Ben Okumayacağım

Mart ayı gelmişti ama kızım hala okumaya gecmemişti. Odevlerini yapmamak icin bir suru bahane buluyordu. Elimden geldiğince ilgileniyor, calışma şevki kazanması icin cabalıyordum. Ancak hicbir gelişme yoktu. Adeta inatla okuma-yazma oğrenmemeye calışıyor gibiydi. Oğretmenliğin kazandırdığı butun deneyimlerimi kullanıyor, hicbirinin işe yaramadığını gordukce paniğim artıyordu.

Kızımdan bir yaş kucuk oğlum ve henuz yedi aylık bebeğim den calabildiğim her dakikayı kızıma ayırıyor, ancak oğretmeniyle her konuştuğumda buyuk bir duş kırıklığı ile eve donuyordum. ‘Kızım acaba geri zekalı mı’ diye duşunduğum oluyor, bu duşunceler yuzunden beynimin zonklamasını gecirmek icin iki, uc tane ağrı kesici almak zorunda kalıyordum.

O soğuk mart akşamında, sonmeye yuz tutmuş sobanın yanında, kızıma heceleri sokturebilmek icin uğraşırken, onun ilgisizliği kalan son sabrımı da tuketti. Ayların birikimiyle kızı mı omuzlarından tutup, silktim ve minicik yanağına hatırladıkca utandığım’ bir tokat attım. Yanağı kıpkırmızı oldu. Şaşkın ama kızgın baktı. Ağlamamak icin minik dudaklarını surekli bukuyor, bakışları kalbimin otelerine doğru ok gibi ilerliyordu.

Sessizliği bozan ben oldum.

“Neden? Nazlıhan neden? Nicin okumayı oğrenmek icin gayret gostermiyorsun? Sen aptal değilsin. Neden kendine aptalmışsın gibi davranılmasına izin veriyorsun?”

Bir an durdu, sonra sesinin butun yırtıcılığı ve kiniyle, “Cunku ben okumak istemiyorum” diye haykırdı. Kulaklarıma inanamıyordum. Yuksek tahsil yapıp, iyi bir geleceği olacağını duşledim biricik kızım, benim, ben oğretmen Emine Ozgenc’in kızı “Okumak istemiyorum” diye bağırıyordu.

Hayal kırıklığı ve şaşkınlık icerisinde “Neden?” diye sorabildim.

“Cunku ben senin gibi okuyup, oğretmen olup, cocuklarımı evde yalnız bırakıp işe gitmeyeceğim, Calışmayacağım, Ben sadece anne olacağım.”

Kızım konuşmuyor, adeta beni tokatlıyordu. Başım donuyor, gozum kararıyor, bu sozlerin gercekten kızıma mı ait olduğunu anlamaya calışıyordum. Evet bu sozleri bana yedi yaşındaki kızım soyluyordu. “İnsan şimdi bayılmaz da ne zaman bayılır” di ye duşundum. Sanki, birden, gozlerimin onunde bir sinema perdesi acıldı ve acı bir film oynamaya başladı. Yozgat’ın Nohutlu Tepesi’nde, o her cıkışımda hic bitmeyeceğini duşunduğum yokuşun başındaki bir turlu ısıtamadığım evi hatırladım.

12 Eylul sonrası, eşimin (bircok insana yapıldığı gibi) hic anlayamadığım bir tarzda ve sebepsizce tutuklanıp cezaevine goturuluşu. Aylarca tutuklu olduğu halde mahkemenin bir turlu başlamayışı. Yıllarca suren ve benim, eşimin neden tutuklandığını beraat ettikten sonra bile anlamadığım mahkemeler. Bakamadığım icin dokuz aylık oğlumu Samsun’a, anneme bırakmam. Bakıcı ve anaokulu masraflarını karşılayamadığım icin, iki yaşındaki kızımı her gun calıştığım liseye goturuşum. Yavrumun oğretmenler odasında koltuklarda uyuyuşu. Uykusunun en derin yerinde calan teneffus ziliyle yavrumun fırlayıp koltuklara oturuşu. Sonra mudurun beni cağırıp, “Bak Emine Hanım, biliyorum zor durumdasın ama seni goren herkes cocuğunu okula getirmeye başladı. Burası cocuk yuvası değil ki. Bir daha kızını okula getirme” deyişi. O gunden sonra iki bucuk yaşındaki kızımı o koskoca, o sopsoğuk evde, yalnız başına bırakıp, donene kadar kızımı koruması icin Allah’a yalvarışlarım. Acıkır ve susar diye etrafa bıraktığım su bardakları ve yiyecekler. Her akşam eve donduğumde yavrumu bir koşede battaniyenin altında buzuşmuş buluşum.

“Yavrum, iyi misin? Korktun mu?” diye sorunca, “Korktum, ağladım, ağladım, yoruldum, sustum, sonra yine ağladım” diyerek boynuma sarılışı. Bir film şeridi gibi geciyordu gozlerimin onunden. Bir turlu filmin sonu gelmiyordu.

Nisan sonlarına doğru bir oğle paydosunda eve gelmiş ve zili calmak zorunda kalmıştım.

O sabah telaşla cıkarken anahtarı evde unutmuştum. Ama cok dert etmemiştim. Nasılsa kızım evdeydi. Kapıyı acardı. Ama acmadı. Acmadığı gibi sesinin butun gucuyle “Anne” diyerek ağlıyordu. “Kızım, ben annenim, ac kapıyı” dedikce o “Hayır sen annem değilsin. Sen kurtsun. Beni yiyeceksin” diye feryat ediyordu. Ne soyledimse inandıramadım. Dinlediği bir masaldan etkilenmişti besbelli. Yavrum, minik yavrum korkuyor ve ağlıyordu. Yarım saat uğraşmış, ikna edememiştim.

Yapacağım tek şey vardı. Bir şekilde iceri girmek. Ama nasıl? Kapıyı kıracak gucum yoktu. Nohutlu Tepesi’nde cilingir ne gezerdi. İcerde yavrum feryat figan ağlıyordu. Neden sonra alt kata inmeyi duşundum. Kapıyı acan komşuma bir yandan olayları anlatıyor, bir yandan balkona doğru koşuyordum. Bir sandalye bulup balkona yerleştirdim ve ust kattaki evimin balkonuna ulaştım. Ben, 153 santimlik ufak tefek kadın, bir sandalye yardımıyla nasıl olup uc metrelik tırmanışı gercekleştirerek, ucuncu kattaki evimin balkonuna ulaştım. Hala anlamış değilim. Sanki gorunmeyen bir el beni yukarı cekti. Balkonun kapısı pek sağlam olmadığından, kilidi kolayca acıp iceri koştum. Kızım kapının dibine oturmuş, başını bacaklarının arasına sıkıştırmış ağlıyordu. Sarıldım, sarıldım, sarıldım... Goz yaşlarım onunkiyle karıştı. Koynuma buzuldu. Sadece “Annem, anneciğim, kurt beni yiyecekti” diyebiliyordu. O gun oğleden sonraki ilk dersimi kacırdım. Mudurun ikazına rağmen kızımı sınıfıma goturdum. Once mudur muavini, sonra mudur tarafından azarlandım ama hic cevap vermedim. Sadece goz pınarlarımda iki damla yaş belirdi. Ve o yaşlar mudurun birden susup ozur dilemesine sebep oldu.

Evet bu acı film bitecek gibi değil. Kızımın sesiyle irkildim.

“Ben okumayacağım. Anne olacağım diye feryat ediyordu. Feryat etmiyor sanki beni tokatlıyordu. Ona iyi bir anne olamadığımı ve bundan duyduğu rahatsızlığı bu sozlerle haykırıyordu yuzume. Hayatımın hicbir anında boylesine bir acı yaşamamıştım. Hicbir soz yureğimi ve belleğimi boylesine hırpalamamıştı.

Kızımın kestane rengi saclarını okşadım. Tokadımla kızaran yanağını optum. Başını goğsume bastırdım. Onun hafızasında yer eden butun acıları silmek istiyordum. En doğru, en eğitici sozleri bulmalıydım. Ama nasıl?.. Bu allak bullak beyinle nasıl?

Oğlece ne kadar kaldık bilemiyorum. Bir ara konuşacak gucu bulabildim.

“Kızım, her okuyan kadın calışmak zorunda değildir. Sen iyi bir anne olmak istiyorsun. Ben de iyi bir anne olmanı istiyorum. Ancak, okursan, bilgili olursan, iyi bir anne olabilirsin. Calışmak zorunda değilsin ki. Sen de evde cocuklarına bakar, onlara okuma yazma oğretirsin” diye devam eden bircok cumle sıraladım peş peşe. Kızım ikna olmuş gorunuyordu. Ertesi gun okuldan geldiğinde onu masanın başında Cin Ali kitabını okurken buldum. Kızım, okuyup yazmayı aylar once oğrenmiş fakat ısrarla herkesten saklamıştı.

Oğretmeni şaşkındı. “Nasıl olur da bir cocuk, bir gunde bu kadar ilerleme kaydedebilir?” diye soruyordu. Bu sorunun cevabı oyle uzun ve anlaşılması oyle guctu ki... O an susmak, en guzel cevaptı cunku bu sorunun cevabını ancak ben ve Nazlıhan anlayabilirdik.
Şimdi kızım, Gazi Universitesi’nde işletme okuyor. Anadilini cok iyi okuyup, yazdığı gibi iyi derecede İngilizce de biliyor. En onemlisi bir kadının hangi şartlarda olursa olsun calışması ve ekonomik ozgurluğunu elde etmesi gerektiğine inanıyor. En guzeli de her fırsatta “Canım annem diye sarılıp yanaklarımdan opuyor. Ben de onun, daha once “o utandığım tokatla” kızarttığım yanağından opmeye ozen gosteriyorum.

Emine Ozgenc

__________________