El-VÂhid ile kastedilen anlam, Allah’ın (c.c.) sayı olarak bir olması değildir. El- VÂhid, Allah (c.c.) bolunemeyen ve parcalanamayan birdir, anlamına gelir. Yani sıfatlarında ve guzel isimlerinde bir ortağı yoktur. İlahlık O’na mahsustur. O’nun dışında hicbir varlık ilahlık mertebesine ulaşamaz.

El-VÂhid guzel ismi Allah’ın (c.c.) sıfat ve guzel isimlerindeki birliği temsil ederken el-Ahad guzel isminde ise zatındaki birlik ifade edilmektedir. Orneğin guneşin ısı ve ışık ozellikleri birer sıfatıdır. Farz edelim ki bir kucuk cocuk gunduz guneşten gelen havadaki ısı ve ışığın kaynağını bilmiyor olsun. Bu cocuğun havaya bakması bir aracla da engellenmiştir. Ondan ısı ve ışığın kaynağını bulması istensin. Elbette cocuk kafasında bu konuda ceşitli kuramlar geliştirecektir. Once her cismin ısı ve ışık kaynağı olduğunu duşunecektir. Ama evine ve kapalı mekÂnlara girince cisimlerde ısı ve ışığın olmadığını gorup bu kuramında kuşkuya kapılacaktır. Sonra gokyuzunun baştan sona bir ısı ve ışık ortusu ile kaplı olduğu kuramına sarılacaktır. Ama akşam olunca buna da bir anlam veremeyecektir. İşte gunduzleri ısı ve ışık ozelliklerinin guneşin varlığı ve birliğine kanıt olması gibi varlıkların sıfat ve ozelliklerindeki uyum ve butunluk de el-VÂhid olan Allah’ın (c.c.) varlığı ve birliğine işaret etmektedir. Yine nasıl guneşin kendisi ısı ve ışıktan farklı ise el-Ahad olan Allah’ın (c.c.) zatı da varlık Âleminde tecelli eden sıfat ve guzel isimlerinden farklıdır.

Allah (c.c.) el VÂhid oluşunu her varlık uzerinde kalıcı ayetlerle işlemiştir. Butun canlı ve cansız varlıklar O’nun bu el-VÂhid muhrunu taşırlar. Orneğin dunyadaki butun ağac yaprakları birbirine benzer. Demek ki bunları yaratan aynı ilahtır. Tum insanların bedenleri de aynı organlardan meydana gelir. Bu da insanları yaratanın tek ilah olduğunu gosterir. Eğer birden fazla ilah olsaydı evrenin ve dunyanın kanunlarında bir uyum ve butunluk olmazdı. Bu ilahlar birbirleri ile rekabete girer, bu da varlık dunyasında bir kargaşaya neden olurdu. Ayrıca butun canlı ve cansız varlıklar O’nun bu el-Ahad muhrunu de taşırlar. Deminki orneğe bağlı kalarak duşuncemizi surdurelim: Dunyadaki butun ağac yaprakları birbirine benzer, ama aynı değildir. Her yaprak diğer yapraktan kendisini farklı kılan ozelliklere sahiptir. Demek ki bunları yaratan ilah hicbir şeye benzemez. Tum insanların bedenleri de aynı organlardan meydana gelir, ama aynı yuze sahip iki insanı gostermek olanaksızdır. İkizlerde bile benzerlik noktaları kadar farklılıklar soz konusudur. Bu da insanları yaratan tek ilahın (El-VÂhid) eşsiz ve benzersiz olduğunu (El-Ahad) gosteren başka bir ayettir.

Batıl dinler Allah’a (c.c.) ait olan bu ilahlığı başka varlıklara da yansıtmışlardır. Allah’tan (c.c.) bir şey ister gibi onlardan bir şeyler istemişler, Allah’tan (c.c.) korkar gibi bu ilahlardan korkmuşlardır. Allah’a (c.c.) gosterilmesi gereken ibadet ve tazimleri (yuceltmeleri) bu varlıklara yansıtmışlardır.

Zerduştluk ve Şamanizm dinleri Allah’ın (c.c.) ilahlığını ikiye bolmesi ile tanınırlar. Bu dinler şeytana da Allah (c.c.) gibi bir guc tanırlar. Oysa biliyoruz ki şeytanın elinde olan tek şey, insanı kotuluğe teşvik etmektir. Yani vesvesedir (propagandadır). İnsanı da ancak dunya nimetleri ve dunyanın gecici zevkleri ile tuzağına duşurebilir. Nefis şeytana kulak verecek, eğilim gosterebilecek bir ozellikte yaratılmıştır. Şeytanın insan uzerinde bir zorlayıcı etkisi soz konusu değildir. Şeytan hele hele bir ilah hic değildir. O da peygamberler ve Allah (c.c.) dostları gibi bir davetcidir. İnsanları Allah’a (c.c.) karşı gunah işlemeye ve isyan etmeye cağırır.

Şeytan manevi makamda ilerleyen insanlara acık bir surette, daha doğrusu bazı duyu organlarına seslenerek ve ceşitli sıkıntılar vererek musallat olabilir. Bu durumda da nefis ve şeytanla cihattan geri kalınmamalı, peygamberimizin (s.a.s) ifadesi ile bunun buyuk cihat olduğu duşunulmelidir. Şeytanla ibadet hayatını daha zengin kılınarak mucadele edilir. Cunku nur şeytanları rahatsız eder. İnsana nasıl ateş sıkıntı verirse nur da şeytanı olumsuz yonde etkiler. Ama şeytanlar inatcı vasfa sahip oldukları icin bu musallattan vazgecmeyebilirler. Cunku amacladıkları şey mumini umitsiz bırakmaktır. Oysa imanın temeli umide dayalıdır. Kuran-ı Kerim’de bu konuda Allah’ın rahmetinden umidini kesenlerin ancak kÂfirler olduğu belirtilmektedir (Yusuf Suresi, ayet 87). Şeytana Allah musallat olma konusunda izin vermiştir. Son nefese kadar da bu izin gecerlidir. Hatta son nefeste imanı calmak icin muminin icerisinde bulunduğu kaygı, korku, maddi sıkıntılarından yararlanarak onu kandırmaya, bir hayal uğruna imanını calmaya calışacaktır. Boyle sıkıntılarla karşı karşıya bulunan muminler tovbe-i nasuh ederek her turlu haramdan sakınarak ve ibadet hayatını zenginleştirerek şeytanla mucadele yoluna gitmeli, mumkunse gercek bir şeyhe intisap edip vird almalı ve rabıtaya onem vermelidir. Zira vird ve rabıta şeytanla mucadelede en etkili silahlardır. Maalesef boyle sıkıntıları olan insanları bir duayla tedavi ettiğini soyleyen din simsarları da mevcuttur. Bunlardan uzak durulmalıdır. Bunlar adeta şeytanlarla danışıklı dovuşurler. Tek amacları para kazanmaktır. Aslında kendileri de bu konuda sıkıntıdadırlar. Fakat bazı rahatlama tekniklerini keşfettiklerinden ve bu yolla para da kazandıklarından keyifleri yerindedir.

Butun peygamberlerin tebliğinin esası, bir olan Allah’a (c.c.) insanları cağırmak olmuştur. Gecmiş kavimler Allah’ı (c.c.) yaratıcı olarak tanımakta idiler. Ama O’nun ceşitli sıfatlarından ve guzel isimlerinden kaynaklanan ilahlığını putlara da yansıtıyorlardı. Bu putların kendilerini Allah’a (c.c.) yaklaştırdıklarını soyluyorlardı. Aslında o putların bazılarının isimleri gercekten de başlangıcta Allah’ın (c.c.) veli kullarına dayanıyordu. Hak din sağlamken insanlar o veli kulların isimleri ile Allah’a (c.c.) tevessulde bulunuyorlardı. Orneğin şoyle dua ediyorlardı: “Allah’ım senin indinde onemli bir kul olan şu zatın yuzu suyu hurmetine şu hacetimi, şu duamı kabul buyur.” Dikkat edilirse tevessulde dua, istek Allah’a (c.c.) yapılmaktadır. Veli kul duanın yapılmasında sadece bir vesile rolu oynamaktadır. Hak dinler batıl duruma donuştuklerinde kendilerine tevessulde bulunulan bu veli kulların isimleri putlara verildi. Artık Allah’a (c.c.) dua, istek yerine bu putlara dualar ve istekler yoneltildi. Veli kullarla Allah’a (c.c.) tevessulde bulunma gibi cok guzel bir dua bicimi, batıl duruma donuştu. Boylece putlar ilahlık makamına yukseltilmiş olundu. Putlarla Allah’a (c.c.) şirk koşuldu.

Bu durumda cağımızda bazı Muslumanlar, duada veli kullara tevessulde bulunma putperestliğe ve Allah’a (c.c.) şirk koşmaya zemin hazırlıyor, diyerek duaların kabulunde cok onemli bir rolu olan tevessule olumsuz bir tavır almaktadırlar. Halbuki Ehl-i sunnet itikadında tevessulun ayet ve hadislerle dinde yeri sabittir. Bu konuda Ehl-i sunnet alimleri arasında bir tartışma soz konusu değildir. Vahhabilik gibi 18. yuzyılda ortaya cıkan bir kısım itikadi cereyanların etkisi ile tevessule itiraz bugunlerde coğalmıştır. Oysa onların bu itirazlarındaki yanlışlık gayet acıktır. Bir insanın, bıcakla adam da olduruluyor, diyerek bıcağı gunluk yaşamında kullanmaması en carpıcı ornek olarak duşunulebilir. Halbuki yemeğin pek cok malzemesi bu sayede doğranır. Bıcaksız bir mutfak duşunulemez. Onu yaşamdan uzaklaştırmak ac kalmakla ozdeştir. Dua da ancak veli kulların yuzu suyu hurmetine Allah (c.c.) katına yukselir. Kabul gorur. Onların duaları olmasaydı kıyamet coktan kopardı.

Kuşkusuz Allah (c.c.) kuluna şah damarından daha yakındır. Kul dua ettiğinde Allah (c.c.) duasına icabet eder. Ama insan Allah’tan (c.c.) cok uzaktır. Her zaman her ceşit duanın kabul olunması icin gereken şartları uzerinde taşımıyor olabilir. Boyle durumlarda iken Allah’ın (c.c.) veli kulları ile Allah’a (c.c.) tevessulde bulunulması yerinde bir davranıştır. Din de bunu onaylamıştır.

İnsanlık tarihi boyunca peygamberlerin putperestlikle mucadele etmesinin, hak dinin karşısında genellikle putperestliğin bulunmasının nedeni putperestliğin toplumda butun cirkinliklerin, gunahların, zulumlerin kaynağı olmasıdır. Her put toplumda belli insan kumelerini kendisine bağlıyor, diğer insanlarla olan kardeşlik bağlarını ortadan kaldırıyordu. Her şeyden once toplumda hukuk birliğini yok ediyordu. Kişiye, kendi taptığı puttan aldığı cesaretle diğer putlara tapan insanlara karşı her turlu zulmu yapmayı kendinde hak sahibi olmaya cağırıyordu. Putperestin putuyla olan ilişkisi son derece bencilcedir, narsistcedir. Bundan doğacak en kucuk bir hukuk kuralı bile her şeye karşı zulum icerir. Putperestlik bir insanın kendisine secde etmesi gibi iğrenc bir şeydir. Orneğin bir putperest hicbir vicdan azabı duymaksızın bir insanı oldurup malını mulkunu gasp edebilir. Bunun vicdani ve hukuksal temelini de putunu memnun etmek duşuncesine bağlayabilir. Kendince de yaptığı iş meşrudur.

Peygamberlerse, insanları ilahlığı bolunemeyen ve parcalanamayan el-Vahid olan Allah’a (c.c.) kulluğa cağırmışlardır. Herkese gore ayrı hukuk anlayışı yerine Allah’ı (c.c.), dolayısıyla toplum ve insanlık cıkarına dayanan hukuk anlayışını savunmuşlardır. Putperestler kendi kişisel cıkarlarına ters duştuğu icin peygamberlerin getirdiği tevhit akidesine her zaman karşı cıkmışlardır. İlk Muslumanlardan olan Hz. Bilal (r.a.), Amerika’da ve Afrika’da bugun milyonlarca benzeri olan bir
zenciydi. Ustelik hicbir hakkı olmayan bir koleydi. Peygamber AleyhissalÂtu VesselÂmın vahdaniyet cağrısını duyunca hemen ona katıldı. Efendisi bu yeni dinden donmesi icin onu yere yatırıp Arabistan’ın kızgın collerinde guneşin karşısında adeta alevden kor haline gelmiş kayaları vucuduna koyarak eziyet ediyordu. O mucadelesini Allah’ın vahdaniyet sıfatından alıyordu ve “Ahad, Ahad ! (Allah (c.c.) bir, Allah (c.c.) bir!)” diyerek karşı koyuyordu. Aslında evrendeki ilahın bir olması ile onun kurtuluşu, ilahların cok olması ile de onun kendisine reva gorulen insanlık dışı yaşamı arasında bir ilgi mevcuttu. Olaya bir başka acıdan bakıldığında Hz.Bilal’in (r.a.) insani ozgurluk ve haklarının mucadelesini verdiği gorulur. Cunku evrende tek bir ilahın olması, aynı ebeveynin evlatları gibi, insanların eşitliği ve kardeşliği anlamına geliyordu. Birden cok ilah ise insanlar ve toplumlar arasında ayrıcalıkların ve savaşın temsilcisiydi. Hz. Bilal (r.a.) bunun bilincindeydi. Ayrıca Mekkeli muşrikler, ozellikle mevcut bozuk duzenden en cok yararlanan varlıklı kesim de bunu gayet iyi biliyorlardı. Onun icin carpık duzenin devam etmesi icin Hz. Bilal’in (r.a.) ve onun gibi yoksul, caresiz ve somurulen insanların bu yeni dine girmelerini engelliyorlardı.

Cağımızda putperestlik artık tarihe gomulmuş gibidir. İnsanların buyuk coğunluğu ağactan, taştan yontulmuş şeylere artık tapmıyorlar. Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini onaylıyorlar. İnsanlık artık putperestlik gibi bu cok tehlikeli inanc sisteminin etkisinden kurtulmuştur. Ama yine de cağdaş insanın yaşamında Allah’tan (c.c.) başka ilahlar soz konusu olmaktadır.

Para ve madde kutsanarak ekonomide kapitalizm bir ceşit putperestlik dini olarak benimsenmiş durumdadır. Kuşkusuz bu sistemin icerisinde yer aldığı halde zekatını veren ve faizden kendisini sakındırmaya calışan ovulecek Muslumanlar da bulunmaktadır.

Nefsin isteklerini yaşamın amacı olarak goren, butun yaşamını bencilce arzularını gercekleştirmeye adayan insanlar da bir ceşit putperestlik icerisindedirler: “Gormedin mi arzularını ilah edinen kimseyi? (CÂsiye suresi, ayet23)” Kuşkusuz insan uzerinde nefsin de hakkı vardır. Ama nasıl parayı yaşamında amac olarak goren bir insan sapıtmışsa nefsi arzularını Allah’ın (c.c.) rızası uzerinde goren bir insan da yaratılış amacından uzak duşmuştur. Allah (c.c.) bu konuda Kuran-ı Kerim’de şoyle buyurmaktadır: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım (ZÂriyÂt suresi, ayet 56).” Demek ki insanın bu dunyadaki butun eylemleri ya bizzat ibadet olacak ya da ibadete yardımcı olacaktır.

Bu acıdan iş hayatımız ibadete yardımcı bir alandır. Cunku temel ihtiyaclarımızı karşılamamız ve ailemizi gecindirmemiz gerekmektedir. Bu acıdan da calışma bir ibadet gibi hukum gorur. Ama yaşamında ibadetlere yer vermeyen veya ibadetleri temel almayan birisi icin calışmak nefsin arzularına hizmet etmek anlamı taşır.

Gunumuzde insanların buyuk coğunluğu “Calışmak da bir ibadettir.” diyerek, ibadetlerini ihmal etmektedirler. Calışma gerekcesiyle ibadete yaşamlarında yer veremediklerini soylemektedirler. Elbette soyledikleri soz doğrudur, ama eksiktir. İbadet olmadan calışma ibadet duzeyine yukselmez. Aslında bu sozu yakın cevremizde o kadar sık duyar olduk ki, bununla başka bir inanc sisteminin değerinin, daha doğrusu ilkesinin kutsanmak istendiğini hemen cıkarabiliriz.

Kuşkusuz ibadetlerini yapan bir Musluman icin calışması da bir ibadettir. Oyle ki peygamberimiz (s.a.s) bu konuda şoyle buyurmuşlardır:“Erkeğin hanımına harcadığı her şey sadakadır.”, “Erkek hanımına su bile icirse onun ecri vardır.”, “Kıyamet gunu kişinin terazisine konacak ilk şey, ailesinin nafakası icin harcadıklarıdır.” Ama, ibadetlerini ihmal ederek calışmak da bir ibadettir sozunu soyleyen kimseler, İslam dininin bu guzelliğini istismar etmektedirler. Bununla kendilerini kandırmaktadırlar. Bu sozle ibadetlerini ihmal etmelerine bir gerekce gostermekle kalmamakta, İslam dinine karşıt olan bir hayat felsefesini de onaylamaktadırlar.

İcerisinde bulunduğumuz Batı medeniyetinin maddeci anlayışından her insan bir miktar da olsa nasibini almıştır. Bu yuzden imanı zedelenmiştir. Zira bir zamanlar kucuk gozle baktığımız diyar-ı kufur dunya yaşamında buyuk nimetlere erişmiştir. Konforlu bir hayat icerisindedir. İslam medeniyetinin mirasına sahip ulkeler ise yoksul, gucsuz durumdadırlar. Batı medeniyeti buna calışma disiplini sayesinde ulaşmıştır. Her insan bu gerceğin az cok farkındadır. Gerci dinimiz de calışmayı teşvik etmiştir, ama butun cenneti bu dunya olan Batı medeniyeti bu dunya icin calışmayı bir din haline getirmiştir. Musluman ulkelerin onları bu konuda gecmeleri biraz zordur. Bu yuzden Batı ulusları dunya yaşamında imrenecek bir seviyeye ulaşmıştır. İşte, ibadetlerini ihmal ederek, calışma da bir ibadettir, diyenler bilincdışında bu yeni dinin takipcileri gibi bir hal icerisindedirler. Oyle ki bu sozleri ile Batı medeniyetini adeta putlaştırmış olurlar. Konforlu yaşam onların biricik cenneti olur. Adeta hal dilleri ile şoyle demektedirler: “Din dediğin şey ahiretle uğraşmaz. Din dunyadaki yaşam seviyendir. Bu da ancak calışma ile gelişir. Dunyada guclu, zengin olan kazanır, dolayısıyla haklı olan bunlardır. Sen ibadetle ne kazandın ki bana da onu tavsiye ediyorsun. Oysa ben, calışma da bir ibadettir, dusturu ile yaşamımı daha rahat bir şekilde geciriyorum. Sen ona bak.”

Cağımızda putlaştırılan bir diğer kavram da ırkcılıktır. Şu anda dunyada yabancı duşmanlığından nasibini almamış bir ırk, ulus yok gibidir. Allah’ın (c.c.) peygamberlerle gonderdiği hak dinler ırkların, ulusların her turlu maddi ve manevi haklarına saygılıdırlar. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bu konuda şoyle buyurmaktadır: “Biz sizi birbirinizle tanışasınız diye ırklara, uluslara ayırdık (Hucurat suresi, ayet 13).” Dolayısı ile İslam dini ırkların, ulusların uzerinde evrensel bir birlikteliği ve kardeşliği hedeflemektedir. Her ırkın ve ulusun milli ve manevi değerlerine saygılı olmanın yanında onlar arasında gercekleşecek bir butunluğe ve uyuma ulaşmaya calışmaktadır.

El-Vitr guzel ismi tek anlamına gelir. Yani sayı olarak, adet olarak bir anlamına sahiptir. Allah’ın El-VÂhid, El-Ahad, El-Vitr guzel isimlerini arka arkaya soyleyerek, yani zikir yaparak O’nun rızasına talip olalım. Niyetimiz bu olunca Allah bu guzel isimlerin dunyaya bakan taraflarını hediye olarak verecektir. Bundan kuşkunuz olmasın. Ama bu isimleri zikirle dunyevi bazı gayeler edinirsek O’nun rızası dışına cıkabiliriz. Oyle bir şeyden de Allah’a sığınırız. Bu durum Allah’ın diğer guzel isimlerini zikirde de boyledir.

Allah’ın rızası butun dunya ve ahret nimetlerine de kaynaklık eder. Ondan daha buyuk bir şey duşunulemez. Allah hepimize rızasını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi