İslÂmî kaynaklara gore haccın Hz. Âdem donemine kadar uzanan bir gecmişi vardır. Bir kısmı İsrÂiliyat ’a dayanan bazı rivayetlere gore KÂbe ’yi once melekler tavaf etmiş, daha sonra da Hz. Âdem Allah ’ın emriyle Mekke ’ye giderek Arafat ’ta Hz. Havv ile buluşup kendisine Beytullah ’ın etrafındaki hacla ilgili mukaddes yerleri gosteren meleklerin rehberliğinde haccetmiştir (Hamîdullah, s. 123-127). İşte İslam'da hac ibadeti...Hz. Şît ’in peygamberliği sırasında onardığı KÂbe, Nûh tûfanının arkasından uzunca bir sure kumlar altında kalmış ve nihayet Hz. İbrÂhim ile oğlu İsmÂil tarafından eski temelleri bulunarak yeniden inşa edilmiştir. “Bir zamanlar İbrÂhim, İsmÂil ile beraber beytin temellerini yukseltirken...” (el-Bakara 2/127) meÂlindeki Âyet bu inşaata işaret etmektedir. CenÂb-ı Hakk ’ın Hz. İbrÂhim ’e, “İnsanlar arasında haccı ilÂn et ki gerek yaya olarak gerekse nice uzak yoldan gelen yorgun argın develer uzerinde kendilerine ait birtakım yararları yakından gormeleri, Allah ’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanlar uzerine belli gunlerde Allah ’ın ismini anmaları (kurban kesmeleri) icin sana (Kabe ’ye) gelsinler. Artık ondan hem kendiniz yiyin hem de yoksula, fakire yedirin; sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve o eski evi tavaf etsinler” (el-Hac 22/27-29) emrini vermesinden, insanları hac yapmak uzere Mekke ’ye davet eden ilk peygamberin İbrÂhim olduğu anlaşılmaktadır.

Hz. İbrÂhim haccın menÂsikini tesbit ederek KÂbe ’nin her yıl ziyaret edilmesini sağlamış ve oğlu Hz. İsmÂil ’i orada bırakıp Filistin ’e donmuştur; o tarihten sonra gelen peygamberler ve ummetleri de KÂbe ’yi ziyaret etmişlerdir.HuzÂa ’ya mensup Yemenli bedevîler Mekke ’yi zaptedip AmÂlika ’nın kolları olan İyÂd, Katûr ve Curhumluler ’i buradan cıkarınca KÂbe yonetimini de ele gecirdiler. Putperestlik HuzÂalılar ’ın beş asır suren hÂkimiyetleri doneminde ortaya cıktı ve yaygınlık kazandı. Hz. Peygamber ’in beşinci batından dedesi olan Kusay b. KilÂb zamanında KÂbe muhafızlığı yeniden Hz. İsmÂil ’in ahfadına intikal etti. CÂhiliye doneminde Mekke şehir devleti on uyeli bir meclis tarafından idare ediliyor, ayrıca dort yabancı kabile de hac yonetimine katılıyordu. Resûl-i Ekrem ’in mensup olduğu HÂşimîler rîfÂde*, sikāye* ve KÂbe eminliği, Benî AbduddÂr KÂbe ve DÂrunnedve ’nin anahtarlarının muhafazası, Benî Nevfel hacılara harcanmak uzere toplanan vergilerin idaresi, Benî Sehm KÂbe ’ye yapılan adakların muhafazası ve Benî KinÂne de haccın daima aynı mevsime rastlaması icin takvimde yapılan nesî ’* ile meşgul olurlardı. Benî Gavs ile Benî AdvÂn ise Arafat ’ta ve Muzdelife ’de hacılarla ilgilenirlerdi.

İSLAM'IN DOĞUŞUNDA KABE'Yİ TAVAF VE UMRE

İslÂm ’ın doğuşu sırasında KÂbe ’yi tavaf, umre, Arafat ve Muzdelife ’de vakfe, kurban kesme gibi Âdetler devam ettirilmekte, hac putperest gelenekleriyle birlikte surdurulmekteydi. Umre, nesî ’ yoluyla hurma mevsimine rast getirilen receb ayında yapılır, KÂbe ’nin ziyaret edilmesi ve Saf ile Merve arasında yedi defa koşulması ile tamamlanırdı. Muşrikler, haccı her yıl bahar mevsimine denk duşurmek icin iki veya uc yılda bir tekrarlanan nesî ’ ile ayların yerlerini değiştirdiklerinden torenler, asıl zamanı olan zilhicce yerine başka aylarda yapılır, ancak yirmi dort yılda bir gercek zilhicceye rastlardı.

Hacı adayları, hac mevsiminin başlatıldığı ayın ilk gunu ihramli olarak UkÂz panayırına, yirmi gece burada kaldıktan ve alışveriş yaptıktan sonra Mecenne panayırına ve on gece de burada kaldıktan sonra arkasından gelen ayın hilÂli ile birlikte ZulmecÂz panayırına giderler ve burada sekiz gece kalıp terviye gunu ZulmecÂz ’dan ayrılarak arefe gunu Arafat ’a cıkarlardı. Arefe gunu “hille”den olanlar (Kureyş ve muttefikleri dışındaki kabileler) Arafat ’ta, “hums” sınıfından olanlar ise (hac ve KÂbe ile ilgili ceşitli imtiyazlara sahip Kureyş ve muttefiklerinden meydana gelen kabileler) Harem bolgesi icindeki Nemîre ’de hazır bulunurlar ve guneş ufka yaklaşıncaya kadar buralarda kalıp sonra Muzdelife ’ye akın ederlerdi. O gece Muzdelife ’de gecirilir, ertesi gun fecirden once vakfeye başlanıp guneş yukselinceye kadar devam edilir, arkasından da Mina ’ya doğru harekete gecilirdi; Arafat ve Mina gunlerinde alışveriş yapılmazdı. Mina ’da yerine getirilmesi gereken, uc gun muddetle şeytan taşlama ve ayrıca kurban kesme menÂsiki tamamlandıktan sonra ceşitli toplantılar duzenlenir, şiirler okunur ve kabileler atalarıyla ovunurlerdi. Bu Âdet, “Hac menÂsikini bitirince atalarınızı zikrettiğiniz gibi, hatta ondan daha fazla Allah ’ı zikredin” (el-Bakara 2/200) mealindeki Âyetle kaldırılmıştır.

ZİYARETCİLER MEKKE'DE

Ziyaretciler Mina ’dan Mekke ’ye geldiklerinde şehir halkının evlerinde kalır ve buna karşılık onlara bazı hediyeler verirlerdi. CÂhiliye devrinde Araplar KÂbe ’yi ellerini birbirine kenetleyerek (Taberî, Âyette de işaret edildiği uzere [el-EnfÂl 8/35] el cırpıp ıslık caldıklarını soylemektedir [CÂmiǾu ’l-beyÂn, IX, 240-241]) ve humsa mensup iseler elbiseleriyle, hilleye mensup iseler -tavafı gunah işledikleri elbiselerle yapmak istemediklerinden- eğer humstan birinin elbisesini odunc olarak veya para ile alamazlarsa cıplak tavaf ederlerdi. Tefsirlerde, “Onlar bir kotuluk yaptıkları zaman, ‘Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti ’ derler. De ki, Allah kotuluğu emretmez. Allah ’a karşı bilmediğiniz şeyleri mi soyluyorsunuz?” (el-A‘rÂf 7/28) meÂlindeki Âyetin KÂbe ’yi cıplak tavaf edenlerle ilgili olduğu belirtilmektedir. Eğer hille mensubu, uzerindekinin dışında sırf KÂbe ’yi ziyaret sırasında kullanmak amacıyla daha once giyilmemiş başka bir elbise getirmişse tavafını onunla yapar, sonra cıkarıp orada bırakır ve “lekā” denilen bu elbiseye el surulmez, curumeye terkedilirdi. Temiz elbise bulamamış hilleye mensup kadınların da avret mahallerini elleriyle kapatarak cıplak katıldıkları tavaf bittikten sonra Saf ile Merve arasında sa‘y yapılırdı. Arkasından tanrı ÎsÂf ’ın putunun (heykel) yanında kurbanlar kesilir, kanından KÂbe ’nin duvarlarına surulurdu; kurban kesenler bu etlerden yemezlerdi. Daha sonra her kabile hangi tanrı icin ihrama girmiş ve telbiye getirmişse onun putunu ziyaret eder, yanında tıraş olur ve ihramdan cıkardı. CÂhiliye Arapları KÂbe dışında LÂt, MenÂt, Uzz ve Zulhalesa gibi tanrıların tapınaklarını, ileri gelenlerin kabirlerini ve dikili taşları da (ensÂb) tavaf eder ve buna “devÂr” derlerdi (İbnu ’l-Kelbî, s. 39).

[caption id="attachment_68818" align="aligncenter" width="702"] Hac ibadetinin yapıldığı yerleri gosteren genel plan[/caption]

HACILARA İKRAM ETME ÂDETİ

Hacılara su ve yemek ikram etme Âdeti (sikāye, rifÂde) cok eski devirlerden beri devam ediyordu. CÂhiliye doneminde rifÂde geleneğini surdurebilmek icin onceleri halktan vergi toplanırdı; daha sonra bu işi şeref kazanmak isteyen zenginler ustlendi. İlk defa deve etinden yemek yaptırıp hacılara dağıtan kişinin Amr b. Luhay olduğu rivayet edilir; onun hacılara elbise dağıttığı da bilinmektedir. Kusay zamanında KÂbe yakınlarında, civardaki tatlı su kaynaklarından develerle getirilen suların muhafaza edildiği deriden yapılmış su depoları vardı.

Zemzem Kuyusu Hz. Peygamber ’in dedesi Abdulmuttalib tarafından tekrar acıldıktan sonra sikāye gorevi tamamen buradan sağlanan sularla yerine getirildi. Abdulmuttalib develerini sağar ve bunları bal ile karıştırıp zemzemle beraber hacılara dağıtırdı; uzumle zemzemi karıştırıp dağıttığı da olurdu. İslÂmiyet ’in zuhuru sırasında sikāye ve rifÂde işini Ebû TÂlib yurutuyordu; ancak daha sonra malî durumu bozulduğu icin kucuk kardeşi Abbas ’a bıraktı. Abbas bu gorevi Mekke ’nin fethine kadar kesintisiz surdurdu; fethin arkasından Resûl-i Ekrem kısa bir sure icin sikāye ve rifÂdeyi ondan aldıysa da daha sonra yine kendisine verdi. Hz. Peygamber 9 (631) yılında Hz. Ebû Bekir ’i hac emîri olarak gorevlendirdi ve ona yemek icin bir miktar malzeme verdi. Ved haccında ise bu işi bizzat kendisi ustlenmiş, dolayısıyla vefatından sonra yerine gelen halifeler de bunu bizzat yurutmuşlerdir.

KABE'NİN PUTLARDAN TEMİZLENMESİ

Mekke ’nin fethinden sonra KÂbe ’nin icinde ve etrafında yer alan putlarla birlikte Hz. İbrÂhim ’in tebliğ ettiği hac ibadetinde bulunmayan şirk unsurları da tamamen temizlenmiştir. Hums mensupları kendilerine birtakım imtiyazlar tanıyıp, “Biz ehl-i Haremiz, KÂbe ’nin bakıcılarıyız” diyerek Arafat ’ta vakfe yapmazlardı. Ancak, “Sonra insanların -sel gibi- akın ettiği yerden (Arafat) siz de akın edin. Allah ’tan mağfiret dileyin. Gercekten Allah cok affedici ve esirgeyicidir” (el-Bakara 2/199) meÂlindeki Âyetle bu ayrıcalık kaldırılmıştır. Arafat ve Mina ’daki ticaret yasağı da, “Rabbinizden -ticaret yaparak- rızik aramanızda size herhangi bir gunah yoktur” (el-Bakara 2/198) meÂlindeki Âyetin inzÂli uzerine son bulmuştur.

Hacdan once kurulan UkÂz, Mecenne ve ZulmecÂz gibi panayırlar ise bir muddet daha devam etmiş, ancak II. (VIII.) yuzyılın sonlarına doğru ceşitli sebeplerle bunlardan vazgecilmiştir. İslÂmiyet ’in doğuşundan sonra hille ehli Saf ile Merve arasında yapılan sa‘y vecîbesini, burada bulunan putlara karşı yapıldığı, dolayısıyla CÂhiliye Âdetlerinden olduğu ve hac menÂsikine girmediği gerekcesiyle yerine getirmiyorlardı.

HAC MENASİKİ

Bunun uzerine, “Safa ile Merve şuphesiz Allah ’ın şiÂrlarındandır. Her kim hac veya umre yaparak Beytullah ’ı ziyaret ederse Saf ile Merve arasında tavaf (sa‘y) yapmasında bir gunah yoktur. Kim gonullu olarak bir hayır yaparsa şuphesiz Allah -onu- bilir, karşılığını verir” (el-Bakara 2/158) meÂlindeki Âyet indi ve boylece sa‘yin hac menÂsikinden olduğu acıklanarak bu hususta zihinlerde beliren şupheler giderildi.

KÂbe ’yi cıplak tavaf etme ve hille mensupları tarafından Harem sınırları icine sokulan yiyecek ve iceceklerle koyuna getirilen yasak ise, “Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde elbiselerinizi giyin. Yiyiniz iciniz, fakat israf etmeyiniz. Zira Allah israf edenleri sevmez. De ki: Allah ’ın kulları icin yarattığı ziyneti (elbise) ve guzel (helÂl) rızıkları kim haram kıldı! De ki: Onlar dunya hayatında -inanmayanlarla birlikte- inananlar icindir. Kıyamet gununde ise yalnız muminlere aittir” (el-A‘rÂf 7/31-32) meÂlindeki Âyetlerle ve Hz. Peygamber ’in hicretin 9. yılında verdiği, “Bu yıldan sonra hicbir muşrik hac yapmayacak, kimse Beytullah ’ı cıplak tavaf etmeyecektir” (BuhÂrî, “Ĥac”, 67, “ŚalÂt”, 10, “Cizye”, 16, “Meġāzî”, 66) emriyle ortadan kaldırıldı.

HAC NE ZAMAN FARZ KILINDI?

Haccın, muhtemelen Hz. İbrÂhim ’den beri yerine getirilen bir ibadet olması dolayısıyla muslumanlara ne zaman farz kılındığı konusunda goruş birliğine varılamamıştır; kaynaklarda hicretin 5, 6, 7, 8, 9 ve 10. yıllarının ileri surulduğu gorulur. Kurtubî, bunun 5. yılda vuku bulduğuna dair bir rivayeti kaydettikten sonra 9. yılı benimseyen Âlimlerin goruşlerine katılmıştır. CÂbir b. Abdullah tarafından nakledilen ve Hz. Peygamber ’in uc defa hac yaptığını, ikisinin hicretten once, birinin hicretten sonra olduğunu haber veren hadise (Tirmizî, “Ĥac”, 6) dayanarak haccın hicretten once farz kılındığını savunanlar da bulunmaktadır. Ancak 9. yılda farz kılındığı goruşunun daha kuvvetli olduğu anlaşılmaktadır; BuhÂrî, Nevevî, İbn Teymiyye ve İbn Kayyım el-Cevziyye bunu benimsemişlerdir. Nitekim BuhÂrî ’nin delil getirdiği, “Ona yol bulabilenlerin Beytullah ’ı haccetmesi Allah ’ın insanlar uzerinde bir hakkıdır” (Âl-i İmrÂn 3/97) mealindeki Âyet o yıl nazil olmuştur (BuhÂrî, “Ĥac”, 1). Muslim ’in rivayet ettiği CÂbir b. Abdullah hadisinde yer alan, “Resûlullah -Medine ’de- dokuz yıl haccetmeden bekledi; sonra onuncu senede Allah elcisinin hacca gideceğini halka ilÂn ettirdi” şeklindeki ifade de (Muslim, “Ĥac”, 147) bu goruşu doğrulamaktadır. Bu son acıklamada da belirtildiği uzere Hz. Peygamber ’in İslÂmî usullere uygun olarak bu farzı yerine getirmesi, Mekke ’nin fethini (8. yıl) değil yukarıdaki Âyetin nuzûlunu takip eden hac mevsiminde yani 10. yılda vuku bulmuştur (bk. VEDA HACCI).

Haccın kokeninin Hz. İbrÂhim ’e dayanması ve uzun tarihî gecmişi sırasında icine ancak İslÂm ’ın gelişiyle temizlenebilen ceşitli şirk unsurlarının karışması, bazı şarkiyatcıların ileri surduğu gibi bu ibadetin İslÂm dışı tapınma Âdetlerinin bir devamı olduğunu gostermez. Cunku hac da namaz kılmak, zekÂt vermek, oruc tutmak gibi son aşamasını İslÂmiyet ’in teşkil ettiği tevhid dininin bir farizasıdır.

Kaynak: Abdulkerim Ozaydın, Diyanet İslam Ansiklopedisi
İslam ve İhsan