Aslında Allah’ın (c.c.) el-Evvel (Oncesi olmayan ilk) ve el-Âhir (Sonrası olmayan son) oluşu, biz zamanla kayıtlı insanlara goredir. Allah (c.c.) zaman kavramıyla kayıtlı olmadığına gore O her zaman vardır. O’na bir başlangıc ve son duşunulemez. Zaman da evren gibi yaratılmıştır. İnsanın belli bir zamanda doğması, buyumesi, olgunlaşması, olmesi zaman kavramını bir doğa olgusu haline getirmiştir. Ama Allah (c.c.) doğmamıştır, değişmemiştir ve olmeyecek diridir. O’nun katında gecmiş zaman, şimdiki zaman, gelecek zaman birdir.

Zaman kavramı ezeli değildir. Evrenle birlikte yaratılmıştır. Ayrıca zaman kavramı ebedi de değildir. Kıyametin kopması ile son bulacaktır. Ahiret icin daimi bir mekanla (cennet ve cehennem) ebediyet yaratılmıştır.

İnsanın icerisinde bulunduğu madde Âlemini aşıp Allah’ı (c.c.) duşunmesi ve O’na yonelmesi icin ceşitli ibadetler konmuştur. Oruc, bedenin doğal ihtiyaclarını gun boyunca kesmekle bunu gercekleştirmeye calışır. Oructa yeme, icme, cinsel munasebet gibi nefsin maddi Âlemle kurduğu doğal ilişki bicimi ilgili surede askıya alınarak onun otesinde ruhun ilahi aşkla gereksinim duyduğu Allah (c.c.) rızası boyutuna gecilmeye calışılır. Zekat da madde Âleminin simgesi olan para ile yapılan buyuk bir kendini aşma cabasıdır. Hakeza namaz da muminin miracı olarak oteler otesine, ilahi huzura yonelmedir. Hac adeta olume ve olumden sonrasına yapılan bir yolculuktur. Kısacası butun ibadetlerle bu dunyadan, madde Âleminden uzaklaşarak Allah’a (c.c.) yonelmeye calışılır. İşte el-Evvel, el-Âhir guzel isimleri de dunyadan, madde Âleminden kopuşun zaman boyutunu simgelemektedir.

El-Evvel, el-Âhir guzel isimleri ile insanın uzerine duşen gorev şudur: İnsan evvelinin babanın sulbunde bir meni, annenin rahminde bir kan pıhtısı olduğunu, sonrasının da kabirde curumuş bir kemik yığını olacağını unutmamalıdır. Bu dunyaya, madde Âlemine gonlunu kaptırmamalıdır. Hem dunyayı, madde Âlemini hem de gecmiş, şimdiki ve gelecek zamanı aşmalı, ahirete, ebediyete, Allah’a (c.c.) yonelmelidir.

Allah (c.c.) yaşamamız icin ic dunyamızda bir aclık icgudusu yaratmıştır. Bu icgudu olmasaydı pek cok insan yemek yemeyi ihmal eder, sağlığını bozardı. Allah (c.c.) sadece ic dunyamızda el-Hayy (Allah olmeyen diridir.) guzel ismiyle aclık icgudusunu yaratmamış dış dunyada da er-RezzÂk (Allah butun varlıları besler.) guzel ismiyle bunun icin yeryuzu buyukluğunde bir sofra kurmuştur. Bitkilerin, hayvanların coğu iştahımıza ve midemize hizmet etmektedirler. İnsanın ic dunyasında bir de ebedi yaşam arzusu vardır. İnsan fani olmayı kendisine, sevdiklerine hic yakıştırmamaktadır. Olum sanki hic başına gelmeyecek bir şeymiş gibi yaşamaktadır. Bunun nedeni insanın ebedi yaşama olan tutkusudur. Allah (c.c.) nasıl aclık icgudusunu tatmin icin yeryuzunu bir sofra gibi hazırlamışsa, elbette insanın bu ebedi yaşama arzusunu gormezden gelmeyecek, ahireti de yaratacaktır.

El-BÂkî (var oluşunun sonu olmamak) guzel ismi insanın faniliği nedeni ile ruhsal dunyasında meydana gelen karamsarlığa merhem olabilecek bir anlama sahiptir. Gerci olum pek bilincimize gelmez. Gelse de hemen uzaklaştırmaya calışırız veya başkalarının başına gelir ama benim başıma gelmez biciminde bencilce bir duşunceyle yaşamımızdan soyutlarız. Ama evren, yeryuzu, maddi ve manevi bunyemiz olumu adeta bize bir ders gibi okutmaya calışır. Yaş ilerledikce de bu dersler daha bir etkisini gosterir. Gece ve uyku olumun ikizi gibi her gun yakamıza yapışır. Sonbahar olumu doğada gozlerimizin onune sermeye başlar. Bunlar elbette uzerinde duşunulecek konular değildir, ama insan ruhunda derin akisler bırakır. Bilincdışı dunyamız olum kaygısıyla sarsılmaya, huzursuz olmaya başlar. Dunyanın guzelliklerinde faniliği goruruz ve ic dunyamız adeta buna isyan eder. İşte Allah (c.c.) boyle bir buhranlı anda el-BÂkî guzel ismiyle bizim imdadımız yetişir ve ebedi yaşam arzumuzu tatmin eder.

Nakşibendiyye tarikatında kucuk zikir topluluğunda (kucuk hatme-i hacegÂnda) Allah’ın (c.c.) bu guzel isminin bir seferde iki kere zikredilmesi cok manidardır: “YÂ BÂkî Ente’l- BÂkî (Ey BÂkî, Sen el-BÂkî’sin). İlk BÂkî ile insanın faniliğine merhem olunmakta, ikinci BÂkî ile de ebedilik karşısında duyulan iştiyak dile getirilmektedir. Başlarındaki sozcukler de bu sozlerimizi teyit etmektedir. Şoyle ki: İnsan bir tehlike anında unlemleri kullanır. İlkinde fanilik bir ruhsal hastalık, yani bir bunalım ve buhran doğurduğu icin bir yaşamsal ihtiyacla “YÂ (Ey)” unleminin kullanılması uygun duşmuştur. İkincisinde bu ruhsal hastalıktan kurtulan insanın aşk, arzu, iştiyak duyduğu ebedilik ozlemi icin Allah’la (c.c.) icten bir ilişkiye girmek istemesi dile getirilmiştir. “Ente (Sen)” zamiri de bu sıcak ilgiye işaret etmektedir. Yani, YÂ BÂkî Ente’l- BÂkî, ruhumuzun faniliğine şifa, ebedi yaşam arzusuna şevk katan bir anlam bunyesine sahiptir.

El-BÂkî guzel ismi ile kula duşen gorev, nasıl bir tohum toprağa duştuğunde dış kabuğu curuyup filizlenirse insan da olup kabre girince ebedi bir yaşam icin yeniden diriltileceği konusunda bir kuşkuya duşmemesidir. Gonul ister ki bu ebedi yaşam cennetle ve Allah’ın (c.c.) rızasıyla odullendirilsin.
Muhsin İyi