Kadere iman bilindiği uzere imanın altı ruknunden birisidir. Kader icerisinde en onemli konu ise hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiği hususudur. İnsanlar hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiğini unutup sebeplere bakarlar. Şer karşısında ofkelenip deliye donerler, dinden imandan cıkıp katil bile olurlar; hayırda da Allah’a (c.c.) şukretmeyi unutup vesilelere takılıp kalırlar.

Allah (c.c.) kullarına karşı her zaman lutufkardır. Onları kaldıramayacakları yuklerle imtihan etmez. “Şu kesindir ki, Allah kullarına zerre kadar bile zulmetmez (Nisa suresi, ayet 40).” Allah’ın (c.c.) ed-DÂrr (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir) guzel ismi insanın zararına değil hayrınadır. Şoyle ki: Dunyada başımıza gelen kotu şeyler bir hikmete dayanır. Dunya hayatı gecicidir, asıl olan ahiret yurdudur. Bu dunyada kotu olarak gorulen şeylerin altında insanların ahiret hayatlarında kurtuluşa, ebedi mutluluğa vesile olan pek cok hayırlar bulunabilir. Bu acıdan asıl şer, zarar bu başa gelen kotu şeylerden gereği şekilde yararlanmamaktır.

Bu durumda başımıza gelen kotu şeyler, her ne kadar Allah’ın (c.c.) izni ve yaratması ile meydana geliyorsa da bu durumun sunnetullaha, ilahi bir kurala dayanan bir nedeni bulunmaktadır. Allah (c.c.) bela ve musibetleri yaptığımız kotu şeylere karşı vermektedir: “Başınıza gelen her musibet, işlediğiniz gunahlar nedeniyledir. Hatta Allah gunahlarınızın coğunu da affeder (Şûr suresi, ayet 30).”, “Sana gelen her iyilik Allah’tandır. Başına gelen her kotuluk ise nefsinden dolayıdır (Nisa suresi, ayet 79).”

Başına boyle bir bela ve musibet gelen, bununla ruhu daralıp sıkılan bir muminin hemen gecmişini değerlendirip gunahları icin gozyaşı dokup tovbe ile Allah’ın (c.c.) rahmetine sığınması gerekir. Bu tur bir davranış yerine isyan etmek, birilerini suclayıp ofkelenmek insana bir şey kazandırmaz. Belki pek cok şeyi alıp goturebilir. Yalnız Allah’ın (c.c.) el-Adl guzel ismi gereği bir zulme uğramışsak hakkımızı savunmamız, adaleti gercekleştirme yolunda mucadele etmemiz de gerekir. Tabii işin bu cephesi yanında ic muhasebe ile kendimizde bazı kusur ve hataları aramak, bunlardan pişmanlık duyup Allah’ın (c.c.) merhametine sığınmak da icap eder.

Başa gelen, ozellikle başkalarının başına gelen bela ve musibetleri yalnız yukarıda sozunu ettiğimiz sunettullahla, yani ilahi kuralla acıklamak Allah’ın (c.c.) kaza ve kaderi uzerine ileri geri konuşmak anlamına geleceğinden cok tehlikelidir. İnsanı maazallah dinden cıkarır. Cunku Allah’ın (c.c.) olayları yaratmadaki ilahi hikmetini kimse tam anlamıyla kavrayamayacağı gibi boyle bir konuda soz ve hukum sahibi de değildir. Hele başkaları icin boyle birtakım yargılarda bulunmak, orneğin bir hasta yada kaza nedeniyle gecmiş olsun ziyaretinde ilgili hastalığın yada kazanın gercek nedenini yapılan gunah yada gunahlar yuzunden olduğunu soylemek, bu konuda acıklamalarda bulunmak buyuk bir edepsizliktir. Allah’ın (c.c.) ofkesine yol acabilecek bir kendini bilmezliktir.

Bela ve musibetleri yukarıda sozunu ettiğimiz sunnetullah, yani ilahi kanun yanında Allah (c.c.) başka nedenlerle de yaratabilir. Bunu kimsenin tam olarak bilmesine olanak yoktur. Orneğin Allah (c.c.) kulun katındaki derecesini yukseltmek icin bela ve musibete uğramasına izin verebilir. Nitekim Mekke doneminde ilk Muslumanlar boyle bir sınavdan gecmiş, buyuk bela ve musibetlere uğramışlardı. Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de bu konuda şoyle buyurmaktadır: “Ey muminler, (itaat edeni asi olandan ayırt etmek icin) sizi biraz korku, biraz aclık, biraz da mallardan ve mahsullerden eksiltmek ile imtihan edeceğiz. Ey resûlum, sabredenleri mujdele! (Bakara suresi, ayet 155)”

Bir Musluman’ın kendi başına gelen bela ve musibetleri gunahları ile, başkalarının başına gelen bela ve musibetleri Allah (c.c.) katındaki derecelerin yukselmesi ile acıklamaya calışması edep ve nezaket gereğidir. Bu yolla hem kendisinin sabırlı olmasında hem de başkalarına sabrı tavsiye etmede onemli bir manevi guc bulabilecektir.

Sabır, şukur gibi Allah’ın (c.c.) sevdiği duygulardan birisidir. Allah (c.c.) ed-DÂrr guzel ismiyle kulda sabır meyvesinin oluşmasını arzular. En-NÂfi’ guzel ismiyle de kulda şukur ister. Bunların ahiretteki karşılığı cok buyuktur. İnsan sabır ve şukur ile Allah (c.c.) katındaki derecesini yukseltir: “Sabredenlere mukafatları hesapsız verilecektir (Zumer suresi, ayet 10).”

Genellikle hoşumuza giden şeyleri hayır, gitmeyenleri şer olarak adlandırırız. Halbuki bu değer olcusu son derece gorecelidir. Sadece insanın bu dunyadaki yaşamına goredir. Ebedi ahiret yurdu goz onunde bulundurularak yapılmış değildir. Cunku bu dunya odul ve ceza yurdu olmadığı icin başa gelen hayır ve şerrin hikmetini de bilmek olanaksızdır. Yuce Allah (c.c.) bu konuda şoyle buyurmaktadır: “Hoşlanmasanız da savaş size farz kılındı. Olur ki hoşlanmadığınız bir şey sizin icin hayırlıdır. Yine olur ki, sevip arzu ettiğiniz bir şey de sizin icin şerlidir. Gerceği Allah bilir, siz bilemezsiniz (Bakara suresi, ayet 216).” Savaş gorunuşte şerlerin, kotuluklerin simgesi gibidir. Cunku onda her turlu bela ve musibet vardır: Aclık, yoksulluk, can ve evlat kaybı, olum korkusu, mal ve namus kaygısı… Her şey başa gelebilir. Allah (c.c.) işte boyle şerrin ve kotuluğun simgesi olan savaşta bile hayırların gizli olduğunu belirtmektedir. Bizim hayır sandığımız şeyler ise ahiretimiz icin, Allah (c.c.) bizleri onlardan korusun, kim bilir nice bela ve musibetleri iceriyor olabilir. Gercekten insanın Allah’ı (c.c.) el-Vekîl olarak kabul edip (Hasbunallahu ve ni’mel-Vekîl [Allah bize yeter, O ne guzel vekildir] deyip,) O’na sığınmaktan başka bir caresi yoktur. Cunku ahiretimiz icin neyin yararlı neyin zararlı olduğunu ancak Allah (c.c.) bilebilir.

Ed-DÂrr (Şer, zarar hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir) ve en-NÂfi’ (hayır, iyilik hikmeti gereği Allah’tan [c.c.] gelir) guzel isimleri ile kula duşen gorev, hayır ve şerrin Allah’tan (c.c.) geldiği bilincine sahip olmaktır. Başına gelen hayrı Allah’ın (c.c.) bir lutfu ve ihsanı olarak gorup şukretmek, şerri ise gunahlarının bir meyvesi olarak duşunup tovbe etmektir.

Allah (c.c.) kullarının gunahlarına karşı cok sabırlıdır. Hemen cezalandırmaz. Onların yola gelmeleri icin sure tanır. Bu zaman zarfında onları anlayacağı dillerle uyarır.

Yuce Allah (c.c.) Kuran-ı Kerim’de kullarını hemen cezalandırmamasının nedenini şoyle acıklamaktadır: “Eğer Allah insanları işledikleri gunahlar yuzunden cezalandıracak olsaydı dunyada tek bir insan bile bırakmazdı. Ama Allah onların cezasını belirlenmiş bir vadeye kadar erteler. O vadeleri geldiği vakit hukmunu yerine getirip onları cezalandırır. Cunku Allah kullarını tamamen gormektedir (FÂtır suresi, ayet 45).”

Es-Sabûr (cezaları erteleyen, cok sabırlı) guzel ismi, el-Halîm (kulun yaptığı kotu şeylere yumuşak davranan, anlayışlı olan) guzel ismine anlam olarak cok benzer. Ama aralarında bir anlam ayırtısı da bulunmaktadır. El-Halîm guzel isminde kulların gunahlarını hemen cezalandırmamanın yanında bunlardan vazgecme, bağışlama gibi bir anlam inceliği soz konusudur. Cunku el-Halîm guzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle (altı ayrı ayette) el-Gafûr guzel ismi ile birlikte kullanılmaktadır. Oysa es-Sabûr guzel isminde sadece kullarının gunahlarını hemen cezalandırmama, sonraya bırakma anlamı bulunmaktadır. Bir insan caresizlikten, zayıflıktan, yoksulluktan dolayı insanlara yumuşak huylu gorunebilir. Ama aynı insan diş gecireceği birisini buldu mu arslan kesilebilir. İşinde ustlerinin karşısında elleri boğrunde nice kişi evlerinde coluk cocuğuna zulmedebilir. Asıl ağır başlılık ve anlayışlı olma, elinde bir guc ve olanak olduğu halde ve her turlu iktidar imkanına kavuştuktan sonra da cevredeki tum insanlara yumuşaklık gostermektir.

Allah (c.c.) sonsuz ve sınırsız bir guc ve kudrete sahipken ve bundan dolayı kimseye hesap vermeyecek bir makamda iken tum kullarına yumuşak davranır. Allah (c.c.) kafirleri el-KahhÂr guzel ismi ile ebedi cehennemle cezalandıracaktır. Boyle iken dunya yaşamında onlara yumuşak davranmakta, muhlet vermekte, onların rızklarını bile kesmemektedir.

Allah’ın (c.c.) el-KahhÂr (ofkesi ve cezası şiddetli olan; her varlığa hakim olan ve ustun gelen) guzel ismi ile birlikte el-Halîm olması, uzerinde duşunulmesi gereken bir konudur. Bu bize kızgın, ofkeli anlarda durup duşunmemiz gereken bir uyarı anlamı taşımaktadır. Cunku bir Musluman’a Allah’ın (c.c.) ahlakı ile ahlaklanmak yakışır.

El-Halîm guzel ismi Kuran-ı Kerim’de genellikle el-Gafûr (gunahları bağışlayan) guzel ismi ile birlikte gecmektedir. Bu da el-Halîm guzel isminde ifadesini bulan yumuşak başlılığın ve anlayışın gunahların uzerini ortme, gunahları affetme ile tamamlandığını gostermektedir. Demek ki Allah (c.c.) hem yumuşak başlılığı hem de affetmeyi bir arada daha cok sevmektedir. Kendisini bu isimlerle andığına gore bizim de boyle bir ahlak anlayışına sahip olmamızı istemektedir.

Peygamberimiz (s.a.s) Allah’ın (c.c.) sabrı hususunda şoyle buyurmuşlardır: “İşittiği ezaya Allah’tan daha sabırlı hicbir kimse yoktur. Cunku O’na cocuk isnat ederler. Sonra O, yine bu kimselere afiyet ve rızık veriyor.”

Allah (c.c.) evrene, yeryuzune sabrı ile tecelli etmiştir. Şoyle ki: Kutsal kitabında yerleri ve gokleri altı gunde yarattığını bildirmiştir. Gece gunduz, mevsimler birbirlerini yavaş yavaş karşılarlar. Bitkiler, hayvanlar, insanlar gozle takip edilemeyen bir yavaşlıkla buyurler, gelişirler. Halbuki Allah (c.c.) dileseydi tum bu işler bir anda da olabilirdi. Ama O’nun ezeli hikmeti bu gibi şeylerde sabrın tecellisini ongormuştur.

Peygamberimiz (s.a.s) bir hadis-i şeriflerinde şoyle buyurmuşlardır: “Sabır, imanın yarısıdır.” Bu acıdan sabır, Allah’ın (c.c.) guzel bir ahlakıdır. Bir mumine de bu ahlakla olmak yaraşır. Ama insanda nefsani bir zayıflık olarak acelecilik, isyan, nankorluk, tahammulsuzluk, zevk ve eğlenceye duşkunluk, sıkıntılara katlanamama gibi sabra ters duşen ozellikler bulunmaktadır. Bu acıdan sabır ahlakını edinmek icin insanın kendisi ile mucadele etmesi, kendisini aşması gerekmektedir. Bu da haliyle her insanın yapabileceği, ustesinden gelebileceği bir iş değildir. Bunun icin muminler genellikle Allah’ın (c.c.) kendilerini sabırla imtihan etmemesi icin duada bulunulurlar.

Allah (c.c.) bir kutsi hadiste şoyle buyurmuştur: “Kullarımdan bir kuluma bedeni, malı veya evladı yuzunden bir musibet verirsem o da bunu sabr-ı cemil (kimseye şikayette bulunmama, kaderine razı olma hali) ile karşılarsa kıyamet gunu kendisi icin terazi kurmaktan veya amel defterini acmaktan haya ederim.”

Sabır uce ayrılır: a. Gunahlara sabır: Nefis gunahlara duşkun bir yapıya sahiptir. Onların coğundan zevk alır. Gunahlardan el cekmek Allah (c.c.) korkusu ve sabırla olur. b. İbadetlere sabır: İbadetlerin nefse ağır gelen bir yapısı vardır. Ama onlara devam etmekle bu zorluk aşılır. Zira nefis alıştığı şeyi yapamadan da edemez. c. Bela ve musibetlere sabır: İşte gercek sabır boyle anlarda gosterilir. Hastalıklar, sıkıntılar, Âfetler, kazalar, belalar … insanların ağır bir bicimde imtihan edildiği zamanlardır. Bu sıralarda sabır gosterilirse Allah’ın (c.c.) kullarına karşı şefkati de hissedilir. Boyle bir anda iken vesilelere takılmadan Allah’ın (c.c.) iradesinin tecelli ettiğini goren, kadere teslim olup rıza gosteren, haline şukreden birisi buyuk bir ecir kazanır. Bu belki de ahireti icin bir kurtuluş olur.

Bir işe başlarken nasıl besmele, yemekten sonra elhamdulillah cekiliyorsa bela ve musibet anında da “İnn lillahi ve inn ileyhi rÂci’ûn (Biz muhakkak Allah iciniz ve muhakkak O’na doneceğiz)” dememiz gerekir. Bu zikir bir ayet-i kerimede anıldığı icin (Bakara suresi, ayet 156) boyle bir durumda iken onu soylemek uzerimize farz veya en azından vacip olmaktadır.

Bir hadis-i şerifin işaretiyle de anlaşıldığı uzere sabır bela ve musibetin karşılandığı ilk anda gosterilir. Daha sonra bela ve musibete insan ister istemez katlanır. Ama ilk an imtihan icin uygundur. Tepkimiz Allah’ın (c.c.) rızasına uygun bicimde olursa ilgili cumle ağzımızdan cıktığında başa gelen bela ve musibet bir ibadet hukmune donuşur. Bu anda mumine verilen odul cok buyuktur: “Ancak sabredenlere odulleri hesapsız olarak verilecektir (Zumer suresi, ayet 10).”

Tabii insan unutkandır. Bela ve musibet anlarında Allah’ı (c.c.) unutabileceği gibi ilgili cumleyi de soylemek hatırına gelmeyebilir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde gecmişteki bir bela ve musibeti akla getirerek “İnn lillahi ve inn ileyhi rÂci’ûn (Biz muhakkak Allah iciniz ve muhakkak O’na doneceğiz)” zikrini sonradan tekrar eden kimseye de bela ve musibetin ilk anında soylenmesine eşdeğerde sevap verileceğini belirtmektedir.
Allahın ahlakı ile ahlaklanması gereken bir Muslumanın da insanlara karşı sabırlı ve anlayışlı olması gerekir. Başa gelen iyilik ve kotuluklerin imtihan gereği Allahın izni ve yaratması ile meydana geldiğini duşunmeli ve bilmelidir. Bunun doğal sonucu olarak da hatayı kendisinde arayıp sabrı ve anlayışı elden bırakmamalıdır.
Muhsin İyi