İslĂ‚m beş esas uzerine kurulmuştur: AllĂ‚h ’tan başka ilĂ‚h olmadığına ve Muhammed ’in AllĂ‚h ’ın Rasûlu olduğuna şehĂ‚det etmek, namaz kılmak, zekĂ‚t vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.ORUCUN HİKMETİ NEDİR? ORUC NEDEN FARZ KILINMIŞTIR?

Yapılan harplerle bir taraftan siyĂ‚sî bunyesini sağlama alan İslĂ‚m, diğer taraftan da kendine has rûhĂ‚nî hayĂ‚tını tedrîcî olarak tekĂ‚mul ettirmekteydi. Bu cumleden olarak “Ramazan orucu” mu ’minlere farz kılındı. Oruc, Sevgili Peygamberimiz ’in Medîne ’ye hicretinin on sekizinci ayında, kıblenin KĂ‚be ’ye cevrilmesinden sonra, Şaban ayı icinde emredildi.[1]

RAMAZAN ORUCU FARZ MI?

CenĂ‚b-ı Hak, Ramazan orucunu farz kıldığını şu Ă‚yet-i kerîme ile bildirdi:

رَبِّ يَااَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الصِّيَامُ كَمَا كُتِبَ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكُمْ لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ

“Ey îmĂ‚n edenler! Oruc, sizden onceki ummetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.” (el-Bakara, 183)

RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de şoyle buyurmuştur:

“İslĂ‚m beş esas uzerine kurulmuştur: AllĂ‚h ’tan başka ilĂ‚h olmadığına ve Muhammed ’in AllĂ‚h ’ın Rasûlu olduğuna şehĂ‚det etmek, namaz kılmak, zekĂ‚t vermek, hacca gitmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (BuhĂ‚rî, Îman 1, 2; Tefsîr 2/30; Muslim, Îman 19-22)Rasûl-i Ekrem Efendimiz, orucun fazîletini şu hadîs-i şerîflerinde ne guzel ifĂ‚de buyurmaktadır:

“Azîz ve Celîl olan AllĂ‚h:

«İnsanın oruc dışında her ameli kendisi icindir. Oruc ise Ben ’im icindir, (bu yuzden onun) mukĂ‚fĂ‚tını da Ben vereceğim.» buyurmuştur.

Oruc kalkandır. Sizden biri oruc tuttuğu gun kotu soz soylemesin ve kavga etmesin. ŞĂ‚yet biri kendisine sover ya da catarsa:

«Ben orucluyum.» desin.

Muhammed ’in canı kudret elinde olan AllĂ‚h ’a yemin ederim ki, oruclunun ağız kokusu, AllĂ‚h katında misk kokusundan daha guzeldir. Oruclunun rahatlayacağı iki sevinc Ă‚nı vardır: Birisi, iftar ettiği zaman, diğeri de orucunun sevĂ‚bıyla Rabbine kavuştuğu andır.” (BuhĂ‚rî, Savm, 9; Muslim, SıyĂ‚m, 163)

“İnsanın her ameline kat kat sevap verilir. Bir iyilik, on mislinden yedi yuz misline kadar katlanır. AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚: «Fakat oruc başka. O, Ben ’im icindir, mukĂ‚fĂ‚tını da Ben veririm. (ZîrĂ‚) oruclu, şehvetini ve yemesini Ben ’im icin bırakır.» buyurmuştur.” (Muslim, SıyĂ‚m, 164)

“AllĂ‚h yolunda cift sadaka veren (devamlı infĂ‚k eden) kimse, cennetin muhtelif kapılarından:

«Ey AllĂ‚h ’ın (sevgili) kulu! Burada hayır ve bereket vardır.» diye cağırılır.

Surekli namaz kılanlar namaz kapısından, mucĂ‚hidler cihĂ‚d kapısından, oruclular ReyyĂ‚n kapısından, sadaka vermeyi sevenler de sadaka kapısından (cennete girmeye) dĂ‚vet edilirler.”

Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh-:

“–Anam babam Sana fedĂ‚ olsun ey AllĂ‚h ’ın Resûlu! Gerci bu kapıların birinden cağrılan kimsenin diğer kapılardan cağırılmaya ihtiyĂ‚cı yoktur ama, bu kapıların hepsinden cağrılacak kimseler de var mıdır?” dedi.

Peygamber Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-:

“–Evet, vardır. Senin de o bahtiyarlardan olacağını umîd ederim.” buyurdu. (BuhĂ‚rî, Savm 4, CihĂ‚d 37; Muslim, ZekĂ‚t 85, 86)

EN YUKSEK AHLAKİ MEZİYET

Oruc, nĂ‚il olduğumuz sayısız nîmetlerin kadrini bildiren, o nîmetleri lutfeden AllĂ‚h ’a karşı şukran hisleri uyandıran, nefsĂ‚nî arzu ve temĂ‚yulleri bertarĂ‚f eden, gonlu maddenin esĂ‚retinden kurtarıp “sabır” denilen en yuksek ahlĂ‚kî meziyete eriştiren bir ibĂ‚dettir. Oruc, yoksulların ve cĂ‚resizlerin hĂ‚lini anlama şuûru verdiği gibi, kalbi merhamet duygularıyla da doldurur. Nitekim hazîneler emrine verilmiş olmasına rağmen Yûsuf -aleyhisselĂ‚m-, fakirlerin hĂ‚linden gĂ‚fil kalmamak icin kıtlık doneminde hicbir zaman doyasıya yememiştir. (Bursevî, IV, 284)

Butun bu hikmetleriyle oruc, sosyal hayattaki kin, haset, kıskanclık gibi toplumu huzursuzluğa boğan menfîlikleri bertarĂ‚f etmekte en muessir bir ilĂ‚hî emirdir. FĂ‚nî lezzetlerden vazgecip bĂ‚kî lezzetlere nĂ‚il olmanın sırrına, Hak TeĂ‚lĂ‚ ’nın emir buyurduğu oruc nîmeti ile kavuşulur. Bu ibĂ‚det, nefsin; yemek, icmek ve şehvetten yana, bitmek tukenmek bilmeyen arzularına karşı insanın şeref ve haysiyetini koruyan bir kalkandır.

Gunduzleri orucla ihyĂ‚ edilen Ramazan ayının gecelerini de terĂ‚vîh namazı ile bereketlendirmek, Varlık Nûru Efendimiz ’in sunnetidir. ZîrĂ‚ O, bir hadîs-i şerîflerinde:

“AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ Ramazan ’da orucu farz kıldı, ben de (terĂ‚vîh) namazını sunnet kıldım.” buyurmuştur. (İbn-i MĂ‚ce, SalĂ‚t, 173)RAMAZAN AYI NASIL DEĞERLENDİRİLMELİ?

Ramazan ’dan en guzel şekilde istifĂ‚de edebilmek icin; gunduzleri oruc tutmanın yanında, geceleri de ibĂ‚detlerle ihyĂ‚ etmek, her turlu mĂ‚lĂ‚yĂ‚nîden sakınarak duĂ‚ ve zikir ile dilimizi, istiğfĂ‚r ve gozyaşı ile de kalbimizi yıkamak gerekir. Son on gunde îtikĂ‚fa girmek ise muhim bir sunnet-i seniyyedir. Ramazan gecelerinin ihyĂ‚sı, rahmet ve mağfirete vesîle olur. Resûl-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Efendimiz şoyle buyurmuştur:

“Kim, inanarak ve sevĂ‚bını AllĂ‚h ’tan umarak Ramazan gecelerini ihyĂ‚ ederse gecmiş gunahları affolunur.” (BuhĂ‚rî, TerĂ‚vîh, 46)

Hazret-i Âişe vĂ‚lidemiz şoyle buyurur:

“AllĂ‚h Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, Ramazan ayında bir gece mescidde nĂ‚file namaz kılmıştı. Bircok kimse de ona uyarak namaz kıldı. Sabah olunca ashĂ‚b:

«−ResûlullĂ‚h geceleyin mescidde namaz kıldı.» diye konuştular.

Nebiyy-i Ekrem -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- ertesi gece de namaz kıldı. Halk, yine bunu konuştu; katılanların sayısı da iyice arttı. Ucuncu veya dorduncu gece insanlar yine toplandı. Oyle ki, mescid onları alamayacak hĂ‚le geldi. Ancak AllĂ‚h Rasûlu, sonraki gece onların yanına cıkmadı. Sabah olunca Efendimiz:

«–Yaptığınızı gordum. Yanınıza cıkmaktan beni alıkoyan şey, bu namazın sizlere farz oluvermesinden korkmamdır.» buyurdu.” (BuhĂ‚rî, TerĂ‚vîh, 1; Muslim, MusĂ‚firîn, 177)

TERAVİH NAMAZI CEMAATLE Mİ KILINIR?

ResûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem-, terĂ‚vîh namazını cemaat hĂ‚linde kılmamıştır. Herkesin, gucu nisbetinde ibĂ‚det etmesini daha munĂ‚sip bulmuştur. TerĂ‚vîh namazı, Hazret-i Ebûbekir ’in halîfeliği doneminde de ferdî olarak kılınmış, Hazret-i Omer ’in halîfeliği zamĂ‚nında ise cemaatle kılınmaya başlanmıştır.

Âlemlerin Efendisi -aleyhissalĂ‚tu vesselĂ‚m-, Ramazan aylarında butun ibĂ‚det ve ihsĂ‚nlarını artırır, Rabbiyle doyumsuz bir mulĂ‚kĂ‚t iklîmine girerdi. Nitekim İbn-i AbbĂ‚s -radıyallĂ‚hu anhumĂ‚- şoyle der:

“ResûllullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- insanların en comerdi idi. O ’nun en comert olduğu zamanlar da Ramazan ’da CebrĂ‚îl ’in -aleyhisselĂ‚m- kendisi ile buluştuğu vakitlerdi. CebrĂ‚îl -aleyhisselĂ‚m-, Ramazan ’ın her gecesinde Peygamber Efendimiz ile buluşur, (karşılıklı) Kur ’Ă‚n okurlardı. Bu sebeple RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- CebrĂ‚îl ile buluştuğunda, hicbir engel tanımadan esen rahmet ruzgĂ‚rlarından daha comert davranırdı.” (BuhĂ‚rî, Bed ’u ’l-Vahy 5, 6, Savm 7; Muslim, FezĂ‚il 48, 50)

Orucun ardından “Bayram Namazı” ve “Sadaka-i Fıtr” emredildi. ResûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Sadaka-i Fıtr ’ın Muslumanlardan buyuk-kucuk, kadın-erkek, her bir hur ve kole uzerine bir sĂ‚ ’[2] hurma veya bir sĂ‚ ’ arpa olarak farz kılındığını bildirdi.[3]

İhtiyac sĂ‚hipleri hakkında da:

“Onları bu (bayram) gununde ac dolaşmaktan kurtarınız!” buyurdu. (İbn-i Sa ’d, I, 248)

Fıtır sadakası, bayram namazından once verilirse makbul bir sadaka olur, namazdan sonra verilirse fıtrın dışında bir sadaka yerine gecer.[4]

MUSLUMANIN İKİ BAYRAMI VARDIR

Hazret-i Enes -radıyallĂ‚hu anh- anlatıyor:

“RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- Medîne ’ye geldiğinde Medînelilerin iki (bayram) gunu vardı. O gunlerde oynayıp eğlenirlerdi. AllĂ‚h Rasûlu:

«−Bu iki gun(un mĂ‚nĂ‚ ve ehemmiyeti) nedir?» diye sordu.

Onlar:

«−Biz cĂ‚hiliye devrinde bu gunlerde eğlenirdik!» dediler.

Efendimiz:

«−AllĂ‚h, bu iki bayramınızı onlardan daha hayırlı diğer iki gunle değiştirdi: Kurban Bayramı ve Fıtır (Ramazan) Bayramı!» buyurdu.” (Ebû DĂ‚vûd, SalĂ‚t 239/1134; NesĂ‚î, Iydeyn, 1)

PEYGAMBER EFENDİMİZ KAC KURBAN KESERDİ?

Peygamber Efendimiz, aynı sene Zilhicce ayının onuncu gunu bayram namazını kıldırdıktan sonra Muslumanlara kurban kesmelerini emretti. Peygamber Efendimiz, Medîne ’de on yıl kaldı ve her sene kurban kesti.[5] AllĂ‚h Resûlu kurbanı cift keser, birisini kurban kesemeyen ummeti icin, diğerini de hem kendisi hem de ev halkı icin keserdi.[6]

Haneş -radıyallĂ‚hu anh- der ki:

“Hazret-i Ali ’yi, iki koc kurban ederken gordum:

«−Nicin boyle yapıyorsun?» dedim:

«–ResûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- vefĂ‚tından sonra kendisi icin de kurban kesmemi bana vasiyet buyurmuştu. İşte ben O ’nun vasiyetini yerine getirmek uzere kesiyorum! Bundan sonra da kesmeye devĂ‚m edeceğim!» dedi.” (Ebû DĂ‚vûd, EdĂ‚hî, 1-2/2790; Ahmed, I, 107)

Kurban Bayramı ’nın Arefe gunu sabah namazından bayramın dorduncu gunu ikindi namazına kadar, 23 vakitte, yalnız başına veya cemaatle kılınan farz namazların arkasından birer defĂ‚:

رَبِّ اَللهُ اَكْبَرُ اَللهُ اَكْبَرُ لاَ اِلهَ اِلاَّ اللهُ وَاللهُ اَكْبَرُ اَللهُ اَكْبَرُ وَِِللهِ الْحَمْدُ

diyerek tekbîr getirmek, erkek-kadın, imam-cemaat, mukîm-misĂ‚fir her muslumana vĂ‚ciptir. Buna teşrîk tekbîrleri denir.[7]

ZEKAT VERMENİN ŞARTLARI NELERDİR?

Fıtır sadakasından bir muddet sonra da “ZekĂ‚t” emri geldi. Âyet-i kerîmelerde buyrulur:

رَبِّ وَفِى اَمْوَالِهِمْ حَقٌّ لِلسَّائِلِ وَالْمَحْرُومِ

“SĂ‚ilin (isteyenin) ve mahrûmun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), servette mĂ‚lûm bir hakkı vardır.” (ez-ZĂ‚riyĂ‚t, 19)

رَبِّ وَالَّذِينَ هُمْ لِلزَّكَوةِ فَاعِلُونَ

“Onlar ki zekĂ‚t vazifelerini en guzel şekilde îfĂ‚ ederler. (ZekĂ‚t vermek ve onu en lĂ‚yık yere ulaştırmak icin calışırlar, boylece nefislerini tezkiye ederler.) (el-Mu ’minûn, 4)

رَبِّ خُذْ مِنْ اَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِمْ بِهَا وَصَلِّ عَلَيْهِمْ اِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ

“(Ey Peygamber!) Onların mallarından sadaka al; bununla onları (gunahlardan) te­mizlersin, onları arıtıp yuceltirsin! Ve onlar icin duĂ‚ et! Cunku Sen ’in duĂ‚n, onlar icin su­kûnettir (huzur kaynağıdır).” (et-Tevbe, 103)ZekĂ‚t, Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de yirmi altı yerde namazla birlikte zikredilir. Dort yerde ise mustakil olarak gecer. Bunlardan Mu ’minûn Sûresi ’ndeki, namazdan ayrı olarak gecmekle birlikte orada da namaz kılanların ze­kĂ‚tlarını verdikleri husûsu ifĂ‚de buyrulur. Bunun sebebi, “bedenî” ve “mĂ‚lî” olmak uzere iki gruba ayrılan ibĂ‚detlerde, bu ikisinin, birinci sırada ve eş değerli olarak yer al­masıdır. Nitekim bir hadîs-i şerîfte:

“Namaz kıldığı hĂ‚lde zekĂ‚t vermeyen kimsenin namazı(nda hayır) yoktur!” buyrulmuştur. (Heysemî, III, 62)

ZekĂ‚t; mektep, kurs, hastahĂ‚ne gibi hukmî şahıslara verilmez. ZîrĂ‚ o, CenĂ‚b-ı Hakk ’ın buyurduğu gibi, sekiz sınıf muhtĂ‚ca Ă‚it bir haktır.[8] Boyle muesseseler, kendilerine verilen zekĂ‚tı fakirlerin aslî ihtiyacları dışında sarf edemezler. Ancak kursta bulunan muhtac oğrencilere ve i ’lĂ‚y-ı kelimetullĂ‚h maksadıyla ilim oğrenen talebelere harcayabilirler. ZîrĂ‚ zekĂ‚tın, geciminden Ă‚ciz fakirlerin aslî ihtiyaclarını (havĂ‚yic-i asliye) karşılamak uzere verilmesi ve bunun araştırılması, onun sıhhat şartlarındandır. Bu sebeple kendilerine zekĂ‚t tevdî edilen muesseseler bu prensibe hassĂ‚siyetle riĂ‚yet etmelidirler. Aksi hĂ‚lde Hak katında mes ’ûl olurlar.

KUR ’AN ’A GORE ZEKAT KİMLERE VERİLİR?

Kur ’Ă‚n-ı Kerîm ’de zekĂ‚tın hangi şahıslara verilebileceği şu şekilde tasnîf edilmektedir:

رَبِّ اِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِى الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِى سَبِيلِ اللهِ وَابْنِ السَّبِيلِ فَرِيضَةً مِنَ اللهِ وَاللهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ

“Sadakalar (zekĂ‚tlar), AllĂ‚h ’tan bir farz olarak ancak fukarĂ‚ya (gecimini temin edemeyen, ya da cok zor temin edebilenlere), mesĂ‚kîne (hicbir şeyi olmayanlara), onun uze­rine Ă‚mil olanlara (zekĂ‚t toplama memurlarına), muellefe-i kulûba (kalpleri İslĂ‚m ’a ısın­dırılması gerekenlere), kolelik altında bulunanlara, borclulara, AllĂ‚h yolundakilere (mucĂ‚hidlere, dînî ilim talebelerine vs.) ve yolda kalmışlara mahsustur. AllĂ‚h pek iyi bilendir, hikmet sĂ‚hibidir.” (et-Tevbe, 60)

Dernek ve vakıf gibi hukmî şahıslara da ancak Ă‚yette buyrulan sekiz yere ulaş­tırmaları şartıyla zekĂ‚t verilebilir. Bu, dikkat edilmesi gereken muhim bir husustur.

Peygamber Efendimiz -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- zekĂ‚t hakkındaki ilĂ‚hî emir uzerine, zekĂ‚tın nelerden, ne miktarda verileceği ve ne kadar malı olana farz kılındığı hakkında bir yazı yazdırdı ve onu kılıcına bağladı. VefĂ‚tına kadar bu yazıyı yanında bulundurdu ve ona gore amel etti. AllĂ‚h Rasûlu ’nden sonra Hazret-i Ebûbekir -radıyallĂ‚hu anh- ve ondan sonra da Hazret-i Omer -radıyallĂ‚hu anh- da ona gore amel ettiler.[9]

ZekĂ‚tın; varlıklı insanların servete rĂ‚m olma netîcesinde muhtemel azgınlıklarına set cekmek, muhtacların zenginlere karşı kin ve haset gibi menfî temĂ‚yullerle dolmalarını engellemek, ictimĂ‚î hayĂ‚tı korumak ve fertleri birbirine muhabbetle kenetlemek gibi pek cok ferdî ve ictimĂ‚î hikmetleri vardır. Fakir ve zengin arasındaki denge ve muhabbeti temin acısından İslĂ‚m ictimĂ‚î nizĂ‚mında “zekĂ‚t ve infak” ibĂ‚detinin cok muhim bir yeri vardır.

ZekĂ‚t ve infaktaki hikmetlerden biri de, ferdî sermĂ‚yenin dehhĂ‚meleşmesine (anormal buyumesine) ve bu sûretle zayıfların istismĂ‚rına veya aralarında kin ve haset husûle gelmesine mĂ‚nî olmaktır. Cunku zenginlik, bir ovunme ve buyuklenme vesîlesi olursa, zengin icin Ă‚kıbet hazîn olur. Oysa bir toplumda, yardım eden veya yardım edilen butun fertler, maddî ve mĂ‚nevî cihetlerden birbirlerine muhtactırlar.

MULK ALLAH ’INDIR

Bilinmelidir ki mulk, mutlak mĂ‚nĂ‚da AllĂ‚h ’a Ă‚ittir. İnsanların mulk uzerindeki sĂ‚hipliği ise gunumuzde yeni îcĂ‚d edilen devre mulk usûlune benzer. YĂ‚ni servet, AllĂ‚h ’ın kuluna gecici olarak verdiği bir emĂ‚nettir. Bu yuzden fertlerin onu kullanması, birtakım ilĂ‚hî olculere bağlanmıştır. O, mulkun hakîkî sĂ‚hibinin emrettiği istîkĂ‚mette kullanılmalı veya sarf edilmelidir. ŞĂ‚yet servet, ilĂ‚hî emirlere zıt bir sûrette kullanılırsa, insanları azdırmaya, turlu kibir, zulum ve haksızlıklara suruklemeye cok musĂ‚ittir. Boyle bir Ă‚fete suruklenenlerde mal sevgisi, kalbe yerleşir. CenĂ‚b-ı Hakk ’ın dunyĂ‚ nîmetleri icinde sĂ‚dece mal ve evlĂ‚dı “fitne” olarak zikretmiş olması, bunların kalbe girerek Ă‚deta putlaşması tehlikesine binĂ‚endir. Bu bedbahtlığa duşenleri îkĂ‚z icin AllĂ‚h TeĂ‚lĂ‚ şoyle buyurmaktadır:

رَبِّ وَالَّذِينَ يَكْنِزُونَ الذَّهَبَ وَالْفِضَّةَ وَلاَ يُنْفِقُونَهَا فِى سَبِيلِ اللهِ فَبَشِّرْهُمْ بِعَذَابٍ اَلِيمٍ يَوْمَ يُحْمَى عَلَيْهَا فِى نَارِ جَهَنَّمَ فَتُكْوَى بِهَا جِبَاهُهُمْ وَجُنُوبُهُمْ وَظُهُورُهُمْ هَذَا مَا كَنَزْتُمْ لاَنْفُسِكُمْ فَذُوقُوا مَا كُنْتُمْ تَكْنِزُونَ

“...Altın ve gumuşu yığıp da onları AllĂ‚h yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azĂ‚bı mujdele! O gun cehennem ateşinde (bu biriktirilen altın ve gumuşler) kızdırılıp bunlarla, onların alınları, yanları ve sırtları dağlanır. (Ve onlara denilir ki «İşte bu, nefisleriniz icin biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azĂ‚bını) tadın!»” (et-Tevbe, 34-35)

ZEKATI İHMAL EDENLERİN AKIBETİ

RasûlullĂ‚h -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- de zekĂ‚tı ihmĂ‚l edenlerin acı Ă‚kıbetini şoyle ifĂ‚de buyurmuştur:

“ZekĂ‚tı verilmeyen her altın ve gumuş, kıyĂ‚met gunu ateşte kızdırılarak levha hĂ‚line getirilir ve sĂ‚hibinin yanları, alnı ve sırtı bunlarla dağlanır. Bu levhalar soğudukca, sĂ‚hibine azĂ‚b icin tekrar kızdırılır. Suresi elli bin sene olan bir gunde kullar arasında hukum verilinceye kadar bu boyle devĂ‚m eder. Netîcede kişi, yolunun ya cennete ya da cehenneme cıktığını gorur.”

AshÂb:

“–YĂ‚ ResûlallĂ‚h! Peki zekĂ‚tı verilmeyen develerin durumu nedir?” diye sorduklarında Hazret-i Nebî -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- şoyle buyurdu:

“–Develerinin hakkını odemeyen her deve sĂ‚hibi, -ki su başlarına geldikleri zaman sağılıp sutunden muhtaclara dağıtılması da bu haklar arasındadır- kıyĂ‚met gunu duz ve geniş bir sahaya yatırılır. O develer de, bir tek yavru bile hĂ‚ricte kalmamak şartıyla en semiz hĂ‚lleriyle gelerek o kişiyi ayaklarıyla ciğner ve dişleri ile ısırırlar. Ondekiler gectikce arkadakiler gelir (aynı şeyi yapar). Suresi elli bin sene olan bir gunde insanlar hakkında hukum verilinceye kadar bu boyle devĂ‚m eder. Netîcede kişi, yolunun ya cennete veya cehenneme cıktığını gorur.”

AshĂ‚b-ı kirĂ‚m, sığır ve koyunların zekĂ‚tını odemeyenlerin durumunu sorduklarında da AllĂ‚h Resûlu -sallĂ‚llĂ‚hu aleyhi ve sellem- benzer cevaplar verdi. (Muslim, ZekĂ‚t, 24; BuhĂ‚rî, CihĂ‚d, 48)

ZekĂ‚t ve sadakalarda nezĂ‚ket husûsuna da cok dikkat etmek gerekmektedir. Başa kakmak, kotusunden vermek gibi zekĂ‚tı ve sadakayı boşa cıkaran davranışlardan uzak durmak gerekir. Bilhassa veren, alana karşı bir teşekkur edĂ‚sı icinde olmalıdır. Cunku onu farz olan bir borctan kurtarıp ecre nĂ‚il eylemektedir. Verilen sadakalar ise, aynı zamanda, veren kişiyi hastalık ve musîbetlere karşı koruyan birer siper-i sĂ‚ikadır. Yoksullar, fakirler ve garipler, aslında varlık sĂ‚hipleri icin buyuk bir nîmettir. ZîrĂ‚ cennet kapıları, onların duĂ‚ları ile acılır.

SADAKA VERMENİN EDEBİ

Sadaka verirken riĂ‚yet edilecek edebi tĂ‚lim eden Ă‚yetlerde şoyle buyrulmaktadır:

اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ في سَبيلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَاۤ اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَاۤ اَذًى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ. قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَاۤ اَذًى وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ. يَاۤ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰى كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَاۤءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِ

“Mallarını AllĂ‚h yolunda harcayıp da arkasından başa kakmayan, fakirlerin gonlunu kırmayan kimseler var ya, işte onların AllĂ‚h katında mukĂ‚fĂ‚tları vardır. Onlar icin korku yoktur, uzuntu de cekmeyeceklerdir. Guzel bir soz ve bağışlama, peşinden ezĂ‚ gelen bir sadakadan daha hayırlıdır. AllĂ‚h hicbir şeye muhtac değildir, hilim sĂ‚hibidir. Ey îmĂ‚n edenler! AllĂ‚h ’a ve Ă‚hiret gunune inanmadığı hĂ‚lde malını gosteriş icin harcayan kimse gibi başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız infak ve sadakalarınızı boşa cıkarmayın!..” (el-Bakara, 262-264)



[1] İbn-i Sa ’d, I, 248.

[2] SĂ‚ ’: 1040 dirhem ağırlığındaki buğday veya arpayı alabilen bir hacim olceğidir. 1 sĂ‚ ’, şer ’î dirheme gore yaklaşık 2,917 kg; orfî dirheme gore ise 3,333 kg. ağırlığa denktir.

[3] BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 70-78; Muslim, ZekĂ‚t, 13.

[4] İbn-i MĂ‚ce, ZekĂ‚t, 21.

[5] İbn-i Sa ’d, I, 248-249.

[6] Ebû DĂ‚vûd, EdĂ‚hî, 3-4/2792; İbn-i Sa ’d, I, 249.

[7] Muvatta, Hac, 205.

[8] Bkz. Tevbe, 60.

[9] BuhĂ‚rî, ZekĂ‚t, 38; Ahmed, II, 14.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları
İslam ve İhsan