Kıblenin (İstikbal-i Kıblenin), KÂbeye Yonelmenin Anlamı, Sırları, Faziletleri
KÂbeye yonelmek (istikbali kıble), namazın farzlarındandır. Allahın (c.c.) Kuran-ı Kerimde acıkca emrettiklerine farz denir. Farzları yerine getirmek ibadettir. İbadet insana sevap ve Allahın (c.c.) rızasını kazandırır.
Hac, bizzat KÂbeyi ziyaret etmeyi gerektirir.
KÂbe, hem namaz hem de hac ibadetlerini doğrudan ilgilendirmektedir.
KÂbe, Allah icin yapılan ilk mescittir. Hadislerde Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapıldığı ifade edilmektedir. Kuran-ı Kerimde temellerinin Hz. İbrahim Aleyhisselam ve İsmail Aleyhisselam tarafından yukseltildiği belirtilmektedir. Buna gore, şu anlaşılmaktadır ki, Hz. Âdem Aleyhisselam tarafından yapılan ve sonradan yıkılan KÂbenin temelleri Hz. İbrahim Aleyhisselam ve Hz. İsmail Aleyhisselam tarafından bulunarak KÂbe yeniden inşa edilmiştir.
Peygamberimiz (s.a.s) Mekkede iken Kuduste bulunan Mescid-i Aksaya yonelerek namaz kılıyordu. Ama buraya yonelirken KÂbeyi de ortaya alıyordu. Yani o zamanlar hem KÂbeyi hem de Mescid-i Aksayı kıble edinmiş oluyordu. Medineye hicret gercekleşince KÂbeyi araya almak imkÂnı kalmadı. O zaman direkt Kudusteki Mescid-i Aksaya yonelerek namaz kılındı. Bu durum peygamberimize (s.a.s) pek sevimli gelmiyordu. O kıblenin KÂbe olmasını arzuluyordu. Bunun icin de dua ediyordu. Umitliydi. Bu şekilde Medinede on sekiz ay kadar namaz kılındıktan sonra kıblenin KÂbeye cevrilmesine dair ayetler nazil oldu: Yuzunun semada aranıp durduğunu goruyoruz. Artık icin rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yonelteceğiz. Haydi, yuzunu Mescid-i Harama (KÂbeye) cevir. Siz de ey muminler, nerede olursanız yuzunuzu ona doğru ceviriniz (Bakara suresi, 144)
Allah (c.c.) her yerdedir. Ona hususi bir yer ve yon tahsis edilemez. De ki doğu da batı da Allahındır. O kimi dilerse doğru yola cıkarır (Bakara suresi, 142). Cunku Allah yaratılmamıştır. Yaratandır. Yer ve yon kavramları yaratılmışlar icindir. Allah (c.c.) bunlardan aşkındır, yucedir. Allah (c.c.) ne varlık Âleminin icindedir ne de dışındadır. Allah (c.c.) yarattıklarına dair her şeyi bilir, gorur, gozetler. Kuran-ı Kerimde arşa istiva ettiğini (kapladığını) soylemesi oraya Zatı adına şeref verdiğini belirtmek icindir. Onun hicbir yere yone ihtiyacı yoktur.
İnsan cok aciz yaratılmıştır. Bir yere sığınmaya mecburdur. Onun icin kendisine ev yapar. Aynı zamanda manevi bir guvene muhtactır. Bir yonden manevi bir guven duygusu hissetmek ister. Daima o yere yonelme ihtiyacı duyar. İşte yuce Allah (c.c.) bunun icin insanın manevi olarak sığınacağı, faydalanacağı bir yer ve yon yaratmıştır. Bu manevi yon ve yer KÂbedir. Onun icin ayet-i kerime bu ihtiyacı karşılamak icin sadece namaz sırasında değil nerede olursanız olun diyor: Haydi yuzunu Mescid-i Harama (KÂbeye) cevir. Siz de ey muminler nerede olursanız yuzunuzu ona doğru ceviriniz
KÂbe hayat kaynağıdır (bk. Maide suresi, 97). Ayrıca insana guven duygusu verir. Oraya giren bela ve musibetlerden emin olur (bk. Ali İmran suresi, 97). Bunlar oraya yonelen kişilerden mahrum edilmemiştir. Cunku yuce Allah (c.c.) icin mekÂn kavramının, uzaklığın onemi yoktur. KÂbe kendisine yonelene bir guven duygusu hissettirir. Ceşitli korku ve kaygılarla namaz kılmak icin KÂbeye yonelenlerin ruhlarında hissettikleri guven duygusu budur. Bunu herkes deneyebilir. Anlayabilir, yaşayabilir. Onun icin Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimelerde KÂbenin guven yurdu olduğunu soyleyerek onun bu ozelliğine dikkat cekmiştir (bk. Bakara suresi, 125). Hadis-i şeriflerde belirtildiği uzere kalpler Allahın elindedir. İstediği duyguyu onda oluşturabilir. Bunda Allah (c.c.) icin bir sıkıntı yoktur.
KÂbe ilahi tecellinin de merkezidir. Allah (c.c.) manevi nimetleri buradan inananların gonullerine ulaştırmaktadır. Muminler yuzlerini KÂbeye cevirmekle sosyal acıdan birlik ve beraberlik duygularını yaşamaktadırlar. KÂbe tum inananları bir noktada birleştirmektedir. Ama KÂbenin işlevini sadece sosyal bir yararla tanımlamak ve sınırlandırmak eksik olur. KÂbenin aşkın bir anlamı vardır. Hadislerde ifade edildiği uzere KÂbenin duvarında yer alan ve hacıların tavaf sırasında selamladıkları Hacerul-Esved (Siyah Taş) cennetten getirilmiştir. Yani KÂbenin yapısında dunyayı aşan bir oğe yer almaktadır. Bu durum onun dunyevi faydasının otesinde yani sosyal birlikteliği temin etmenin dışında başka bir boyuta daha sahip olduğuna işaret etmektedir: ilahi, metafizik.
Allah (c.c.), Kuran-ı Kerimde bu ilahi tecelliyi şu ayet-i kerimede mubarek (mubaraken), hidayet (hudan) kelimeleri ile işaret etmiştir: Doğrusu insanlar icin kurulan ilk mabet, kesinlikle Mekkedeki o cok mubarek ve butun Âlemlere hidayet olan KÂbedir.
Tasavvuf literaturunde KÂbeden gonullere ulaşan bu ilahi tecelliye feyz denir. Feyz, nur gibi ruhun temel gıdasıdır. KÂbeden gelebileceği gibi rabıta sırasında murşitten de gelebilir. Tasavvufta murşidin kalbi de tıpkı KÂbe gibi ilahi tecellinin yeri olarak kabul edilir. Feyz, erbabınca bilinir ki, goğse dışarıdan gelen hoş bir baskıdır. Bilindiği uzere letaifler, yani manevi organlar yuzde ve goğus uzerinde ceşitli noktalarda bulunurlar. İşte gerek murşitten gerekse KÂbeden gelen bu feyz, letaifleri besler, guclendirir. Bu sayede insanın manevi yukselmesi mumkun olur. Ruhun nurdan sonra gelen ikinci besini feyzdir. Ruh icin nur ekmek ise feyz su gibidir.
Bir Musluman KÂbeyi sadece taşlardan, siyah ortuden, yani maddi şeylerden ibaret bir yapı olarak goruyorsa buyuk bir yanılgı icerisindedir. O zaman boyle bir KÂbeye doğru secde etmek Allaha (c.c.) şirk koşmaktır. HÂlbuki bu din, oncelikle putperestlere savaş acmıştır. Kendi icerisinde boyle bir celişkiyi ve mantıksızlığı barındıramaz. KÂbe ilahi tecellinin yeridir. Kıble de bunun yonudur. Bu inanış insanı ancak Allaha (c.c.) ulaştırır. Boylece mumin KÂbe istikametine yonelip secde edince Allaha (c.c.) secde etmiş olur. Şirkten kurtulur. Ayrıca bu inanışı sayesinde her zaman KÂbe tarafına yonelerek ilahi tecelliye muşteri olur. Kalbini, letaiflerini feyizle doldurur. Manevi ilerlemesini ve zenginliğini gercekleştirerek insanlara yararlı olabilecek bir kıvama gelir.
Kıbleye karşı oturmak hem hadislerde hem ayet-i kerimelerde teşvik edilmiştir. Peygamberimiz (s.a.s) bu konuda şoyle buyurmaktadır: Her şeyin en guzel ve en uygun bir şekli vardır. Oturma şeklinin en guzeli de kıbleye karşı oturmaktır. Ayet-i kerimede ise yuce Allah (c.c.) şoyle buyurmaktadır: Her nereden yola cıkarsan yuzunu Mescid-i Harama doğru cevir ve her nerede olursanız olun yuzunuzu ona doğru cevirin ki insanlar icin aleyhinizde bir delil olmasın (Bakara suresi, 150)
Kuşkusuz insan namaz kılarken, kurban keserken, Kuran-ı Kerim okurken, zikir cekerken, rabıta yaparken kıbleye karşı oturarak oradan da ilahi feyzi almaktadır. Ama bu tur bir ibadet olmadan da insan sadece yuzunu kıbleye donup oturarak da ilahi feyze nail olabilir. Ayrıca ayet-i kerime ile farz olması nedeniyle insana buyuk sevaplar ve Allahın rızasını da kazandırır.
Bir Musluman olduğunde mezara gomulurken sağ tarafına yanı uzerine yatırılır ve boylece yuzu, goğsu kıble istikametine konmuş olur. Yine Muslumanlar yataklarında da bu şekilde yatmaya gayret ederler. Cunku ilahi feyiz letaiflerin bulunduğu yuz ve goğus noktalarından algılanır. Bu olunce de yatınca da devam edebilir. Buna her zaman muşteri olmak gerekir. Kabir hayatını keşfeden pek cok veliye gore Musluman olarak yaşayıp olemeyen kişiler, her ne kadar boyle gomulseler de bu tur bir pozisyon hemen azap melekleri tarafından bozulmaktadır. Bazı veliler bu cevrilmenin fiziki değil de manevi yuz ve bunye ile olduğunu ifade etmişlerdir. Allah (c.c.) bizleri bu tur şeylerden korusun. Âmin.
İnsan omrunun buyuk bir kısmı yatakta uyuyarak gecmektedir. Bu zamanı gerek abdestli yatmak, gerekse de yatarken elden geldiğince yuzu kıbleye donmek suretiyle ibadete cevirmek gerekir.
Gun icerisinde gerek evimizde gerekse işyerinde vaktimizin cokca gecirildiği bazı yerler vardır. Bize ait veya bizim sıklıkla oturduğumuz bu yerlerde koltuk, masa ve sandalyeler bulunabilir. Bunlar kıble istikametine konursa oturduğumuz yerden bizlere KÂbeden gelecek ilahi feyze vesile olurlar. İnsanın oturduğu yerde hem başka işlerini yapması hem de ilahi feyizden yararlanması cok akıllıca bir iştir. Kacırılacak fırsatlar değildir. Cunku hic zahmet cekmeden, yorulmadan, oturduğu yerden sevaba ve ilahi feyze nail olunmaktadır. Bu acıdan yemek yediğimiz yerler bile boyle ayarlanmalıdır. Cunku o az gibi gorunen dakikalar bir omurde toplandığı zaman yılları bulabilir. Ebedi kurtuluşumuza ve cok ceşitli ahret nimetlerine vesile olabilirler. Bunları kucuk gormemek, azımsamamak gerekir. Tabii ilahi feyze ulaşabilmek icin en azından otururken, kısa bir sure veya ara sıra da olsa, KÂbenin karşında olduğumuzun bilincinde olmak gerekir. Cunku ibadet bilincle ve kalpten gecen bir niyetle yapılır. Bunun icin karşımızdaki duvarda bir KÂbe resmi veya İslami bir yazı bize bu konuda hatırlatıcı gorev yuklenebilir. Bir de evin veya işyerin inşasında KÂbenin acıları duşunulmediği icin oturacağımız yerler, ortamın dekorasyonunda duvara da ters duşmemesi icin bir miktar KÂbe yonunden sapabilir. Toplam 45 derecelik bir acı ile KÂbeden sağa ve sola sapma normal bir durumdur. Bunları vesvese yapıp da şeytana bu konuda pabuc bırakmamak gerekir. Zira her hayırlı işte imtihanın sırrı gereği pek cok engel onumuze cıkabilir. Allahın emrini yerine getirmek, sevap kazanmak, Allahın rızasını elde etmek kolay şeyler değildir. Yani haliyle bunlar o kadar ucuz olamaz. KÂbenin feyzinden yararlanmak gibi buyuk bir nimete kavuşmak icin hareket ettiğinizde gorursunuz ki bunu engellemek icin nefis ve şeytanlar verdikleri vesveseler ile bizleri ve cevrenizdeki insanları kullanmaya başlayacaklardır. Bazı kişiler, eşyaların yerlerinin değiştirilmesi meselesinde hic yoktan buyuk problemler cıkaracaklardır.
KÂbeye donmek namazın bir şartıdır. Yani bir parcasıdır. Coğu zaman parca butunun yerine gecebilir. Niyet, amelin kendisi gibi sevap kazandırabilir. Yani Allah (c.c.) fazl u ikramıyla bir hayırlı işin bir kısmını yapana hepsini yapmış gibi sevap verebilir. Mirac hadisesinden biliyoruz ki, namaz başlangıcta elli vakitti. Elli vakit demek, insanın tum zamanını namaza hasretmesidir. Peygamberimiz (s.a.s), gok katında bu konuda Hz. Musa Aleyhisselamın goruşunu aldı. O, ummetin bunu yapamayacaklardır, onlara ağır gelecektir dedi. Bunun uzerine peygamberimiz (s.a.s) Rabbin karşısına birkac kez cıkma ile nihayet namaz beş vakte kadar indirildi. Elbette yuce Allah Hz. Musa Aleyhisselamın bildiği şeyi de, peygamberimizin (s.a.s) Allahın (c.c.) huzuruna tekrar be tekrar gelip namazın vakitlerinin indirimi icin istekte bulunacağını da, Onun da bu isteği kabul edeceğini de ezeli ilmi ile biliyordu. Peki oyle ise miractaki bu namaz vakitlerinin indirimi olayı nicin yaşatılmıştı? Cunku Allah bununla kullarına rızasının daimi namaz halinde olduğunu vurgulamıştı. Elbette dunya işleri bizleri daimi namaz halinden alıkoymaktadır. Buna kimsenin de gucu yetmez. Ama dunya işlerini yaparken abdestli bulunma, kıbleye karşı donme, Kuran-ı Kerimden sureler okuma gibi namazın rukunlerinden birisini ve bir kacını daimi olarak ayakta tutabiliriz. Bu zor bir durum değildir. Bu sayede Allahın rızasının gizli olduğu daimi namaz hali de yakalanmış olabilir. Bu acıdan kıbleye donme, namaz kılmak gibi buyuk bir ibadetin parcası olması yanında insana surekli namaz hali gibi buyuk sevaplar da Allahın rızasını da kazandırabilir. Allah hepimize bu buyuk nimeti nasip eylesin. Âmin.
Daima KÂbeye yonelen bir kişinin namazlarının da huşulu olacağı kesindir. Namazda huşu ise buyuk bir devlettir. Muhakkak ki namazlarında huşua eren muminler, kurtuluşa ermişlerdir. (Muminun suresi, ayet 1,2)
KÂbeyi ziyaret etme, İslamın beş şartından birisi olan haccın bir ruknudur. Hadis-i şerifte kabul edilmiş bir haccın karşılığının cennet olduğu ifade edilmiştir. Hac gibi buyuk bir ibadetin gerek insana nasip olması gerekse kabul edilen bir derecede gercekleşmesi, buyuk bir bahtlıktır. Devlettir. Hacca gitmeden once her zaman KÂbeye buyuk bir iştiyakla yonelmenin bunların gercekleşmesinde kalbi ve fiili dua hukmune gececeği muhakkaktır. Her zaman KÂbeye buyuk bir iştiyakla yonelme, haccını yerine getiren kişilerin de aziz hatıralarını canlandıran bir işlev gorecektir. Bu da o kişiye manevi olarak haccını tazeleme imkÂnı vermiş olur. Peygamberimiz (s.a.s) guzel bir niyetin, amelini yapmış gibi kişiye sevap kazandıracağını pek cok hadis-i şerifle farklı ifadelerle dile getirmiştir.
Bir yere yonelmek, orayı manevi olarak ziyaret etmek demektir. İnsanın yapacağı en hayırlı manevi ziyaret ise KÂbedir. Daima abdestli halde bulunmak gibi oturacağımız yerlerin kıble istikametinde olması da insanın manevi acıdan boyle buyuk hazinelere sahip olmasını sağlayıcıdır. Bunların kazandıracağı şeyler, şimdilik dunya imtihanı gereği gozlerden saklanmıştır. Ahrette bu nimete sahip olanları sevindirecek, hatta onların akıllarını başlarından alacak nice mukÂfatları kazandıracağı muhakkaktır. Kaldı ki Allah (c.c.) ilgili ayet-i kerimede yola cıktığımızda once yuzumuzu KÂbenin olduğu tarafa donmemizi, KÂbenin nerede olduğu bilincinden sonra yolumuzun tarafına donup gitmemizi istediği gibi nerede olursak olalım KÂbe tarafından gelecek esintiyi dikkate almamızı da emir buyurmuşlardır. Dikkat edilirse ayet-i kerimelerde namaz ifadesi gecmediği gibi mekÂn kısıtlaması da yapılmamış, ayet-i kerimeler yururken de otururken de KÂbeye yonelmeyi, onu dikkate almayı ihmal etmememizi acıkca istemiştir: Her nereden yola cıkarsan yuzunu Mescid-i Harama doğru cevir ve her nerede olursanız olun yuzunuzu ona doğru cevirin ki insanlar icin aleyhinizde bir delil olmasın (Bakara suresi, 150) Bu ayet ve diğerleri bizim tavsiye ettiğimiz şeyleri adeta emretmektedir.
Tabii edep gereği buyuk ve kucuk tuvaletler yapılırken kıbleye yuzumuzu cevirmek doğru değildir. Hadis-i şerifler de bu hususta bizleri sakındırmaktadır. Elden geldiğince buna dikkat etmek gerekir.
KÂbeye yonelme nimetinden yararlanmamız icin illa abdestli bulunma şartı yoktur.
KÂbeye yonelme ayetleri indiğinde peygamberimiz ve sahabeler cok sevinmişlerdi. O kadar ki Allahu ZulcelÂl, ayet-i kerimede peygamberimizin (s.a.s) bu sevincini şoyle ifade etmişti: : Yuzunun semada aranıp durduğunu goruyoruz. Artık icin rahat olsun. Seni hoşnut olacağın bir kıbleye yonelteceğiz. Haydi yuzunu Mescid-i Harama (Kabeye) cevir. Siz de ey muminler nerede olursanız yuzunuzu ona doğru ceviriniz (Bakara suresi, 144) Cunku daha once namazda Yahudilerle aynı kıbleyi, yani Kudusteki Mescid-i Aksa yonunu kullanıyorlardı. Bu durum Muslumanların biraz da olsa onurlarına dokunuyordu. Oysa KÂbenin onemi de biliniyordu. Peygamberimiz (s.a.s) ve buyuk kısım Muslumanlar bir zaman sonra kıblenin yonunun değiştirilip KÂbe olacağını seziyorlardı. Ayet-i kerime onlara bu mujdeyi verdiğinde onlar sadece namazda değil tum vakitlerinde elden geldiğince KÂbe tarafına yoneldiler. Bu işte cok ileri gittiler. Daha da ileri gidecekleri kesindi. Bu da bu dini pasif bir yapıya sahip kılabileceği gibi daha onemli bazı şeylerin de farkına varılmasını engelleyebilirdi. Onun icin aşağıdaki ayet-i kerime bir dengeyi karşılamakta ve Muslumanları bazı konularda aktifliğe teşvik etmektedir. Bu din insanlara yararlı olmak icin gelmiştir. Dinin de ruhu budur. İyilik başkalarına yonelmekle gercekleşir. KÂbe kendisine yonelene feyz, sevap kazandırabilir ama iyilik ancak bir insana yapılınca olur. KÂbeden elde edilecek feyzle manevi terakkisini sağlayan kişinin iyilikler yapmak icin insanlara ve topluma yonelmesi gerekir. Batarya sadece şarj olmak icin değil bir işlevi gercekleştirmek icin vardır. Bir de insanı iyiliğe bire yani hayra) yonlendiren iman esaslarına da dikkat edilmelidir. KÂbeye yonelme kadar bunlara da yonelmek gerekir. Ayette iman esasları da bu yuzden hatırlatılmıştır. Tabii bu ayet-i kerime kesinlikle kıbleye donmekle elde edilecek faziletleri, nimetleri kucuk gostermemekte, sadece Muslumanların bakışını başka mecralara da cekmekte, onların dini bir butun olarak değerlendirmelerini sağlamaktadır. Kısacası taşları yerine oturtmaktadır: Yuzlerinizi bir doğuya bir batıya cevirmeniz hayra ermek demek değildir Hayra eren o kimsedir ki Allaha, ahret gunune, meleklere, Kitaba ve butun peygamberlere iman edip akrabalara, oksuzlere, bicarelere, yolda kalmışlara, dilenenlere ve esirlere seve seve mal verenler, namazı kılanlar ve zekÂtı verenlerdir Bir de antlaştıkları vakit (ahitlerini) sozlerini yerine getirenler ile sıkıntı ve hastalık hallerinde ve savaşın şiddetli zamanlarında sabredenlerdir. İşte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan muttakiler!
Bize yoneleceğimiz bir kıble verdiği icin Allaha (c.c.) kelimeleri adedince şukurler, hamd u senalar olsun. Allahu ZulcelÂl, bizleri her zaman KÂbe-yi mukerremeye yoneltsin. Bizlere rızasını nasip eylesin. Âmin.
Muhsin İyi