Veda, birinden ayrılırken, ona sağlık, esenlik, mutluluk dileyerek ayrılmaktır. Ornek: Sevdiğine goz yaşları icinde veda etti.
Vedanın her turlusu acı verir. Ben ilk vedamla yaşım 10 ’iken dedemi kaybederek tanıştım. İlkokula daha gitmezken bir donem rahmetli ninem ile dedem bizde yaşamıştı. Sonra 13 yaşımda ninemi kaybettim. 16 yaşımda da diğer dedemi kaybettim. Bu vedalarda gercekten canın yandı mı diye sorsalar, hayır derim. Cunku buyuklerimle zaman gecirmedim, geciremedim. Hem yaşım gereği hem gurbette yaşamış olmanın verdiği sebeplerden acımı yaşayamadım. Sahiplik duygusu oluşmamıştı bende. Aslında ben ilk vedamı en yakın arkadaşımın babası vefat ettiğinde yaşadım. Her gun gorduğum, bize 2. babalık eden, sofrasını acan adamı toprağa verdiğimizde yaşadım. Cok şukur ki kendi anne babam hayatta zaten. Bir onlar kaldı yanımda. Sonraki vedalarım olmadı benim. Hayatımdan hic kimseyi cıkartmadım, giden de olmadı. Koptuklarım oldu belki, yıllarca goruşmediğim tonca insan oldu. Ama onlar vedadan sayılır mı ki? Tabi ki sayılmaz.
Veda; alıştığın, sevdiğin bir insanı, canın yanarak uzak bir noktada bırakmaktır. 17 gundur hayatınızda olan yaralı bir kuşun ucup gitmesi bile size dedenizin olumunden daha fazla koyabilir. İnsanoğlu işte kuş misali, hangi gonule konacağı bilinmez. İnsan alıştıklarına, sevdiklerine veda edermiş, sevmediklerine değil. Meğerse aslında insanlar en cok, sevdiklerinden gidermiş. Ben vedaları bilmezmişim meğer. Vedanın da kıymetini oğrenmiş oldum. Ne kıymetliymiş sevdiğini, dostunu, kardeşini icin burkularak bırakmak. Vedalar acıymış, ama o kalp burukluğu en kutsalıymış, bir gonule dokunmak en yucesiymiş, bir omur ardından dua edebilmeyi goze almak demekmiş, buğulu gozlerle ve tum kalbinle ona “mutlu kal” diyebilmekmiş.