
Te­ves­sul, me­r­mı­nı Ce­nÂb-ı Hakk ’ın sev­dik­le­ri hur­me­ti­ne O ’na arz ede­rek du­Ã‚ya mak­bû­li­yet ka­zan­dır­ma gay­re­ti­nden ibÂrettir. Yok­sa Hak Te­Ã‚l ’nın s­lih kul­la­rı­na kud­siy­yet at­fet­mek de­ğil­dir.Peygamberler ve onların bildirdikleri dışında hic kimsenin son nefeste îmanla gidebilme teminÂtı yoktur. Muʼmin, bu endişe sebebiyle hayÂtını her nefes Kitap ve Sunneti yaşama gayreti icinde gecirmeli ve Yûsuf -aleyhisselÂm-ʼın;
“…(Ey Rabbim!) Beni musluman olarak oldur ve beni sÂlihler arasına kat!” (Yûsuf, 101) niyÂzını gonlunden ve dilinden duşurmemelidir. Levh-i Mahfûzʼa bakıp onu okuyacak makÂma erdikten sonra bile nefsine mağlûp olup ebedî husrÂna uğrayan Belʼam bin BÂûrÂʼnın hÂlini hicbir zaman unutmamalıdır. Yani kul, hangi makamda olursa olsun, kendi Âkıbetini bile tÂyinden Âcizdir; dÂim Rabbinin lûtfuna muhtactır.
Rabbimizin bize lûtufta bulunmak icin halkettiği sayısız vesîlelerden biri de, ilÂhî af, rahmet ve mağfiretin Âdeta tuğyÂn ettiği Ramazan ve bayram gunleridir. Bu vesîlelere ihlÂs ve samimiyetle tevessul etmek ve bu buyuk fırsatları zÂyî etmekten sakınmak, îman firÂsetinin en tabiî bir gereğidir. Zira bu nîmetleri ziyan etmek, O nîmetleri lûtfeden Rabbimize karşı bir nankorluktur. Bunun icindir ki Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:
“…Cibrîl -aleyhisselÂm- bana gorundu ve; «Ramazan ’a erişip de gunahları affedilmeyen kimse rahmetten uzak olsun!» dedi. Ben de «Âmîn!» dedim...” buyurmuştur. (HÂkim, IV, 170/7256; Tirmizî, DeavÂt, 100/3545)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Ornek AhlÂkından 2, Erkam Yayınları, 2012ğ
İslam ve İhsan