MÂnevî rehabilitasyon nedir? İnsanlar neden bu kadar cok ruhsal problemler yaşamakta ve sosyololojik patlamalar yaşanmaktadır. Bizleri ruhen etkileyen sebepler ve cozumleri nelerdir? İşte bu metinde sizler icin hepsini derledik...Cemil Meric ’in guzel bir tÂbiri var:

Namaz, psikiyatrik bir tedavidir. Cunku namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O en buyuk guce bağlıdır. O gucun inÂyeti icindedir. Namazı huşû icinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz…

Oruc, (zekÂt ve infak) gibi ibadetlere devam eden bir toplumda sosyolojik patlamalar olmaz. Bunun sonucunda buyuk buhranlar yaşanmaz, zulum olmaz.”

Gunumuz insanı, buyuk bir mÂnevî boşluk ve rûhî tatminsizlik icerisinde yaşadığından, pek cok psikolojik hastalıklarla karşı karşıya kalmaktadır. Nitekim gunumuzde en cok revacta olan klinikler de bu saha ile ilgili olanlardır.

HÂlbuki Asr-ı SaÂdetʼe baktığımızda herhangi bir psikolojik rahatsızlık vakasıyla karşılaşmıyoruz; gelen rivÂyetlerde boyle bir kayda rastlamıyoruz. Hadîs-i şerîflerde maddî hastalıklardan bahsedilip tedÂvisine dÂir bÂzı tavsiyeler naklediliyor. Fakat rûhî bunalımın getirdiği bir hastalık bildirilmiyor.

Zira Asr-ı SaÂdet toplumunda ilÂhî hakîkatlerle yoğrulup olgunlaşan ruhlar, hayatın en zor şartlarına bile mukÂvemet edebilecek bir kuvvet, dirÂyet ve metÂnet kazanmıştı. Aşkla yaşanan îmÂnın oğrettiği rızÂ, tevekkul ve teslîmiyet hÂli, muʼminleri butun dunyevî sıkıntıları aşabilecek bir ruh kıvÂmına ulaştırmıştı. Bunun icindir ki muʼmin gonuller, fÂnî hayatın acı-tatlı butun tecellîlerini ilÂhî bir imtihan olarak goruyor ve her hÂlukÂrda; “Esas hayat, Âhiret hayatıdır.” diyerek CenÂb-ı Hakkʼa buyuk bir tevekkul ve teslîmiyet gosteriyorlardı.

AtÂullah el-İskenderîʼnin şu niyÂzı,bu hÂlet-i rûhiyeyi ne guzel hulÂsa eder:

“YÂ Rabbi! Senʼi bulan neyi kaybetti; Senʼi kaybeden neyi buldu?!”

Bağdatʼta asıldığı darağacında taşlanırken bile rûhî muvÂzene ve vecd hÂlini kaybetmeyen HallÂc-ı Mansur;

“Y Rabbi! Benden evvel beni taşlayanları affet…” diyebilecek kadar mÂnevî huzur icinde idi. Cunku o, AllÂhʼa dayanıyor, Oʼna guveniyor, gucunu Hakʼtan alıyordu. Bunun icindir ki rûhî bir zaafla bedduÂya yonelmiyor, tıpkı TÂifʼte taşlanan Efendimizʼin kendisini taşlayanlar icin hidÂyet niyÂzında bulunması gibi, o da her hÂlukÂrda Hakkʼın rahmetine iltic ediyordu.

Yine Roma sirklerinde arslanlara parcalatılan ilk Îsevîler, buyuk ateş cukurlarına atılan AshÂb-ı Uhdûd, kolları ve ayakları caprazlama kesilip hurma dallarına asılan Firavunʼun sihirbazları da AllÂhʼa tevekkul ediyor, guclerini Allahʼtan alarak canları pahasına îmanlarını koruma mucÂdelesi veriyorlardı.

MÂNEVÎ REHABİLİTASYON İCİN NAMAZ


İşte dunya ve Âhirette huzur ve saÂdetin ozu, gucunu Allahʼtan alabilmenin yoluna girebilmektir. Bilhassa gencliğin en buyuk meziyeti, bu îman kuvveti olmalı ki, onundeki yollar acılsın. Gunde beş vakit kıldığımız namazların her rekÂtında tekrar ettiğimiz; اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَ اِيَّاكَ نَسْتَعِينُ : Ancak Sana kulluk eder ve ancak Senʼden yardım dileriz.” (el-FÂtiha, 5) Âyetinin muhtevÂsına girebilen bir insanın gozunde, butun dunya kederleri kuculecektir.

Cemil Mericʼin guzel bir tÂbiri var:

Namaz, psikiyatrik bir tedavidir. Cunku namaz kılan, kendini yalnız hissetmez. O en buyuk guce bağlıdır. O gucun inÂyeti icindedir. Namazı huşû icinde kılan bir toplumda psikiyatrik hastalık olmaz.” der.

Gercekten de namazını tÂdil-i erkÂn ile kılabilen bir insanın rûhî rahatsızlıklara uğraması duşunulemez. Zira namaz, kulun sonsuz kudrete hÂlini ve muhtaclığını arz ederek Oʼna sığınması ve Oʼndan yardım dilemesidir. Sonsuz bir kudrete lÂyıkıyla guvenip dayanan bir kimsenin rûhu gercek huzura erer. Namazlarını bu şuurla, kendini vererek, CenÂb-ı Hakkʼa mulÂkî olurcasına bir huşû icinde kılabilen bir muʼminin rûhu, her turlu sıkıntının ustesinden gelebilir. Hayatın iniş-cıkışları onun rûhî muvÂzenesini sarsamaz.

Bu sebeple namaza son derece dikkat etmemiz, ona vakit ayırmamız, namazı mecbûretiyet bertaraf eder gibi aralara sıkıştırmamamız, bilÂkis hayatımızda namazın alanını genişletmemiz îcÂb eder. Namazdan sonra bile Hakkʼın huzûrunda olduğumuz şuurunu surekli kalbimizde taşımamız gerekir.
CenÂb-ı Hak namaz uzerinde cok duruyor. Muʼminler icin; “Namazı huşû ile, muhÂfaza ederek ve dÂimî olarak kılarlar.” buyuruyor.[1] Yine boyle bir namazın -KurʼÂnî ifÂdeyle- “fahşÃ‚ ve munker”den, yani edepsizlik, hayÂsızlık ve gunahlardan koruyacağını bildiriyor.[2]

Yine CenÂb-ı Hak dÂim kendisine du ve iltic hÂlinde bulunmamızı istiyor. Furkan Sûresiʼnin son Âyetinde; (Rasûlum!) De ki: (Kulluk ve) duÂnız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..” buyuruyor. Onun icin du cok muhimdir. DÂim du halinde olmalıyız. YegÂne sığınak, barınak ve dayanağın CenÂb-ı Hak olduğunu unutmamalıyız.

Nitekim yuksek ruhlar, dÂim du hÂlinde yaşarlar. DuÂda rûhu dolduran, ilÂhî rahmetin umididir. İsteriz ki Sonsuz Kudret bize merhamet etsin ve uzerimize lûtfunu ihsan buyursun. İlÂhî rahmetin umîdi gonullerde bir sevd hÂline gelince, du da en yuksek keyfiyetine ulaşmış olur. Bu hÂl, takvÂnın neticesidir. Gozyaşı ve ilÂhî rahmetin buluştuğu bir duÂ, kevser­lerin en tatlısıdır. Hak Âşıkları o kevserin kenarında soyleşir, yanık yurekler onun serinliğiyle ferahlar, yorgun gonuller onu ictikce dinlenip huzur bulur.

ORUC İBADETİ

Oruc ibÂdeti de bizlere nîmetlerin kadrini hatırlatarak muhtacların hÂlinden anlamamızı telkin eder. Yani orucun verdiği ilk ders, merhamet dersidir. Merhametsizlikle tıkanan kalplerin damarlarını oruc acmaktadır. Zira acın hÂlinden ac olan anlar. Nitekim Mısır ’da şiddetli kıtlığın hukum surduğu gunlerde Yûsuf -aleyhisselÂm- ’a şoyle sordular:

“–Sen, devletin hazinelerine hukmeden bir idÂrecisin. Neden kendini ac bırakıyorsun?” O ise şu cevabı verdi:

“–Karnım tok olursa acların hÂlini anlayamam diye korkuyorum!”

Zira İslÂm ahlÂkının en muhim esaslarından biri; diğergÂmlık, yani din kardeşlerinin dertleriyle dertlenmektir. Bu meyanda her muʼmin ictimÂîleşmek mecbûriyetindedir. Ferdiyetcilik, egoistlik, bencillik, hodgÂmlık, bir muslumanın ahlÂkı olamaz. Musluman, kendi kurtuluşunun, başkalarının da kurtuluşuna calışmaktan gectiğini bilen, din kardeşinin huzuruyla huzur bulan, huznuyle mahzun olan, diğergÂm, merhametli, fedÂkÂr insandır.

MevlÂn Hazretleri buyurur:

Şems -kuddise sirruh- bana bir şey oğretti:

«Dunyada bir tek mu ’min uşuyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin.»

Ben de biliyorum ki yeryuzunde uşuyen mu ’minler var; ben artık ısınamıyorum!..”

Merhamet, îmÂnın ilk meyvesidir ve bir muʼminin kalbinde hic sonmeyen bir ateş gibidir. Bu sebeple AllÂhʼın rızÂsını arayan ve yakınlığını isteyen bir muʼminin merhametsiz olması duşunulemez. CenÂb-ı Hakkʼın KurʼÂn-ı Kerîmʼde en cok zikredilen esmÂsı da; “RahmÂn ve Rahîm” esmÂsıdır.

Guneş icin ısıtmamak nasıl imkÂnsızsa yuksek ruhlar icin de insanlara acımamak o şekilde imkÂnsızdır. Zira merhamet, gercek muʼminlerin tabiat-ı asliyesidir. Merhamet, insanlığımızın şÃ‚hididir ve bizi kalp yoluyla AllÂhʼa goturen ilÂhî bir cevherdir. Merhametsiz insan, en buyuk hazineyi ve ebedî saÂdetlerin kapısını acan anahtarı kaybetmiş demektir.

İLİM ONDERLERİNDEDEN NASİHÂTLER

Merhamet ve fedÂkÂrlığın en buyuk gostergesi ise, Allah yolundaki hizmet ve gayretlerdir. Bunun tipik bir misÂlini BahÂuddîn Nakşibend Hazretleriʼnde goruyoruz. O buyuk Hak dostu, intisÂbının ilk yıllarında, nefsini terbiye edip gurur ve kibrin zıddı olan “hiclik hÂli”ne ulaşmak icin, hasta ve muzdarip insanlara, sahipsiz, yaralı hayvanlara hizmet etmiş, onlara sahip cıkmış, hatt insanların gececeği yolları temizleyerek kÂbına varılmaz bir hizmet hayÂtı yaşamıştır.

İşte bu gonul kıvÂmıyla ve nefsini aşarak mahlûkÂta hizmet edebilmek, Hakkʼın rızÂsını aramanın en guzel yollarından biridir. Bu ise kÂmil ruhların zaferidir.

Ote yandan comertlik de muʼminlerin alÂmet-i fÂrikasıdır. Muʼmin, zengin de olsa, fakir de olsa ganî gonullu ve fedÂkÂr insandır. CenÂb-ı Hak, pek cok Âyet-i kerîmede infÂkı emrederek muʼminleri maldan ve candan fedÂkÂrlığa dÂvet etmektedir.

Allah rızÂsı icin infÂk edilen zekÂt ve sadakalar, toplumda zengin ile fakir arasındaki husûmeti bertaraf ederek din kardeşliğinin pekiştirilmesine de vesîle olur. İctimÂî huzur ve yardımlaşma duyguları gelişir. Dolayısıyla sıhhatli ve sağlam bir toplum yapısının teşekkulune zemin hazırlar.

Cemil Meric der ki:

“Oruc, (zekÂt ve infak) gibi ibadetlere devam eden bir toplumda sosyolojik patlamalar olmaz. Bunun sonucunda buyuk buhranlar yaşanmaz, zulum olmaz.”

Şu iki misal, İslÂm ahlÂkının bir topluma kazandırdığı huzuru ifÂde bakımından ne kadar cÂlib-i dikkattir:

Elie Kedourie ’nin kaleme aldığı, Osmanlı ’nın son doneminde İngiltere ’nin Orta Doğu politikasına dÂir kitabın bir ekinde anlatıldığına gore, 19. yuzyıl sonlarında Doğu Anadolu ’da muthiş bir kıtlık başgostermişti. Bunun uzerine İngilizler, kıtlıktan hareketle bolgede Osmanlı ’ya karşı bir isyan cıkarıp cıkaramayacaklarını tespit icin oraya bir casus gonderdiler. Casusun yaptığı araştırma neticesinde muşÃ‚hede ettiği gercek, son derece ibretli idi. Raporda deniliyordu ki:

“Burada kıtlık var, ama aclık yok! Cunku herkes birbirini gozetiyor, yardımda bulunuyor. Bu yuzden de kıtlık, aclığa donuşmuyor. Netice itibÂrıyla boyle guclu bir ictimÂî yapı icinde kıtlıktan hareketle isyan cıkarmak imkÂnsız!..”

Meşhur seyyah De la Motraye de şoyle der:

“Osmanlı ulkesinde birisinin evi yanıp butun Âile efrÂdının dunyÂlık nÂmına nesi varsa hepsi kul olup gitse bile, diğer toplumlarda gorulen kadın hıckırıkları ve cocuk ağlamaları onlarda gorulmez. Butun servetleri boyle yok olmuş kimselerde AllÂh ’ın takdîrine karşı tam bir tevekkul ve teslîmiyet gorulur. Hayırsever ahÂli, ona derhal evin yeniden inşÃ‚ edilip doşenmesine kÂfî gelecek miktarda, hatt bÂzen luzûmundan fazla yardımda bulunur.”

Bu sebeple Yaratanʼdan oturu yaratılana merhamet, şefkat, fedÂkÂr­lık ve hizmeti tabiat-ı asliye hÂline getirebilen fertlerden oluşan bir toplumda rûhî buhranlar, maddî sıkıntılar, gecimsizlikler, catışmalar, yerini huzur ve sukûna terk eder.

Nitekim eskiden vakıflar, halkın maddî sıkıntılarına; tekkeler ve dergÂhlar da mÂnevî problemlerine cÂre oluyordu. O muesseseler, bir tur rehabilitasyon merkezi vazifesi goruyordu. İşi bozulan, evde Âilesi ile sıkıntı yaşayan, herhangi bir problemi olan oraya gidiyor, orada mÂnen tedÂvi goruyordu. DergÂhın sohbetiyle, zikriyle, rûhÂniyetiyle huzur bulup donuyordu. Gunumuzde maalesef bu gibi mÂnevî tesellî imkÂnları azaldığı icin stres artıyor, insanlar saldırganlaşıyor.

VelhÂsıl, gonlunu butun mahlûkÂtın huzur bulacağı bir rahmet dergÂhı kılabilen, hizmet ve gayret ehli, vakıf insanlara bilhassa zamanımızda cok daha buyuk bir ihtiyac bulunuyor. İnsanlık, gecmişte olduğu gibi bugun de maddî-mÂnevî yaralarına lûtuf merhemi olacak kÂmil insanları arıyor…

CenÂb-ı Hak, butun niyet ve amellerimizi kendi rızÂsıyla telif eylesin! Elimizden, dilimizden ve gonlumuzden butun insanlık mustefîd olsun; huzur, saÂdet, selÂmet ve hidÂyet bulsun! Âmîn…



Dipnotlar:

[1] Bkz. el-Muʼminûn 2, 9; el-MeÂric, 23.





[2] Bkz. el-Ankebût, 45.

Kaynak: osmannuritopbas.com





İslam ve İhsan