
İnsanı Cehennem ’e surukleyen manevi hastalıklar nelerdir? 9 maddede Cehennem ’e surukleyen haramlar.CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sına tĂ‚lip olan mu ’min bir kulun, titizlikle sakınması gereken bĂ‚tınî haramların bir kısmı şoyledir:
1. Gurur-Kibir
2. Haset
3. Ofke
4. RiyÂ
5. Cimrilik
6. İsraf
7. Tecessus
8. Yalan
9. Gıybet
CEHENNEM ’E ACILAN KAPI: ZÂHİRÎ VE BÂTINÎ HARAMLAR Şu imtihan dunyasında her şey, iki zıt cihette dĂ‚imĂ‚ akış hĂ‚linde:
“Îman ve kufur”, “hak ve bĂ‚tıl”, “hayır ve şer”, “guzel ve cirkin”, “helĂ‚l ve haram”...
İnsan, irĂ‚desiyle bunlardan birini tercih ediyor. Boylece;
“Mu ’min yahut kĂ‚fir”, “sĂ‚lih yahut fĂ‚sık”, “Ă‚dil yahut zĂ‚lim”, “merhametli yahut gaddar”, “comert yahut cimri” olmak sûretiyle, bu iki akıştan birinde safını belirlemiş oluyor.
Butun bu akışlar; olumun dar boğazından gecip, kıyĂ‚met nehrinden cağlayıp, Mahşer meydanına dokulduğunde, yine iki ayrı cihete doğru seyelĂ‚n edecek.
Her ne kadar, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın butun mahlûkĂ‚tını gecici bir muddet istifĂ‚de ettirip rızıklandırdığı bir Ă‚lem olan şu dunyada, mu ’min de kĂ‚fir de, muttakî de fĂ‚sık da zĂ‚hiren karışık ve musĂ‚vî imiş gibi bir manzara arz etse de, kıyĂ‚met gunu, hayır ve şer ehli, cok bĂ‚riz bir şekilde birbirinden ayrılacaktır.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmenin ifĂ‚desiyle o Mahşer meydanında;
“Ey mucrimler! Bugun, (AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sına ermiş mu ’min ve muttakî kullardan) ayrılın!” (YĂ‚sîn, 59) diye nidĂ‚ olunacaktır. Sonrasında ise, mu ’min ve muttakîler Cennet ’e sevk olunurken, kĂ‚fir ve fĂ‚sıklar ise Cehennem ’e doğru suruklenecektir.
CenĂ‚b-ı Hak, dunyada iken tercihini AllĂ‚h ’a değil de nefsine itaatten yana kullanan, dolayısıyla Cehennem ’e sevk eden gunahlara dalan bedbahtların hĂ‚linden ibret dolu bir manzarayı Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle beyĂ‚n etmektedir:
“(Cennettekiler) mucrimlere:
«–Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?» diye uzaktan uzağa sorarlar. Onlar da derler ki:
«–Biz namaz kılanlardan değildik,
FukarÂya yemek yedirmezdik,
BĂ‚tıla dalanlarla birlikte biz de dalardık,
CezĂ‚ gununu de yalanlardık.
O hĂ‚ldeyken olum bize gelip cattı.» Artık şefaatcilerin şefaati onlara fayda vermez.” (el-Muddessir, 41-48)
Nereye Gitmek İstiyorsun? Omer bin Abdulazîz (r.a.) buyurur:
“Âhirette nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona gore yapın!”
Yani insan, obur cihanda, Cennet veya Cehennem ’e doğru iki muazzam akıştan hangisinde yer almak istiyorsa, kendisini oraya sevk edecek hĂ‚l ve fiillerin icerisinde bulunmaya gayret etmek mecburiyetindedir.
Son nefesimizin Hakkʼa vuslat olarak gercekleşebilmesi icin, hayatımızın da vuslat iştiyĂ‚kı icinde gecmesi îcĂ‚b eder. Âkıbetimizin Cennet ve CemĂ‚lullah olmasını istiyorsak, buna munasip hĂ‚l ve davranışlar sergilememiz gerekir. Zira Ă‚hiretimizin Cennet veya Cehennem oluşunu, bu dunyadaki hĂ‚l ve amellerimizle kendimiz hazırlıyoruz.
“…Onlara Allah zulmetmedi; fakat onlar kendilerine zulmediyorlar.” (Âl-i İmrĂ‚n, 117) Ă‚yet-i kerîmesinde buyrulduğu gibi, insan, başına gelecek saĂ‚deti de felĂ‚keti de kendi elleriyle hazırlıyor.
Cehennem azĂ‚bı da AllĂ‚h ’ın kuluna zulmu değil, uyarıldıkları hĂ‚lde kulak asmayıp azĂ‚ba mustahak olan insanların kendi nefislerine yaptıkları bir zulumdur.
Şu kıssa bu hakîkati ne guzel îzah etmektedir:
Behlul DĂ‚nĂ‚ Hazretleri, hikmetli nasihatleriyle devrinin insanlarını ve bilhassa Halîfe HĂ‚run Reşid ’i îkaz ve irşĂ‚d etmeye calışırdı. Halîfe de onun bu samimî hĂ‚lini sever, saraya rahatca girip cıkmasına musĂ‚ade ederdi. Fakat Behlul DĂ‚nĂ‚ Hazretleri bir muddet ortadan kayboldu. Uzun bir sure saraya uğramadı. Karşılaştıklarında HĂ‚run Reşid merakla sordu:
“–Behlul, coktandır gorunmedin, nerelerdeydin?”
Behlul:
“–Bana Cehennem ’i gosterdiler, oradaki vaziyeti seyrettirdiler.” diye cevap verdi.
HĂ‚run Reşid bu cevĂ‚ba şaşırarak:
“–Nasıl girdin oraya, ateş seni yakmadı mı?” dedi.
Behlul DĂ‚nĂ‚, halîfeyi dehşete duşuren şu ibretli cevĂ‚bı verdi.
“–Hayır, orada hic ateş gormedim. Cunku herkes ateşini dunyadan kendisi getiriyormuş!..”
Demek ki Cehennem ’deki alevleri tutuşturan, insanın kendi kotu hĂ‚l ve sıfatları; Cennet bağlarını yeşerten de, yine insanın kendi guzel sıfat ve ahlĂ‚kı olacaktır…
Nelerden Korkmalıyız? Zaman zaman meydana gelen buyuk felĂ‚ketlerde korkuya kapılıyoruz. Bir deprem oluyor, korkuyoruz; bir sel oluyor korkuyoruz. İflĂ‚s etmekten, maddî imkĂ‚nlarımızı kaybetmekten korkuyoruz. Elbette, bunlardan da beşer olarak korkmamız tabiîdir. Fakat esas korkmamız gereken; bizi CenĂ‚b-ı Hak ’tan uzaklaştıran ve kalbî hayatımıza zehir serpen gunahlarımızdır.
Yahya bin MuÂz (r.a.) buyurur:
“Şaşılır o kişiye ki hastalık korkusuyla yiyecekten perhiz eder de Cehennem korkusuyla gunahtan perhiz eylemez.”
VelhĂ‚sıl, gunahlarımızdan korkmalıyız: Dilimizden cıkan yanlış kelĂ‚mlardan korkmalıyız. Merhamet ve şefkat fukarĂ‚sı olmaktan korkmalıyız. İslĂ‚m şahsiyet ve karakterini tevzî edememekten korkmalıyız. İslĂ‚mʼın guler yuzunu sergileyememekten korkmalıyız. Bu hatĂ‚ ve noksanlıklarımız sebebiyle Ă‚hirette karşılaşabileceğimiz dehşetli manzaralardan korkmalıyız. Butun gunahlardan korkmalıyız ki; son nefeste meleklerin mujdelediği “korku ve huzunden emin olan” bahtiyar kullardan olabilelim.
Gunahlardan Sakınmak CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede:
“…Allah, kufurde ve gunahta ısrar eden hic kimseyi sevmez.” (el-Bakara, 276) buyurmaktadır.
Dolayısıyla gunahlar, kulu Cehennem yolcusu yapmaktadır. LĂ‚kin gunahların da zĂ‚hirîsi ve bĂ‚tınîsi, yani gorunen ve gorunmeyeni, acık ve gizlisi vardır. Nitekim diğer bir Ă‚yet-i kerîmede CenĂ‚b-ı Hak, gunahların zĂ‚hirîsinin yanında, bĂ‚tınîsini de terk etmemizi şoyle emir buyurmaktadır:
“Gunahın acığını da gizlisini de bırakın! Cunku gunah işleyenler, yaptıklarının cezasını mutlakĂ‚ cekeceklerdir.” (el-En ’Ă‚m, 120)
Demek ki insan; icki, kumar, zinĂ‚, hırsızlık, zulum ve emsĂ‚li zĂ‚hirî haramlardan uzak durmak zorunda olduğu gibi, kalbe zehir sacan bĂ‚tınî haramlardan da sakınmak mecburiyetindedir.
EsĂ‚sen zĂ‚hirî gunahlar da, bĂ‚tınî gunahların eseri ve neticesidir. Ayrıca bĂ‚tınî gunahlar, ekseriyetle fark edilmediği icin daha cok işlenmektedir. Yine insanlar bu nevî gunahları umûmiyetle hafife almakta ve onlardan kurtulmak ve korunmak icin gereken dikkat ve hassĂ‚siyeti gostermemektedirler. HĂ‚lbuki kalbî hastalıklardan olan kibir, haset, pintilik gibi cirkin huyları kalpten kazıyıp atabilmek de, en az zĂ‚hirî gunahlardan sakınmak kadar ehemmiyetlidir.
Nitekim Ebû ’l-Hasan Harakānî Hazretleri şoyle buyurmuştur:
“Nasıl ki namaz ve oruc farzdır, îfĂ‚sı mecburîdir, aynı şekilde (ibadetlerin makbul bir kıvam kazanabilmesi icin) gonulden kibri, hasedi ve hırsı bertaraf etmek de zarurîdir.”[1]
“Tandırdan elbisene bir kıvılcım sıcrasa, hemen onu sondurmeye koşuyorsun! Peki dînini yakacak olan bir ateşin, yani kibir, haset ve riyĂ‚ gibi kotu sıfatların kalbinde durmasına nasıl musĂ‚ade edebiliyorsun?!”[2]
GURUR NEDİR? - KİBİR NEDİR? Gurur ve kibir; kendini beğenip diğer insanlardan ustun tutmak ve yine kendinden başkasını hor ve hakir gormektir. Birbirinden ayrılmayan bu iki cirkin huy, dunyada huzursuzluk, Ă‚hirette ise azap sebebidir.
Din kardeşlerini kucuk gorenler, Ă‚hirette buyuk bir husrĂ‚na dûcĂ‚r olacaklardır. Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz:
“İnsana gunah olarak, Musluman kardeşini kucuk gormesi yeter.” buyurmuşlardır. (Muslim, Birr, 32)
Cehennemi Vasıflar Âyet-i kerîmelerde, Cennet ’e girmeye mĂ‚nî olan “gurur” ve “kibir” gibi Cehennemî vasıflar hakkında şoyle buyrulmaktadır:
“İşte Ă‚hiret yurdu! Biz onu yeryuzunde boburlenmeyi ve bozgunculuk yapmayı istemeyenlere nasîb ederiz. Sonunda kazanclı cıkanlar, fenalıktan sakınanlardır.” (el-Kasas, 83)
“Kibirlenip de insanlardan yuz cevirme ve yeryuzunde boburlenerek yurume! Zira Allah; kendini beğenmiş, ovunup duran kimseleri aslĂ‚ sevmez.” (LokmĂ‚n, 18)
“Onlara; «İcinde ebedî kalacağınız Cehennem ’in kapılarından girin! Kibirlenenlerin yeri ne kotu!» denilir.” (ez-Zumer, 72)
Kimler Cennet ’e Giremeyecek? Resûlullah Efendimiz bir gun şoyle buyurmuşlardı:
“Kalbinde hardal tanesi kadar îman olan hic kimse, Cehennem ’e girmez. Kalbinde hardal tanesi kadar kibir bulunan hic kimse de Cennet ’e giremez.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 148-149)
Ebedî saĂ‚det icin kalpteki îmĂ‚nın ne buyuk bir cevher olduğunu, buna mukĂ‚bil insanın rûhunu zehirleyen kibrin de, ne kadar vahim bir Ă‚hiret felĂ‚keti olduğunu vurgulayan bu nebevî beyan uzerine ashĂ‚b-ı kirĂ‚mdan biri:
“−YĂ‚ ResûlĂ‚llah! İnsan, elbisesinin ve ayakkabısının guzel olmasını istemez mi?” deyince, Resûl-i Ekrem Efendimiz şu karşılığı vermişlerdir:
“−Şuphesiz ki Allah guzeldir; guzelliği sever. Kibir (ise nîmetleri kendinden bilip o nîmetlerin gercek sahibine nankorluk ederek) hakkı inkĂ‚r etmek ve insanları kucuk gormektir.” (Muslim, ÎmĂ‚n, 147; Tirmizî, Birr, 61)
Yine Resûlullah Efendimiz, katı kalpli, kaba, cimri kimselerle birlikte, kurularak yuruyen kibirli insanların da Cehennem ehlinden olduğunu ifĂ‚de etmiş[3] ve:
“Elbisesini kibirle yerde suruyen kimseye Allah merhamet nazarıyla bakmaz.” buyurmuştur. (Muslim, LibĂ‚s, 42)
İlk İşlenen Gunah Gurur ve kibrin tarihi, İblis ’ten başlayarak Nemrudlar, Firavunlar, KĂ‚runlar ve Ebû Cehiller gibi nice ahmakların Ă‚leme ibret olan Ă‚kıbetlerinin bir sergisi mĂ‚hiyetindedir. Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de, kibrin ilk temsilcisi olarak İblis gosterilmektedir. O, “Âdem ’e secde et!”[4] emr-i ilĂ‚hîsi karşısında buyukluk taslamış, neticede bu kibri onu kufre suruklemiştir. Allah TeĂ‚lĂ‚, İblis ’in bu davranışına karşı:
“«–Ey İblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Boburlendin mi, yoksa gercekten yucelmiş olanlardan mısın?» dedi.” (SĂ‚d, 75)
Boylece onun ilĂ‚hî emri ciğneyip secde etmeyişinin gercek bir yucelikle alĂ‚kasının bulunmadığını ve sadece buyukluk kuruntusundan kaynaklandığını beyan buyurdu.
Nemrud da, Hazret-i İbrahim ’in (a.s.) “tevhid dĂ‚vĂ‚sı” karşısında kibre kapılarak:
“–Ben, İbrahim ’in (a.s.) soylediği semĂ‚ların Rabbine harp îlĂ‚n ediyorum.” diyecek kadar şaşkınlaştı. Boylece buyukluk taslayıp etrafındakilere boburlenmek sûretiyle, kudret ve azametini değil, bilĂ‚kis hamĂ‚kat ve zavallılığını ortaya koymuş oldu.
HĂ‚mĂ‚n Kimdir? Firavun da veziri HĂ‚mĂ‚n ’a:
“–Bana tuğla pişirip yuksek bir kule yap ki, şu MûsĂ‚ ’nın (a.s.) Rabbini araştırayım.” diyecek kadar ahmaklaşmıştır.
Ebû Cehil ve emsĂ‚lleri de Resûl-i Ekrem Efendimiz ’in nubuvvetini vicdĂ‚nen kabul ettikleri hĂ‚lde, nefsĂ‚niyetleri sebebiyle inkĂ‚r etmişlerdi. Zira îmĂ‚n ederek, o zamanlar ekseriyeti fakir ve kolelerden oluşan mu ’minlerin safında yer almayı gururlarına yediremedikleri icin budalaca bir inada suruklenmişler ve:
“…Bu Kur ’Ă‚n, iki şehirden bir buyuk adama indirilse olmaz mıydı?” (ez-Zuhruf, 31) diyecek kadar gurur ve kibrin gayyĂ‚larına duşmuşlerdi.
O muşrikler, Hazret-i Peygamber ’in ebedî saĂ‚det dĂ‚vetini ve getirdiği istikbĂ‚l haberlerini, teşekkur ve minnetle karşılayacakları yerde, -ne hazindir ki- gurur ve kibirleri yuzunden cok cetin bir inatla, yuz kızartıcı menfîliklerle, alay, hakaret ve iz ’aclarla karşılamışlardı.
Hadîs-i şerîfte şoyle buyrulmuştur:
“Bir kimse kibirlene kibirlene sonunda zĂ‚limler grubuna kaydedilir. Boylece zĂ‚limlere verilen ceza ona da verilir.” (Tirmizî, Birr, 61/2000)
HASET NEDİR? Haset, başkalarına lûtfedilen nîmetleri kıskanarak bir mĂ‚nĂ‚da CenĂ‚b-ı Hakk ’ın taksîmine kalben îtiraz etmektir.
Mesela KĂ‚rûn, kendisine mĂ‚nevî ilimler verilmesine rağmen, Hazret-i HĂ‚rûn ’u (a.s.) kıskanıp haset etmesi sebebiyle helĂ‚ke dûcĂ‚r olmuştur.
CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Yoksa onlar, AllĂ‚h ’ın lûtfundan verdiği şeyler icin insanlara haset mi ediyorlar?..” (en-NisĂ‚, 54)
Kişide, haset illetinin mevcûdiyetini gosteren ilk alĂ‚met, haset ettiği kimseden nîmetin zevĂ‚lini arzu etmek, nîmetin zevĂ‚lini gorduğunde ise rahatlayıp sevinc duymaktır.
Haset İle İlgili Hadisler Resûlullah Efendimiz hadîs-i şerîflerinde biz ummetini haset illetinden şoyle îkaz buyurmuşlardır:
“Haset etmekten sakının. Zira ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 44/4903)
“Size eski ummetlerin hastalığı sirĂ‚yet etti: Bu, haset ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır (yok edicidir). Bilesiniz ki; kazıyıcı (yok edici) derken sacı kazır demiyorum. O, dîni kazıyıcıdır…” (Tirmizî, Sıfatu ’l-KıyĂ‚me, 57)
“Birbirinize kin tutmayınız, haset etmeyiniz, sırt donmeyiniz ve ilginizi kesmeyiniz. Ey AllĂ‚h ’ın kulları, kardeş olunuz!” (BuhĂ‚rî, Edeb, 57)
Hasetci, haset ettiği kimseye karşı, kin, ofke, ihĂ‚net, intikam, hîle, ayıplama ve kotuleme gibi aşağılık hisler icinde cırpınır durur. FĂ‚nî omrunu faydasız hayaller ve zararlı kuruntular icinde ziyĂ‚n eder. Dolayısıyla kalbî hayatına zehir sacar.
OFKE NEDİR? ÎtidĂ‚l ve muvĂ‚zeneyi bozan en muhim Ă‚millerden biri olan ofke, insanın zayıflık ve liyĂ‚katsizliğinin de bir gostergesidir. Aklî dengenin kısmen zaafa uğramasıdır. Cunku ofke gelince akıl baştan gider. Nitekim cinayet ve zulumlerin buyuk coğunluğu, ofke neticesinde meydana gelmiştir. Hayat kitabının ofke faslı, bir fĂ‚cia tarihidir.
Şeytanın İşini Kolaylaştıran Zaaf Hakîkaten ofke, şeytanın işini kolaylaştıran en muhim insĂ‚nî zaaflardan biridir. İnsan ofkelendiğinde şeytan, bir cocuğun topla oynadığı gibi o kimseyle oynamaya başlar.
En akıllı insan, ofkesine hĂ‚kim olabilen kişidir. Yani ofke, aklın en buyuk duşmanıdır. Nitekim:
“Ofke gelir goz kararır, ofke gider yuz kızarır.” denilmiştir.
Zira ofke denizi kabaran bir insanın, kendine hĂ‚kim olabilmesi cok zordur. Bu sebeple Peygamber Efendimiz, bu dirĂ‚yeti gosterebilen mu ’minler icin şoyle buyurmuştur:
“Yiğit dediğin, gureşte rakibini yenen kimse değildir; asıl yiğit, kızdığı zaman ofkesini yenen adamdır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 76)
Cennet ’e Goturecek Huy Ebu ’d-DerdĂ‚ (r.a.), Resûlullah Efendimiz ’e:
“–Bana Cennet ’e goturecek bir şey oğret!” deyince; Fahr-i KĂ‚inĂ‚t Efendimiz kendisine:
“–Ofkelenme!” buyurmuştur. (BuhĂ‚rî, Edeb, 76; Tirmizî, Birr, 73)
CenĂ‚b-ı Hak da rızĂ‚-yı ilĂ‚hîsini tahsil icin ofkelerini yenebilen sĂ‚lih kulları hakkında şoyle buyurur:
“O takvĂ‚ sahipleri ki, bollukta da darlıkta da Allah icin harcarlar; ofkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah da guzel davranışta bulunanları sever.” (Âl-i İmrĂ‚n, 134)
Ancak burada şunu da ifĂ‚de etmek gerekir ki ofke, nefsĂ‚nî ve şeytĂ‚nî yonden olunca kotu bir vasıftır. Eğer o, ilĂ‚hî cihettense, yani Allah yolunda ve sırf Allah icinse, bu takdirde bir fazîlet olur. AllĂ‚h ’ın rızĂ‚sını kazanmak icin ofkeyi yenmek muhim olduğu kadar, gerektiğinde Allah icin ofkelenmek de son derece muhim bir vazifedir.
RİYA NEDİR? İki yuzluluk, gosteriş, sahte davranış demek olan riyĂ‚, amellerin sevĂ‚bını yok eden cirkin bir vasıftır. İslĂ‚m dîni, muslumanları hicbir zaman iki yuzlu ve samimiyetsiz bir davranış icinde gormek istemez. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmuştur:
“HĂ‚lbuki onlara ancak, dîni yalnız O ’na has kılarak ve hanifler olarak AllĂ‚h ’a kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekĂ‚t vermeleri emrolunmuştu. Sağlam din de budur.” (el-Beyyine, 5)
Bir diğer Ă‚yet-i kerîmede ise Rabbimiz, gosteriş veya birilerine duyurma (riyĂ‚ ve sum ’a) niyetiyle yapılan hayır ve iyiliklerin, bir hic uğruna hebĂ‚ edilmiş olacağını şoyle beyĂ‚n etmektedir:
“Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune inanmadığı hĂ‚lde malını gosteriş icin harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa cıkarmayın. Boylesinin durumu, uzerinde biraz toprak bulunan duz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu cıplak, puruzsuz bir kaya hĂ‚line getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hicbir şeye sahip olamazlar. Allah, kĂ‚firleri doğru yola iletmez.” (el-Bakara, 264)
Kucuk Şirk Nedir? Unutulmamalıdır ki, tevhid akîdesinin ortaklığa tahammulu yoktur. Nitekim Resûlullah Efendimiz bir defasında:
“–Sizin icin en cok korktuğum şey, kucuk şirktir.” buyurmuştu. Yanındakiler:
“–Kucuk şirk nedir ey AllĂ‚h ’ın Resûlu?” diye sordular.
Resûlullah Efendimiz şu cevĂ‚bı verdi:
“–RiyĂ‚, yani gosteriştir. KıyĂ‚met gunu insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah TeĂ‚lĂ‚ riyĂ‚ ehline:
«–Dunyadayken kendilerine murĂ‚îlik yaptığınız/amellerinizi gostermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurur.” (Ahmed, V, 428, 429)
KıyĂ‚met Gunu hesĂ‚bı İlk Gorulecek Kişi Demek ki Allah icin yapılması gereken amellerde riyĂ‚ ve gosteriş, insanı şirke kadar goturebilen son derece tehlikeli bir hĂ‚ldir. Ebû Hureyre ’nin (r.a.) naklettiği şu hadîs-i şerîf de ibadetlerinde ihlĂ‚sı kaybederek riyĂ‚ya kacan, benlik ve hevĂ‚larını on plĂ‚na cıkaran kimselerin fecî Ă‚kıbetini haber vermektedir:
“KıyĂ‚met gunu hesĂ‚bı ilk gorulecek kişi, şehid duşmuş bir kimse olup huzûra getirilir. Allah TeĂ‚lĂ‚ ona verdiği nîmetleri hatırlatır, o da hatırlar ve bunlara kavuştuğunu îtiraf eder.
CenĂ‚b-ı Hak:
«–Peki, bunlara karşılık ne yaptın?» buyurur.
«–Şehid duşunceye kadar Sen ’in uğrunda cihĂ‚d ettim.» diye cevap verir.
(Allah TeÂlÂ

«–Yalan soyluyorsun. Sen, “ne yiğit adam” desinler diye savaştın, o da denildi.» buyurur.
Sonra emrolunur da o kişi yuzustu Cehennem ’e atılır.
Bu defa; ilim oğrenmiş, oğretmiş ve Kur ’Ă‚n okumuş bir kişi huzûra getirilir. Allah ona da verdiği nîmetleri hatırlatır. O da hatırlar ve îtiraf eder. Ona da:
«–Peki, bu nîmetlere karşılık ne yaptın?» diye sorar.
«–İlim oğrendim, oğrettim ve Sen ’in rızĂ‚n icin Kur ’Ă‚n okudum.» cevĂ‚bını verir.
(CenĂ‚b-ı Hak

«–Yalan soyluyorsun. Sen “Ă‚lim” desinler diye ilim oğrendin, “ne guzel okuyor” desinler diye Kur ’Ă‚n okudun. Bunlar da senin hakkında soylendi.» buyurur.
Sonra emrolunur, o da yuzustu Cehennem ’e atılır.
(Daha sonra) AllĂ‚h ’ın kendisine her ceşit mal ve imkĂ‚n verdiği bir kişi getirilir. Allah verdiği nîmetleri ona da hatırlatır. Hatırlar ve îtiraf eder.
(Allah TeÂlÂ

«–Peki ya sen bu nîmetlere karşılık ne yaptın?» buyurur.
(O varlıklı kul da

«–Verilmesini sevdiğin, rĂ‚zı olduğun hicbir yerden (malımı) esirgemedim, sadece Sen ’in rızĂ‚nı kazanmak icin verdim, harcadım.» der.
(CenĂ‚b-ı Hak ona da

«–Yalan soyluyorsun. HĂ‚lbuki sen, butun yaptıklarını “ne comert adam” desinler diye yaptın. Bu da senin icin zaten soylendi.» buyurur.
Sonra emrolunur, bu da yuzustu Cehennem ’e atılır.” (Muslim, İmĂ‚re, 152)
CİMRİLİK NEDİR? Cimrilik, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın bir kimseye ihsĂ‚n ettiği nîmetleri, o kişinin kendi nefsine hasretmesidir.
Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“De ki, Rabbimin rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, onu harcayıp tuketmekten korkar, cimrilik ederdiniz. Zaten insan da pek cimridir.” (el-İsrĂ‚, 100)
HĂ‚lbuki CenĂ‚b-ı Hak, kullarının ne cimri ne de musrif olmalarını istemektedir. Bunun icin de Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyurmaktadır:
“Eli sıkı olma; busbutun eli acık da olma. Sonra kınanır, (kaybettiklerinin) hasretini ceker durursun.” (el-İsrĂ‚, 29)
Gercek Mu ’minde AslĂ‚ Bir Araya Gelmeyen İki Ozellik Resûlullah Efendimiz de hadîs-i şerîflerinde şoyle buyurmuşlardır:
“Gercek mu ’minde şu iki haslet aslĂ‚ bir araya gelmez: Cimrilik ve kotu ahlĂ‚k!..” (Tirmizî, Birr, 41/1962)
“Zulumden sakınıp kacınınız. Cunku zulum, kıyĂ‚met gununde zĂ‚lime zifiri karanlık olacaktır. Cimrilikten de sakınınız. Cunku cimrilik, sizden onceki ummetleri helĂ‚k etmiş, onları birbirlerinin haksız yere kanlarını dokmeye, haramlarını helĂ‚l saymaya sevk etmiştir.” (Muslim, Birr, 56)
“Her AllĂ‚h ’ın gunu iki melek iner. Bunlardan biri:
«AllĂ‚h ’ım! Malını verene yenisini ver!» diye duĂ‚ eder.
Diğeri de:
«AllĂ‚h ’ım! Cimrilik edenin malını yok et!» diye bedduĂ‚ eder.” (BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 27)
Cimrilerin Fecî Âkıbeti CenĂ‚b-ı Hak, dunya servetine gonul kaptırıp, onu rızĂ‚sı yolunda sarf etmeyen cimrilerin fecî Ă‚kıbetini, Ă‚yet-i kerîmede şoyle ifĂ‚de buyurmaktadır:
“O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur. (O), malının kendisini ebedî kılacağını zanneder. Hayır! Andolsun ki o, Hutame ’ye atılacaktır. Hutame ’nin ne olduğunu bilir misin? AllĂ‚h ’ın, tutuşturulmuş, (yandıkca) tırmanıp kalplerin ta ustune cıkan ateşidir.” (el-Humeze, 2-7)
Cimrilik, AllĂ‚h ’ın lûtfuna değil, malına guvenip sığınmaktır. Malının kendisini ebedî kılacağını zannetmektir. HĂ‚lbuki bir Hak dostu ne guzel soyler:
“Dunyadan ebedîlik isteme! Kendinde yok ki sana da versin!”
Şu fĂ‚nî dunya gunlerini şuursuzca bir mal toplama ihtirĂ‚sı icinde gecirenler, kabre girdikleri gun avuclarında topraktan başka bir şey bulamayacaklardır. Dunya malı yine dunyada kalacak, insan ise kendine biriktirdiği dunyalıkların ağır hesĂ‚bıyla karşılaşacaktır.
Cennetliklerin Ozellikleri Resûlullah Efendimiz bir hutbesinde ashĂ‚b-ı kirĂ‚ma şoyle hitĂ‚b etmişlerdir:
“…Cennetlikler uc kısımdır:
Kuvvet sahibi, Ă‚dil, tasaddukta bulunan ve muvaffak olan kişi.
Butun yakınlarına ve muslumanlara karşı merhametli ve yumuşak kalpli olan kişi.
İffetli, namuslu ve ehl u ıyĂ‚l sahibi olduğu hĂ‚lde kimseden bir şey istemeyen kişi.
Cehennemliklerin Ozellikleri Cehennem ehli de beş kısımdır:
Aklını, kendisini yanlışlardan korumak icin kullanmayan zayıf irĂ‚deli insan. Bunlar, aranızda tĂ‚bî olarak bulunurlar, Ă‚ile ve mal edinmek (dînî, şahsî ve dunyevî bir fayda temin etmek) icin gayret etmezler.
TamahkĂ‚rlığını belli etmeyen hĂ‚in kimse. Boylesi, hangi kapıyı calsa mutlakĂ‚ ihĂ‚net eder.
Sabah-akşam her fırsatta malın ve ehlin hususunda seni aldatan kimse.
Cimri ve yalancı.
Kotu ahlĂ‚klı, cirkin ve kaba sozlu kimse.”
Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- sozlerine devamla;
“Allah TeĂ‚lĂ‚ bana; «Oyle mutevĂ‚zı olun ki, kimse kimseye karşı ovunmesin, kimse kimseye karşı zulum ve haksızlık yapmasın!» diye vahyetti.” buyurmuşlardır. (Muslim, Cennet, 63-64)
Cimrilik Yapanlara Uyarı Şeyh SĂ‚dî ’nin, dunya metĂ‚ına aşırı duşkunlukle cimrilikte bulunanlara yaptığı şu îkaz ne kadar ibretlidir:
“Para yığmakla yukseleceğini sanma. Duran su fenĂ‚ kokar ve kurur. Surekli bağışlamaya ve akıtmaya calış. Akan suya gok yardım eder. Yağmur yağdırır, sel gonderir, onu derya eder.”
Dolayısıyla asıl mĂ‚rifet; comertlik, fedakĂ‚rlık ve diğergĂ‚mlıkla gonlu bir rahmet deryası hĂ‚line getirip Hakk ’ın lûtfettiği nîmetleri Ă‚hiret zenginliğine donuşturebilmektir. Bu bakımdan malın hayırlısı, sahibinden once Ă‚hirete gonderilen; canın hayırlısı da Allah rızĂ‚sı istikĂ‚metinde kullanılabilendir.
Es ’ad Erbilî Hazretleri şoyle buyurur:
“Kiracıların bir evden diğerine taşınırken butun eşyalarını beraberlerinde goturup, sevdikleri mallardan hicbir şeyi bırakmadıkları mĂ‚lûmdur. HĂ‚l boyle iken, insanların, her şeye muhtac oldukları kabir evine giderken sevdikleri eşyalarından kısmen olsun bir şeyi beraberlerinde goturmemeleri (infĂ‚k edip kendilerinden once Ă‚hirete gondermemeleri), gercekten hayret verici bir durumdur.” (MektûbĂ‚t, s. 16, no: 5)
İSRAF NEDİR? İsraf, aşağılık duygusunu bastırmak icin yapılan bir guc gosterisidir.
CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmelerde şoyle buyurur:
“…İsraf etmeyin; cunku Allah, israf edenleri sevmez.” (el-En ’Ă‚m, 141)
“İsraf edenler şeytanların arkadaşlarıdır...” (el-İsrĂ‚, 27)
Allah Resûlu Efendimiz de şoyle buyurmuşlardır:
“Allah TeĂ‚lĂ‚ size; ana-babaya itaatsizlik etmeyi, verilmesi gerekeni vermeyip almaya hakkı olmayan şeyi istemeyi ve kız cocuklarını diri diri toprağa gommeyi haram kılmış; dedikodu yapmayı, cok soru sormayı ve malı israf etmeyi de mekruh kılmıştır.” (BuhĂ‚rî, İstikrĂ‚z 19, Edeb 6)
Malı israf etmek, onu CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rĂ‚zı olmadığı bir sûrette harcamak demektir. Mal, insanın zarurî ihtiyaclarını temin etmesine ve kimseye el acmadan huzur icinde yaşamasına vesîledir. LĂ‚kin onu har vurup harman savuranlar, bir muddet sonra başkalarına muhtac duruma duşerler. Diğer bir ifĂ‚deyle, malı Allah yolunda harcayıp Ă‚hiret azığı yapmak, makbul ve sĂ‚lih bir ameldir. İhtiyacı olan yakınlarından başlamak uzere insan malını dilediği gibi harcayabilir; bu harcama helĂ‚ldir. Dînin yasakladığı yerlere harcamak ise haramdır.
Bir de canın istediği, nefsin arzu ettiği yerlere yapılan mubah harcamalar vardır. İnsanların hĂ‚line ve mal varlığına gore farklılık arz etmekle beraber, bu nevî harcamalar ekseriyetle israf sayılmaz. Orf ve gelenekler de bu hususta bir olcudur. Cok zengin bir kimsenin bazı meşrû zevkleri icin yaptığı bir harcama mĂ‚kul karşılanabildiği hĂ‚lde, orta halli birinin aynı şekildeki bir harcaması, israf sayılabilir.
Şu Ă‚yet-i kerîme, malın sarf edilişi husûsunda en sağlam olcuyu ortaya koymaktadır:
“RahmĂ‚n ’ın o has kulları ki, harcadıkları zaman ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (el-FurkĂ‚n, 67)
Cirkin Huylar VelhĂ‚sıl, israf da cimrilik de koku Cehennem ’de olan cirkin huylardır.
TECESSUS NEDİR? Ayıp ve kusur araştırmak demek olan tecessus, esasen kotu zanna dayanan nefsĂ‚nî bir davranıştır.
Tecessus İle İlgili Ayet ve Hadisler “SettĂ‚ru ’l-Uyûb” olan CenĂ‚b-ı Hak, insanların umûmu alĂ‚kadar etmeyen şahsî kusur ve ayıplarının araştırılıp ortaya dokulmesine gazap eder. Nitekim Ă‚yet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:
“Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, cirkin sozun acıklanmasını sevmez. Şuphesiz Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (en-NisĂ‚, 148)
Zira gizli kalmış kotuluk ve cirkinliklerin araştırılıp ortaya dokulmesi, onların Ă‚deta bulaşıcı bir hastalık gibi toplumda revac bulmasına sebebiyet verir. Bu yuzden, bu nevî hĂ‚llerin şuyûu, vukūundan beterdir denilmiştir. Yani bunların duyurulup yayılması, toplum ahlĂ‚kı icin daha buyuk bir tehlike teşkil eder.
Tecessus illetinde ağırlıklı olarak, herhangi bir muslumanın bir ayıbını, kusurunu veya sırrını bir şekilde oğrenip acıklamak gibi kotu bir niyet mevzubahistir. Bu ise, hem Kur ’Ă‚n ’da hem de Sunnet ’te yasaklanmıştır.
Nitekim Ă‚yet-i kerîmede Rabbimiz;
“…Birbirinizin gizli hĂ‚llerini araştırmayın…” (el-HucurĂ‚t, 12) buyurmaktadır.
Resûlullah Efendimiz de bu hususta şoyle buyurmuşlardır:
“Muslumanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine duşer ve araştırmaya kalkışırsan, onların ahlĂ‚kını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 37)
“Kim bir topluluğun duyulmasını istemediği bir sozu oğrenmeye calışır (tecessus ile kulak hırsızlığı yapar)sa, kıyĂ‚met gunu kulaklarına eritilmiş kurşun dokulur.” (BuhĂ‚rî, TĂ‚bîr, 45)
Tecessus, din kardeşliği hukukuyla aslĂ‚ bağdaşmayan bir vasıftır. Nitekim İbn-i Mesut (r.a.), kendisine getirilerek hakkında;
“–Bu, sakalından şarap damlayan falanca kişidir.” denildiğinde o kimselere:
“–Biz ayıp ve kusur araştırmaktan men edildik. Bir kusur veya ayıp, kendiliğinden ortaya cıkarsa biz onun gereğini yaparız.” cevĂ‚bını vermiştir. (Bkz. Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 37/4890)
Ayıp Ortmek Yine Ukbe bin Âmir ’in (r.a.) kĂ‚tibi şoyle anlatır:
“Ukbe ’ye (r.a.):
«–Komşularımızdan bazılarının icki ictiğini fark ettim, zĂ‚bıtayı cağırayım da onları yakalasın.» dedim. Bana:
«–Oyle yapma, onlara once nasihat et ve îkazda bulun!» dedi.
Ben de dediği gibi yaptım lĂ‚kin vazgecmediler. Bunun uzerine Ukbe ’ye (r.a.):
«–Onlara nasihat ettim fakat bırakmadılar, zĂ‚bıtayı cağıracağım.» dedim.
Ukbe (r.a.):
«–Yazıklar olsun sana! Oyle yapma! Cunku ben Resûlullah ’ın;
“Kim bir mu ’minin ayıp ve kusurunu orterse, sanki diri diri toprağa gomulmuş bir kız cocuğunu kabrinden cıkararak kurtarmış, ihyĂ‚ etmiş gibi olur.” buyurduğunu işittim.» dedi.” (Ahmed, IV, 153)
YALAN NEDİR? Yalan soylemek, kişiyi Cehennem ’e surukleyen vasıfların başta gelenlerinden biridir.
Nitekim bir gun Resûlullah Efendimiz:
“–Yalan yemin ile bir Muslumanın hakkını alan kimseye Allah Cennet ’i haram eder ve Cehennem ’i farz kılar.” buyurmuştu.
“–Az bir şey olsa da mı yĂ‚ ResûlĂ‚llah?” diye soruldu.
Resûlullah Efendimiz:
“–Erak ağacından bir cubuk bile olsa!” buyurdu ve bu sozunu uc defa tekrarladı. (Muslim, ÎmĂ‚n, 218; Muvatta, Akdiye, 11)
Yine Efendimiz diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şoyle buyurmuşlardır:
“Şuphesiz ki sozde ve işte doğruluk, hayra ve ustun iyiliğe yoneltir. İyilik de Cennet ’e iletir. Kişi doğru soyleye soyleye Allah katında sıddîk (dosdoğru kimse) diye kaydedilir.
Yalancılık, yoldan cıkmaya (fucûra) surukler. Fucûr da Cehennem ’e goturur. Kişi yalancılığı meslek edinince Allah katında kezzĂ‚b (cok yalancı kimse) diye yazılır.” (BuhĂ‚rî, Edeb, 69)
MĂ‚lum olduğu uzere yalan, dile ait bir Ă‚fettir. Dil ise, insanın butun uzuvlarına ve amellerine tesir eden kalbin sozcusu durumundadır. Dolayısıyla yalan soylememek hususunda diline hĂ‚kim olabilen kişi, kendisini hadîs-i şerîflerde haber verilen kotu Ă‚kıbetten buyuk olcude korumuş demektir.
Ağzından Cıkan Her Sozu Yazan Melek CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Ey îmĂ‚n edenler! Allah ’tan korkun ve doğru soz soyleyin ki Allah amellerinizi sĂ‚lih hĂ‚le getirsin ve gunahlarınızı bağışlasın...” (el-AhzĂ‚b, 70-71)
Ayrıca mu ’min, ağzından cıkan her sozun melekler tarafından kayda gecirildiğini unutmayıp yalan sozden şiddetle sakınmalıdır. Nitekim CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“İnsan hicbir soz soylemez ki, yanında onu gozetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın.” (Kāf, 18)
Yalan Soylemenin Ahiretteki Cezası Nebiyy-i Ekrem Efendimiz de, yalan beyanda bulunmanın, kulu Ă‚hirette dûcĂ‚r edeceği Ă‚kıbete dĂ‚ir şoyle buyurmuşlardır:
“Kim gormediği bir ruyayı gordum deyip anlatırsa, Ă‚hirette yerine getirmesi mumkun olmayan bir işe, iki arpa tanesini birbirine duğumleme cezasına carptırılır…
Kim de herhangi bir canlının resim (ve heykelini) yaparsa, o da kıyĂ‚mette, yapamayacağı hĂ‚lde, «haydi buna can ver» diye zorlanarak azĂ‚b edilir.” (BuhĂ‚rî, TĂ‚bîr, 45)
GIYBET NEDİR? Gıybet, bir muslumanın diğer bir musluman kardeşinin gıyĂ‚bında konuşarak, duyduğunda uzuleceği veya utanacağı bir kusurundan bahsetmesidir. Allah TeĂ‚lĂ‚, insanoğlunun izzet ve haysiyetine oyle buyuk bir değer vermektedir ki, onun kusurlarının gıyĂ‚bında soylenerek şerefinin zedelenmesini, dînen cok ağır bir suc olarak îlĂ‚n etmektedir. Bu keyfiyet, rahmeti gazabına gĂ‚lip olan Rabbimiz ’in, gunahkĂ‚r ve kusurlu kullarını dahî koruyup himĂ‚ye ettiğini gostermektedir.
Gıybetin Men Edilme Sebebi Bununla birlikte gıybetin men edilme sebebi, sadece CenĂ‚b-ı Hakk ’ın “gunahkĂ‚r bir kulunun bile hakkını muhafaza edip ona sahip cıkma” arzusundan ibĂ‚ret değildir. Bunun bir sebebi de gıybetin, toplum hayatındaki sulh ve sukûn ile kardeşlik duygularını zedeleyici bir rol oynamasıdır.
Gercekten de gıybet, İslĂ‚m kardeşliğini bozan, ictimĂ‚î nizĂ‚mı altust eden, birlik ve beraberlik rûhunu yok ederek kalplere kin ve husûmet sacan buyuk gunahlardan biridir. Boyle olmakla beraber bircok kimse, cĂ‚hilĂ‚ne bir duşunceye kapılarak, soylediklerinin gercek olmasıyla kendini avutur. HĂ‚lbuki gıybet, zĂ‚ten mevcut olan bir kusurun soylenmesidir. Olmayan bir kusurun var olduğunu soylemek ise iftiradır. Bunu goz ardı ederek, gıybet eden kişinin, sozlerinin doğru olmasıyla tesellî bulması ve yaptığı yanlışı savunması, ancak curmunun vebĂ‚lini artıran derin bir gaflet tezĂ‚hurudur.
Gıybet Ne Demek? Nitekim Resûlullah Efendimiz bir gun:
“–Gıybet nedir, bilir misiniz?” diye sormuştu. AshĂ‚b-ı kirĂ‚m:
“–Allah ve Resûlu daha iyi bilir.” dediler. Hazret-i Peygamber:
“–Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şeyle anmandır.” buyurdu.
“–Soylenen ayıp, eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?” diye soruldu. Efendimiz:
“–Eğer soylediğin şey onda varsa gıybet ettin; yoksa ona iftira ettin demektir.” buyurdu. (Muslim, Birr, 70; Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 40/4874)
Olmuş Kardeşinin Etini Yemek CenĂ‚b-ı Hak, ağır bir kul hakkı olan gıybetten titizlikle sakınmamız icin şoyle buyurmaktadır:
“…Biriniz diğerinizi arkasından cekiştirmesin. Biriniz, olmuş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Elbette bundan tiksinirsiniz. O hĂ‚lde Allah ’tan korkun. Şuphesiz Allah tevbeyi cok kabul edendir, cok merhamet edendir.” (el-HucurĂ‚t, 12)
Âyet-i kerîmede gıybetin; “olmuş kardeşinin etini yemek” şeklinde tasvîr edilmesi, bu curmun ne kadar ağır olduğunu cok acık bir sûrette ortaya koymaktadır. Bir insanın eti, diriyken dahî murdar ve haramdır. Olmuş kardeşinin kokuşmuş etini, ustelik bir de severek yiyebilmek, ne kadar dehşetli bir aklî, kalbî ve ahlĂ‚kî bozulmaya işaret etmektedir.
Gıybet, ağır bir kul hakkıdır. Bir din kardeşinin dedikodusunu yapan, gidip ondan helĂ‚llik istemelidir. Ustelik bunu isterken de ona butun samimiyetiyle; “Ben senin hakkında şoyle şoyle dedim, yanımda şunlar şunlar vardı…” diye acıkca îtirĂ‚f etmesi îcĂ‚b eder. HattĂ‚ yaptığı gıybet, şayet bir fitneye sebebiyet vermişse, bol bol istiğfĂ‚r etmesi, sadakalar vermesi, CenĂ‚b-ı Hakk ’a nedĂ‚metle yalvarıp af dilemesi îcĂ‚b eder.
Yani gıybet, telĂ‚fisi son derece zor olan kul haklarından biridir. Dolayısıyla dile sahip cıkıp onu boyle bir gunaha hic bulaştırmamak, en selĂ‚metli yoldur.
Gıybet Etmek Allah TeĂ‚lĂ‚, gıybet etmeyi yasakladığı gibi onu dinlemeyi de yasaklamıştır. Cunku gıybete goz yumup onu dinlemek de zımnen ona iştirĂ‚k etmeyi ifĂ‚de eder.
Nitekim Abdullah Dehlevî Hazretlerinin oruclu olduğu bir gun, yanında sultĂ‚nı kotulemişlerdi. Hazret:
“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.
Bir talebesi:
“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:
“–Evet, biz gıybet etmedik ama dinledik. Gıybette, soyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.[5]
CenĂ‚b-ı Hak, gercek mu ’minlerin bu tur mezmum sıfatlardan uzak olduğunu şoyle beyan buyurmaktadır:
“Onlar boş ve faydasız soz işittikleri zaman ondan yuz cevirirler...” (el-Kasas, 55)
“Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yuz cevirirler.” (el-Mu ’minûn, 3)
Cunku mu ’min, mes ’ûliyet şuuruna sahip insandır. Kendisine lûtfedilen her nîmet ve imkĂ‚ndan sorulacağını, yaptığı her hareketin hesĂ‚bını vereceğini bilen kimsedir.
Nitekim CenĂ‚b-ı Hak biz kullarını şoyle îkaz buyurmaktadır:
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına duşme. Cunku kulak, goz ve gonul, bunların hepsi, yaptıklarından sorumludur.” (el-İsrĂ‚, 36)
Gıybet İle İlgili Hadisler Resûlullah Efendimiz de hadîs-i şerîflerinde gıybetten sakınmaya dĂ‚ir şu îkazlarda bulunmuşlardır:
“Ey diliyle îmĂ‚n edip de kalplerine îman tam olarak yerleşmeyen kimseler! Muslumanların gıybetini yapmayınız, kusurlarını da araştırmayınız! Kim muslumanların kusurlarını araştırırsa Allah da onun kusurlarını araştırır. Allah kimin kusurlarını araştırırsa, onu evinin ortasında bile olsa rezil eder.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 35; Tirmizî, Birr, 85; İbn-i Kesîr, Tefsîr, IV, 229)
“AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune inanan, ya hayır soylesin ya da sussun!” (BuhĂ‚rî, Edeb, 31)
“Dilini tutan kurtuldu.” (Tirmizî, Kıyamet, 50; DĂ‚rimî, Rikāk, 5)
“Kim bir mu ’mini bir munĂ‚fığa (gıybetciye) karşı himĂ‚ye ederse, Allah da onun icin, kıyĂ‚met gunu, etini Cehennem ateşinden koruyacak bir melek gonderir. Kim de muslumana kotulenmesini dileyerek bir iftira atarsa, Allah onu kıyĂ‚met gunu, Cehennem koprulerinden birinin ustunde, soylediğinin (gunahından arınıp) cıkıncaya kadar hapseder.” (Ebû DĂ‚vûd, Edeb, 36/4883)
VelhĂ‚sıl gıybet, nefse mağlûp olmanın, kalpteki yanlış duyguların ve kotu ahlĂ‚kın bir gostergesidir. Hem dunya hem de Ă‚hiret hayatını berbĂ‚d eden mĂ‚nevî bir illettir.
Buna rağmen maalesef nice insan, hicbir ic sıkıntısı duymadan, Ă‚deta tatlı bir mûsikî dinler gibi gayet rahat bir sûrette bu gunaha duşmekte, hattĂ‚ onu alışkanlık hĂ‚line getirmektedir. Rabbimiz bu ve benzeri butun zĂ‚hirî ve bĂ‚tınî haramlara karşı son derece hassas ve muteyakkız olabilmeyi cumlemize nasîb eylesin.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
[1] AttÂr, Tezkire, s. 629.
[2] Harakānî, Nûru ’l-Ulûm, s. 239.
[3] BuhĂ‚rî, Tefsîr 68/1, EymĂ‚n 9, Edeb 61; Muslim, Cennet 46, 47.
[4] Bkz. el-Bakara, 34.
[5] Abdulganî bin Ebî Saîd, Huvelganî RisĂ‚lesi, s. 152.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan