Namazda bedenin kıblesi KÂbe, kalbin kıblesi ise CenÂb-ı Hakʼtır.ŞÃ‚h-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:

“Bir kul, namazda ancak şu dort şeyle huşû hÂline erebilir:

1- DÂim helÂl yemek, yerken kalben uyanık olmak ve huzur ile yemek.
2- Abdest sırasında gafletten uzak durmak.
3- İlk tekbiri alırken kendini huzûr-i ilÂhîde bilmek.
4- Namaz dışında da Hak TeÂl ’yı asl unutmamak.”

CenÂb-ı Hak buyurur:

“Gercekten muʼminler kurtuluşa ermiştir; onlar ki, namazlarında huşû icindedirler.” (el-Muʼminûn, 1-2)

“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.” (el-MÂûn, 4-5)

MU'MİNİN MÎRÂCI

Bedenî ve kalbî ÂdÂb ve erkÂnına riÂyetle kılınabilen huşû dolu bir na­maz­da, kalpte­ki mÂsiv perdeleri ortadan kalkar; “Namaz, mu ’minin mîrÂcıdır.”[1] hakîkatinin tecellîsiyle, huzûr-i ilÂhîde t­rif­siz bir vus­lat yaşanır. Namazdaki bu ruh mîrÂcını yaşayabilmek ise, ona hem zÂhiren hem de bÂtınen hazırlanmayı gerektirir.

HelÂl gıdÂnın musbet enerjisini taşıyan bir beden, ancak zikir uyanıklığıyla alınan bir abdestten sonra feyizli bir namaza hazır hÂle gelir. Namazı, bedenen ve rûhen hazır olmadan, baştan savar gibi ve gÂfilÂne kılmak ise, mÂnen buyuk bir ziyanlıktır. Bu sebeple daha ilk tekbiri alırken Allahʼtan uzaklaştıracak her turlu duşunceyi zihinden ve gonulden cıkarıp atmak gerekir. Namazın edÂsı esnÂsında da butun dikkati, huzûrunda durulan Allah TeÂlÂʼya teksif ederek, ciddî, uyanık ve edepli olmak îcÂb eder. Zira namazda bedenin kıblesi KÂbe, kalbin kıblesi ise CenÂb-ı Hakʼtır.

PEYGAMBERİMİZİN NAMAZ KILIŞI

Na­ma­za du­ran kim­se­, Al­lah Te­Ã‚l ’nın aza­me­t ve yu­ce­li­ği­ni, buna karşılık kendi kulluk, hiclik ve acziyetini hissederek, hu­şû ve hu­zur h­lin­de ol­ma­lıdır. Oy­le ki, bu h­li­ni “is­tiğ­rak” seviyesine, ya­ni ken­di varlığından gecerek Hakʼta fÂnî olma derecesine yukseltmeye gayret etme­li­dir. Hic şuphesiz ki bu h­lin zir­ve­si, Ra­sû­lul­lah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼdir.

Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallÂhu anhÂ- vÂlidemiz şoyle buyurur:

“Rasûlullah -sallÂllÂhu aleyhi ve sellem- namaza durduğu zaman, yureğinden kazan kaynamasına benzer bir ses duyulurdu. Ezan okunduğu zaman, AllÂh ’ın huzûruna cıkacağı icin etrafındakileri tanımaz hÂle gelirdi.” (Ebû DÂvûd, SalÂt, 157; NesÂî, Sehv, 18)

Allah Rasûluʼnun mÂnevî terbiyesi altında yetişen guzîde sahÂbîlerden Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh- da namazdaki ruh mîrÂcının ve kalbî istiğrÂkın k‘bına varılmaz numûnelerinden biridir. Nitekim o mubÂrek sahÂbînin, bir savaşta baldırına ok saplanmış ve verdiği buyuk ıztıraptan dolayı da cıkarılamamıştı. Bunun uzerine hemen namaza duran Hazret-i Ali -radıyallÂhu anh-, girdiği mÂnevî istiğrak hÂlinin bereketiyle, okun cıkarıldığının farkına bile varmadan, huzur icinde namazını tamamlamıştır.

Diğer taraftan; “Namaz kılanlar mustesn ki onlar namazlarında devamlıdırlar.” (el-MeÂric, 22-23); “…Onlar namazlarını muhafaza ederler.” (el-EnʼÂm, 92) Âyet-i kerîmeleri muktezÂsınca, zÂhirî ve bÂtınî edeplerine riÂyetle kılınan namazlar; kulu dÂim AllÂhʼın huzurunda olduğu şuurunu kazanmaya ve gonlu her dÂim Allah ile olmaya hazırlar.

ONLARIN NAMAZI HİC BİTMEZ!

Bunun icindir ki namazı lÂyıkıyla ikāme edebilen kÂmil mu ’minlerin şiÂrı, kulluk şuurunu son nefese kadar taşımak ve Hakkʼın huzurundaki edebi, ibadet dışında da muhafaza etmektir. Bu yonuyle Hak Âşıklarının namazı dÂimîdir, hic bitmez. Onlar, hem namaz icinde hem de dışında, yani omur boyu zikr-i dÂimî ile, rûhen alnı secdede yaşarlar. Zira ibadetler, belli vakitler icinde ed edilip bitirilirse de, Hakkʼa îman ve kulluk dÂimîdir. Onun kesintiye uğraması, son bulması veya bitmesi soz konusu değildir.

[1] Suyûtî, Şerhu İbn-i MÂce, I, 313.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013
İslam ve İhsan