
İmanın tadına nasıl varılır? İmanın tadına erdiren hususlar nelerdir? Hadislerle imanın tadına varmanın yolları.İmanın tadı ile ilgili hadisler ve hadislerin acıklaması..
Hz. Enes ’ten (r.a.) rivĂ‚yet edildiğine gore Peygamber şoyle buyurmuştur:
“Uc şey vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi imanın tadını alır:
Allah ve Resûlu ’nu, her şeyden cok sevmek. Sevdiğini sadece Allah icin sevmek. Allah kendisini kufur bataklığından kurtardıktan sonra, tekrar kufre donmeyi, ateşe atılmak kadar korkunc ve tehlikeli gormek.” (BuhĂ‚rî, ÎmĂ‚n, 14; İkrah, 1; Edeb, 42; Muslim, ÎmĂ‚n, 67. Ayrıca bkz. Tirmizî, ÎmĂ‚n, 10/2624) Abdullah bin MuĂ‚viye ’den (r.a) rivĂ‚yete gore Nebiyy-i Ekrem şoyle buyurmuştur:
“Uc şey vardır ki kim bunları yaparsa imanın tadını almış olur:
Tek olan Allah ’a kulluk edip, O ’ndan başka ilĂ‚h olmadığına inanmak, Her sene malının zekĂ‚tını gonul hoşluğuyla, isteyerek vermek, ZekĂ‚t verirken de malın yaşlı, uyuz, hasta ve zayıfını değil, vasatından vermek. Zira Allah, sizden mallarınızın en iyisini istemiyor, ancak kotusunu vermenizi de emretmiyor.” (Ebû DĂ‚vûd, ZekĂ‚t, 5/1582) AbbĂ‚s bin Abdulmuttalib (r.a.), Efendimiz ’in şoyle buyurduğunu işitmiştir:
“Allah ’ı Rab, İslĂ‚m ’ı din, Muhammed ’i (s.a.v) Peygamber olarak benimseyip onlardan rĂ‚zı olan kişi, imanın tadını almıştır.” (Muslim, İman, 56; Tirmizî, ÎmĂ‚n, 10/2623; Ahmed, I, 208)
Huzeyfe ’den (r.a.) rivĂ‚yet edildiğine gore Resûlullah şoyle buyurmuştur:
“Harama bakış, iblisin zehirli oklarından bir oktur. Her kim Allah korkusu sebebiyle onu terk ederse, Yuce Allah bu davranışına karşılık ona, kalbinde halĂ‚vetini hissedeceği bir iman bahşeder.” (HĂ‚kim, IV, 349/7875; Heysemî, VIII, 63)
Ebû Hureyre ’den (r.a) şoyle naklediyor:
Allah Resûlu:
“–İmanınızı yenileyiniz!” buyurdu. AshĂ‚b-ı KirĂ‚m:
“–Ey Allah ’ın Resûlu, imanımızı nasıl yenileyelim?” diye sordular. Resûlullah da:
“–«LĂ‚ ilĂ‚he illallĂ‚h» sozunu cokca soyleyiniz!” cevabını verdi. (Ahmed, II, 359; HĂ‚kim, IV, 285/7657)
Hadisleri Nasıl Anlamalıyız? İman ile İslĂ‚m ’ın kıymeti hicbir zaman tartışılmaz. Ancak bunların da dereceleri vardır. Kimi insanlar, uzerlerine duşen vazifeleri asgarî seviyede yaparken, kimileri de buyuk bir ihlĂ‚s, aşk ve heyecĂ‚n icinde daha fazlasını ve en iyisini yapmaya gayret eder. İşte boyleleri, imanın rûhĂ‚niyetini ve İslĂ‚m ’ın lezzetini gonullerinde hisseden kimselerdir. Kalbleri mutmain olmuş ve inancları iyice sağlamlaşmıştır. Yaptıkları amellerden buyuk bir haz ve lezzet alırlar. Allah ve Rasûlu ’nun butun emirlerini severek ve isteyerek yerine getirirler. İslĂ‚m uğruna meşakkatlere katlanmaktan cekinmezler. Allah ve Resûlu ’nun rızĂ‚sını kazanmayı, her şeyin onunde tutarlar. Dinlerini dunya menfaatleri karşısında satmazlar. Âhireti de dunyadan once duşunurler.
Onların bu heyecĂ‚nı, oncelikle Allah ve Resûlu ’nu, annelerinden, babalarından, evlatlarından, butun insanlardan, mallarından ve hatta kendi canlarından bile daha cok sevmelerinden kaynaklanır. Nitekim bu heyecanın zirvesinde olan ashĂ‚b-ı kirĂ‚m, Allah Resûlu ’nun en ufak bir arzusuna dahî, “Anam, babam, canım sana fedĂ‚ olsun yĂ‚ Resûlallah!” diye mukĂ‚bele ederlerdi. ZĂ‚ten CenĂ‚b-ı Hak da muhabbetin bu şekilde olmasını arzu etmektedir.
Âyet-i kerimede şoyle buyrulur:
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah ’tan, Resûlu ’nden ve Allah yolunda cihĂ‚t etmekten daha sevimli ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fĂ‚sıklar topluluğunu hidĂ‚yete erdirmez.” (Tevbe 9/24)
İnsan, Allah ve Resûlu ’nu gonulden sevince, onlarla alĂ‚kalı şeyleri de sever. Zira seven, sevdiğinin her şeyine muhabbet besler. Muhabbeti gonlune yerleştirince de o uğurda yapılacak butun işler onun icin kolaylaşır. Allah ve Resûlu ’nu rĂ‚zı edecek sĂ‚lih ameller, bir lezzet hĂ‚line gelerek zevkle îfĂ‚ edilir. Sevilecek diğer varlıklar da artık sadece Allah icin sevilmeye başlanır. Nefret ve ofke Allah icin duyulur. Hayattaki her şey, Allah rızĂ‚sı istikĂ‚metinde bir yon kazanır.
İmanın zevkine varan Musluman, kendisini Allah ve Resûlu ’nden ayıracak butun soz ve davranışları, ateşten daha yakıcı ve azap verici bulur. İmanın cennete, kufrun de cehenneme goturduğunun idrĂ‚ki icinde olur. Dolayısıyla, dinden ve Allah rızĂ‚sından uzaklaştıracak şeylerden şiddetle sakınır. Hatalardan, gunahlardan ve gafletten kurtulmak icin butun gucunu sarfeder. Zira işlenen her bir gunah cennetten bir adım uzaklaşmak demektir. Gunahlar arttıkca, cennet ile insanın arasına aşılmaz mesafeler girmiş olur…
Bunları idrĂ‚k eden her mu ’min, Allah ’a ve Resûlu ’ne yaklaştıracak amellere sıkı sıkıya sarılır. İbadetlerine hassasiyet gosterir. Bazı insanlara zor gelen namaz, oruc gibi ibadetleri şevkle îfĂ‚ eder. Bilhassa, nefsin en cok zorlandığı zekĂ‚tı da her sene buyuk bir ibadet vecdiyle ve fukarĂ‚ya teşekkur edĂ‚sı icinde verir. Bundan da en ufak bir sıkıntı duymaz, aksine ferahlık duyar. Bu hĂ‚l, mu ’mini zekĂ‚tı, sadakası ve infaklarıyla iki cihan saadetinin yolcusu eyler.
İMANIN TADINI HİSSETTİRECEK AMELLER İkinci hadisimizden anlaşıldığına gore, imanın lezzetini hissetmek isteyen mu ’min, zekĂ‚t verirken isteksiz davranmamalıdır. Gonul hoşluğuyla vermelidir. ZîrĂ‚ Allah yolunda infĂ‚k ederken isteksiz davranmak munĂ‚fık ve kĂ‚firlerin alĂ‚metidir. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“Kendilerinden infaklarının kabul olunmasına mĂ‚nî olan da sırf şudur: Cunku bunlar Allah ’ı ve Rasûlu ’nu inkĂ‚r ettiler ve namaza ancak uşene uşene geliyorlar, verdiklerini de ancak istemeyerek veriyorlar!” (Tevbe 9/54)
Gonul hoşluğuyla infĂ‚k eden kişi bir de malının en iyisinden verirse ne Ă‚lĂ‚! Zira Ă‚yet-i kerimede:
“Sevdiğiniz şeylerden infak etmedikce aslĂ‚ “birr”e (yani hayrın kemĂ‚line) eremezsiniz! Her ne infak ederseniz, Allah onu hakkıyla bilir” buyrulmaktadır. (Âl-i İmrĂ‚n 3/92)
Bunu yapamıyorsa, malın kotusunu de vermemelidir, hic değilse orta hĂ‚llisinden infĂ‚k etmelidir. Mu ’min her hususta olduğu gibi burada da takva ve firĂ‚setle hareket etmeli, malını olcusuz kullanarak Ă‚ilesini muhtac duruma duşurmemelidir.
Diğer bir rivĂ‚yette Resûlullah, imanın tadını hissettirecek amelleri zikrederken, zekĂ‚tla ilgili iki maddeyi birleştirip ucuncu olarak:
“…Bir de kulun nefsini tezkiye etmesi” buyurmuştur.
AshĂ‚b-ı kiramdan bir kişi:
“–Kişinin nefsini tezkiye etmesi ne demektir, ey Allah ’ın Resûlu?” diye sorunca da:
“–Nerede olursa olsun Allah ’ın kendisiyle beraber olduğunu bilmesi” buyurmuştur. (TaberĂ‚nî, Sağîr, I, 334/555; Beyhakî, Şuab, V, 9/3026)
Resûlullah başka bir hadis-i şerifinde şoyle buyurmuştur:
“Nerede olursa olsun Allah TeĂ‚lĂ‚ ’nın yanında olduğunu bilmesi, kişinin imanının ustunluğunden kaynaklanır.” (Beyhakî, Şuab, II, 200/727)
Mu ’min, dunyayı Ă‚hiretin tarlası olarak gorduğunden, butun amellerini Hak rızĂ‚sı icin îfĂ‚ etmeli, dunyanın gecici ve son derece kısa olduğunun idrĂ‚ki icinde bulunmalıdır. Bu şuura sahip olduğunda, diğer insanlara zor gorulen davranışlar, ona gayet kolay gelir. İnsanları affederek, haklı bile olsa tartışmaya girmez, hırslı davranmaz, en zor anlarda dahi hîleye başvurmaz.
İMANIN TADINA NASIL VARILIR? Abdullah bin Mes ’ûd (r.a.) şoyle der:
“Kimde şu uc husus bulunursa imanın tadını alır:
Haklı bile olsa tartışmaya girmemek, şakadan bile olsa yalan soylememek ve Allah ’ın yazdığı şeyin mutlaka başına geleceğini ve yazmadığı şeyin de kesinlikle başına gelmeyeceğini bilmek.” (Heysemî, I, 55. Ayrıca bkz. Ahmed, V, 317)
İmanın tadını alan bir mu ’min, gonlunde Allah ’a, İslĂ‚m ’a ve Efendimiz ’e beslediği muhabbet ve rızĂ‚ hĂ‚li sebebiyle, yabancı goruş, duşunce ve ideolojilere heves etmez. Sağdan soldan esen fĂ‚nî ve nefsĂ‚nî ruzgĂ‚rlara kapılmaz. Cunku o, kendi inancının butun inanclardan ustun olduğunu bilir ve bunun itmi ’nĂ‚n ve huzûru icinde yaşar. Nefsi mutmain ve gonul Ă‚lemi muhabbetle doludur. Bu sebeple, İslĂ‚m ’dan başka hicbir goruş ve duşunceye tenezzul etmez. Alnı acık bir şekilde inancını yaşar, bu hususta kimsenin kınamasına ve ayıplamasına da aldırmaz.
Bu kıvama ulaşan kişi, bazen gaflete duşerek yanlış bir hareket yapsa bile derhĂ‚l kendine gelir ve Allah ’tan, İslĂ‚m ’dan ve Peygamber Efendimiz ’den rĂ‚zı olmanın neyi gerektirdiğini hemen idrak ederek onu yapmaya koyulur. Şu hĂ‚dise, bunun guzel bir misĂ‚lidir:
Bir gun Hz. Omer (r.a.), elinde bir kısım TevrĂ‚t sayfaları ile Peygamber Efendimiz ’e gelip:
“–Ey Allah ’ın Resûlu! Bunlar Tevrat ’tan bazı kısımlar. Onları Zurayk Oğulları ’na mensup bir arkadaşımdan aldım” dedi.
Peygamber Efendimiz ’in yuzunun rengi birden değişiverdi. Bunun uzerine Abdullah bin Zeyd (r.a), Hz. Omer ’e (r.a.):
“–Allah senin aklını başından mı aldı? Rasûlullah ’ın yuzu ne hĂ‚le geldi, gormuyor musun?” dedi.
HatĂ‚sını anlayan Hz. Omer (r.a) hemen:
“–Rab olarak Allah ’tan, din olarak İslĂ‚m ’dan, peygamber olarak Muhammed ’den (s.a.v), onder olarak Kur ’Ă‚n ’dan rĂ‚zı olduk” dedi.
Bunun uzerine Allah Resûlu ’nun yuzunde guller actı, uzuntusu gitti. Sonra da şoyle buyurdu:
“–Nefsim kudret elinde olan Allah ’a yemin ederim ki, eğer MûsĂ‚ (a.s.) aranızda olup da ona uyarak beni terk etseydiniz, derin bir dalĂ‚lete duşmuş olurdunuz. Siz ummetler icinde benim nasîbimsiniz, ben de peygamberler icinde sizin nasîbinizim.” (Ahmed, III, 470; Heysemî, I, 174. Krş. DĂ‚rimî, Mukaddime, 39/441)
Ne guzel nasîb! Oyle bir nasîb ki, şukrunden Ă‚ciziz!
İmanın halevetini gonlunde hissetmiş olan mu ’minlerin belli başlı vasıfları, EnfĂ‚l Sûresi ’nde şoyle zikredilir:
“Gercek mu ’minler iseniz Allah ’tan korkun da birbirinizle aranızı duzeltin, Allah ’a ve Resûlu ’ne itaat edin! Mu ’minler ancak, Allah zikredildiğinde kalpleri titreyen, kendilerine Allah ’ın Ă‚yetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız Rab ’lerine tevekkul eden kimselerdir. Onlar namazlarını dosdoğru kılan ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak eden kimselerdir.” (Enfal 8/1-3)
Huzur ve itmi ’nĂ‚na ermiş olan bu kulların vasıflarından bir kısmı da, FurkĂ‚n Sûresi ’nde şu şekilde haber verilir:
“Rahman ’ın (has) kulları, yeryuzunde tevĂ‚zû ile yururler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin); «SelĂ‚m!» der (gecerler). Gecelerini Rab ’lerine secde ederek ve kıyamda durarak gecirirler.” (FurkĂ‚n 25/63-64)
“(O kullar) kendilerine Rab ’lerinin Ă‚yetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağır ve kor davranmazlar.” (FurkĂ‚n 25/73)
İmanın tadını alabilmenin en muhim şartlarından biri de, gunahlardan yuz cevirmektir. Gorunuşte tatlı ve hoş gorunen, lĂ‚kin hakikatte zehir ve pislikten başka bir şey olmayan gunahlardan korunmasını bilen mu ’minlere CenĂ‚b-ı Hak oyle bir iman lûtfeder ki, onun doyumsuz tadını daha bu dunyada iken kalplerinde hissederler. Boylece hem iblisin zehirli okundan korunmuş, hem sevap kazanmış, hem de imanlarını kuvvetlendirip guzelleştirmiş olurlar.
CenĂ‚b-ı Hakk ’ın kullarına olan merhametini gosteren şu hadis-i şerif, gunahı terk eden mu ’minler icin buyuk bir mujde ihtiva etmektedir:
“Kim bir kotuluk yapmak ister de sonra ondan vazgecerse, CenĂ‚b-ı Hak bunu, mukemmel bir iyilik olarak yazar.” (BuhĂ‚rî, RikĂ‚k, 31; Muslim, ÎmĂ‚n, 207, 259. Ayrıca bkz. BuhĂ‚rî, Tevhîd 35; Tirmizî, Tefsîr, 6/3073)
Bir Musluman, gunahlardan kacıp ibadetlere sarılmak ve takvĂ‚ sahibi olmak sûretiyle imanın tadını aldıktan sonra artık onu muhĂ‚faza etmeye ve geliştirmeye gayret sarfetmelidir. Bu da Allah Rasûlu ’nun tavsiyesi uzere, farzlara ilĂ‚veten yapılacak nĂ‚file ibadetler, Allah yolunda hizmetler ve zikr u tesbîh ile mumkundur. Nitekim beşinci hadisimizde Resûlullah, imanı “LĂ‚ ilĂ‚he illallĂ‚h” zikriyle yenileyip kuvvetlendirmeyi tavsiye buyurmaktadır. ZĂ‚ten Ă‚hirette Efendimiz ’in şefĂ‚ati sayesinde en fazla mes ’ûd olacak kimseler de buyuk bir ihlĂ‚sla kalplerinden “LĂ‚ ilĂ‚he illallĂ‚h” diyenlerdir. (BuhĂ‚rî, İlim, 33; RikĂ‚k, 51)
Bu Kelime-i Tevhîd”i hayatlarının her safhasına yansıtabilenlerin kalpleri, neticede CenĂ‚b-ı Hak ile beraberlik nimetine nĂ‚il olur.
Hadis-i şeriflerden anlaşıldığına gore, imanın tadına erebilmenin esas şartı, muhabbet, rızĂ‚ ve teslîmiyettir. Dikkatle incelendiğinde, aslında dînimizin de bu esaslar uzerine tesis edildiği gorulur. CenĂ‚b-ı Hak şoyle buyurur:
“De ki: Eğer AllĂ‚h ’ı seviyorsanız bana tĂ‚bî olunuz ki AllĂ‚h da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. AllĂ‚h Ğafûr ve Rahîm ’dir/son derece mağfiret ve merhamet edicidir.” (Âl-i İmrĂ‚n, 31)
İmanın tadını alabilmesi icin kişinin, sevdiği ve buğzettiği kimselere de cok dikkat etmesi lĂ‚zımdır. Musluman, felĂ‚ha erebilmek icin muhabbet ve nefreti yerinde kullanmasını bilmelidir. Allah ’ın sevdiği şeyleri sevip, sevmediği şeyleri de sevmemek, ne guzel bir kulluktur.
Bu acıdan bakıldığında meselĂ‚, bir kĂ‚firin inkĂ‚r ve dinsizliğini gormezden gelip beşerî bir meziyetine bakarak ona alĂ‚ka duymak ve iltifatta bulunmak, buyuk bir tehlike ihtivĂ‚ etmekte ve kalbe zarar vermektedir. Boyle yapıldığı takdirde, o inancsız kişinin hĂ‚li tasvîb edilmiş ve îtibĂ‚rı yuceltilmiş olur. HĂ‚lbuki iman olmadan diğer meziyetlerin hicbir kıymeti yoktur.
MeselĂ‚ bir kĂ‚fir, bazı meziyet ve kĂ‚biliyetlere sahip olabilir ve bir takım dunyevî başarılar elde edebilir. Bilgili bir insan, buyuk bir kahraman vs. olabilir. Onun hakkında “inancsızlığı bir tarafa, ancak cok iyi bir kahramandır, hakkını vermek lĂ‚zım” gibi fikir yurutulduğunde, gonuller ona doğru kayabilir. Bu da insanların gozunde imanın ehemmiyetini zayıflatır ve o kimsenin kotu hĂ‚linden etkilenmeye sebep olur.
KALBİ EĞİTİM ŞART Diğer taraftan, imanın tadını alabilmek icin de, kalplerde iman muhabbeti filizlenmelidir. CenĂ‚b-ı Hak, buna işaretle şoyle buyurur:
“…Allah size imanı sevdirdi ve onu gonullerinizde susleyip guzelleştirdi. Kufru, fıskı ve isyanı da size cirkin gosterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (HucurĂ‚t 49/7)
Âyetten anlaşıldığına gore, iman etmek ve onun tadına varabilmek icin yalnız bilgi yeterli değildir. Zira CenĂ‚b-ı Hak, Benî İsrĂ‚îl Ă‚limlerini misal vermiş ve onları, “kitap yuklu merkepler”e benzetmiştir. (CumĂ‚ 62/5)
Oyleyse, bilgiyi kalbe nakşedip, oradan davranışlara intikal ettirmek gerekir. Bunun icin de kalbî eğitim zarûrîdir. Aynı şekilde kalbin ulvî meziyetlere istikametlenmesi lĂ‚zımdır. Kalp bu hĂ‚le gelince, CenĂ‚b-ı Hak ona satırlardan alamadığı şeyleri oğretir.
İMAN MUHABBETİ Bir arzunun fiil ve davranışa donuşebilmesi icin bilgi yanında sevmek de gereklidir. Bundan dolayı dinin başı muhabbet olmuş ve Resûlullah, Allah TeĂ‚lĂ‚ ’dan iman muhabbeti talep etmiştir:
“Allah ’ım, bize imanı sevdir ve kalblerimizi imanla susle! Kufru, fıskı ve isyĂ‚nı bize cirkin goster. Bizi doğruyu bulanlardan eyle!” (Ahmed, III, 424)
Asr-ı SaĂ‚det ’te, muhabbetle iman birleşerek ashĂ‚bın gonlune yerleşmişti. Bu sĂ‚yede onlar altın nesil hĂ‚line gelmişlerdi. Onları takip eden evliyĂ‚ullah da imĂ‚nın tadını kalplerinde hissettiler. Nitekim Cuneyd-i BağdĂ‚dî Hazretleri:
“Âbidler icin geceleyin ibadet etmek, gĂ‚fillerin eğlencesinden daha lezzetlidir” demiştir.
İMANIN TADINI ALMANIN ŞARTI İbrahim bin Ethem Hazretleri de:
“VallĂ‚hi biz oyle bir lezzet icindeyiz ki, bu lezzeti hukumdarlar bilmiş olsaydı, onu elimizden almak icin bize karşı kılıclarını cekip harp ilan ederlerdi” demiştir.
HĂ‚sılı, imanın tadını alabilmek icin muhabbeti yerinde ve doğru olarak kullanmak şarttır. Bu husus, İslĂ‚m ’ın en temel kĂ‚idelerinden biridir.
Kaynak: Dr. Murat Kaya, Efendimizden Hayat Olculeri, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan
İMANIN TADI NASIL ALINIR?