Peygamber Efendimizin (s.a.v) namaza ve cemaate olan hassasiyeti nasıldı? Allah'ın daveti olan namaza nasıl hazırlanmalıyız? Kıyamet gunu arşın altında golgelenecek 7 kişiden bir olmak icin ne yapmalıyız? Namazımızın kalitesini nasıl olceriz? Osman Nuri Topbaş Hocaefendi anlatıyor...


Rasûlullah Efendimiz, namazı kılmama veyahut da namazı cemaatle kılmama uzerine bir mĂ‚zeret kabul etmiyor. Ravza ’ya girerdi, şoyle bir bakardı, seyrederdi; kimler var, kimler yok? Eğer gelmiyorsa sorardı. Meşgul olurdu, niye gelmedi, derdi. Hastaysa ziyarete giderdi, seyahatteyse duĂ‚ ederdi ona. (Bkz. Heysemî, II, 295)

Efendimiz, namazın, mu ’minin mîrĂ‚cı olmasını istiyor. CenĂ‚b-ı Hakk ’a yukseltmesini istiyor. Namaz, kulun ilĂ‚hî huzura davetidir.

“Hayya ale ’s-salĂ‚h, hayya ale ’l-felĂ‚h.”

Bir nidĂ‚sı var. Bu bir fĂ‚nînin daveti değil, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın dĂ‚veti. Edep ile namaza hazırlanmak var. Gelişiguzel, af edersiniz, dağınık bir şekilde namaza hazırlanmayı CenĂ‚b-ı Hak kabul etmiyor.

A‘rĂ‚f Sûresi ’nin 31. Ă‚yetinde:

“Ey Âdemoğulları! Her mescide gidişinizde (veya her secde edişinizde) guzel elbiseler giyin.”

Yani ilĂ‚hî huzurda olduğunun, kul, onun bir idrĂ‚ki icinde olacak.

Yine o Arş ’ın (golgesi) altında kalacak, kıyĂ‚metin o zor gununde, 7 kişiden bir sınıf da, onlardan biri de, “kalbi mescidlerde asılı olan mu ’minler”. (Bkz. BuhĂ‚rî, EzĂ‚n, 36)

Yani namazlarını cemaatle kılan, cĂ‚mide kılan mu ’minler…

Benim namazım nasıl? Bunu kendimiz tayin ederiz. Gozumuz yanlış yerlere bakıyor mu? Yanlış dunyalarda dolaşıyor mu? Menfîlikten zevk mi alıyor, nefret mi geliyor? Bu bizim namazımızın ne seviyede olduğunu gosterir.

Âişe VĂ‚lidemiz buyuruyor ki:

Rasûlullah Efendimiz namaza durduğunda zaman zaman yureğinden kazan kaynaması gibi bir ses duyardık.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t, 157; NesĂ‚î, Sehv, 18)

İbrahim -aleyhisselĂ‚m- kendisinin yuksek bir takvĂ‚ ile namaz kılmasını, zurriyetinin de/neslinin de namaz kılması icin CenĂ‚b-ı Hakk ’a ilticĂ‚ etmiştir. (Bkz. İbrahim, 40)

Demek ki hem kendimiz namazımızı duşuneceğiz, hem de neslimizin namazını duşuneceğiz. Bu cok felĂ‚ket, yani neslimizi duşunmezsek. Cunku Muddessir Sûresi ’nde, Sekar Cehennem ’ine girenlerden CenĂ‚b-ı Hak bahsediyor. Cennet ’e girenler, uzaktan sesleniyorlar Cehennemliklere:

“–Siz nicin Cehennemliksiniz, ne yaptınız da Cehennemliksiniz?” diyorlar.

Onlar da diyorlar ki:

“–Biz namaz kılanlardan değildik.” diyorlar.

Demek ki namaz kılmamak, bir felĂ‚ket. Namaz kılınacak, bir de uste, bir de huşû ile kılınacak.

İkincisi:

“–Biz merhametsizdik, diyorlar. FukarĂ‚ya yemek yedirmezdik.” diyorlar.

Ucuncusu:

“–BĂ‚tıla dalanlarla beraberdik.”

İşte internet, vs. onların menfî sokaklarında dolaşanlar.

غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلَا الضَّالِّينَ

(“…Gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil!” [el-FĂ‚tiha, 7])

DalĂ‚lette olanları taklit edenler.

Tabi kalp karardı:

“–CezĂ‚ gununu de, Ă‚hireti yalanlayanlardan olduk.” diyor. (Bkz. el-Muddessir, 40-47)

Âhiret unutuldu. İşte gunumuzde de maalesef bazı kesimlerde Ă‚hiret unutuldu. Âhireti unutmamaya gayret etmek lĂ‚zım.

Âhireti unutmamak, lĂ‚fta olmaz, sozde olmaz. Her hĂ‚limizde Ă‚hireti unutmamanın gayreti icinde olmamız lĂ‚zım.

Bu, tabi, seherler, bir terfi-i derecĂ‚ttır. CenĂ‚b-ı Hak mu ’minin seherler uzerinde tekĂ‚mulunu arzu ediyor.

وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ

(“…Seher vaktinde Allahʼtan bağışlanma dileyenler.” [Âl-i İmrĂ‚n, 17]) buyuruyor. Seherlerde af kapılarını acıyor. Seherleri bir nîmet bilebilmek lĂ‚zım.

Affolunmayı istiyor muyuz? CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını kazanmayı istiyor muyuz? O zaman seherler bizim icin buyuk bir mukĂ‚fat olmalı.

CenĂ‚b-ı Hak:

سَاجِدًا وَقَائِمًا buyuruyor. “…Secde ve kıyam hĂ‚linde…” (ez-Zumer, 9)

Kimler bunlar? Hakk ’ı bilenler. Bunlar nerede oluyor? Seherlerde oluyor.

سُجَّدًا وَقِيَامًا (“…Secde ederek ve kıyamda durarak…” [el-FurkĂ‚n, 64]) buyruluyor.

Yine;

“İbĂ‚durrahmĂ‚n (AllĂ‚h ’ın rahmetinin tecellî ettiği kullar) secde ve kıyam hĂ‚linde bulunur seherlerde…” (el-FurkĂ‚n, 64) buyruluyor.

Efendimiz ’in en cok ibadetle donandığı zaman, seherler olmuş oluyor. Yani seherlerde ne var?

Seherlerde istiğfar var.

Kelime-i tevhîdi tekrar: “لَا اِلٰهَ اِلَّا اللهُ الْمَلِكُ الْحَقُّ الْمُبِينُ”

Bunu hayatımıza aksettirmek. Burada CenĂ‚b-ı Hakk ’a bir akitte bulunuyoruz. Bir soz veriyoruz. Bir îman sozu veriyoruz.

“لَا اِلٰهَ” diyoruz. “YĂ‚ Rabbi! لَا اِلٰهَ : İlĂ‚h yok, putperestlik yok, nefsĂ‚nî arzuların putperestliği yok. اِلَّا اللهُ: Ancak Sen varsın.” diyoruz.

Efendimiz ’le selĂ‚mlaşma var. Muhabbetimizi Efendimiz ’e arz etme var. SalĂ‚t u selĂ‚m getiriyoruz.

Havanın loş karanlığı icinde kabir iklimine girebilmenin on hazırlığı var. Efendimiz buyuruyor:

“Butun lezzetleri kokunden yok eden olumu cok cok anın.” buyuruyor. (Tirmizî, KıyĂ‚met, 26)

Kurtuluş da yok. Ne dunyada kurtuluş, ne kabirden kurtuluş…

يَقُولُ الْاِنْسَانُ يَوْمَئِذٍ اَيْنَ الْمَفَرُّ

(“O gun insan, «Kacacak yer neresi!» diyecektir.” [el-KıyĂ‚me, 10])

O kadar bir şaşkınlık; “Kacacak bir yer var mı?” der.

Yine nasıl vucudumuzda merkezler var, fakulteler var, onlarla vucut hayatı devam ediyor. Demek ki kalbî hayatımız da oyle. LetĂ‚ifler var. Onlar canlanacak.

Bu mĂ‚nĂ‚da seherler, rûhĂ‚nî merkezlerimizi zikirle tezyin edebilmenin demleri. Zira CenĂ‚b-ı Hak:

اَلَا بِذِكْرِ اللّٰهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ

(“…Bilesiniz ki, kalpler ancak AllĂ‚hʼı anmakla mutmain olur (huzura kavuşur).” [er-Ra‘d, 28])

Kul, buyuk bir, CenĂ‚b-ı Hak ’la beraber olmanın lezzetine kavuşacak.

Yine Efendimiz buyuruyor:

“Yeniden dirilme gunu cok sıcak bir gundur. O gun ferahlamak icin şimdiden oruc tut.

Kabir yalnızlığı icin gece karanlığında iki rekĂ‚t teheccud namazı kıl…” (Ebû Nuaym, Hilye, I, 165)

Boyle gidiyor Efendimiz ’in tavsiyeleri.

Ondan sonra gelen Ă‚yet cok muhim. İbadetler, demek ki tekĂ‚mul edecek kulda. Ondan sonra gelen Ă‚yet:

“Onlar ki boş ve yararsız şeylerden yuz cevirirler.” (el-Muʼminûn, 3)

وَالَّذِينَ هُمْ عَنِ اللَّغْوِ مُعْرِضُونَ

Burada tek care; sĂ‚lihlerle, sĂ‚lihalarla beraber olma. Sohbetlere bir aşk, vecd, bir heyecan icinde girebilme. “Ben sohbetten, bu sohbetten ne alıyorum, ne alacağım?..” Bunun bir muhĂ‚sebesinde bulunabilme.

MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri -işte, boş şeylerden vazgecerler- MevlĂ‚nĂ‚ Hazretleri diyor ki bu hususta, boş şeyle meşgul olanları; “Sozun maskarası olma!” diyor, boş lĂ‚kırdılar…

Cunku omur cok kıymetli. Omrun bir Ă‚nını geri almak mumkun değil.

Lokman -aleyhisselĂ‚m- oğutlerine şoyle devam ediyor evlĂ‚dına:

“Yavrucuğum diyor, yaptığın bir iş diyor, iyilik ve kotuluk, bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa, bu bir kayanın icerisinde, yahut goklerin, yahut yerin derinliklerinde bulunsa, yine de Allah onu senin karşına cıkarır. Doğrusu Allah, en ince işleri gorup bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Lokman, 16)

CenĂ‚b-ı Hak:

فَاِذَا فَرَغْتَ فَانْصَبْ وَاِلٰى رَبِّكَ فَارْغَبْ

(“Boş kaldın mı hemen (başka) işe koyul ve yalnız Rabbine yonel.” [el-İnşirah, 7-8]) buyuruyor. Bir hayır işini bitirdin, diğer hayır işine don.

Onun icin Efendimiz, bir boşluk istemezdi. Onun icin sorardı:

“Bugun bir yetim başı okşadınız mı?

Bugun bir ac doyurdunuz mu?

Bugun bir hasta ziyaretinde bulundunuz mu?

Bugun bir cenaze teşyiinde bulundunuz mu?” (Bkz. Muslim, FedĂ‚ilu ’s-SahĂ‚be, 12)

Veyahut da buna benzer, Efendimiz devamlı tavsiyelerde bulunurdu. Anne-babaya itaat vs, onlar Allah yolundaysa, onların dertlerine…

Yine Âyette:

“وَلَا تَفَرَّقُوا” (“…Parcalanıp bolunmeyin…” [Âl-i İmrĂ‚n, 103])

Kardeşinle aranda bir ayrılık varsa, onu affedeceksin.

“…Aranızı duzeltin, eğer muslumansanız.” (el-EnfĂ‚l, 1)

CenĂ‚b-ı Hak buyuruyor Ă‚yet-i kerîmede.

“وَلَا تَفَرَّقُوا” (“…Parcalanıp bolunmeyin…” [Âl-i İmrĂ‚n, 103])

Bir ayrılık olmayacak mu ’minler arasında.

وَلَا تَجَسَّسُوا (“…Birbirinizin gizli hĂ‚llerini araştırmayın...” [el-HucurĂ‚t, 12]) Onların hatĂ‚larını aramak olmayacak.

Gıybet. Gıybet hic olmayacak. Allah korusun! O kul hakkı, o kıyĂ‚mete kalıyor.

Kul hakkına dikkat edilecek. Buna bir misal vereyim; cok ince, zarif bir misal.

Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- ’ın rikkatini bilirsiniz. O kadar bir, butun mahlûkĂ‚tın derdiyle meşguldu ki:

“Dicle ’den dedi, bir koyunun ayağı takılsa o kopruden duşse, yarın Allah bunu benden sorar.” buyurdu.

Seleme vardı sahĂ‚beden. O zaman yollar dardı tabi Guneş ’ten korunmak icin. Yolun ortasında durup bir arkadaşıyla konuşuyordu. Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- gecerken şoyle asĂ‚sıyla bir vurdu;

“–Cekil kenara!” dedi. “Muslumanların yolunu kapatma!” dedi.

Seleme diyor:

Bir sene sonra diyor, Halife Omer beni gordu diyor.

“–Seleme dedi, bu sene hacca gidecek misin?”

“–İmkĂ‚n olursa giderim yĂ‚ Halife!” dedi.

“–Gel benimle.” dedi. Evinde bana 600 dinar verdi.

“–Halife, bu nereden cıktı?” dedim. “Bu nereden cıktı?”

“–Hani dedi, sen yolu tıkamıştın dedi. Ben sana asĂ‚ ile şoyle bir vurmuştum dedi; kenara cekil, muslumanların yolunu tıkama diye. Burada, inanıyorum ki bir kul hakkı gecti, benim sana sopayla vurmamdan. Onun icin ben seni bu sene hacca gondereyim de bu hakkı helĂ‚lleşelim, telĂ‚fi edeyim.” dedi.

Bu nedir işte? Bu, rakik bir musluman gonlu.

Tabi yarın hayvanlar da kalkacak ama. Bir tarla yakmışsa, orada karıncalar olmuşse…

Efendimiz bir gun yanık karınca yuvası gordu, hayret etti:

“Kim yakabilir AllĂ‚h ’ın verdiği bir canı?” buyurdu. (Bkz. Ebû DĂ‚vud, Cihad, 112)

VelhĂ‚sıl, musluman cok ince ruhlu olacak. Rakik olacak, buyuk bir hassasiyetle dolu olacak.

Kalbine gore nazarı da oyle olur. Her insanın nazarı, kalbinin rengine gore tecellî eder. Bu sebeple, merhametle yoğrulan bir kalbin nazarı, baktığı kimseye rahmet olur. İşte evliyĂ‚ullĂ‚h ’ın nazarı oyleydi. Eğer muhteris bir insanın baktığı nazar da, -o zaman nazar değdi denir- ona zarar verir.

VelhĂ‚sıl rahmet, hizmete yansıyacak. Hizmet, rûhun gıdĂ‚sıdır. Hizmette comert olabilmek. ÎmĂ‚nın en buyuk meyvesi merhamettir. Onun neticesi de hizmettir. Merhamet, acımak, acıyabilmek, AllĂ‚h ’ın buyuk bir lûtfudur. Acıyabilmek, acıyan kimse, AllĂ‚h ’ın buyuk bir lûtfuna kavuşmuştur.

Ondan sonra gelen Âyet:

وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكٰوةِ فَاعِلُونَ

“Onlar ki zekĂ‚tlarına faĂ‚liyet gosterirler.” (el-Mu ’minûn, 4)

Nasıl faaliyet? Kazancın helĂ‚l olacak, ona dikkat edeceksin. Bir kul hakkı olmayacak. Verirken de, فَاعِلُونَ /faĂ‚liyet, gidip arayıp bulacağız, en muhtac kim?

CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede:

(Sadakalarınızı, infaklarınızı) kendisini AllĂ‚h ’a adayanlara verin. Onlar, mahrumiyetlerini gizlerler sizden. Herkes onları varlıklı zanneder. Cunku onlar «teaffuf» iffet sahibidir. (Orada CenĂ‚b-ı Hak bir vazife veriyor.) Sen onları sîmĂ‚larından tanırsın…” (el-Bakara, 273) buyuruyor.

Bir mu ’minin kalbi rikkatle dolacak ki kim mahrum, kim hĂ‚lini arz edemiyor, onu gidip bulacaksın. فَاعِلُونَ /o faĂ‚liyette bulunacaksın.

Tabi bu zekĂ‚t, malın zekĂ‚tı. Bir de toprağın zekĂ‚tı vardır, buna oşur denir. Bu oşur, maalesef bazen ihmal oluyor. Bu oşure dikkat etmek lĂ‚zım.

“…Sana iyilik yolunda ne harcayacaklarını sorarlar. « قُلِ الْعَفْوَ» fazlasını ver…” (el-Bakara, 219) buyuruyor CenĂ‚b-ı Hak.

Yine CenĂ‚b-ı Hak:

(O mu ’minler) darlıkta ve bollukta verirler…” (Âl-i İmrĂ‚n, 134)

Yani darlıktaki de verecek. Yarım hurma verecek bir hurması varsa.

Efendimiz:

“–Ebû Zer dedi, corbana su koy.” dedi. Tane koyacak hĂ‚li yoktu.

“–Etrafını gozet.” dedi mahalleni dedi.

“–Verirken de bir nezĂ‚ketle (bir sevgiyle) ver.” dedi, sevinerek ver dedi. (Bkz. Muslim, Birr, 142)

Ebu ’l-Leys Semerkandî Hazretleri:

“Veren diyor, alana teşekkur edĂ‚sında olacak diyor. Cunku alan sayesinde o Allah rızĂ‚sını kazanacak.”

Alan sayesinde, sunnet, nĂ‚file, farz, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın rızĂ‚sını alacak. Cunku “يَاْخُذُ الصَّدَقَاتِ” “Sadakaları Ben alırım.” buyuruyor. (Bkz. et-Tevbe, 104) Fakat aslĂ‚ aslĂ‚ buna gosteriş girmeyecek. CenĂ‚b-ı Hak; “imhĂ‚ etmeyin, yok etmeyin” buyuruyor. (Bkz. el-Bakara, 264)

VelhĂ‚sıl bir mu ’min icin, Guneş nasıl ısıtmamak imkĂ‚nsızsa Guneş icin, guclu ruhlar icin insanlara acımamak, o şekilde imkĂ‚nsızdır.

İşte BahĂ‚uddîn Nakşibend Hazretleri bu şekilde yedi sene hasta hayvanlara hizmet ediyor, hasta insanlara hizmet ediyor, yollarda bir mu ’minin, yahut bir hayvanın ayağı takılmasın diye yolları temizliyor.

VelhĂ‚sıl bu cok muhim, merhamet cok muhim. Toprağına merhamet tohumu serpilmeyen ulkeler, gercek mĂ‚tem ulkeleri oluyor. İşte Suriye, bir mĂ‚tem ulkesi oldu.

Hicbir şey veremiyorsak kardeşimize, duĂ‚ etmemiz lĂ‚zım onlara.

MĂ‚ruf-i Kerhî Hazretleri:

“Hic yoksa on sefer:

اَللّٰهُمَّ اصْلِحْ اُمَّتَ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ فَرِّجْ عَنْ اُمَّتِ مُحَمَّد

اَللّٰهُمَّ ارْحَمْ اُمَّتَ مُحَمَّد رَحْمَةً عَامَّةً

diye hic yoksa bir mu ’min, Efendimiz ’i memnun eder, Allah yanındaki durumu da artar, merhameti. Hic yoksa mu ’minlere gunde on sefer duĂ‚ etmeli.”

VelhĂ‚sıl merhamet cok muhim. Merhameti bilmeyen insan, en buyuk hazineyi ve saĂ‚detlerin kapısını acan anahtarı kaybetmiştir.

Merhamet, mu ’minin kalbinde hic sonmeyen bir ateş gibidir. Muslumanı gayr-i muslimlerden ayıran en fĂ‚rik vasıf da mu ’minlerin daha cok merhametli oluşudur.

O zaman nedir merhamet? İnsanlık cevherini ortaya koymaktır merhamet. İnsanlık cevherini ortaya koymaktır, kardeşliğin mĂ‚şerî vicdanda yaşanmasıdır. Merhamet, insanlığımızın Ă‚lemde şahidi olan, kalp yoluyla AllĂ‚h ’a yaklaştıran, ilĂ‚hî bir cevherdir.

Bize orucun da verdiği ilk ders, merhamet dersidir. O oruc, bizim merhametsizlikle tıkalı olan can gozumuzu acar.

Yusuf -aleyhisselĂ‚m- dağıtırken o şekilde dağıtırdı, ac olarak dağıtırdı. Acların hĂ‚linden ben anlayayım derdi.

Yine bu hususta, infak hususunda cok evliyĂ‚ullĂ‚hın tavsiyeleri var. Cok muhim. Muhakkak hicbir zaman boş cevirmemek lĂ‚zım. Az-cok, durumuna gore.

Biz ticaretle meşgul olurken, zaman zaman rahmetli MûsĂ‚ Efendi pederim, dukkĂ‚na gelirdi. Hem bize hĂ‚l-ahvĂ‚l, bir de ticaretimizin hĂ‚lini sorardı, bir yanlışlığımız var mı yok mu? O sırada bir gun, her zaman gelen bir fakir yine geldi. TezgĂ‚htarlar dedi ki:

“–YĂ‚hu dedi, daha dun geldin, her zaman gelinir mi boyle?” dedi. “Haydi dedi, Allah versin!” dedi.

Peder rahmetli cağırdı:

“–Gel oğlum buraya dedi, gel dedi, gel dedi. Bak dedi, Allah bize sabah verdi yedik; oğle verdi yiyoruz, akşam verdi yiyoruz. Bu ise senden iki gunde bir geldi istiyor…” dedi.

Onun icin kapımıza gelen hic kimseyi cevirmemek. Hic yoksa, hicbir şey veremiyorsak, onu da CenĂ‚b-ı Hak İsrĂ‚ Sûresi ’nde; “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor. (Bkz. el-İsrĂ‚, 28)

Efendimiz ne var ne yok dağıtırdı. Dağıtmaktan buyuk bir lezzet duyardı. Bazen oyle bir hĂ‚l olurdu ki hicbir şey kalmazdı. Bir garip gelirdi, onunde şoyle dururdu Efendimiz ’in. Efendimiz bir şey verememenin huznunu yaşardı. Hafifce şoyle bir cevirirdi obur tarafa doğru. CenĂ‚b-ı Hak Ă‚yet-i kerîmede; “قَوْلًا مَيْسُورًا” buyuruyor.

“Eğer hicbir şey veremiyorsan, ona (bir, gonlune sevinc verici bir tatlı dil, ona) hoş gelecek birkac soz soyle.” (Bkz. el-İsrĂ‚, 28)

VelhĂ‚sıl bu, muslumanın bu, kalbinin durumudur bu…
İslam ve İhsan