerinedir.”12

KUL HAKKINDA DUYARLILIK


Kul hakkı konusundaki duyarlılıklar dunyevî hayĂ‚ttaki huzûru sağladığı gibi Ă‚hiret mutluluğunun da teminatıdır. Nitekim eliyle, diliyle, gozuyle ve sozuyle başkalarını incitmenin kul hakkına taalluk ettiğini bilen; eline, diline, gozune ve gonlune sĂ‚hip olur. Toplum hayĂ‚tında her turlu imkĂ‚nı başkalarını rahatsız etmeden kullanabilme becerisi bu duyarlılığı kazanmaya bağlıdır. Cunku başkalarını rahatsız etme endişesi taşımayan; yaptıklarının başkalarını inciteceğini duşunmeyen kimse, kolaylıkla kul hakkına giriverir. Başkasının apartmanın ve evinin onune rızĂ‚sı olmadan arabasını park ediverir. Trafikte kuralların kendisine vermediği hakları uyanıklıkla gasbetmeye calışır, onune gectiği ya da sıkıştırdığı insanların haklarını ihlĂ‚l ettiğini duşunmez. Evinin sacağından ya da balkonundan akan suyun başkasının bahcesine ya da arabasına zarar vermesini onemsemez.

Bizde kul hakkı denilince genellikle doğrudan başkasının malına ve canına taalluk eden haklar ile onlara verilecek zarar hatıra gelmektedir. Oysa ki kul hakkının icine insanları incitebilecek her turlu davranış girmekte; sozden, bakış ve sû-i zanna kadar hepsi bu kapsam icinde yer almaktadır. HattĂ‚ cevreyi, ekolojik dengeyi korumaya riĂ‚yet etmeyen; suya, havaya ve toprağa iyi davranmayan insanları bile aslında bu kapsam icinde gormek gerekir.

BĂ‚zen farkında olarak, bĂ‚zen farkında olmadan gaflet ve dalgınlıkla irtikĂ‚b edilen butun bu yanlışlar, insanlar icin bir Ă‚hiret problemidir. Amellerin tartıldığı hesap gununde insanları mĂ‚nen iflasa goturup muflis duruma duşurebilir. Muflis olmaktan kurtulmanın yolu Allah ’a karşı muhlis bir kul, insanlara karşı mûnis bir dost ve arkadaş olarak kul hakkına riĂ‚yetten gecer. Dipnotlar:

1 en-Nahl, 16/90. 2 Muslim, ÎmĂ‚n, 58. Ayrıca bkz. BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 3; Ebû DĂ‚vûd, Sunnet, 14; Neseî, ÎmĂ‚n, 16; Tirmizî, Birr, 80; ÎmĂ‚n, 16; İbni MĂ‚ce, Mukaddime, 9. 3 el-İsrĂ‚, 17/35. 4 Hûd, 11/85. 5 el-Mutaffifîn, 83/1-6. 6 Muslim, Birr, 59. Ayrıca bkz. Tirmizî, KıyĂ‚met, 2. 7 Muslim, Birr, 60; Tirmizî, KıyĂ‚met, 2; Ahmed, Musned, II, 235, 323, 372, 411. 8 en-Nebe, 78/40. 9 ZilzĂ‚l, 99/8. 10 BuhĂ‚rî, MezĂ‚lim, 10, RikĂ‚k, 48. 11 Mevsılî, el-İhtiyĂ‚r, V, 85, 86. 12 el-A ’rĂ‚f, 7/44.

İMAM-I AZAM VE MECUSİ


RivĂ‚yete gore İmam Azam Ebû Hanife kendisine borclu bulunan bir mecûsiden alacağını istemek uzere gitmiş. Mecûsinin evinin kapısına geldiğinde ayakkabısına bulaşan pisliği silkeleyince pislik, mescûsinin duvarına sıcramış. İmam Azam kendi kendine: “Ne yapsam?” diye duşunmeye başlamış. “Pisliği duvarda bıraksam mecûsinin evini kirlettim. Kazısam pislikle birlikte duvarın toprağını da kazıyacağım, bu da uygun değil” diye duşunmuş ve mecûsinin kapısını calmış. Kapıyı acan hizmetciye: “Ev sĂ‚hibine Ebû Hanife ’nin kapıda olduğunu soyle” demiş. Ebû Hanife ’nin geldiğini oğrenen mecûsi onun, borcunu istediğini zannederek ozur dilemeye başlamış. Mecûsinin mahcûbiyeti karşısında Ebû Hanife: “Ozur dilemesi gereken varsa o da benim. Duvarını kirlettim, bunu nasıl temizleyebilirim diye sormuş. Ebû Hanife ’nin kul hakkına saygılı bu tavrı mecûsiyi etkileyerek: “İzin verin, once ben kalbimi temizleyeyim, duvarı nasıl olsa temizleriz” demiş ve Musluman olmuş.

Bir başka hikayede ise, bir ineği olan ve onun sutune her gun su katıp satan adamın durumu anlatılır. Adamcağız bir gun gelen selle ineğini kaybetmiş ve şu dikkat cekici sozleri soylemiştir: “Ben bunu kendi kendime yaptım; yĂ‚ni kendim ettim, kendim buldum. Her gun sute kattığım sular sel oldu ve bu sel de gelip ineğimi aldı.”

Kaynak: Prof. Dr. Hasan KĂ‚mil Yılmaz, Altınoluk Dergisi, 2010 - Aralık, Sayı: 298, Sayfa: 011
İslam ve İhsan