Allah (cc) son ana dek tovbe kapısını acık bırakarak kullarına rahmet etmiş ve onlara af kapısı acmıştır. Bizler insan olamamız hasebiyle elbette hata yapar ve gunaha duşebiliriz. Bu durum bizim sonumuz değildir. Allah bizlere ayet-i kerime "umit kesmeyin..." diyor. Yani gunaha duşebilirsiniz ama Benim affım ve rahmetim sizler icindir, umidinizi kesmeyin.Zumer suresinde şoyle buyruluyor: “De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah ’ın rahmetinden umit kesmeyin! Cunku Allah butun gunahları bağışlar. Şuphesiz ki O, cok bağışlayan, cok esirgeyendir.” (39/53)

Ayet-i kerimenin manasını şoyle acabiliriz: “Ey nefisleri uzerine israfta bulunmuş ve birtakım gunahları işlemiş olan kullarım! Allah ’ın rahmetinden umidinizi kesmeyin, sizi mağfiretine kavuşturmasından umitsiz olmayın. Şuphesiz Allah, şirkten kacınan kullarına ait gunahları dilerse bağışlar; onlardan dolayı hesaba cekmez. Kerem Sahibi, sizleri de affeder. Yeter ki, O ’nun sonsuz olan rahmetinden umidinizi kesmeyin; tovbe edip, af dileyerek O ’nun mağfiretine sığının.”

Mufessirlere gore bu ayet-i kerime, Musluman oldukları takdirde daha once işledikleri şirk, haksız yere cana kıyma, zinÂ, Rasulullah (s.a.v.) ’e duşmanlık ve O ’nunla savaşmak gibi buyuk gunahların bağışlanmayacağından korkan bir topluluk hakkında indirilmiştir. Oyle ki bu ayetin nuzûlunden dolayı Efendimiz (s.a.v.) sevinmişler, ashab-ı kiram da bunu gunahların bağışlanması ile ilgili en kapsamlı tebşirat olarak gormuşlerdir. Bu vesileyle, bir vakte kadar gunlerini hata ve nisyan ile israf eden kullara tovbe kapısının daima acık olduğu duyurulmuştur.

Rûhu ’l-BeyÂn ’da belirtildiğine gore Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) konumuzu teşkil eden ayet-i kerime ile ilgili şoyle buyurmuşlardır: “Şu ayeti ne dunyaya ne de dunyada bulunanlara değişirim!” Yani bu ayete bedel dunya ve onun icinde bulunanlara sahip olmayı arzu etmem. Cunku Allah TeÂlÂ, haddini aşan kullarına ihsanda bulunarak butun gunahlarını bağışlayacağını va ’d etmiş ve o geniş rahmetinden umit kesmelerini yasaklamıştır. Ancak bu ayet-i kerime butun insanların tum gunahlarının bağışlanacağını değil, sadece Allah ’ın bağışlamak istediği kişilerin gunahlarının affedileceğini ifade eder. Onun icin ayetlerde gecen tovbe emrine, Âsîlere once azap edileceği haberine, amelde ihlÂs emrine ve azap tehdidine ters duşmez. Allah TeÂl şirki ancak tovbe edip ondan donmekle bağışlar. Diğer kucuk ve buyuk gunahları da tovbe ile ve dilediği kimseler icin tovbesiz affeder. Yoksa bu, gunahkÂrlardan her birini bağışlar, demek değildir.”

Rivayet edildiğine gore bir gun “İbn Mes ’ûd (r.a.) mescide girdi. VÂiz efendi, Cehennem ateşi ile zincirlerden ve prangalardan bahsediyordu. İbn Mes ’ûd (r.a.) ona: “Nicin insanları umitsizliğe sevk ediyorsun?” diye cıkıştı. Ve ardından;“Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah ’ın rahmetinden umit kesmeyin!” ayetini okumadın mı, diye sordu.

Burada oncelikle şunu belirtmek isteriz; Âyet-i kerimenin husûsî bir sebep uzerine inmiş olması, hukmun umumî olmasına mani değildir. Nitekim gunah işlemekte haddi aşan herkesin, bu Âyet-i kerimede mujdelenen rahmet ve mağfiretin kapsamına dahil olacağı hemen butun tefsirlerde beyan olunmuştur.

Bu ayet-i kerime Kur ’Ân-ı Kerim ’de insanlara en cok umit telkin eden ayettir. Bu itibarla, Allah TeÂl ’nın İslÂm dairesine giren butun insanlar hakkındaki ilahî rahmetin genişliğini, mağfiretin nihayetsiz olduğunu burada beyan etmektedir. Bunun devamındaki ayetlere baktığımızda Allah ’ın rahmetinden umit kesmemek icin iki onemli şartın zikredilmiş olduğunu goruyoruz. Bunlardan birincisi; Azap gelip catmadan once Rabbine donmek ve O ’na kÂmil manada teslim olmaktır; emirlerini gozetip yasaklarından sakınarak arz-ı ubudiyet etmektir. Aksi takdirde kendisine yardım edilmeyeceğinin bilincinde olmaktır. İkincisi; İbtilalar gelip catmadan once, sozun en guzeline (Kur ’an ahkÂmına) tÂbi olmaktır. Orada icmalen zikredilen hususları sunnet-i seniyyeden takip ile tatbik etmektir.

Bu iki temel şartı gozetmeyenler ise gurur ve kibre kapılarak iman dairesine girmeyenlerdir. Gunah bataklığında yuzmekte ısrar edenlerdir. Tovbe kapısına iltica etmeyenlerdir. İşte onlar, acıklamakta olduğumuz ayet-i kerimede tuğyan eden merhamet-i ilÂhîye mazhar olamayacaklardır. Nitekim devam eden ayetlerde onların ibretlik hali anlatılmaktadır. Kıyamet gununde; “Allah ’a karşı aşırı gitmemden dolayı bana yazıklar olsun! Gercekten ben alay edenlerdendim.” diyerek nadim olacakları bildirilmektedir. Keşke benim icin bir kez donmeye imkÂn bulunsa da iyilerden olsam!” diyecekleri ifade edilmektedir. Halbuki o gun nedametle yalvarmalarına değer verilmeyecek ve kendilerine; “Ayetlerimiz sana gelmişti de sen onları yalanlamış, buyukluk taslamış ve inkÂrcılardan olmuştun.” denilecektir. “Allah, takva sahiplerini kurtuluşa erdirir. Onlara hicbir fenalık dokunmaz. Onlar mahzun da olmazlar...” denilecektir.

Sozun ozu; umitvar olmanın şartları az ve oz. Merhamet-i ilÂhiyeye vÂsıl eden yol, dosdoğru ve puruzsuz. Umitvar olmak icin sebep cok; nefsin ihdas ettiği manialar dışında engel yok. Kapılar, tovbelerin kabul edilmeyeceği son ana kadar acık. Elverir ki biz tutunalım, yuruyelim, iltica edelim. OKU DUŞUN.

KALBÎ HASTALIKLARIN ŞİFASI

Kamer suresinde; “Andolsun biz Kur ’an ’ı oğut alınsın diye kolaylaştırdık. (Ondan) oğut alan yok mu?” (54/17) diye soruluyor. İsr suresinde ise “Biz, Kur ’an ’dan oyle bir şey indiriyoruz ki o, mu ’minler icin şifa ve rahmettir…” (17/82) mujdesi veriliyor.

Biliyoruz ki Kur ’Ân-ı Kerîm, insana Allah ile mukaleme fırsatı sunan en buyuk nimettir. Tefekkure kapı aralayan zikirdir. İki cihan saadetinin anahtarıdır. Kelam-ı İlÂhî ’yi ihlasla okumak, dinlemek ve sayfalarına bakmak ibadettir. Cunku tilavet ucub, kibir ve riya gibi manevî hastalıkları tedavi eder. Ve kalbin derinliklerine acılan menfezleri harekete gecirir. Gonlu Yuce Yaratıcı ’nın manevî yakınlığına acar. Nitekim ‘Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim ’ (Bakara suresi, 2/152) ayeti, O ’nun katında anılmakla hasıl olacak sekînete işaret sayılmıştır…

Tefsirde belirtildiğine gore, en buyuk kalbî hastalık işte bu zikirden mahrum olmaktır; ‘Onlar Allah ’ı unuttular, O da onları... ’ (Tevbe suresi, 9/67) ayetinde belirtildiği uzere zikirden gafil olmaktır. Şu halde, kalbin gıdasını ihmal etmemeli ki, batınî hastalıklar onu istila etmesin. Allah ’ı unutma sebebiyle mizac bozulmasın; kalpteki yumuşaklık ve selÂmet, sertlik ve katılığa donuşmesin. Tevazu tekebbure, uysallık uyuşmazlığa, vuslat firkate, sevgi duşmanlığa donuşmesin.

Kalbî hastalıkların temel sebebi zikir ve şukurden mahrum olmaksa; isabetli bir teşhis olmadan tedavi mumkun olabilir mi? Derdini tanımayan şifasını doğru yerde arayabilir mi?
İslam ve İhsan