Letaif Nedir, Letaiflerin Anlamları, İşlevleri, Gorevleri Nelerdir? (3)
Letaiflerin yukselmesi sırasında bazı duygusal ve ruhsal durumlar yaşanır. Bunların bilincinde olmak veya bu konuda bilgilenmek kişiye cok şey kazandırabilir.

Letaiflerin başında bulunan kalp letaifinin yukselmesi sırasında yaşananlar ilgi cekicidir: Kişi gunahlara tovbe edip bir murşid-i kÂmilden zikir ve rabıta alır almaz buyuk bir değişim yaşar. Bu yoldaki samimiyetine gore bu hal derinleşir. Surekli ağlar. Gecmişte yapmış olduğu gunahları, kacırdığı ibadetleri duşundukce gozyaşı doker. Oyle ki, her şey onu bir huzne goturur. Ağlatır. Gozyaşları sel olup akar gider. Gece ibadetlerine ve yalnızlığa onem verir, bu sıralarda da surekli ağlar. Aslında bu ruhsal durumun nedeni, gorunuşte o veya şu etmen olsa da, hakikatte kalp letaifinin Allaha (c.c.) doğru manevi bir yolculuğa cıkmasıdır.

Bir genc kız duşunun, evlenip baba evinden koca evine gidecek. Bu kız asıl kalıcı olduğu, ait olduğu yere gitmesine rağmen ağlar. Huzunlenir. Kalp letaifi yukselen birisi de bunun gibidir. O bu fani dunyadan asıl geldiği, ait olduğu yer olan emir Âlemine doğru manevi olarak sefer ederken boyle bir huzun duygusu icerisinde bulunur ve daima ağlar. Bu ne mubarek bir ağlamadır!..

Kalp letaifinin yukselmesi ile oluşan bu ağlama cok kutsaldır. Hadis-i şeriflerde kast edilen ağlamanın bu ceşit olduğunu duşunmekteyim. Bilindiği uzere Allah (c.c.) icin ağlamanın gunahları sildiği, bu kişilerin ahrette, tekrar diriliş gununde arşın golgeliği altında bulunacağı peygamberimizin (s.a.s) hadis-i şeriflerinde belirtilmektedir.

Bakıyorsunuz, insanlar bir aylık tatil icin butun yıl calışıyorlar, bir şeyler biriktiriyorlar. Onu da o veya bu tatil beldesinde yiyip bitiriyorlar. Bu onlara elbette iyi geliyor. Biraz onları sakinleştiyor. Cunku insanda seyahat etme, yeni mekÂnlarda bulunma ruhsal bir guduyu doyurmaktadır. Bu gudu aslında ruhun temel organları olan letaiflerin yukselme ihtiyacından gelmektedir. Fakat bu tur dunyevi ve nefsanî bir yolla meydana getirilen durum, yani seyahat etme ve tatil yapma, ruhu ve letaifleri biraz sakinleştirse de tatmin etmemektedir. Ruh ve onun manevi organları olan letaifler, boyle nefsanî ve dunyevi seyahatlerle, tatillerle asla gercek anlamda tatmin olamazlar. Daima bir arayış icerisinde bulunurlar. Onlar, ic dunyada meydana gelen pozitif değişikliklerle, hususiyle tovbe ile bir murşid-i kÂmile bağlanıp zikir, rabıta, murakabe gibi yollarla bir manevi yolcuğa cıkıp makamları kat etmesiyle ancak hakiki bir doyuma ulaşırlar.

Evet, insanın letaifleri, hususiyle kalp letaifi derin bir ağlama ihtiyacı icerisindedir. Bazı insanlar, bazen ruhlarının derinliklerinden gelen bu ihtiyacı hissederler, ağlamak isterler, ama nicin gozyaşı dokemediklerini, ağlayamadıklarını bir turlu cozemezler. Bunun icin haklı olarak manevi dunyalarında icerisinde bulundukları sıkıcı iklimden ayrılmak, gocmek isterler. İyi bir tatilin kendilerine guzel geleceğini duşunurler. Aslında aradıkları şey, ic dunyada yaşamak istedikleri bir iklimdir. Seyahattir. Ağlamaktır. Huzunlenmektir. Ama bunu bir turlu akıl edemeyip dış dunyadaki seyahat ve tatillerle geciştirirler. Neşelenmeyi, doyasıya nefsanî zevkleri yaşamayı hayal ederler. Bunun kendilerine iyi geleceğini sanırlar. Boylelerinin evleri ve iş yerleri kendilerine dar gelir. Buralarda boğulur kalırlar. Seyahatlerle, tatillerle kendilerine geleceklerini duşunurler.

HÂlbuki ic dunyada meydana gelen olumlu bir değişim ve kalp letaifinin yukselmesi ile meydana gelen bir huzun ile gozlerin yaşarması, binlerce kez yapılacak seyahatlerden ve tatillerden ruhsal dunyaya daha iyi bir etki yapacaktır. Ruhsal dunyayı hoş bir iklime sokacaktır. Boylelerinin herhangi bir seyahate ve tatile de ihtiyacları yoktur. Hapishane bile onlara cennetten bir bahce gibi gelir. Boyle birisi gerek evinde gerekse iş yerinde hoş bir duygusal durumla buyuk bir genişlik ve rahatlık yaşayacaktır. Asıl seyahat ve tatil letaiflerin emir Âlemine yukselmesi ile gercekleşir. Diğer seyahat ve tatiller yalancı emziklerin cocukları uyutması gibi bir anlama sahiptir. Gerceklikleri yoktur.

Dış dunyada olan bir şeyin ic dunyada olan bir şeyle mukayesesi mumkun mudur? Elbette aslolan ic dunyada gercekleşen olgudadır. İc dunyadaki bir seyahat ve tatil, ruhsal dunyada dış dunyada gercekleşen binlerce seyahat ve tatilden daha evladır, daha etkilidir.

Hz. Mevlana Mesnevisini kaleme almadan once girişteki on sekiz beyit inşa etmiştir. Mesnevinin bu ilk on sekiz beyti adeta tum mesnevinin bir ozeti gibidir. Bu beyitlerde neyin hikÂyesi konu edinilir. Ney hakikatte insan-ı kÂmili sembolize eder. Neyden murat, bu dunyada hakikate ulaşan, ruhunu, letaiflerini Allaha ulaştırıp donduren ve yeryuzunde bazı esma-i husnası ile Allahı temsil eden olgun insandır. Neyin asıl vatanı kamışlıktır. Daima orayı ozler. Bunun icin huzunlu bir ses cıkar ondan. İnsanın da asıl vatanı emir Âlemidir (ruhlar, melekût, lÂhut Âlemleri). İnsan bu dunyada gurbettedir. Bunun bilincinde olabilmesi icin ney gibi bir olgunluğa sahip bir insanla aşina, dost olması, sonra da ruhunu ve letaiflerini emir Âlemine yukseltmesi gerekir.

Letaiflerin yukselmesi ile kendisini gosteren ozgun bir başka durum, halet-i ruhiye ise, dunyaya değer vermemektir. Aslında insan nefsi dunyaya karşı cok acgozlu olarak yaratılmıştır. Kimseye karşılıksız olarak bir şey vermemek uzere dizayn edilmiştir. Tabii bu bir imtihan sırrıdır. ZekÂt insan doğasına, yani nefsine aykırıdır. İnsan zekÂtını verirken kendisini aşmakta, nefsinin uzerine cıkmaktadır. Hayvanlarla ortak olan bencil doğasından uzaklaşmakta, gercek bir insan olmaktadır. Varoluşunu ispat etmektedir. Cunku nefsine rağmen, onu aşarak diğer bir insana Allah rızası icin bir şeyler vermektedir. Bu durum, insanın tabiatını, nefsini goz onunde bulundurduğumuz zaman adeta bir mucizedir. İşte letaiflerin yukselmesi ile bu turden bambaşka bir mucize daha gercekleşmektedir: O kişi dunyaya değer vermemeye, dolayısıyla gozunu kırpmadan elinde uvucunda nesi varsa Allah rızası icin vermeye başlar. Tabii bu durum yukarıda bahsedilen ağlama, huzunlenme gibi bir hal olduğundan ileride gecebilir. Ortadan kalkabilir. Bu hal yuzunden elden cıkan mal mulke karşı kişide ileride bir pişmanlık meydana gelebilir. Dolayısıyla tasavvuf yolundaki kişilerin boyle bir hal neticesinde ileride pişman olmamak icin daha dengeli ve ılımlı infakta bulunmaları daha doğru bir hareket tarzıdır. ZekÂt bir itidal, orta yoldur. Bunu olcu alarak, yani biraz artırarak hareket etmek daha sağduyulu bir yoldur.

Boyle, bir anda malın mulkun hepsinin veya onemli bir kısmının infak edilmesinin gercek nedeni, kişinin letaiflerinin yukselmesi ile dunyaya değer vermemesi ve bunun icin Allaha olan aşkını ve sevgisini ispat etmek istemesidir.

Hz. Ebubekirin (r.a) malının tumunu, Hz.Omerin (r.a) malının yarısını infakta bulunmaları hep boyle bir hal neticesi olmuştur. Yoksa insanın elinden malını, mulkunu almaya kalksanız canını verir de yine de beş kuruşunu kimseye vermeye razı olmaz. Letaifler yukselmeye başlayınca bu dunya, dolayısıyla mal mulk gozden duşer. Oyle ki, kişi ona hicbir değer vermez. Dağıtıp savurmak, ondan adeta kurtulmak ister. Sanki goklere yukselmeye bunlar maniymiş gibi bir hal yaşanır.

Eskiden tarikatlara başvuranlara şeyh efendiler, sanki olmuşler gibi mal mulklerini mirascılarına taksim etmelerini emir buyururlardı. Bu durum onların letaiflerinin kısa zamanda yukselmelerine olumlu bir katkı sağlardı. Bizleri dunyaya bağlayan en onemli bağlar, mal ve mulktur. Bunları elde etme, elde tutma, artırma arzusudur. Bu tur arzular letaiflerin yukselmesi ile catışır. Cunku ilgili arzular insanı dunyaya bağlarken letaifler dunyayı aşmaya, emir Âlemine yukselmeye calışırlar. Bu yuzden bunlardan birisinin tercih edilmesi gerekir.

Aslında onemli olan mal mulkun gonulde yer etmemesidir. Bunlardan ne kadar cok olsa da gonulde yer etmedikce letaiflerin yukselmesine bir zararı olmayacaktır. Ama bunu gercekleştirebilecek kişi cok azdır. Bunların gonulde yer etmemesi icin zekÂtı, sadakayı artırmak gerekir.

Malının zekÂtını vermeyen kişinin ruhu ve letaiflerinin yukselmesi şurada dursun maddeye, dunyaya bir daha kopmamacasına kok salar gider. Bu da, Allah (c.c.) bizleri korusun, kufurle olmeyi netice verir.

Letaifleri yukselmeyen kişiler, bu dunyaya cakılıp kalırlar. İnsan olma, hususiyle insan-ı kÂmil olma seviyesine ulaşamazlar. Materyalist olurlar. İcgudulerinin sınırları icerisinde kalırlar. Bu dunyaya taparlar. Mal mulk ilahları olur. Yasin suresinde bu tur kişilerin infak ve fakirlere yardım meselesine bakış acılarını birlikte okuyalım: Onlara Allahın size rızık olarak verdiği şeylerden hayra harcayın dendiği zaman o kÂfirler, muminler icin şoyle derler: Allahın dilediğinde doyurabileceği kişiyi biz mi doyuracağız? Siz apacık bir sapıklık icinde değil de nesiniz? Materyalist zihniyet sadakayı, zekÂtı, fakirlere yardımı icerisinde bulunduğu durum gereği bir sapkınlık olarak algılar. Onun icin ayetteki ifade bir durum değerlendirmesidir. Cunku letaifler dunyaya, mala mulke daldığı icin onu ilah olarak kutsarlar. Onların zarar gormemesini arzu ederler. Onları başkalarına karşılıksız vermek bu tur kişiler icin mumkun olamaz. Eğer onlarda başkalarının hakları olsaydı, Allah onlara bunları verirdi diye bir mantık ve duşunce tarzı uretirler. Komunizm, materyalizmin bu acımasız yuzunu gizlemek, deşifre etmemek icin icat edilmiştir. Butun uretim araclarının devlete teslim edilip insanların cok sınırlı mal ve mulke sahip olarak materyalist kalmaları icin icat edilmiş bir duzenin adıdır komunizm.

İnsanların buyuk coğunluğunun ruhsal sorunları, letaiflerinin yukselmemesinden kaynaklanmaktadır. Dunyaya, insanlara aşırı derecede değer vermekten, tum dikkatini, enerjisini bunlara yonlendirmesinden neşet etmektedir. HÂlbuki dunya da insanlar da fanidirler. İnsanın ruhu ve letaifleri ise ebedidirler. Ebedi olan bir şeyin fani olan şeylerle bu derece ilgilenmesi, onlara değer vermesi doğru değildir. Yaratılış amacına aykırıdır. Boyle aykırı bir durum pek cok ruhsal hastalığın temel nedenini oluşturmaktadır. Bu hastalık kokte, en dipte olduğu icin insanların, hatta bu sahada uzman kişilerin bile dikkatinden kacmaktadır.

Yuce Allah (c.c.) ruhu ve letaifleri bu dunyada emir Âlemine yukselmesi icin yaratmıştır. Bu her insanın yaratılış amacıdır. Yerine getirmesi gereken temel vazifesidir. Lakin insanların coğu dini boyle pek derin olarak algılayamamakta, onun insan ruhuna uzanan yonunden haberi bile olamamaktadır.

Uzaya roket, fuze yollayarak boş bir gururun pencesinde olan insanoğlu kendi ruhundan ve onun manevi organları olan letaiflerinden haberdar değildir. Cağdaş insanın ruhu ve lataifleri maddenin ve dunyanın esiri olarak yere cakılıp kalmıştır. Dolayısıyla onun ruhen huzura kavuşması biraz zor gorunmektedir.

Letaifler gercek amacına uygun olarak calışmaya başladığında kişi buyuk bir donuşum gecirdiğini algılamakta, onceki yaşamı icin buyuk bir pişmanlık duymaktadır. Yepyeni bir insan olmaktadır. Bu adeta yeni bir doğumdur. Birinci doğumumuz bizim irademiz dışında gercekleşirken bu ikinci doğum bizim sahip olduğumuz cuzi irade ile yakından ilgilidir. Onun icin gercek varoluşculuk budur. Avrupadaki varoluşculuk felsefesi sahte bir duşunce jimnastiğinden başka bir şey değildir. Ruh ve letaifler emir Âlemine yukselmedikce insan kendisini bu dunyada gercek anlamıyla var kılamayacaktır. Hz. İsaya atfedilen şu soz ne kadar manidardır: İkinci doğumunu gercekleştiremeyen insan, melekût Âlemine yukselemez. İkinci doğumdan kasıt, tovbe ile dini bir yaşantıya yonelerek ruhunu ve letaiflerini yukseltmektir.

Letaiflerin emir Âlemine doğru bu kutsal yolculuğu iki kelime ile adlandırılacak olursa, ilahi aşktır denilebilir. Zaten ilahi aşkın başka bir yolu yoktur. İlla ki bu aşk letaiflerin Allaha doğru yukselmesi ile gercekleşir.

Letaiflerin yukselmesi sırasında Cinler Âlemi, Ruhlar Âlemi, Misal Âlemi, Melekût Âlemi, LÂhut Âlemi gecilmesi gereken kopruler gibidirler.

Letaifler LÂhut Âlemindeki yerlerine vardığında Allahın sıfatları ve guzel isimlerinin golgelerine ulaşırlar. Bu noktaya kadar olan seyre yukseliş (uruc, seyr-i ilallah) denir. FenafillÂh, yani nefsin Allahta fani olması bu yukselişin tamamlanmasından sonra gercekleşir. Allahın sıfatları ve guzel isimlerinde olan seyir sırasında (seyr-i fillah), nefis Allahın guzel olan bazı ahlaklarıyla ve faziletleriyle donanır. Bekabillahın başlangıc safhası bu sırada vuku bulur. Veliliğin derecesine gore Allahta seyir, Allah ile seyirle guclendirilir (seyr-i maallah). Sonra letaiflerin bu dunyaya, yeryuzune iniş seyri başlar (nuzul, seyr-i anillah). Bu kutuplara nasip olan bir şeydir.

Coğu veli gercek anlamda kemale ermeden bu dunyadan gocer. Yani letaifleri emir Âlemine yukselir. Bu yukselme tamamlanmadan, ayrıca letaiflerin bu dunyaya donuşu gercekleşmeden omur sermayesi biter. Elbette olum ile insanın manevi ilerlemesi durmaz, kabirde de devam eder.

Letaiflerin yukselmesi sırasında karşılaşılan en onemli duygusal durum, ayakların yere basmamasıdır. Verilen, alınan kararların gerceklerle bağdaşmamasıdır. Onun icin veliler ile deliler bazen aynı kefeye konulabilir. Cunku aynı şey deliler icin de gecerlidir. Onlar da gerceklikle coğu kez catışırlar. Ama letaiflerinin nuzulu gercekleşmiş bir veli oyle değildir. Onun ayakları yere tam anlamıyla basar. Kendisini her zaman başka insanların yerine koyarak hareket eder ve konuşur. Cok guclu, akıl almaz bir empati kabiliyeti vardır. Allah (c.c.) tarafından ona bu minvalde yuksek kabiliyetler ihsan edilmiştir.

Orta Asyada pek cok ulkede sofilere divane (deli) isminin verilmesi cok hoşuma gitmişti. Elbette onlar Allahın delileridir. Dunya delisi değillerdir. Bambaşka delidirler. Allahın delileri ilahi aşkla o hale gelmişlerdir. Her ne kadar bazı soyledikleri sozler, bazı davranışları gerceklikle catışsa da pek cok hikmete sahiptirler. Gerceklikleri bir başka boyutta tecelli eder. Allah (c.c.) onları pek yalancı cıkarmaz.

Letaifleri yukselen (kavs-i uruc) bir veli pek insanlara yardımcı olamazken letaifleri donmuş (kavs-i nuzul) bir veli insanlar icin ilac gibidir. Her meselede şifa dağıtırlar. Topluma, insanlara buyuk yararlar sağlarlar. Cunku onlar yeryuzune donmuş letaifleri ile insanları, dunyayı, malı mulku, her şeyi daha iyi anlarlar, yaratılışları istikametinde değerlendirirler. Letaifler yukselerek Allahın katında eğitilmişlerdir. Bu dunya, icindekiler, insanlar Allahın birer ayetleridirler. Birer anlama sahiptirler. Letaifler yukselmeden once insan okuma yazma bilmeyen cahil bir kimse gibidir. Ayetleri okuyup anlayacağına, onun dış suretine tapmaktaydı, kanmaktaydı. Ama seyr u sulukle letaifler emir Âlemine yukselince ruh ve onun manevi organları olan letaifler eğitildiler. Yeryuzune, dunyaya dondukleri zaman hicbir şeyin boşu boşuna yaratılmadığını anlamış oldular. Her şey insanlara Allah ve iman esasları icin birer mesaj vermekteydi. Bu, insanların eliyle meydana gelen, getirilen şeyler icin de gecerlidir. İşte letaifleri donen veli bu mesajları guzel bir bicimde okuyup anlamlandırdığı icin insanlara buyuk yararları olur. Onlar gercekleri daha doğru olarak gorurler. Etkili ve doğru nasihatte bulunurlar.

Kişi seyr u suluğu sırasında şeriatı temel aldığında, olcu olarak her zaman şeriata dayandığında buyuk sıkıntılara duşmeyecektir. Daima itidali koruyacaktır. Yanlış kararlar da almayacaktır.

Cezbe ve vecd halleri letaiflerin yukselmeleri ile meydana gelir. Bunların yuzlerce ceşidi vardır. Letaifler yukselirken nefis onların yukselmelerine mani olur. Bu sırada bu iki guc kaynağı arasında ruh sarsılır. Farklı tepkilerle bunu dile getirir. İşte cezbe ve vecd halleri bu farklı tepkilerin urunu olarak ortaya cıkarlar. Kişi elinden geldiğince bu cezbe ve vecd hallerini saklamalıdır. Ama bu konuda kendisini cok kasmasına da gerek yoktur. Başkalarında gorulen cezbe ve vecd hallerine karşı biraz hoşgorulu olmak gerekir. Sonucta ilahi bir yolun urunudurler. Anlayışı elden bırakmamak gerekir.

Kuran-ı Kerimde soz konusu edilen Hz. Suleymanın (a.s) vezirinin Seba melikesinin tahtını bir anda getirebilmesinin nedeni, bu letaiflerde gizlidir. Vezir, ruh gucu ile o kerameti gostermiştir. Yoksa sanıldığı gibi bir sihirli sozu okuyup ufleyerek değil. Yine Hz. Suleymanın (a.s) kuşların, karıncaların dilini bilmesi, onlarla konuşması da letaiflerle alakalıdır. Tabii letaiflerin bu kabiliyetleri elde etmesi dini ibadetlerin yanında cile, zikir, rabıta, murakabe ile gercekleşmektedir. Letaifler yukselip LÂhut Âleminde Allahın sıfat ve guzel isimleri ile terbiye edilmeye başlandığında bazı ozel kabiliyetlere, vasıflara sahip olabilmektedirler. Bu sayede velilerin birbirinden ayrı, ozel kerametleri vuku bulmaktadır.

Ruh ve onun manevi organları olan letaifler Allahtan ilahi bir soluk (nefha) ile meydana gelmişlerdir. Dolayısıyla Allaha (c.c.) yakınlıkları cok buyuktur. Onları ait oldukları yerlere ulaştırmak gerekmektedir. Bu nefse cok ağır gelmektedir. Nefis bu dunyanın elementlerine bağlı olarak yaratıldığı icin ruha aykırı bir dunya goruşune sahiptir. Nefis, icguduleri ile dunyaya bağlıdır. Ruhu ve letaifleri kendisi gibi yapmak ister. İcgudulerin ve dunyanın hizmetinde kullanmak icin calışır. Ruh ve letaifler bunlardan hicbir surette huzuru bulamazlar. İbadetlere yonelmek isterler. Huzurun ibadetlerde olduğunu bilirler. Lakin nefis cok gucludur. Ruh ve letaiflerin ibadetlere yonelmesini engellerler. Her insanın ic dunyasında bu ceşit bir catışma mutlaka vardır. İbadetinde olan bir mumin bile boyledir. O da ibadetlerini artırma yonunde nefsiyle catışır. KÂfir birisi ruhunun ve letaiflerinin ibadet etme yonundeki seslerini susturmak icin cok buyuk bir enerji harcar. Bu uğurda hayatını alt ust eder.

Ruh ve letaifler olağanustu yeteneklere sahiptir. Ezel bilgisi bir şekilde kendisinde duruludur. Hakkı ve peygamberlerin davasını bilir. Ama nefsine uyarak gormezlikten gelebilir. Bir muddet bu konuda kendisini kandırabilir. Nefsin eğilimleri ve dunya onun hakka yonelmesinin onunde durabilir. Ruh ruyada peygamberi gorduğunde tanır. Cunku onda ezel bilgisi, hususiyle imani esaslar gizli bir bilgi halinde mevcuttur. Yani bir insanın Allahı ve iman esaslarını inkÂr etmesi gercekte mumkun değildir. Bunun icin cok ozel bir caba, her daim buyuk bir enerji harcaması gerekir.

Ruh huzuru ancak ibadetlerde bulur. İbadet hayatı olmayan bir insanın bu dunyada huzuru elde etmesi mumkun değildir. Butun dunya ve icindekiler o kişiye ait olsa da durum değişmez. Cunku ruh bu dunyaya ait değildir. O emir Âlemine yukselmek ister. Cunku asıl vatanı orasıdır. Bu isteği gercekleşmedikce de huzursuzluğu artar. Ruhi bunalımlara girer. Ruhun emir Âlemine yukselmesi alkol, uyuşturucu maddelerle olmaz. Bunlar yalancı, sahte, şeytani yollardır. Ruh, emir Âlemine ancak dini bir yaşantıyla yukselmeye başlar. Dini yaşantı kişiyi huzura goturur. Yuze, ellere letaiflerin yukselmesinin emaresi olan nurları serpiştirir.

Yuce Allah (c.c.) bizlere rızası doğrultusunda yaşamayı ve olmeyi nasip eylesin. Ruhumuzu ve letaiflerimizi emir Âlemindeki yerlerine ulaştırıp dondursun. Âmin.
Muhsin İyi