
Kulun îmandaki sadÂkati, hayatı boyunca yaşadığı pek cok imtihan ile ortaya cıkar.
RivÂyete gore Hazret-i Peygamber -sallÂllahu aleyhi ve sellem- ashÂbından HÂrise ’ye:
“–Ey H­ri­se, na­sıl sa­bah­la­dın?” di­ye sor­du.
HÂrise -radıyallahu anh-:
“–Ha­kî­kî bir mu ’­min ola­rak!” ce­v­bı­nı ver­di.
Bu defa Pey­gam­ber Efen­di­miz -sallÂllahu aleyhi ve sellem-:
“–Ey H­ri­se! Her hÂl ve ha­kî­ka­tin bir ispatı var­dır. Se­nin îm­nı­nın ha­kî­ka­ti­nin ispatı ne­dir?” bu­yur­du.
H­ri­se -radıyallahu anh-:
“–Y RasûlÂllah! Dunyadan el-etek ce­kin­ce, gun­duz­le­rim su­suz, ge­ce­le­rim uy­ku­suz h­le gel­di. Rab­bi­min Arş ’ını acık­ca gorur gibi oldum. Birbirlerini ziyÂret eden cennet ehli ile, yekdiğerine duşman kesilen cehennem ehlini gorur gibiyim.” dedi.
Bu­nun uze­ri­ne Al­lah Ra­sû­lu -sallÂllahu aleyhi ve sellem-:
“–Ta­mam y H­ri­se! Bu h­li­ni mu­h­fa­za et! Sen Al­lÂh ’ın, kal­bi­ni nur­lan­dır­dı­ğı bir kim­se­sin.” buyurdu. (Hey­se­mî, Mec­mau ’z-Ze­v­id, I, 57)
Başka bir rivÂyette de Ra­sû­lul­lah -sallÂllahu aleyhi ve sellem- Hazret-i H­ri­se ’nin bu hÂlini ve kulluktaki samimiyetini şoyle tasdik etmiştir:
“Bir kim­se, Allah tarafından kalbi nurlandırılmış bir şah­sı gor­mek is­ter­se H­ri­se ’­ye bak­sın.” (İbn-i Ha­cer, el-İs­be, I, 289)
HAKİKÎ ÎMAN NASIL ORTAYA CIKAR?
Bu rivÂyet de gosteriyor ki, her iddiÂ, ispata muhtactır; ispat ise delil ve şÃ‚hitlere... İnsanın AllÂh ’ın huzurundaki en buyuk iddiÂsı, O ’na îmÂn ettiğini soylemesidir. Bu iddiÂnın ispatı, hayat boyunca sergilenecek olan sÂlih ameller ve istikÂmet uzere bir yaşayıştır.
Îman; dil ile ikrarla birlikte zihinle değil, kalp ile tasdik olarak tÂrif edilmiştir. Kalp ile tasdik, kendini davranışlarda, yani amel-i sÂlihlerde gosterir.
Îman bir muhabbettir. Muhabbetin olcusu, fedÂkÂrlıktır. Îmandaki samimiyet, Allah yolundaki fedÂkÂrlık nisbetindedir.
Yani herkesin îman seviyesini gosteren ayna, yapmış olduğu işlerdir; sadece sozde kalan laf kalabalığı değil... Bu sebeple şÃ‚ir:
“Âyinesi iştir kişinin lÂfa bakılmaz.” demiştir.
ÎMANIN KEMÂLİ
Yine îmÂnın kemÂli, “takv” ile yaşanan bir kalbî hayata bağlıdır.
Takv ise; Allah ’tan uzaklaştırıcı her şeyden kalbi koruma, nefsÂnî arzuları dizginleyip rûhÂnî istîdatları yukselterek Hakk ’a guzel bir kul ve dost olabilme sanatıdır. Yine takvÂ, her hÂl ve hareketinde AllÂh ’ın gazabından ve azÂbından sakınarak rahmetinin golgesine sığınmaya gayret etmektir. Dînin hukumlerini, heyecan, vecd ve istiğrak icinde îf etmektir.
Âyet-i kerîmede buyrulur:
“…Siz takv sahibi olun, Allah size (bilmediğinizi) oğretir…” (el-Bakara, 282) Yani CenÂb-ı Hak, kulunun takvÂsı olcusunde ona ilim ve irfan bahşeder, kulunun gonul Âleminden mÂrifetullah iklîmine pencereler acar.
ÎMANIMIZDAKİ SADÂKAT İMTİHANLARLA ORTAYA CIKAR
Kulun îmandaki sadÂkati, hayatı boyunca yaşadığı pek cok imtihan ile ortaya cıkar. Bu husûsu CenÂb-ı Hak, şoyle haber vermiştir:
“İnsanlar, imtihandan gecirilmeden, sadece «ÎmÂn ettik» deme­leriyle bırakılacaklarını mı sandılar?
Andolsun ki, Biz onlardan oncekileri de imtihandan gecirmişiz­dir. Elbette Allah, doğruları ortaya cıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” (el-Ankebût, 2-3)
HAKİKÎ MU'MİN ALTINA BENZER
Nasıl ki, altın cevherinin saflığı, ceşitli derecelerde harÂrete tÂbî tutulmasıyla ortaya cıkarsa, îman da ceşitli musîbet ve felÂketler karşısında, sabır, tevekkul, rız ve teslîmiyet gosterip kalbî muvÂzeneyi/dengeyi korumakla anlaşılır.
Bu yonuyle mu ’min, mÂdenler icinde altın gibidir. Camura da duşse, kıymet ve sÂfiyetinden bir şey kaybolmaz. Tıpkı Âsiye vÂlidemiz gibi… O sÂliha hanım, zÂlim Firavun ’un zevcesi olduğu hÂlde, kalbindeki ihlÂs, sadÂkat ve takvÂsı, îmanını korudu. Canını fed etti de, îmÂnından tÂviz vermedi. Gercek mu ’minler de, lutuf veya kahır sûretindeki her turlu ilÂhî imtihan karşısında kulluk şuurunu ve mÂnevî istikrÂrı muhÂfaza ederler. Kalplerindeki îman cevherinin temizliği nisbetinde, dÂim sÂlih ve sÂdıklarla hemhÂl olurlar.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, BİR NASİHAT, BİNBİR İBRET, Erkam Yayınları.
İslam ve İhsan