
Hac, zengin ve gitme imkÂnı bulmuş mu ’minlerin omurlerinde en az bir kez gitmeleri farz olan bir ibÂdet… Ancak Allah dostları, haccı da diğer ibadetler gibi buyuk bir îman coşkusuyla yaşamışlar ve fırsat buldukca mÂnen istifade etmek gÂyesiyle sık sık hac ve umreye gitmişlerdir.Hac, sadece turistik bir seyahat değildir. Muhterem Osman Nûri Topbaş Efendi de hac esnasında gozetilmesi gereken edeb ve incelikleri şu şekilde ifade eder:
HAC VE UMREDE GEREKSİZ ŞEYLERDEN UZAK DURMALI
“Gerek hac ve gerek umrede en muhim iş, sayılı nefesleri ve kısıtlı zamanları en değerli olan vazîfelere sarf edebilmektir. Bunun icin de gereksiz tecessuste bulunarak, yÂni başkalarının bizi ilgilendirmeyen hÂlleriyle alÂkadar olarak vakitlerimizi boş sozlerle, luzumsuz yere heb etmekten titizlikle sakınmalıyız. Zîr hac ve umredeki hÂlimiz, kalbimizin hassasiyetini ve mÂnevî duygularımızın derinliğini de ifÂde eder.
Mu ’minlerin, din kardeşlerine karşı iclerinde bir kucuk gorme, ayıplama ve buğz da olmamalıdır. Cunku bilhassa orada kimin ne olduğu bilinemez. Zîr kalblerin seviyesi, beşer nazarlarına mechul, AllÂh ’a mÂlumdur. Nitekim HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri ’nin tasavvuf yoluna sulûk etmeden evvel yaşadığı şu hÂdise, ne kadar mÂnidardır: HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri, hac icin yola cıkıp Medîne-i Munevvere ’ye vardığında orada nur yuzlu bir zÂta rastlamıştı. Yemenli olan bu Hak dostunun mÂnevî cÂzibesine kapılarak tıpkı cÂhil bir kimsenin Âlim bir kimseden nasîhat istemesi gibi ondan oğut talep etti. O zÂt da şoyle dedi:
“–Ey HÂlid! Mekke ’ye vardığında KÂbe ’de şÃ‚yet edebe mugÂyir bir şey gorursen, muhÂtabın hakkında hemen sû-i zanna kapılıp kendi kendine yanlış bir hukum verme! Gozunu ve kalbini tecessusten uzak tut! İc dunyÂnı tezyîn etmekle meşgul ol!”Ancak HÂlid-i BağdÂdî Hazretleri Mekke-i Mukerreme ’ye gittiğinde oradaki mÂnevî iklîmin heyecÂnıyla Âdeta bir gonul sarhoşluğu icine duşmuş ve o zÂtın nasihatini unutmuştu. İşte bu hÂlde iken, bir Cuma gunu, dağınık kıyÂfetli, garip gorunuşlu bir dervişin KÂbe ’ye sırt cevirip kendisine nazar etmesi dikkatini cekti. İcinden:
“–Şu ne gÂfil bir kimse ki, edebe mugÂyir olarak KÂbe ’ye sırt cevirmiş! Bu mubÂrek makÂmın yuceliğinden haberdar değil!” diye duşundu.
ESRARENGİZ DERVİŞ
Bu esnÂda sadır sadıra olan o zÂt, HÂlid-i BağdÂdî ’ye:
“–Ey HÂlid! Bilmez misin ki mu ’mine hurmet, KÂbe ’ye hurmetten daha fazîletlidir. Cunku kalb, nazargÂh-ı ilÂhîdir. Selîm bir kalb, beytullÂhtır. Medîne ’deki o sÂlih zÂtın nasihatini gonlunde mahfuz tut!..” dedi.
Bu sozler karşısında irkilen MevlÂn HÂlid Hazretleri, bu kimsenin sıradan biri değil, buyuk bir velî olduğunu anlayarak hemen ellerine sarıldı ve af diledi:
“–Ey sÂlih kişi! Ne olur bana himmet et, beni sÂlikliğe kabul buyur!” diye ricÂda bulundu. O esrÂrengiz derviş, ufukların sırlı derinliklerine bakarak:
“–Senin terbiyen bana Âit değil! Sen Hindistan ’ın Dehli (CihÂnÂbÂd) şehrinde bulunan AbdullÂh Pîr-i Dehlevî Hazretleri ’nin terbiyesinde kemÂle ereceksin! AllÂh muvaffak buyura!..” dedi ve ortalıktan kayboldu.
İMAN LEZZETİ VE HEYECANI
Burada, kıssadan hisse sadedinde merhum pederim Mûs Efendi -kuddise sirruh- ’un da şu nasihatlerini dile getirmek isterim:
“Gidenlere tenbihÂtım şudur ki; orada huşûu ihmÂl etmeyin. Kendi kalbî dunyanızla meşgul olun, mÂlÂyÂniye girmeyin. Oradaki mÂnevî tecellîlerden istifÂde etmeye bakın. Tabiî hacca gittikce de insanın rûhÂniyeti farkında olmadan inkişÃ‚f eder. Buyuk hayır hizmetlerinde bulunanlar, ekseriyetle mukerreren haccedenlerdir. Haccın mÂnevî tecellîleriyle sehÂvet, merhamet ve şefkat inkişÃ‚f eder. Boyle kimselerin gonlu ve eli acılır, îman lezzet ve heyecÂnı icinde en sevdiklerinden AllÂh icin kolaylıkla ve seve seve infÂk ederler.”
Kaynak: Zahide Topcu, Şebnem Dergisi, Ağustos 2015, 126. Sayı
İslam ve İhsan