
Namaz; dînin direği, mu ’minin mîrÂcıdır. Vazgecilmez bir kulluk vazifesidir. Duşmanla muhÂrebe esnÂsın­da dahî terk edilemez.Lokman -aleyhisselÂm- buyurur:
“Ey oğulcuğum! Namazını dosdoğru kıl! İyiliği emret, kotulukten vazgecirmeye calış! Başına gelenlere sabret! Doğrusu bunlar, azmedilmesi îcÂb eden işlerdendir.” (Lokman, 17)
Bu nasihatiyle Lokman Hakîm, AllÂhʼın farz kıldığı cok muhim ameller olan; namaz, iyiliği tavsiye edip kotulukten sakındırma ve sabra dikkat cekmektedir.
Namaz; dînin direği, mu ’minin mîrÂcıdır. Vazgecilmez bir kulluk vazifesidir. Duşmanla muhÂrebe esnÂsın­da dahî terk edilemez.
“MU'MİNLER KURTULUŞA ERDİ”
Namaza devam etmek kadar, namazı tÂdil-i erkÂna riÂyet ederek hu­şû ile kılmak da son derece muhimdir. Zira makbul bir namaz, kalp ve beden Âhengi icinde, duygu derinliği ile kılınan namazdır. Nitekim Rabbimiz şoyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki (şu) mu ’minler felÂh bulmuştur (ebedî kurtuluşa ermiştir): Onlar ki, namazlarında huşû icindedirler.” (el-Mu ’minûn, 1-2)
SahÂbeden Abdullah bin Şıhhîr -radıyallÂhu anh-, Peygamber Efendimiz ’in namazdaki huşû hÂlini şoyle anlatmaktadır:
“Bir keresinde Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- ’in yanına gitmiştim. Namaz kılıyor ve ağlamaktan dolayı goğsunden, kaynayan kazan sesi gibi sesler geliyordu.” (Ebû DÂvûd, SalÂt, 158)
NAMAZ NE ZAMAN FARZ KILINDI?
Namaz, Mîracʼda farz kılındı. Allah Rasûluʼnun namazı da dÂim bir Mîrac hÂlinde, yani CenÂb-ı Hak ile tÂrifsiz bir vuslat mÂhiyetinde idi. “Na­mazı benden gorduğunuz gibi kılın…” (BuhÂrî, EzÂn, 18) buyuran Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem-, bu tÂlimÂtıyla biz ummetine de Mîrac vasfında namazlar kılmayı emretmiş olmaktadır.
Yine Efendimiz -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- namazın kalbî cihetini;
“…Namaz, huşû duymak, tevÂzû ve tezellul gostermektir…” şeklinde tÂrif buyurmuştur. (Tirmizî, SalÂt, 166)
Demek ki muʼmin, namazda Âlemlerin Rabbiʼnin huzûruna durduğunun farkında olmalı, Oʼndan gayrısıyla alÂkasını kesmeli, kendi hicliğini idrÂk ederek buyuk bir tevÂzû, mahviyet, tÂzîm, huşû ve iltic hÂlinde bulunmaya dikkat etmelidir. Kendisinin zayıf, hakir ve Âciz bir varlık olduğunu ve her nesi varsa hepsinin CenÂb-ı Hakk ’ın bir lûtfu olduğunu îtiraf duygularıyla rukû ve secdeye var­malı, secdede Âdeta benliğini yerle bir ederek Hakʼta fÂnî olmalıdır. Namazı, CenÂb-ı Hakkʼın huzûruna cıkmakla şereflenmek ve ilÂhî feyizlere nÂil olmak iştiyÂkıyla ed etmelidir.
Allah TeÂlÂ, lÂyıkıyla ed edilen bir namaza dÂir şoyle buyurmaktadır:
“...Namazı (dosdoğru) kıl! (KÂmil mÂnÂda kılınan) namaz, fahşÃ‚dan (hayÂsızlık, edepsizlik, fuhşiyattan) ve munkerden (dînin ve akl-ı selîmin tasvîb etmediği her şeyden insanı) alıkoyar...” (el-Ankebût, 45)
Dolayısıyla dosdoğru kılınmış makbul bir namaz, kotuluk ve hay­sızlıktan uzak duran kimsenin kıldığı namazdır. Namazın kişiyi kotuluklerden alıkoyması ise; bu ibadet esnÂsında fiilen idrÂk edilen kulluk şuurunun, namazdan sonra da devam ettirilmesine bağlıdır. Eğer bir kimse hem namaz kılıyor hem de hak-hukuk ciğneyip AllÂhʼı gazaplandıracak curumlere devam ediyorsa, o, gercek mÂnÂda namaz kılmıyor demektir. Namazı boyle gÂfilÂne kılanlar hakkında Yuce Rabbimiz:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar!” (el-MÂûn, 4-5) buyurmaktadır.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan