
Peygamberlerin beşerî gucleri tukendiğinde kendilerine ilÂhî nusret yetişir ve inkÂrcılar uzerine AllÂh ’ın kahır ve intikÂmı tahakkuk eder.Nûh -aleyhisselÂm- ’ın, 950 senelik sabırdan sonra tahammulu bitti ve Âyet-i kerîmede bildirildiği uzere:
“(Y Rabbî!) Mağlûb oldum, bana yardım et! (İntikÂmımı al!) diye Rabbine du etti.” (el-Kamer, 10)
Hayatta en cok korkulan ve ilÂhî bir tehdîd olan hÂdiseler; tûfÂnlar, kasırgalar, zelzeleler, kıtlık, yıldırımlarla dolu azÂb bulutları, duşman işgalleri ve sÂrî hastalıklar gibi ilÂhî gazap tecellîleridir. “Tabiat olayları” olarak gorulen bu tip vak ’alar, gelişiguzel olmayıp bircok sebep ve hikmetlere bağlıdır. Bu tip acı hÂdiseler, insanların isyanları ve gunahları sebebiyle meydana gelir. Ve ilÂhî nizÂmın felÂketleri, tahakkuk safhasına girer.
AllÂh -celle celÂluhû-, -hÂşÃ‚- zÂlim değildir. Fakat bu felÂketlerin, kulların hak etmesiyle zuhûr ettiği bir gercektir. İlÂhî nizÂma ve kudsî esaslara karşı koyanların, ilÂhî intikÂmın acı tatbikÂtı ile karşılaşmaları kacınılmazdır.
BİNBİR TURLU ESRAR GİZLİ
Ağactan duşen bir yaprağın bile, ilÂhî kaderle duştuğu, Kur ’Ân-ı Kerîm ’de beyÂn edilmektedir. Aksi hÂlde kÂinatta, fizikî bir anarşi meydana gelirdi. Butun fizikî hÂdiselerin icinde binbir turlu esrÂr gizlidir. Bu esrÂr, peygamberlere ve ehl-i kalbe ayÂndır.
Kur ’Ân-ı Kerîm ’de kavimlerin helÂkiyle ve bunun sebep ve hikmetleriyle alÂkalı pek cok Âyet-i kerîme bulunmaktadır. Âlemlerin Rabbi olan AllÂh TeÂl zulmetmekten munezzehtir ve asl kullarına haksızlık etmez. Zulum ve haksızlık insana Âit olan bir vasıftır. Âyet-i kerîmede şoyle buyrulur:
“Şuphesiz ki AllÂh, insanlara hicbir sûretle zulmetmez; fakat insanlar, kendilerine zulmetmektedirler.” (Yûnus, 44)
Nihayetsiz bir merhamet, hilim ve sabır sÂhibi olan Yuce Rabbimiz, insanların zulumleri had safhaya vardığı zaman onları şiddetle yakalar ve Âleme ibret kılar:
“…Şuphesiz O ’nun yakalaması, pek elem vericidir, pek cetindir!” (Hûd, 102)
Hatt oyle yakalar ve helÂk eder ki bu azÂba dûcar olanların bir daha ıslÂh olmaları mumkun olmaz. Bu hakîkate Âyet-i kerîmelerde şoyle işÃ‚ret edilir:
“HelÂk ettiğimiz bir belde icin artık (yeniden mÂmur olmak) imkÂnsızdır. Cunku onlar, geri donemeyeceklerdir.” (el-EnbiyÂ, 95)
“(Muşrikler) kendilerinden once kac nesli yok ettiğimizi ve bu yok olup gidenlerin bir daha onlara donup gelemeyeceklerini gormuyorlar mı?” (YÂsîn, 31)
KUR ’AN KAVİMLERİN HELAK EDİLİŞ SEBEPLERİNİ ANLATIYOR
Kur ’Ân-ı Kerîm, gecmiş kavimlerin helÂk edilişlerini anlatırken bunun sebepleri uzerinde de durmakta ve sonradan gelenleri îkÂz etmektedir. Bu sebeplerin başında AllÂh ’ın nîmetlerine karşı nankorluk etmek, şukredecek yerde bol nîmetler icinde şımarmak, zulum ve haksızlıkta ileri gitmek gibi buyuk gunahlar gelmektedir. Mevzuyla alÂkalı Âyet-i kerîmelerde şoyle buyrulur:
“Biz refÂhından şımarmış nice memleketleri helÂk etmişizdir. İşte, onların kendilerinden sonra pek az iskÂn gormuş harÂbeleri! Biz onların (hepsinin) vÂrisi olduk.” (el-Kasas, 58)
“…Biz halkı zÂlim kimseler olan şehirlerden başkasını helÂk edici değiliz.” (el-Kasas, 59)
“Nitekim bircok memleket vardı ki, o memleket (halkı), zulmetmekte iken, biz onları helÂk ettik. Şimdi o ulkelerde duvarlar, (cokmuş olan) tavanların uzerine yıkılmıştır. Nice kullanılmaz hÂle gelmiş kuyular ve (ıssız kalmış) ihtişamlı saraylar vardır.” (el-Hacc, 45)
İnsanların başlarına gelen dunyevî ve uhrevî butun musîbetlerin, bizzat kendi elleriyle yaptıklarının karşılığı olduğunu AllÂh TeÂl şoyle haber vermektedir:
“İnsanların elleriyle kazandıkları (gunahlar) dolayısıyla karada ve denizde fesat zuhûr etti. Bu, onlara, yaptıklarından bÂzısının acısını tattırmak icindir. Umulur ki (tuttukları kotu yolu terkedip) Hakk ’a donerler.” (er-Rûm, 41)
Âyet-i kerîmeden anlaşılacağı uzere, gerek tabiat gerekse ictimaî şartlarda zuhûr eden duzensizlik, dağınıklık ve perişanlık, insanların elleriyle kazandıkları yuzundendir. Butun bunlar, şirk, ahlÂksızlık, haksızlık ve nefsin hevÂsına uyularak yapılan aşırılıklar sebebiyle olmuştur. AllÂh TeÂlÂ, tevbe edip şirkten vazgecerek fıtrat dînine, sağlam ve duzgun yola donsunler diye, yaptıklarının bir kısmının cezÂsını kendilerine bu dunyÂda tattırmaktadır. Eğer tevbe edip sırÂt-ı mustakîme donmezlerse cezÂlarının tamÂmını Âhirette tadacaklar, asıl cezÂlarını orada cekeceklerdir. Diğer bir Âyet-i kerîmede şoyle buyrulmaktadır:
“Başınıza gelen herhangi bir musîbet, kendi ellerinizle işledikleriniz yuzundendir. (Bununla beraber) AllÂh, coğunu da affediyor.” (eş-ŞûrÂ, 30)
Nitekim CenÂb-ı Hak, kullarının irtikÂb etmiş olduğu gunahların cezÂsını ekseriyetle Âhirete tehir etmektedir. Kur ’Ân-ı Kerîm ’de buyrulur:
“Eğer AllÂh, insanları zulumleri yuzunden cezÂlandıracak olsaydı, yeryuzunde hicbir canlı bırakmazdı…” (en-Nahl, 61)
BELKİ İNSANLAR ISLAH OLURLAR
İşlenen gunahların bir kısmı mukÂbilinde gelen bu musîbetler, belki insanlar ıslÂh olurlar diye ilÂhî bir îkÂz keyfiyeti taşımaktadır.
Ancak AllÂh TeÂl ’nın hÂlis mu ’minler hakkındaki kÂnunu bundan biraz farklıdır. Cunku mu ’minlere gelen musîbet ve sıkıntılar, onların kulluktaki noksanlıklarına, gunah ve hatÂlarına keffÂret olacaktır. Nitekim Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- şoyle buyurmuştur:
“Yorgunluk, surekli hastalık, tasa, keder, sıkıntı ve gamdan, ayağına batan dikene varıncaya kadar muslumanın başına gelen her şeyi, AllÂh, onun hatÂlarını bağışlamaya vesîle kılar.” (BuhÂrî, MerdÂ, 1, 3; Muslim, Birr, 49)
AllÂh ’ın rızÂsı icin calışıp-cabalayan kimsenin karşılaştığı sıkıntılar, onun sadece gunahlarına keffÂret olmakla kalmaz, bunun yanısıra AllÂh indindeki derecesini de yukseltir.
CenÂb-ı Hak, helÂk olmuş kavimlerin kıssalarını kıyÂmete kadar gelecek insanları îkÂz etmek ve onlara bir ibret gostermek icin tekrar tekrar anlattığını şoyle ifÂde buyurmaktadır:
“And olsun ki, civÂrınızdaki memleketlerden nicelerini helÂk ettik. Belki doğru yola donerler diye Âyetleri (boyle) tekrar tekrar acıklıyoruz!” (el-AhkÂf, 27)
“CelÂlim hakkı icin bunu (Nûh ’un gemisini ve tûfan alÂmetlerini) bir ibret olarak bıraktık! Hic ibret alan yok mu?” (el-Kamer, 15)
“Onlardan once, kendilerinden kuvvetce pek ustun nice nesiller helÂk ettik. Onlar beldelerde sığınaklar edindiler, kacacak delik aradılar; hic (olumden) kurtuluş var mı? Bu hususta, kalbi olan veya hazır bulunup kulak veren kimselere mev ’izalar ve ibretler vardır.” (KÂf, 36-37)
“Hic yeryuzunde dolaşmadılar mı? Zîr dolaşsalardı, elbette duşunecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gercek şu ki, gozler kor olmaz; lÂkin goğuslerdeki kalbler kor olur!” (el-Hacc, 46)
Kalb; butun hislerle birlikte zihnî ve ahlÂkî vasıfların merkezi olarak kabul edildiğinden, Âyet-i kerîmedeki ifÂde, kendi inatları ve kufurde ısrarlarının onları hakîkati işitmekten ve akıllıca hareket etmekten alıkoyduğunu beyÂn etmektedir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Nebiler Silsilesi 1, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan