

GOZLERİMİN YUZLERCE LEŞİ VAR
Nereden başlasam elimi yakar bu kalem. Sesimde ton kayıpları… kac tondur bu tonda konuşmamıştım.
Biliyorum bu sakallarımın diyet hikayesi olacak…
Başımda zehir bir ağrı…sigaradan sonra birde kul tablasının kokusu dolmuş odaya. Yukumu o cekiyor şimdilik…
Aynada başka bir adam var ofkeli. Ofkenin rengi gozlerimdeki gibi olsa gerek. Yoksa bu kadar kızarmazdı gozlerim. Sabaha kadar uyumamışım.
Yutkunmaktan acizim, ustumde kadın kokusu…
Azıcık nefes alsam can cekişiyorum. Havalandırmaya cıkmış kadınların voleybol oynarken cıkardıkları sesler var kulağımda.
Bu cezaevinin muduru benim, bir omur kalsınlar istiyorum havalıda… en az onlar kadar bende kırılganım bu gece…
Sis cekilse gozlerimden, uyusam ve uyansam mavi parcalı da olsa razıyım bir gokyuzune.
O kadın siluetlerinin arasında hicbir kadın annem kadar asil olamaz biliyorum.
Gozlerimdeki sisin ta kendisi.
Artık cayla sigara icmiyorum, hicbir sigaradan tat almıyorum ve hicbir akraba kaybında bu kadar yuklu gozyaşı dokmuyorum.
Kafamın icinde kızgın sular var ve sigara dumanından bulutlar. Cephe yağışları oluyor surekli…
Ben kafamın icinde binlerce gozyaşı dokerken… Allah’ım nasıl bir haldir bu paranoid şizofren diyorlar ben deli diyorum. Yoksa benim aklımı neden başkaları kullanmaya calışsın.
Hani hep kurunun yanında meze olacaksam niye ıslak kalayım ki. Kendimi sererim guneşe. Kuruyup, yanımda yanacak ıslak nesiller ararım. En azından kendi gunahımı cekmiş olurum.
Nereden başlasam etime yapışır bu kalem…
Okulun ilk gunu diyetimi coktan vermişim. Sakallarım artık yok. Oğretmen olarak bir koye atanmışım… –ki bu kadar kutsal ve bu kadar eziyetli başka bir işte calışabilir miyim bilmiyorum.
Daha ilk gun, her taştan her cukurdan nasibini almış bir servisteyim. Suratım beş karış, sıksan suyu cıkacak gozlerimin…yuzumde yanık izleri.
Ah! O koltuk oyle ritmik oyle iğrenc bir ses cıkarıyor ki beynimin ortasında sular birikiyor. Her cukurda biraz daha sallanıyoruz ayran gibi calkalanıyoruz.
Servisci neredeyse servis edecek bizi…
Yolda koyun surulerine rastlıyoruz. Allah’ım o koyunlara ne kadarda benziyoruz. Sesi soluğu kesilmiş adamlarız. Sırf bu yuzden avuclarıma almak istiyorum gozlerimi şoyle avuc dolusu ağlamak istiyorum.
Biz yoğurt kıvamını deviriyoruz… yol kenarları sarı, kurutulmuş gul yaprağı gibi kare kare. Fotoğraflamak istesem zaten kurutulmuş.
……………………………
Koyde anı yazmak hele o 'an' ı yazmak imkÂnsız. Korkudan ellerime titreme cokuyor. Kucucuk prefabrik bir sınıf veriyorlar bana. Kapısında kolu yok, pencere var camı yok. Hangi fabrikadan cıkmışsa hangi elden gecmişse o elde insanlık yok.
Usulca sınıfa yaklaşıyorum hareketlerimi yavaşlatıyorum. Sesimdeki ve ellerimdeki titreme hala gecmemiş… boğazımdan sesler cıkarıyorum. Sesimi acmak icin binbir telaşa duşuyorum.
Ellerimi goğsumde birleştiriyorum. Kendimi o masum bakışlardan korumaya calışıyorum.
Zalim piyasa şartları bizi oyle bir şartlamış ki her bakışta hesapcı bir hava arıyorum. Şimdi bu masum ve koşulsuz merak yuklu bakışları gorunce urkuyorum. Ellerimi bu sefer de belime kenetliyorum. Bir oğrenci adımı soruyor. Tahtaya kocaman harflerle adımı yazıyorum. “Bu kadar mısınız?”Diye soruyorum. Birkac oğrenci gelmemiş hemen şikayet ediyorlar. “Ortmenim beriye gittiler” diyorlar. “Beri” koyunların otlatıldıktan sonra toplanıp sağıldıkları yermiş. İcimden onlar gibi soylemeye calışıyorum. “Beri” “Beri”
Bir oğrenci ayağa kalkıyor “ortmenim ellerin titriyor” diyor bakıyorum ellerime gercektende hala titriyor. Cebime saklıyorum ellerimi…
Bir oğrencinin hic gelmediğini soyluyorlar. Uzuluyorum.
Diğer gun…
Okul tepeden bakıyor koye ince daracık bir yoldan geciyor oğrenciler hala okula gelenler var. Pencereden izliyorum onları… Allah’ım nasıl da guluyor o gozler.
Gozlerimin yuzlerce leşi varmış diye duşunuyorum o gozleri gorunce. Tek sıra senin adın ne?” diyorum… “Mazlum” diyor. Bir insan adıyla ancak bu kadar uyum icinde olabilir. Cocuk hafif kilolu, esmer, peynire benzeyen dişleri var surekli meydanda… gozlerinin retinası o kadar buyuk ki neredeyse butun gozu kahverengi. Sanki beyazı hic yok…Ben hayatım boyunca bu kadar masum (mazlum) bakan bir insana daha rastlamadım.
Teneffus zili calıyor. Mazlum yanıma geliyor. “Ortmenim sen oğrencileri dovuyorsun?” diye soruyor. Yok diyorum.
Kurtce bilmediğimi sanıyorlar yan tarafta birbirlerine Kurtce beni anlatıyorlar. Tek ozelliğim var onlara gore, onu anlatıyorlar. “Bizim oğretmen bizi dovmuyor.”
Kısa zamanda benim oğrenci dovmediğim, soylentisi yayılıyor. Butun oğrenciler bana kutsal bir varlıkmışım gibi bakıyorlar. Keşke bizim derse girseydi diye kendi aralarında konuşuyorlar. O cocuklar icin dovmeyen bir oğretmen herkesten ve her şeyden daha iyi…
Okula gelmeyen oğrenciye de ulaşıyor bu soylenti. Birkac gun sonra okulun etrafında gormeye başlıyorum o oğrenciyi. Teneffuslerde arkadaşlarıyla oynuyor. Ben hic ilgilenmiyorum onunla; ona doğru da bakmıyorum ki rahat davranabilsin. Yavaş yavaş yaklaşıyor bana, biliyorum ona doğru baksam kacacak… benden onceki oğretmen onu o kadar dovmuş ki okula gelmek istemiyor.
Arkadaşları arkadan bağırıp cesaret vermeye calışıyorlar. Kurtce “ oğretmen dovmuyor korkma dokun” diyorlar. Yanıma kadar geliyor hic bakmıyorum. Gercekten de gelip koluma dokunuyor.
En mazlum bakışlarımı biriktirip gozlerinin icine bakıyorum. Biraz konuşuyoruz sonra eve gonderiyorum onu. Yarın okula geleceğine soz veriyor.
Diğer gun bakıyorum en arka sırada oturmuş. Soylediğim her şeyi dikkatle dinliyor. Konuşması icin ona soz hakkı vermemi bekliyor.
Cesaretlensin diye kravatımı cıkarıp boynuna takıyorum. “tamam” diyorum. “Arkadaşınız artık oğretmen” Guluyorlar.
İlcede kac gundur gitmek istediğim okula cıkıyor tayinim… cocuklara diğer gun gelmeyeceğimi, başka bir okula gitmem gerektiğini, bu koyun bana cok uzak olduğunu anlatmaya calışıyorum. Gun boyu beni kalmam icin ikna etmeye calışıyorlar. Turkce dersinde bana mektup yazmalarını istiyorum. Yazıyorlar susluyorlar kutsal bir insanmışım gibi muhteşem sozler yazıyorlar. Son ders artık servise binip gideceğim ve diğer gun gelmeyeceğim. Mazlum o koca govdesiyle bacağıma sarılıyor. Beni sınıfın icerisine zorla itmeye calışıyor. Gun boyu her fırsatta bana en arka sıradan kafa sallıyor. “Ortmenim ben pilan yapmışım sen gitmeyeceksin.”
Servise zor bela atıyorum kendimi, bazı oğrenciler ağlıyor. Mazlum’a bakıyorum eline koca bir cam almış yumrukluyor. “Oğlum mazlum yapma elini keseceksin.” “Ortmenim gidersen bu camı elimle kıracam” yureğim ağzıma geliyor. Servis hareket ediyor. Mazlum’a bakıyorum hala camı yumrukluyor. Allah’ım ne olur eline bir şey olmasın diyorum icimden…
……………
Ama mazlumuz işte.!
Carşıda tepemize cokuyorlar topu topu iki kişiyiz.
Once onlar saldırıyorlar bizim hicbir şeyden haberimiz yok. Bir iki de biz atıyoruz onlara. Yerde nasılda debeleniyoruz… hele ben. Oğrencilerim geliyor aklıma. Tepemiz cok kalabalık, cokuk altındayız. Eşekler goruyorum pacaları ıslak… eşek sudan geliyor ama adamlar hala ustumuzde.
Gozlerim buyuyor once iri bir zeytin ardından ceviz kadar oluyor. En azından ben oyle hissediyorum. “Yerden yuksek bir karış” oynasak benim ustume basıp ebelenmeyecekler.
Mazlum geliyor aklıma hele Mazlum’un o gozleri...
Ağzımın icine baka baka, peynire benzeyen dişleri meydanda “ oğretmenim ben pilan yapmışım, sen gitmeyeceksin” diyor.
İşte gidiyorum oğlum! Baksana adamlar ustumuzde.
Kendimi saksılarda buyutuyorum. Kulağımda mazlum sesler…
Nereden başlasam ustume kalır bu hikaye.
Eşekler goruyorum pacaları ıslak. Biz hala cokuk altındayız.
Gozlerimin beyazı yok. Ya gozlerim morarıyor yada ben Mazlum’a benziyorum.