Akrabamdan tanıdığım ilkoğretim ikiye giden bir cocuk var. Cocuk değil de sanki buyumuş de kuculmuş gibi. Butun arabaları markaları ve modelleri ile tanıyor. Ben de nacizane aşağı yukarı yirmi yıldır insan yuzlerine bakarım. Bu konuda, yani nurun olup olmadığı hususunda o kadar uzmanlaştım ki sarrafın altınla benzerini ayırt etmesi gibi bir seviyeye geldim. Kimin zikir ehli olduğunu hemen cıkarıyorum. Hatta hangi tarikattan veya cemaatten bunu da aşağı yukarı biliyorum. Elbette her zikir ehlinde nur olmuyor. Bu da bir nasip meselesidir. Daha doğrusu zikir ehli olup da (bir tarikata intisap edip de şeyhten vird dersi alanlardan) zikri Allah rızası dışında bir gaye ile ceken olduğu gibi zikre gereken saygıyı gostermeyenler veya zikir derslerine onem vermeyenler de bulunabilmektedir. Bunlar nurdan nasipsiz oluyorlar. Gercek zikir ehlinin yuzundeki nura kimse sahip olamaz. Onlar hemen guneş gibi kendilerini belli ederler. Birinci sınıftırlar. Yuzundeki nura insanı Âşık ederler. Ceşitli cemaatlerden ozellikle sabah namazından sonra cevşen veya Kuran-ı Kerim okuyan kişilerde ise farklı bir nur ceşidi vardır. Ama seher vakitleri yapılan her ibadet adeta nura donuşur. Seher vakitlerini uyku ile gecirenler bu nurlardan mahrum olurlar. Seher vakti uyanık olup da duha namazı kılanlar, zikir cekenler, Kuran-ı Kerim okuyanlar nurlardan nasiplenirler ve yuzlerinde de bu nurları belli ederler. Onlardaki hoş nur da kendine ozgu bir guzellikle yuzde hemen kendisini gosterir.

Nur, iki bicimde tanımlanabilir. Birisi maddi olanıdır. Biz bu nurla (ışıkla) goruruz. En başlıca kaynağı guneştir. Ayrıca evimizi, sokağımızı aydınlatan ışık da bu nurdandır. Bu nur olmasaydı dunyamız kapkaranlık kalacaktı. Allah’ın (c.c.) pek cok ayeti, guzel ismi goz duyu organına hitap etmektedir. Demek ki bu nur olmasaydı cok cahil kalacaktık. Diğer nur manevidir. Bu da maddi nur kadar onemlidir. Hatta maddi nurdan daha onemlidir. Zira bununla da gonul dunyamız aydınlanır. İmanımız gercekleşir, guclenir. Nasıl gorme engelli insanlar bir şey goremezlerse ic dunyaları kor olanlar da imanın esaslarını kavrayamazlar, inkar ederler. Bir insanın bu dunyada gozlerinin gormemesi bir omurde gercekleşir, son bulur, ama manevi korluk ebedi hayata mal olabilir.

Şu ayet-i kerime manevi korlerin ahiretteki durumlarına işaret etmektedir: “Ama kim Benim zikrimden yuz cevirirse, kitabımı dinlemez ve Beni anmaktan gaflet ederse ona dar bir gecim vardır. Ayrıca Biz onu kıyamet gunu kor olarak diriltir, duruşmaya getiririz. ‘Ya Rabbi,’ der, ‘ben gozleri goren biri olduğum halde neden beni kor olarak dirilttin?’ (Allah) Buyurur ki: ‘Bu boyledir, nasıl ayetlerim sana geldiğinde sen onları unuttuysan bugun de sen boyle unutulur, bir kenara atılırsın.’ ”

Coğu İslam bilgini imanı tanımlarken onu gonulde doğan bir nura benzetir. Allah (c.c.) da Kuran-ı Kerim’de iman ve hidayeti boyle tanıtmaktadır: “Bir olu iken kendisini dirilttiğimiz, insanlar arasında yurumesi icin nur verdiğimiz kimse, icerisinden cıkamayacağı karanlıklarda kalan bir kimse gibi midir? (En’am suresi, ayet 122)”, “Allah bir kimsenin kalbini Muslumanlık icin acarsa o Rabb’inden verilen bir nur uzerinde değil midir? (Zumer suresi, ayet 22)”

Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’i de nur olarak adlandırmıştır: “İşte boylece sana da emrimizden bir ruh vahyettik. Halbuki sen daha once kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Lakin Biz onu kendisiyle kullarımızdan dilediğimizi hidayete erdirdiğimiz bir nur kıldık (Zuhruf suresi, ayet 52).”
Kuran-ı Kerim okununca ortaya nur cıkmaya başlar. Bunu gonul gozu acık olanlar, veliler ifade etmişlerdir. Bu nur ruhu rahatlatır. Okuduğunu bilmese de Kuran-ı Kerim bu nurla anlamını gizlice okuyan kişinin ruhuna hikmet suretinde verir. Mumin insanın arifliği bu yolla oluşur. Yani Kuran-ı Kerim’in nuru hem ruhu etkiler hem de yuzde kendisini aşikÂr eder.

İman ve ibadet hayatı insanın yuzune ve ellerine bir parlaklık ve nur verir. Bu zikir ehlinde cok daha belirgindir. Bu durum gercekten adeta bir mucizedir. Sanki yuce Allah (c.c.) iman ve ibadet ehlinin yuz ve ellerinde nurunun gercekliğini tasdik ettirmektedir. Gerci bazı insanlar ibadet hayatına sahip olmadan da yuzlerinde bir aydınlık, parlaklık taşırlar. Psikologlar bunu pozitif enerji ile acıklamaktadırlar. Kişinin hayata karşı olumlu tutumu, yapıcı ve uretken olması, insanlara karşı iyi niyet taşıması gibi guzel şeylerin yuze, ellere bu ozellikleri verdiğini belirtmektedirler. Bakır, sarı vb. madenler de renk olarak altını andırırlar, yalnız onlarla altın arasında değer olarak buyuk bir fark bulunur. Aynen bunun gibi iman ve ibadetle yuze ve ellere yansıyan nurla pozitif enerji ile oluşanı arasında da oyle buyuk bir benzerlik ve farklılık vardır. Dikkat edildiğinde iman ve ibadetle gelen nurla pozitif enerjiyi simgeleyeni hemen ayırt edilir.

Tabii hayat karşısında pozitif bir tutum takınmak da Allah’a (c.c.) yaklaşmak değil midir?

Ben insan yuzlerindeki bu nurun da Allah’ın varlığı ve birliğine işaret eden en buyuk kanıt olduğunu duşunmekteyim. Aslında toplumda benim gibi olanlar da az değil. Cok insan yuzdeki nurlara dikkat ediyor. Ama bazen karıştırıyorlar. Pozitif insanların yuzlerindeki parlaklık ile ibadetle gelen nuru birbirinden ayırt edemiyorlar. Ben de yıllar once boyleydim. Karıştırırdım. Boyle kişiler yani pozitif kişiliklerinden dolayı yuzleri parlak kişiler acaba derdim gizlice ibadet mi yapıyorlar. Sonra onlardaki parlaklığın cok farklı olduğunun, nurla hicbir alakasının olmadığını anladım.

Ahirette kıyamet gunu mahşer meydanında insanlar dirildikleri zaman muminlerin bu yuzlerindeki ve diğer azalarındaki nurları daha bir ortaya cıkacaktır. Kendisini net bir şekilde belli edecektir. Buna pek cok ayet-i kerime işaret etmektedir: ‘… Cunku onların nurları onlerinde ve arkalarında koşar da ‘Ey Rabbimiz nurumuzu tamamla bizi mağfiretinle bağışla. Cunku sen her şeye kadirsin,’ derler.(Tahrim suresi, ayet 8).’ ‘O gun, erkek ve kadın munafıklar, inananlara, bizi de bekleyin de derler, gelelim, nurunuzdan alalım; onlara donun ardınıza da bir nur isteyin artık denir. Derken aralarına bir duvardır cekilir ki bir kapısı vardır, icinde rahmet vardır da dış tarafında azap. (Hadid suresi, ayet 13).’

Peygamberimiz (s.a.s) kıyamet gunu ummetinin abdest azalarındaki nurla diğer ummetlerden ayrılacağını hadis-i şeriflerinde belirtmişlerdir.

Demek ki kıyamet gununde muminlerin nurları artacak ve munafıklardan belirgin farklılıklarla ayrılacaktır. Bu dunyada genelde insanlara belli belirsiz bir şekilde –aslında benim gibiler icin gayet acık olarak- yuzlerde parlayan nur, ahrette mahşer meydanında pek cok azaya da verilecektir. Bir de daha net olacaktır. Bu dunyada mumindeki nura dikkat etmeyen munafıklar, ahrette muminlere verilen nurdan isteyeceklerdir. Fakat bundan mahrum bırakılacaktır.

Allah kimseyi nurdan mahrum etmesin. Dedim ya, insan yuzleri konusunda bayağı uzmanlaştım. Bu iş artık bir hobi olmaktan cıktı. Gayri ihtiyari her insanın yuzune bakıp nur olup olmadığını, nur varsa o kişinin bunu hangi yollarla elde ettiğini duşunuyorum. Uygun yontemlerle araştırıyorum, soruşturuyorum. Ceşitli gunahları da yuzlerde okumaya başladım. Evet zina gibi buyuk bir gunah her ceşidiyle yuzdeki nuru adeta soyduğu gibi yuze de uğursuz bir anlam veriyor. İcki ve qumar da yuze hemen damgalarını cirkin ifadelerle vururlar. Gıybete duşkunluk de yuze cok kotu bir renk veriyor. Kısacası yuzdeki her cirkin anlam bir gunahın ifadesidir.

Nurun en buyuk duşmanı her turlu ceşidiyle zina ve iftiradır. Bundan dolayı Allah Kuran-ı Kerim’de Nur suresinde hem kendi nurundan soz etmiş hem de zina, iftira ile ilgili suclara uygulanacak cezaları konu almıştır.

İnsanlar kaşa, goze, buruna, yanağa, yuze Âşık olmuyorlar, bu organlarda kendisini gosteren ilahi nura Âşık oluyorlar. Bu organları gayet guzel olabilen fakat hic kimsenin kendisine Âşık olmadığı nice insan vardır. Onlar sadece cinsel cazibe verirler. Bazen de bu organları cirkin veya kusurlu iken binlerce Âşığı olan kimseler vardır. İlahi nur yuze vurunca herkesi buyuler, kendisine bağlar. Cinsel cazibe yerine aşk katar. O insanları gozde buyutur. İnsanlar elde olmadan boyle bir yuze Âşık olurlar. Kendilerini kaybederler.

Allah’ın En-Nûr (nurlandıran, nur kaynağı) guzel ismi ile kula duşen gorev, birer nur kaynağı olan namaza, zikre, Kuran-ı Kerim’in okunmasına gercek anlamıyla yonelmek ve bunlardan en ust duzeyde yararlanmaktır. Ahiret icin nur kupunu doldurmaktır.
Muhsin İyi