Hz. Muhammed ’in (Peygamberimizin) Ustunluğu, Âlemlere Rahmet Vesilesi Olması
Nefsin damarları pek coktur. Bunlardan bir tanesi, kendisini herkesten ustun gormesidir. Daha doğrusu, nefsin kendisinden daha buyuk ve şerefli insanlara tahammul edememesidir. Maalesef tarih boyunca peygamberlere karşı gelen butun insanlar, nefsin bu damarıyla husrana duşmuşlerdir. Nefsin bu damarı ise herkeste vardır. Bugun peygamberler olmasa da onun misyonunu taşıyan kimseler mevcuttur. Rabbani Âlimler (murşid-i kÂmiller), peygamberin varisleridir. Onları inkÂr eden, onlara kotu sozler soyleyen kişiler de maalesef bu nefis damarı ile hareket etmektedirler.

Hz. Muhammed Aleyhisselam hakkında konuşurken bazıları ona salÂt ve selam getirmeyi gereksiz bulurlar. Nedense salÂt ve selam getirmek ağırlarına gider. İsminin başına Hazreti unvanını koymayanları da var. Tabii boylelerinin şayet İslam ’la yakından ve uzaktan bir ilgileri yoksa insan bunları normal karşılıyor, ama namaz kılıp da davası İslam olanların boyle tavırlarını anlamak gercekten zordur.

Kendimi şoyle bir yoklayınca gencliğimde okuduğum bazı kitapların etkisi ile bir donem peygamberimize (s.a.s) karşı buyuk bir saygısızlık icerisinde bulunduğumu hatırladım. Bunun tabii en birinci nedeni icerisinde yer aldığım bir guruptu. İnsan alışkanlıkların iyilerini de kotulerini de genellikle boyle kapıyor. Bir de tabii boyle konuları. HÂlbuki ibadetlerini yapan bir genctim. Ama peygamberimizi (s.a.s) diğer peygamberlerle (a.s.) aynı, eşit gormek ve tutmak istiyordum. Bakara suresinin son ayetlerinde gecen ‘Peygamberlerinden hic biri arasında ayrım yapmayız. ’ ifadelerine saplanıp kalırdım. O nefis damarım, nedense her peygamberi bir ve eşit gormek duşuncesinde ayak diretir, marifetmiş gibi ilgili ayeti delil gosterip dururdu. Şimdi kendimi biraz tarafsız bir şekilde tahlil edince bu nefis damarının amacının aslında peygamberlere karşı gelmek olduğunu, ama buna gucu yetmeyince, bu ceşit cılız ve zayıf bir yola başvurduğunu aynelyakin anladım. Demek ki, bir peygamberin zamanında yaşasaydık ve bu bicimde bir nefis damarına biraz uysaydık ona direk karşı gelip hidayetten mahrum kalacaktık. Allah korusun.

HÂlbuki anne babalar bilirler ki, aileye en son katılan cocuk, diğerlerine gore daha sevgilidir. Anne babalar evlatları arasında ayrım yapmak istemeseler de durum genellikle boyledir. En kucuk cocuk sevginin merkezi olmaktan kurtulamaz. Peygamberimiz (s.a.s) peygamberlik zincirinin son halkasını oluşturduğu gibi kendisi uzerinde Allah ’ın sevgilisi olma (habibullah) nimeti de tecelli etmiştir. Allah (c.c.) peygamberimizi (s.a.s) bu makama layık gormuştur. Dunya ve ahreti bu sevgi temeli ile yaratmıştır. Dunya ve ahreti bir ağaca benzetirsek peygamberimiz (s.a.s) bu varlık ağacının meyvesi gibidir, yani yaratılış amacıdır. Onun icin bir kutsi hadis-i şerifte yuce Allah ‘Sen olmasaydın, Sen olmasaydın Âlemleri yaratmazdım. ’ diye peygamberimizin (s.a.s) şanında bu sevgisini ifade etmiştir.

Kuşkusuz yuce Allah sınırsız sayıda evrenlerin yaratıcısıdır. O ’nun dunya dışında başka gezegenlerde de bizler gibi imtihana tabi tutulan varlıklar yaratması şanına uygun duşer. Şanını yuceltir. O ’nun yaratıcılığını sadece bu evrenle sınırlı tutmak da doğru değildir. Yuce Allah ’ın yaratıcılığına bir son ve sınır koymak zulumlerin ve gunahların en buyuğudur. Yuce Allah (c.c.) nasıl dunya uzerinde tarih boyunca her kavme (bir hadis-i şerife gore toplam 124.000) peygamber gondermişse, evrendeki yaşam olan, yani bizler gibi akıllı varlıkları olup da imtihan edilen her gezegene de peygamberler gondermiştir. Muhakkak ki onların son peygamberi de bizim peygamberimiz gibi sevgili unvanına mazhar olmuştur. Yukarıdaki ‘Sen olmasaydın, Sen olmasaydın Âlemleri yaratmazdım. ’ hadis-i şerifi onlar icin de ayrı ayrı varit olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.s) daha dunyaya gelmeden once ruhlar Âleminde de diğer peygamberlerin imreneceği bir şana sahipti. Her peygamber, peygamberimizin (s.a.s) yerinde olmak istiyordu. Barnabas İncilinin muhtelif yerlerinde Hz. İsa Aleyhisselam, peygamberimizin (s.a.s) şanı icin onun ayakkabısının bağını bağlama şerefine nail olmayı dilemektedir.

İmam-ı Rabbani Hazretleri (k.s.) Mektubat ’ında şu bilgileri vermektedir: Rivayete gore ruhlar Âleminde her peygamber, peygamberimizin (s.a.s) ummeti olmak icin dua etmiş, yalnız Hz. İsa ’nın (a.s.) duası kabul gormuştur. O kıyamete yakın Hz. Mehdi Aleyhisselam ’a tabi olmak uzere gelecektir. Aslında resuller arası olan bin yıllık sure sadece bizim peygamberimiz (s.as.) icin uzatılmış, Hz. İsa Aleyhisselam ’ın kalan dunyalık omru gibi 500 yıllık risalet omru de bizim peygamberimizin (s.a.s) risalet omrune eklenmiştir.

Kuşkusuz kıyametin ne zaman kopacağını bilemiyoruz. Zaten bir kişi olduğunde kıyameti de kopmuş demektir. Bu konuda meraklı olmak da doğru değildir. Cunku Allah (c.c.) bir hikmete gore bunun gizli kalmasını istemiştir. Bir Musluman ’ın da Allah ’ın gizli kalmasını istediği şeylere karşı meraklı olması da her şeyden once edebe aykırıdır. Şimdi hicri 1433 yılını yaşıyoruz. Bilmiyorum ama sona yaklaştık gibiyiz. Cunku 1500 ’lu yıllara az kaldı. Hz. Mehdi Aleyhisselam ile Hz. İsa Aleyhisselam ’ın zamanları yaklaşmış gibi. Hadis-i şeriflere gore onların vaktinde pek cok Hıristiyan ulkenin insanlarının İslam ’la tanışacağı, insanların akın akın Allah ’ın dinine gireceği, kırk yıl gibi bir zamanda dunyanın savaştan uzak, bolluk ve bereket ile dolacağı belirtilmektedir. Bu konudaki yuzlerce senedi sahih hadis-i şerifi inkÂr etmek, gormezlikten gelmek, tevil etmek mumkun değildir. Ama bir kenara da cekilip Hz. Mehdi Aleyhisselam ile Hz. İsa Aleyhisselam ’ı beklemek gibi pasif bir tavra da karşıyız. Bir Musluman ’ın her devirde her an yapacağı onemli, etkin işleri vardır. Ama kuşkusuz bu haberler yani ilgili hadis-i şerifler, Muslumanların umitlerini canlı tutmakta, onlara bir guven duygusu da vermektedirler. Moral olarak bunlara da muhtac durumdayız. Cunku insanları ayakta tutan şeyler ideallerdir, umittir.

Hz. Mehdi Aleyhisselam ’ın peygamberimizin (s.a.s) soyundan olması, Hz. İsa ’nın (a.s.) Hz. Mehdi Aleyhisselam ’a tabi olması peygamberimizin (s.a.s) şanını yuceltmektedir, yukseltmektedir.

Dunya kurulalı beri 313 resul gelmiştir. Resul yeni şeriat getiren peygamber demektir. Yani kitaplı peygamberdir. Her resul arasının bin yıl olduğunu belirtmiştik. 124.000 tane de nebi gorevlendirilmiştir. Nebi bir resula tabi olup da kendisine şeriat ve kitap verilmeyen peygamberdir. Her resulun onlarca nebisi olmuştur. Bunlar kavimlerini bağlı oldukları bir resulun şeriatine gore uyarmışlar, hak yola davet etmişlerdir. Eski zamanlarda pek cok kişi Allah ’ın dinine uymak, bir peygambere bağlanmak icin kavim kavim dolaşırlardı. Peygamber ararlardı.

Peygamberimize (s.a.s) tabi nebiler olmamıştır. Cunku Hz. Muhammed (s.a.s) son resul ve nebidir. Onun nebilerinin olmamasının hikmetleri vardır. Bu bir eksiklik değildir. Peygamberimizin (s.a.s) şanını yukselten bir şeydir. Demek ki peygamberimizin (s.a.s) şanı o kadar buyuk ki, Allah gecmiş zamanlarda bin yıl sure icerisinde resullere yardımcı olarak gonderdiği nebileri peygamberimiz (s.a.s) icin gerekli gormemiştir. Yani ampul buyuk ve guclu olunca mumlara hacet kalmamıştır.

Hadis-i şeriflere gore peygamberimiz (s.a.s), Âlimleri varisleri olarak ilan etmiştir. Tabii bu Âlimler kafaları bilgi yuklu olup da yaşantısı İslam ’dan uzak kişiler değillerdir. Bunlar Rabbani Âlimlerdir. Yaşantıları, ahlakları tıpkı peygamberimizi (s.a.s) andırır. Bunlara murşid-i kÂmiller de denir. Bir kişi can u gonulden boyle bir murşid-i kÂmili ararsa, bu kişi tıpkı eski devirlerde kavim kavim dolaşıp da peygamber arayan kimse gibidir. Boyle bir kişi Rabbani Âlimi yani murşid-i kÂmili bulursa Allah gercek murşid-i kÂmile ait pek cok işareti ve kerameti de ona gosterir. En azından nisbet kokusu dediğimiz, uhrevi hoş bir kokuyu koklamayı ona nasip ederek ilgili kişinin peygamber varisi olduğu yonunde kalpleri mutmain kılar. Yeter ki kişi ihlÂsla arasın, bu konuda niyeti temiz olsun. Bu oyle hafif bir koku değildir. Yani belli belirsiz hissedilmez. Halkın tabiriyle burnun direklerini kırarcasına hicbir şupheye yer kalmayacak şekilde net ve acık olduğu kadar, yoğun olarak da kendisini belli eder. Bu genellikle pek cok kez de tekrar eder. Her haliyle cennet kokusu olduğu kuşkuya mahal bırakmaksızın acıktır. Cunku dunya kokularından ayrılan belirgin farklılıklara sahiptir. Sahabelerin Hz. Resul ’den geldiğini soylediği koku ile Hz. Yakup ’un (a.s.) uzaktan kokusunu aldığı Hz. Yusuf ’un (a.s.) gomleği de bunlardandır. Haddizatında her peygamberin, velinin kendine mahsus cennet kaynaklı hoş bir kokusu vardır. Bu konuda manevi olarak bu kokuyu her zaman alma nimetine ulaşmış ve bu ozelliği gelişmiş kişiler bunu cok iyi bilirler. Tabii gercek bir murşid-i kÂmilin elini tuttuğu halde boyle bir kokuyu alamayanlar da vardır. Bu yolda sabır gosterirlerse murşid-i kÂmilleri başka işaretler ve kerametler ile onların bağlılıklarını sağlamlaştıracaktır. Aslında işaret ve keramet bağlılıkları zayıf olanlara gelir. Guclu olanların bu gibi şeylere ihtiyacları yoktur. Belki de bu yuzden bazı sofiler boyle işaret ve kerametlere hic şahit olamazlar.

Peygamber varisi olan Rabbani Âlimler, yani murşid-i kÂmiller her ceşit kerameti bağlılarına gosterebilirler. Dolayısıyla butun bunlar da peygamberimizin (s.a.s) şanını yukseltmektedirler. Cunku murşid-i kÂmiller gerek ahlakları gerekse yaşayışları ile peygamberimizi (s.a.s) ornek alırlar. Aslında onlardan zuhur eden keşif ve kerametler peygamberimizden (s.a.s) kaynağını alır.

Peygamberimiz (s.a.s) devrinde yaşamadığımız icin buyuk bir uzuntu duymaktayız. Ama peygamberimiz olmemiştir. Hatta hayattakinden daha canlı ve etkin bir şekilde yaşamaktadır, ummetinden de her kişiden haberdardır. Onunla iletişim kurmanın en guzel yolu ona cokca salÂt ve selam getirmektir. Hadis-i şerife gore o ummetinden gelen her salÂt ve selamı kişi ismi ile birlikte bir gorevli melekten almakta ve o anda buna da mukabele etmektedir. Bunun nasıl olduğuna kafa yormamak gerekir. Zira Allah (c.c.) her şeyi mumkun kılabilir. O ’nu bu dunyanın kanunları bağlayamaz ve sınırlandıramaz. O yepyeni kanunları yaratandır.

Peygamberimizin (s.a.s) şanından istifade etmek istiyorsak ona cokca salÂt ve selam getirmeliyiz. Aslında o salÂt ve selama muhtac değildir. Cunku Allah ve melekleri daima ona salÂt ve selam getirmektedirler. Ama onun ummeti olarak bizler ona salÂt ve selam getirmeye cok muhtacız: ‘Şuphesiz Allah ve melekleri peygambere salÂt ediyorlar. Ey inananlar, siz de ona salÂt ve selam edin! (Ahzab suresi, 56) ’

Ona salÂt ve selam getirmek, aslında kendimize en mukemmel ve ideal bir şekilde butun dunya ve ahret nimetleri icin dua etmek gibidir. Onun icin peygamberimiz (s.a.s) hadis-i şeriflerinde adı anıldığında kendisine salÂt ve selam getirmeyi sahabelerine cokca tavsiye ettiği gibi dua yaparken de buna onem vermeyi vurgulamıştır. Hatta bazı sahabeler ileri giderek duada baştan sona ona salÂt ve selam getirme yoluna gitmişlerdir. SalÂt ve selamın en buyuk fazileti peygamberimizin (s.a.s) butun dunya ve ahret sıkıntılarına, zorluklarına, problemlerine şefaatci olmasıdır, bu sayede onları hafifletmesi veya ortadan kaldırmasıdır. Onun icin aklı başında olan her insanın gunahlara tovbe ve istiğfar yanında en az gunde yuz kere peygamberimize (s.a.s) salÂt ve selam getirmesi gerekir. Bu hem dunya hayatında hem de ahrette ona buyuk bir genişlik ve rahatlık sağlayacaktır. Peygamberin (s.a.s) dunya ve ahret iyiliği icin dualarına (ayrıca şefaatlerine) mazhar olacaklardır. Bu ise başlı başına bir devlettir. Peygamberimizin (s.a.s) de şanının buyukluğune bir işarettir. Cunku yuce Allah peygamberimizin şanı hakkında şoyle buyurmaktadır: ‘Biz seni ancak Âlemlere rahmet olarak gonderdik (Enbiya suresi, 107). ’ Unutmayalım ki, bu rahmet ona ne kadar salÂt ve selam getirirsek bizim uzerimizde o derece tecelli edecektir.

Peygamberimizin (s.a.s) buyukluğu camilerde bir başka şekilde tecelli eder. Bu tecelli, peygamberimizin (s.a.s) isminin Allah ’ın isminin hizasında olmasındadır. Bu aynı zamanda bir derstir. Allah isminin her harfi sonsuzluğa işaret eder. Elif ’in başı ve sonu acıktır. Sonsuza kadar cizgi devam edebilir. Cift lam harfi ise ust tarafta iki cizgi ile sonsuza kadar yuceltilebilir. He harfi ise bazı klasik yazılarda her ne kadar kapatılan bicimde yazılsa da suslu yazılarda sonu acıktır. Gelelim Muhammed kelimesine. Mim secde halinin remzidir. Muhammed kelimesinde iki tane vardır. Secde ise kulluğun en zirve noktasıdır. Ha harfi rukûu, dal harfi ise kuudu (oturuşları) temsil etmektedir. Kısacası Allah miraca layık gorduğu peygamberini camilerde de kulluğu simgeleyen harfleri ile karşısına almaktadır. Kullukla ona en buyuk payeyi vermektedir. Bizlere de manevi miracın yolu olan namazla kulluğu ders vermektedir. Cunku namaz mirac gecesinde butun ummet-i Muhammed ’e hediye edilen en buyuk nimettir.

Kuşkusuz mirac hadisesi buyuk bir mucizedir. Hicbir peygambere de nasip olmamıştır. Dunyada ister veli, ister peygamber olsun hic kimse Allah ’ın cemalini gorme şerefine nail olmamıştır, olamayacaktır da. Bu konudaki butun iddialar yalandır. İmam-ı Rabbani Hazretlerinin (k.s) ifadesiyle Allah (c.c.) otelerin otesindedir. O ’na bu dunya hayatında ulaşmak mumkun değildir. Bu sadece peygamberimize (s.a.s) nasip olmuştur. Cunku peygamberimiz (s.a.s) miracta bu dunyanın zaman ve mekÂn kaydından cıkmıştır. Ahret Âlemine vasıl olmuştur. Orada Allah ’ın (c.c.) cemalini gorme nimetine nail olduğu gibi O ’nunla da konuşmuştur.

Peygamberimizin (s.a.s) şanının buyukluğu şu ayet-i kerimede belirtilmiştir. Akıllı kişiye bu ayet-i kerime yeter de artar bile: ‘(Habibim) de ki: ‘Eğer Allah ’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve gunahlarınızı bağışlasın. Cunku Allah cok bağışlayan, cok merhamet edendir (Ali İmran suresi, 31). ’ Ayette aranan şart olan ‘peygambere uymak ’ onun sunnetini elden geldiğince hayata gecirmek, onun gibi yaşamak, İslam davasına onun gibi sahip cıkmak demektir. Bu ayette Allah ’ı (c.c.) sevmenin şartının peygambere uymak olarak belirtilmesi duşundurucudur. Demek ki sunnete ne kadar uyarsak o derece bu sevgiye mazhar oluruz. Yani Allah (c.c.) sevgili habibini (yani peygamberimizi) seveni, ona uyanı, sevdiği, uyduğu derece ile sevmektedir.

Murşid-i kÂmiller peygamberimizi en cok seven kişilerdir. Cunku onlar sunneti her haliyle yaşamaya calışırlar. Peygamberimizi (s.a.s) sadece dış gorunuş yonuyle taklit etmezler. Ahlakını da benimserler, ozumserler. Nefislerindeki o peygamberlere karşı cıkan damar, tamamen yok olmuştur, daha doğrusu mutlak itaate donmuştur. Bu acıdan sofiler de murşid-i kÂmilleri sevmekle bu sevgiye mazhar olurlar. Bu sevgi zamanla onları peygamberin sevgisine ve Allah sevgisine ulaştırır. İşte tasavvuf ve tarikat yolunun amacı ve yontemi kısaca budur.

Bir insan kitaplardan oğrendiği bilgilerle de peygamberimizi (s.a.s) tanıyıp sevebilir. Ama bu tanıma ve sevme taklidi bir imanı doğurur. Boyle bir iman ufak tefek dalgalanmalarda bozulabilir. Peygamberi bir murşid-i kÂmilin kişiliğinde tanıyan; peygamberin yaşayışını, sunnetini, ahlakını, tavrını bir murşid-i kÂmilin şahsında gozlemleyen bir kişinin imanı tahkiki duzeye yukselir. Hele bu muşahede ile sofi murşid-i kÂmilin gosterdiği yolda ilerlerse, yani zikir ve rabıtasını aksatmaksızın yaparsa ceşitli haller yaşayarak nefsini terbiye edip imani konuların hakikatini yakından da tanımış olacaktır.

Taklidi imana sahip bir kişi Kuran-ı Kerim okununca nurun ortaya cıktığını başkalarından duymuş olabilir. Buna kendince ‘Belki mumkundur, ’ der. Ama tahkiki imana eren kişi bu konuda yakine erer. Bu konuda pek cok işareti muşahede eder. Delilleri gorur. Hatta manevi seyri ilerlediğince kalp gozu ile bu nurlara bizzat şahit olur. Diğer iman edilmesi gereken konular da bunun gibidir. İmam-ı Rabbani Hazretlerine (k.s.) gore, tarikatın da, hakikatin de, marifetin de amacı şeriattır. Bahaeddin Nakşibendiyye Hazretlerine (k.s.) gore, tarikat ve tasavvuf yolunun amacı şeriatın ozet ve oz olarak soylediği şeyleri ayrıntılı bir şekilde acıklamak, hukumlerini de keşfi bilgi ile doğrulamaktır. Başka bir şey değildir.

Peygamberimizin (s.a.s) şanında inen başka bir kısım ayetleri de zikretmeden gecmek doğru olmayacaktır.

‘O peygamber, inananlara kendi canlarından daha yakındır… (Ahzab suresi, 6) ’

‘And olsun, size kendi icinizde oyle bir resul geldi ki, sizin sıkıntıya duşmeniz ona cok ağır gelir. O size cok duşkun, muminlere karşı da cok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe suresi, 128) ’

‘And olsun ki, sizden Allah ’a ve ahret gunune kavuşacağını umanlar ve Allah ’ı cok zikredenler icin Resulullah ’ta usve-i hasene (en guzel ornek) vardır. (Ahzab suresi, 21). ’

(Ey Resulum!) Muhakkak ki senin icin tukenmeyen bir mukÂfat vardır. Şuphesiz sen buyuk bir ahlak uzeresin. (Kalem suresi, 3-4). ’

‘Şuphesiz Allah katında tek din İslam ’dır. Kitap verilmiş olanlar kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki ihtiras ve kıskanclık yuzunden ayrılığa duştuler. Allah ’ın ayetlerini inkÂr edenler, bilsinler ki, Allah hesabı cok cabuk gorendir. (Al-i İmran suresi, 19). ’

Allah (c.c.) peygamberimize (s.a.s) imanımızı yakinleştirsin. O ’nun sunnetine ve davasına uygun olarak yaşamayı nasip eylesin. Şefaatleri daima uzerimizde olsun. Âmin.
Muhsin İyi