• 10-07-2023, 05:11:55
    #1
    [CENTER]A

    Abdal: Hem şiir hem de düzyazıda derviş anlamına gelen bu sözcük, halk ozanlarının adının başına ya da sonuna gelerek onların mahlası olarak da kullanılmıştır. (Pir Sultan Abdal, Kaygusuz Abdal gibi)


    ABSOLUTİZM

    Mutlakçılık. Herhangi bir eserde ya da ilkede bir ebedinin varlığına ve değişmezliğine inanmak, eseri ya da ilkeyi bu değişmeze göre incelemek.

    AÇIK HECE
    Türkçe sözcüklerde sesli harf ile belirtilen kısa heceler. Örneğin a-na-do-lu, a-şı-la-ma gibi. Arapça ve Farsça'da ise sözcüklerde sesli harflerle yazılmayıp hareke ile gösterilen kısa hecelere verilen isim. Örneğin ka-de-me, ha-se-ne gibi. Aruz vezninde bütün açık heceler kısa hece olarak kabul edilir.

    AÇIKLAMA
    Edebi bir eseri geniş okuyucu kitleleri için anlaşılabilir hale getirmek için yapılan yazılı çalışmalar. Sanatçılar eserlerinde anlamı herkes tarafından bilinmeyen sözcükler, deyimler, durumlar ve düşüncelerle, sanatlar kullanır. Bunların her biri bir olay, bir durum ya da düşünceyi ifade eder. Okuyucu bunları çözmeden eserin bütününü anlayamaz. Açıklamanın amacı bu anlamayı sağlamaktır.

    AÇIKLIK
    Bir metinde belirtilmek istenen duygu ve düşüncelerin kolay, anlaşılır, herhangi bir ek yoruma açıklamaya gerek kalmadan kavranılabilir olmasıdır.

    ADAPTE
    Herhangi bir dilde yazılmış bir eseri, başka bir dile yer ve kişi adlarını değiştirerek, olayları örf ve adet, duyuş ve düşünüş bakımından aktarıldığı dili konuşanların hayatına uygulamak yöntemli serbest çeviri tarzıdır. Türk edebiyatında daha çok tiyatro eserlerinde kullanılır. Örneğin Tanzimat edebiyatı yazarlarından Ahmet Vefik Paşa'nın Moliere'den yaptığı adapteler gibi.

    ADAPTASYON
    Farklı türde bir eserin (roman, öykü, anı gibi), sahne veya sinemaya uyarlanması ya da farklı türde bir eserden (roman, destan, öykü gibi) farklı bir edebi eser (örneğin oyun) meydana getirilmesidir.

    AED
    Eski Yunanlılarda şiirlerini lirle söyleyen saz şairlerine verilen ad.

    AFROZİM
    Çeşitli konularda mutlak bilinmesi gereken ana özellikleri kısa, açık ve anlaşılır bir biçimde anlatma sanatı. Yazarların derin anlam yüklü vecizelerine de afrozim denir.

    AĞIZ
    Bir anadilin herhangi bir şivesi içinde var olan söyleyiş farkıdır. Ağızlarda dilbilgisi ve sözcükler farklı değildir ancak bazı sesler değişik söylenir. Rumeli ağzı, Karadeniz ağzı gibi.

    AHREB ve AHREM
    Rubai vezinlerinin ana ölçüsüdür. Mef'ulü ile başlayanlara ahreb, mef'ulün ile başlayanlara ahrem denir.

    AHSENÜ'L KASAS
    Kıssaların, hikayelerin en güzeli. Bu deyim, Kur'an-ı Kerim'de Yusuf Suresi'nde geçen Yusuf kıssasını anlatır.

    AKD Ü HALL
    Düğümleme ve çözülme. Divan edebiyatında nesir bir eseri nazma çevirmeye akd, nazım bir eseri nesire çevirmeye hall denir.

    AKICILIK
    Sözcük ve cümlelerin dile takılmadan kolayca okunabilmesi için anlatılmak istenen düşüncenin rahatlıkla anlaşılır şekilde ifade edilmesi. Akıcılık, düşüncelerin bir düzenleme kapsamında sıralanması, bu düşüncenin herkes tarafından bilinen ve kolay söylenebilen sözcüklerle anlatılması, cümlelerin kısa ve yapı bakımından doğru olması ile sağlanır. Akıcılık, içerikten çok bir üslup özelliğidir.

    AKROSTİŞ
    Bir şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralandığında anlamlı bir sözcük meydana getirmesi. Divan edebiyatında akrostiş'e muvaşşah ya da istihrac denir. Eski Yunan ve Latin edebiyatında ise akrostiş "üç dize" anlamına gelir.
    Örneğin:
    Varolan bir sen, bir ben, bir de bu bahar
    Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var
    Dünyada aşkımız ölüm gibi mukaddes
    İnan ki bir daha geri gelmez bu günler
    Âlemde bu andır bize dost esen rüzgar
    Cahit Sıtkı Tarancı
    Şiirin dizelerinin ilk sözcükleri alt alta okunduğunda "VEDİA" ismi çıkıyor.

    AKS, AKİS
    Bir cümlede, bir dizede iki sözcüğün ya da sözcük topluluklarının yerleri değiştirilerek yapılan söz sanatı. Cümle ya da dizede bir sözcük diğerinin önüne ya da arkasına getirilerek cümle ya da dize tekrarlanır. Tard ü aks veya aks ü tebdil de denir. Aks-i tam (tam akis) aks-i nakıs (eksik akis) olmak üzere iki türü var.
    Aks-i tam, cümle ya da dizenin anlamlı iki parçası kalıp halinde yer değiştirir, ekleme ve çıkarma yapılmaz. Örneğin:

    Mümkün değil Hudâyı bilmek de bilmemek de
    Mâtem görünür şâdi şâdi görünür mâtem

    Aks-i nakıs, Cümle ya da dizelerde anlamlı sözcük topluluklarının yerlerinin bazı ekleme ve çıkarmalar yaparak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin:

    Hayran oluyor kudretine, sun'una insan
    Hayran oluyor kudretine, sun'una hayran
    İsmail Safa

    Gelse der-gâhına ikrâm görürler küremâ
    Kürema dergehine gelse görürler ikrâm
    Ziya Paşa

    AKSAN
    Vurgu demektir. Söyleyiş farkını belirtmek için bazı seslerin üzerine konur.

    AKS-İ MÜFRED
    Bir sözcükteki harflerin sondan başa doğru alınması halinde yine anlamlı bir sözcüğün meydana gelmesidir. Örneğin ayak-kaya gibi.

    AKSİYON
    Bir edebi eserde olguların akışıdır. Örneğin bir romandaki aksiyon, tanımlama, düşünce ve moral bölümlerinin çıkarılmasından sonra kalan olaylardır.

    ALAKA
    İlgi. Bir sözcüğü gerçek anlamının dışında bir anlamda (mecazi) kullanmak için düşünülen ilgiye alaka denir. Edebi sanatların çoğunda bu durum söz konusudur. Bu ilişki ne kadar uygun olursa edebi sanat o derece yerinde ve güzel sayılır.

    ALEGORİ
    Bir düşüncenin canlı bir varlık olarak anlatılması. Soyut bir düşünceyi heykel ya da resim ile göstermek gibi. Örneğin adalet düşüncesinin gözü bağlı ve elinde terazi bulunan bir kadınla anlatılması gibi.

    ALİTERASYON
    Şiir ya da düzyazıda bir uyum yaratmak amacıyla aynı sesleri taşıyan sözcükleri sık sık ve art arda tekrarlamak. Örneğin:
    Seherlerde seyre koyuldum semayı, deryayı
    Tevfik Fikret

    Karşı yatan karlı kara dağlar kayıptır.
    Dede Korkut

    ANA DUYGU
    Bir düşünceden çok bir duyguyu dile getirmek, okuyucu ya da dinleyiciye hissettirmek, onların benliğinde yaşatmak amaçlı yazı ya da konuşmaların öne çıkarmak istediği asıl duyguyu anlatır. Ana duygu bir metnin özünü oluşturur. Metinde bu duyguyu destekler haldeki bütün yardımcı duygu ve düşünceler hep ana duyguya bağlanarak onun daha anlaşır ve duyulur olmasını sağlar. Ana duygu konu anlamına gelmez. Konu anlatılan şey, ana duygu ise bu anlatılanlardan çıkan sonuçtur.

    ANA FİKİR
    Belirli bir konuda yazılmış eserlerin temelini oluşturan ve okuyucuya verilmek istenen asıl düşünce.

    ANAGRAM
    Bir sözcükteki harfleri kullanarak başka bir sözcük kurmak. Örneğin sahip anlamındaki "malik" sözcüğü ile tamamlamak anlamındaki "ikmal" sözcüğü kurulabilir. Anagram çoğunlukla özel isimlerde yapılır. Gerçek isim yerine o isimdeki harflerle yapılan bir başka isim kullanılır.

    ANAKRONİZM
    Meydana geliş tarihi kesin olarak bilinen bir olayı yaşadığı zaman belli olan bir kişiyi, değişik bir tarihte gerçekleşmiş ya da yaşamış gibi gösterme. Örneğin Nasrettin Hoca'nın Timur ile ilgili fıkraları gibi. Anakronizm bilgi eksikliğinden kaynaklanabilir ya da bir amaç için bilinçli olarak yapılabilir.

    ANALİZ
    Bir bütünü parçalarına ayırarak detaylı inceleme. Bir edebi eserin analizi, olayların, kişilerin ve üslupların ayrı ayrı incelenmesi yöntemiyle yapılır. Analizden çıkarılan sonuç bir tartışma konusu olursa bu duruma eleştiri (tenkit) denir.

    ANEKDOT
    Bir edebi eserde anlatılan bir olayın başlı başına ayrı bir bütünlük gösteren parçasıdır. Kısa hikaye, fıkra, menkıbe anlamlarını da taşır.

    ANJANBMAN
    Şiirde cümlelerin bir dize ya da beyitte bitmeyip diğer dize, beyit veya bendlere kaymasıdır. Türk şiirine Fransız şiirinden geçti. Servet-i Fünun döneminde yaygınlaştı. Düzyazıyı şiire yaklaştıran önemli bir üsluptur. Örneğin:

    Geçen akşam eve geldim. Dediler:
    Seyfi Baba
    Hastalanmış, yatıyormuş.
    - Nesi varmış acaba?
    - Bilmeyiz, oğlu haber verdi
    geçerken bu sabah.
    - Keşke ben evde olaydım... Esef
    ettim. Vah vah!
    Bir fener yok mu, verin... Nerde
    sopam?
    Kız çabuk ol...
    Gecikirsem kalırım beklemeyin. Zira
    yol
    Hem uzun, hem de bataktır...
    Mehmed Âkif

    ANLAM
    Her sözcüğün anlattığı düşünce. Sözcükler birden fazla anlama gelebilir. Bu durumda anlamlardan biri öz anlam diğerleri mecaz anlamdır. Sözcükler zamanla yeni anlamlar alarak zenginleşebilir. Zamanla anlamlarının kaybetmelerine anlam daralması denir. Dar anlamı bulunan sözcüklerin anlamlarının genişlemesine de anlam genişlemesi denir.

    ANLATIM
    Duygu ve düşüncelerin sözlü ya da yazılı ifadesi. Edebiyatta daha çok yazılı anlatım için kullanılır. Anlatımın aracı sözcüklerdir. Sözcüklerin dilbilgisi kullarına uygun olarak sıralanmasıyla anlatım ortaya çıkar. Edebiyatta anlatım genel olarak iki türde yapılır. Biri nesir (düzyazı) diğeri nazım (şiir).

    ANTOLOJİ
    Gerçek sanat eseri değerindeki örneklerin bir araya getirildiği derleme yapıtlar. Yunanca anthos (çiçek) ve legein (toplama) sözcüklerinden türemiştir. Batı'da ilk örneklerini Yunanlılar verdi. Gadaralı Meleagros ile Makedonyalı Filippos'un Stephanos (Çelenk) isimle derlemeleri ilk antolojidir. Türkçe'deki ilk antoloji ise Ömer bin Mezid'in 1436'da yaptığı Mecmuatü'n Nezâir'dir. 83 şairin 397 şiirini kapsayan bu antolojiyi Prof. Dr. Mustafa Canpolat 1978'de Latin harfleriyle yayımladı.

    ANTONİM
    Ters anlamlı sözcükler. Sıcak-soğuk, iyi-kötü, acı-tatlı, kısa-uzun, güzel-çirkin gibi.

    APOSTROF
    Kesme işareti. Özel isimleri eklerinden ayırmak için (Ali'nin kalemi), sözcükteki düşen bir harfi belirtmek için (n'olur=ne olur), sözcüğün ekiyle karışmaması için (kola'nı içtin mi) kullanılır.

    ARAÇSIZ ÜSLUP
    Bir fikri, bir duyguyu söyleyenlerden doğrudan doğruya aktarmak. Monolog ve diyaloglar araçsız üslup örnekleridir.

    ARKAİZM
    Bir dilin eskimiş sözcüklerini ya da cümle kuruluşlarını kullanarak edebi eser yaratma. Bu eserlere arkaik denir.

    ASALET
    Edebi eserlerde terbiye dışı, çirkin, bayağı, müstehcen ve galiz sayılan sözcüklerden kaçınmak. Edeb-i kelam ya da mümtaziyet de denir. Tersi eserlere hasaset adı verilir.

    ASKI
    Halk edebiyatında saz şairleri aralarındaki şiir yarışmalarında kazananlara verilmek üzere duvara tüfek, kılıç, heybe, saz gibi şeyler asardı. Bunlara askı, askıyı kazanmaya da askı indirmek denir.

    ÂYÎNE
    Sözcük anlamı aynadır. Herhangi bir şeyi veya hali yansıtan, gözönünde canlandıran anlamında kullanılır. Tasavvuf edebiyatında dünya, Allah'ın tecelli ettiği bir aynadır.

    Acem Koşması: Aşıkların, özellikle Anadolu'nun kimi yörelerinde Azerbeycan'a özgü bir ezgiyle okudukları koşma türü.

    Açık Mektup: Bir kişiye seslenen ancak başkalarının da okuması için gazete veya dergilerde yayımlanmak amacıyla yazılan mektup...

    Ağıt: Bir ölünün ardından onu yüceltmek amacıyla söylenen halk şiiri. Divan Edebiyatı'nda Mersiye'nin karşılığıdır.

    Ağız: Bir ülkede görülen değişik konuşma biçimlerini, söyleyiş türlerini ve ayrılılıklarını yansıtan kullanımlardan her birine verilen ad.

    Akrostiş: Bir şiirde dizelerin ilk harfleri, yukarıdan aşağı doğru okunduğunda ortaya konu olarak alınmış şeyi karşılayan bir sözcük, ozanın ya da şiirin adandığı kişinin adı çıkacak biçimde düzenlenmiş olmasıdır.

    Alegori: Bir düşünceyi, bir davranışı ya da eylemi daha kolay kavratabilmek için simgelerle canlandırılıp anlatılması.

    Alıntı: Öne sürülen bir savı ya da düşünceyi açmak, geliştirmek için o sav ya da düşüncenin ilgili olduğu alanda tanınmış bir kimsenin söylediği bir sözle pekiştirme.

    Aliterasyon: Bir dizede ya da cümlede kulağa hoş gelecek bir uyum sağlamak amacıyla aynı seslerin yenilenmesi.

    Anakronizm: Zamanda yanılma. Özellikle sözlü edebiyatta kimi ozanları değişik zaman dilimleri içinde yaşatma halkın onları benimseme kaygısıyla ortaya çıkmıştı.

    Anıştırma: Söz arası ya da sözün gelişine göre ünlü bir olayı bir özdeyişi, bir atasözünü anımsatma ve düşündürme sanatı.

    Anlatı: Roman, öykü, oyun, masal gibi türlerde bir olay dizisini yazınsal biçimde anlatma eylemi.

    Anlatımcılık: Sanat ve edebiyatı sanatçının kişiliğini temel alarak açıklamaya çalışan kuram. Bu kavrama göre bir duygunun varolabilmesi; onun dile getirilmesine bağlıdır ve dille biçimlendirilmemiş bir duygunun varlığından sözedilemez.

    Arkaizm: Bir anlatıda dilden kaybolmuş ya da geçerliliğini yitirmiş sözcüklere ya da sözdizimlerine yer verme sanatı.

    Artıklama: Sözü ya da yazıyı gereksiz yere uzatma durumu.

    Aruz: Hecelerin uzunluk ya da kısalık derecesine göre çeşitli ses kalıplarından oluşan bir tür şiir ölçüsü. Daha çok Divan Edebiyatı'nda kullanılır.

    Aşık: Halk ozanı ya da saz şaiiri.

    Ayak: Halk şiirinde kafiye yerine kullanılan terim.

    B

    BAB
    Bir edebi eserin düzenlenmesinde, konuların ele alınıp işlenmesine göre ayrıldığı bölümlerden en geniş olanı.

    BÂDE
    Üzüm şarabı. Ama tasavvuf edebiyatında aşk anlamındadır.

    BAHR-I TAVÎL
    Vezinli, kafiyeli uzun nesir cümlelerden kurulan Divan edebiyatı nazım türü. Fe'ilatün, mefa'ilün, müstef'ilün gibi cüzler arka arkaya tekrarlanır. Türk edebiyatında çok az kullanılmıştır.

    BALAD
    Üç uzun bir kısa bendden oluşan Batı edebiyatı nazım türü. Uzun bendlerin dize sayısı 6-10 arasında değişir. Kısa bend ise 4-5 dizedir. Bu bend tanrıya, krala, prense ithaf bendidir. Her bendin sonundaki mısra bir tür nakarattır. Masal ve hikaye niteliğindeki bendleri ele alıp işleyen, kısa ve hikayesi olan şiirlerdir.

    BASİTNAME
    Divan edebiyatında yalın Türkçe ile yazılmış gazeller. Bunlara Türkî-i basit gazel de denir. Basitnamelerde Arapça ve Farsça sözcüklerle tamlamalar çok azdır. Örneğin:

    Düşdi bu gönlüm sana hey sevdüğüm
    N'ola yakışsan bana hey sevdüğüm

    Çün seve geldi seve gider seni
    Bu gönül önden sona hey sevdüğüm

    Ayruluk derdi bana bir bun durur
    Kim döyer imdi buna hey sevdüğüm

    Turmadım uçmak diler gönlüm kuşı
    Yüce köşkünden yana hey sevdüğüm

    Yüzüni gözler güzel bu uyüzden ay
    Giceler kalur tana hey sevdüğüm

    Ağzını öpmek ana ol kim senün
    Söğme yok yire ana hey sevdüğüm

    Cânı dahi bir kez ana hey sevdüğüm
    Edirneli Nazmi

    BEDÎ
    Sözü, kulağa hoş gelecek ve ruha heyecan verecek şekilde güzelleştirme yollarını gösteren bilim. İlm-i bedî de denir. Bu isim altında toplanan sanatlar iki gruba ayrılır:
    Sözle ilgili sanatlar (Sanayi-i lafziye): Cinas, iştikak, seci, kalp, tedvir, aks, teddil, tasri, tarsi gibi.
    Anlamla ilgili sanatlar (Sanayi-i mâneviye): İlhan, tevriye, tenasüp, mübalağa, leff ü neşr, tensik, mügalata-i mâneviye, tecahül-i ârif, hüsn-i ta'lil, tezat, istifham, rücu, tekrir, telmin, insal-i mesel, istidrak, tevcih, iktibas gibi.

    BELÂGAT
    Düzgün ve yerinde söz söyleme sanatı. Sözün düzgün, açık, anlaşılır, güzel olmasını, söyleme nedeniyle, söylenene göre düzenlenmesini öğreten bir bilimdir.

    BERÂAT-I İSTİHSAL
    Sözün başında eserde anlatılanları belirten sözcük ya da söyleyişler. Berâat üstün gelmek, istihsal yeni ayın görünmesi, yağmurun yağması, çocuğun doğarken çığlık atması anlamlarına gelir. Bu edebi sanata hüsn-i ibtida adı da verilir. Amaca iki yolla ulaşılır. Bir ilişki kurularak ya da ilişki kurulmadan. İlişki kurulmasına tahallüs, kurulmamasına iktidab denir. Sinan Paşa'nın Tazarru'namesi, Fuzuli'nin Hüsn'ü Aşk'ı, Cevdet Paşa'nın Belagat-ı Osmanniye adlı eserlerinde bu sanatın güzel örnekleri vardır.

    BERCESTE
    Öz, güzel, latif, ince anlamlı, kolayca hatırlanan, yapısı sağlam dize ya da beyit. Dize için daha çok mısra-ı berceste, beyit için de beyt-i berceste tanımlamaları kullanılır. Genel anlamda bir şiirdeki en güzel dize ya da beyit de denebilir. Bazı berceste örnekleri:

    Uyduk dil-i divâneye dil uydu hevâya
    Ruhi

    Su uyur düşmen uyur hasta-i hicrân uyumaz
    Şeyh Gâlib

    Çeşmini gördüm unutdum derdi de dermânı da
    Şeyh Gâlib

    Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi
    Muhibbî (Kanuni)

    Şîrler pençe-i kahrımda olurker lerzân
    Beni bir gözleri âhûya zebun etdi felek
    II. Selim

    BERDAR
    Asılmış, darağacına çekilmiş. Divan ve tasavvuf edebiyatında sevgilinin saçlarına vurulan "âşık"ı tanımlamak için kullanılır. Örneğin:

    Ayağı yire mi basar zülfine ber-dâr olanun
    Zevk ü şevk ile virür cân ü seri döne döne
    Necati

    Dâr olam gerdâr olam ber-dâr olam mansûr olam
    Yunus Emre

    BEZM
    Sohbet, muhabbet, içki meclisi. Daha çok divan edebiyatında kullanılır. Tamlamalar halindedir. Örneğin bezm-i nûşânûş durmadan içilen meclis demektir. Bezm-i vüslat kavuşma meclisidir. Bezm-i muhabbet aşk meclisidir. Bezm-i mey içki meclisidir. Tasavvuf edebiyatında bezm-i elest şekli kullanılır. Başlangıcı olmayan zaman demektir.
    BİBLİYOGRAFYA
    1) Belli bir konuyla ya da dönemle ilgili eserlerin tümünü kapsayan ya da en iyilerini seçerek sıralayan, o eserlerin yazarlarını, yayın tarihlerini, hangi kitaplıklarda bulunduklarını, türlerini de belirten kılavuz.Eş. :Kaynakça.
    2) Araştırma ve incelemeye dayanan bilimsel eserlerin ya da yazıların sonunda, o konu ile ilgili yayınları, kaynakları gösteren liste.
    3) Bir dergi veya gazetede yeni çıkan kitaplar hakkında bilgi veren sütun.
    4) Yayınevlerinin, çeşitli alanlardaki kitapları kapsayan katalogları da bibliyografya içine girer.
    Kitaplar hakkında geniş bilgisi olan kimseye ise "bibliyograf" adı verilir.
    (Kaynak: Murat AKINCI-Açıklamalı Edebiyat Terimleri Sözlüğü)
    BİLADİYE
    Beldeleri konu edinen edebi eserler. Sanatçılar gördükleri, gezdikleri, sevdikleri ya da görmek istedikleri beldeleri nazım ya da nesir şeklinde anlatır. Divan edebiyatında Ferdi, Derviş Ömer Efendi gibi şairlerin biladiyeleri vardır.

    BOZLAK
    Halk edebiyatımızda bir ezgi türü. Konusunu aşiret kavgalarından, kan davalarından, aşk maceralarından alır. Çoklukla Güney ve Orta Anadolu bölgelerinde söylenir. Afşar bozlağı, Urum bozlağı gibi türleri vardır.
    Bade: Halk ve Divan Edebiyatında 'şarap' anlamında kullanılır.

    Bağfiil: Fiillerden oluşan, cümlede belirteç olarak kullanılan fiil soylu sözcük.

    Bağlam: Bir sözcüğün cümle, cümlenin paragraf, paragrafın metin içindeki yerini belirleyen, ondan önce veya sonra gelen sözkonusu sözcük, cümle ya da paragrafın anlamını, değerini belirleyen öğeler bütünü.

    Balad: Eski Fransız şiirinde görülen yazım biçimlerinden biri. Üç bentten ve bir ağırlama dizesinden oluşur.

    Barok: 17. yüzyıl Batı edebiyatında, dengeden çok devinime, düşünceden çok duyguya ağırlık veren yazın akımı.

    Basmakalıp: Çok kullanılan, hemen herkesçe bilinen sözlerin olduğu gibi kullanılması.

    Bayronculuk: İngiliz şair Lord Bayron'un başlattığı bu akım toplumun yerleşik düzenine, töresel kurallara uymadan yaşama düşüncesini taşır. 19. yüzyılda ortaya çıkan akım başkaldırıcı bir yapısı olmasına rağmen fazla taraftar bulamamıştır.

    Beğence: Bir yapıtın başına konan; yetkili bir kişinin yazdığı ve o yapıtı tanıtmayı amaçlayan yazı.

    Belgesel Roman: Gerçek olaylara, belgelere, araştırma ve incelemeye dayanarak oluşturulan roman türü.

    Belginlik: Düşünce ve duyguların, eksiksiz ve anlaşılır biçimde anlatılması.

    Bent: Bir şiirin 4, 5, 6, .... dizeli bölümlerinden her biri.

    Beş Hececiler: Milli edebiyat döneminde bu dönemin temel ilkelerini benimseyerek o doğrultuda yazan Faruk Nafiz Çamlıbel, Halit Fahri Ozansoy, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç ve Enis Behiç Koryürek'in oluşturduğu topluluk.

    Betimleme: Bir varlığı, bir olayı, bir durumu ya da kavramı zihinde canlanacak biçimde anlatma.

    Beyit: Aynı ölçüde yazılan ve anlamca birbirine bağlı iki dizelik Divan şiiri birimine verilen ad.

    Biçim: Edebiyatta varolan ögelerin birbirine bağlanarak oluşturdukları düzen. Örneğin bir şiirin biçimi kaç dizeden oluştuğuna, dizelerin kümelenişine, belirli bir uyak dizini olup olmadığına göre değişir.

    Bilimkurgu: Düş ya da kurgu yoluyla oluşturulan; çoğu kez gelecek zamanlarda yer alan; günümüzdekinden farklı bilimler ve teknikler kullanan toplum ve insan yaratan yazın türü.

    Bilinç Akımı Tekniği: Roman, öykü, anlatı gibi kurmacasal türlerde insanı, düşüncelerinin dümdüz akışı içinde değil; düşleri, izlenimleri, iç dünyası ve bilinçaltıyla yansıtmak için başvurulan yol.

    Bovarizm: Gustave Flaubert'in 1857 yılında yayımladığı Madame Bovary adlı romanın kahramanlarına özgü tutum ve davranışlara verilen ad.










    C-Ç

    CEM'İYYET

    Birbirine uygun veya birbirine karşıt anlamlı sözcükleri bir arada bulundurma. Böyle sözlere cem'iyyetli adı verilir.

    CEVAZ-Î EDEBÎ
    Sözcüğü vezne uydurmak amacıyla bazı değişikliklerle kullanılması, hecelerin, seslerin ucun ya da kısa okunması şeklinde yapılan yanlışları hoş karşılama. Şiirde böyle kullanışlar "kusur" kabul edilir.

    CEZÂLET
    Söyleyişleri kulağa sert gelen sözcükleri tanımlar. Uyumu konuya göre ayarlayan önemli bir anlatım şekli. Örneğin, sanatçı şiddet, büyüklük, vakar, ölüm, korku, savaş gibi konuları anlatırken ya da işlerken, sözcükleri de anlattığı konuya uygun düşecek kalın sesliler arasından seçer. Savaşı anlatırken çekâçâk, gülbank gibi sözcüklerin kullanılması gibi. Bu tür kalın seslilere elfâz-ı cezele, taşıdıkları niteliğe de cezâlet denir. Örneğin:
    Saflar düzüp hücum hücum edilecek hayl-i düşmene
    Dehşet âsimân u zemîn pür-figân olur

    Evc-i havâda çekâçâk ı tigden
    Âvaz-ı ra'd u sâika reh-gümkünân olur
    Nef'i

    CÖNK
    Halk edebiyatı ürünlerinin yazıldığı defterler. Bir tür antoloji sayılırlar ve yazarlarının kim olduğu çoğu zaman bilinmez.

    Caize: Özellikle Divan edebiyatı döneminde büyüklere, varlıklı kimselere sunulan malzumeler için verilen para.

    Cinas: Eşsesli sözcükleri birlikte kullanarak yapılan söz oyunu.

    Cinayet Romanı: İşlenmiş bir cinayeti ve bu cinayetin işleyicisini bulup ortaya çıkarma eylemini konu alan roman türü.

    Cönk: Özellikle saz şairlerinin, kendilerinin ya da başkalarının şiirlerini derleyip kaydettikleri, uzunlamasına açılan deri kaplı defter.


    Çağrışım: Sözcüklerin, düşüncelerin, hayallerin aralarında bulunan benzerlik, birlik, yakınlık ya da karşıtlık gibi bağlantılarla birbirlerini anımsatması.

    Çağrışımsal Alan: Çağrışım yoluyla aralarında anlamsal ya da biçimsel bağlantılar kurulabilen kavram ve sözcüklerin oluşturduğu bütün.

    Çaprazlama: Bir cümlede ya da bir dizede daha önce geçen sözcüklerin sırasını, değişik ya da karşıt anlam verecek biçimde tersine çevirerek yineleme.

    ÇAPRAZ KAFİYE
    Dörder mısralı bendlerle kurulan nazım şekli. Her dörtlüğün tek sayılı dizeleri ile çift sayılı dizeleri kendi aralarında kafiyelidir. Dörtlük sayısı sınırlı değildir. Her tür konuya uygun olduğu için çok kullanılır. Çaprazlama da denir. Örneğin:
    Hâfız'ın kabri olan bahçede bir gül varmış
    Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle
    Gece, bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış
    Eski Şîrâz-ı hayâl ettiren âhengiyle
    Yahya Kemal Beyatlı (Rindlerin Ölümü)
    Çevrikleme: Bir sözcükteki harflerin yerini değiştirerek elde edilen sözcüklerden her biri. Örneğin: Masa, asma, kısa, askı

    Çokanlamlılık: Bir sözcüğün birden fazla anlamı yansıtır duruma gelmiş olma durumu.

    Çok Bağlaçlılık: Eş görevli ya da benzer işlevli ögelerin bağlaçlarla art arda sıralanma durumu.

    Çözümleme Romanı: Olaydan çok olaya karışan kişilerin ruhsal durumlarını bir takım çözümlemelerle yansıtmayı amaçlayan roman türü.

    D

    Dadaizm: Tristan Tzara ve arkadaşları tarafından Fransız edebiyatında 20. yüzyılda geliştirilen bu akım, savaşın hemen ardından doğduğu için umutsuzluk ve güvensizliği içinde barındırır.

    DARAYAK
    Âşık edebiyatında kafiye olma olasılığı düşük sözcükler. Âşıkın karşılaşma ya da atışma sırasında en azından dört ayak kafiye bulması gerekir. Diğer âşık da aynı ayakta dört sözcük söylemek zorundadır. Darayak bu durumda işe yarar. Darkapı olarak da adlandırılır.

    DARB-I MESEL
    Meydana gelen bir durumu, olayı bir örnekle anlatmakta kullanılan kalıplaşmış, anlamlı sözler. Durûb-ı emsâl diye de bilinir.

    DEKANLIK
    Edebiyatı soysuzlaştırdıkları öne sürülen sanatçı ya da akımlara verilen isim. Örneğin Ahmet Mithat Efendi, Edebiyat-ı Cedide şairlerini gülünç göstermek için onlara dekanlar demiştir.

    DELÂLET
    Söz ile anlam arasındaki bağlantı. Bir sözcüğün okunduğu ya da söylendiği zaman beyinde canlandırdığı anlam. İki başlıkta incelenir:
    Sözle alakalı olmayan delâlet (gayr-i lafzi delâlet): Bu da ikiye ayrılır:
    Delâlet-i vaz'iyye: Sözcükle anlamı arasında sözle ilgili olmayan çağrışıma dayalı bir bağlantı vardır. Şemsiyenin yağmuru anımsatması gibi.
    Delâlet-i akliye: Parçanın bütünü, eserin yayıncısını, kainatın Allah'ı anımsatması gibi.
    Sözle alakalı delâlet (Lafz-ı delâlet): Bu da üçe ayrılır:
    Delâlet-i mutabıkiye (Uygunluk): Sözün, ifade ettiği şeyin bütününü ifade etmesi. Örneğin ev denince bütün odalarının akla gelmesi gibi.
    Delâlet-i tazammuniye: Sözün ifade ettiği şeyin bir bölümünü ifade etmesi. Musluktan çeşme, evden oda gibi.
    Delâlet-i iltizamiye: Sözün kendi anlamı için gerekli olan bir başka anlamda kullanılması. Eli açık, gönlü geniş, ağzı sıkı gibi.

    DEVR ya da DEVİR
    Tasavvufa göre, yaratılış (madde) ve sona eriş (mead) arasındaki safhaları anlatan sistem. Tasavvufçular bu sistemi bir daireye benzettiği için bu ismi aldı.

    DEVRİYE
    Tasavvuf edebiyatında devr konusunu işleyen şiirler.

    DEYİM
    Çoklukla gerçek anlamlarının dışında bir anlam taşıyan kalıplaşmış sözler. En az iki sözcükle kurulur. Kısa ve özlü anlatım aracıdır. Teşbih, istiare, mecaz ve kinaye unsurlarıyla bir olayı tanımlar ya da ifade eder. "Ağır başlı", "Dostlar alışverişte görsün" gibi.

    DEYİŞ
    Türk halk edebiyatında hece vezniyle söylenen şiirler. Türkü, destan, koçaklama, güzelleme, taşlama, nefes, koşma, tekerleme türlerinin hepsine deyiş adı verilir. "Deme" sözcüğü de kullanılır.

    DEYİŞME
    Halk edebiyatında âşıkların karşılıklı şiir söylemesi. Atışma da denir. En az iki âşık kendi kendilerine ya da bilirkişiler ve dinleyiciler karşısında belli kurallar çerçevesinde şiir yarışı yaparlar. Birbirlerini denerler, ustalıklarıyla öne çıkmaya çalışırlar. Deyişme şu sırayla yapılır:
    Merhabalaşma, giriş bölümüdür. Âşıklar, birbirlerini ve dinleyicileri "Hoşgeldiniz", "Sefa geldiniz", "Merhaba" gibi sözcüklerle rediflerine bağlanan kafiyelerle dörtlükler kurarak selamlar.
    İkinci bölümde âşıklar kendi ustalarının şiirlerinden örnekler söyler.
    Tekerleme bölümü denilen üçüncü bölüm asıl deyişme bölümüdür. Ev sahibi ya da yaşlı bir kişi düz ya da geniş ayakla deyişmeyi açar. Âşıklar konu ve bend sınırlaması olmaksızın verilen oyun üzerinden deyişmeye başlar. Âşıklar asıl ustalıklarını ve sanatçılıklarını burada göstermeye çalışır. İlk ayak bitince diğer âşık yeni bir ayak açar. Deyişme sürdükçe ayaklar darayak halini alır. Deyişme karşılıklı soru-yanıt şekline döner. Âşıklar böylece birbirlerinin bilgi ve sanatlarını ölçer. Bir şekilde karşısındakini söz söylemez haline getiren âşık deyişmeyi kazanır.
    Söz söyleyememe durumuna "lebdeğmez" denir. Deyişmenin sonunda da âşıklar birbirlerini rahatlatmak, gönül almak için karşılıklı koşmalar söyler. Birbirlerini överek hoşgörü örneğiyle deyişmeyi bitirirler. Örneğin âşık Şenlik ile âşık Feryadî'nin deyişmesi:

    Şenlik:
    Şöhretin vezir payında
    Rütbesiyle şana layık
    Oturuşun o duruşun
    Hem sultana hana layık

    Feryadî:
    Sefa geldin gözüm üzre
    Olsam mihmana layık
    Şeyhülislam, sadrazam
    Doğru Al'Osman'a layık

    Şenlik:
    Seninle oldum taaşşuk
    Gözlerime geldi ışık
    Duymadım sen kime aşık
    Dillerin Kur'an'a layık

    Feryadî:
    Bu düşkün gönlüm açarsın
    Selim Sırat'ı geçersin
    Kevser ırmaktan içersin
    Olasan cihana layık

    Şenlik:
    Kul şenliği eder hürmet
    Rikabın kıldım ziyaret
    Sana nasip olsun cennet
    Huriye gılmana layık

    Feryadî:
    Sefil Feryadî göresen
    Meram maksûda eresen
    Sancak altında durusan
    Habîb-i Rahman'a layık

    DİBÂCE
    Çoklukla mensur, bazen de mazmun eserlerin başında yer alan ve eserin yazılış nedeni ile içeriğini açıklayan başlangıç kısmı. Önsöz, mukaddime, medhal, sözbaşı, başlarken, birkaç söz gibi sözcükler de dibâce karşılığıdır.

    DİPNOT
    Yazarın yararlandığı kaynakları ve alıntıları metnin geçtiği yerlerde belirtmesi.

    DİYALOG
    İki kişinin karşılıklı konuşmasını tanımlayan Yunanca sözcük. Roman, hikaye, tiyatro gibi türlerde kahramanların karşılıklı konuşmalarının olduğu gibi yazılmasını ifade eder. En çok dram türünde görülür ve üsluba canlılık katar. Devrik cümleler kullanmaya elverişlidir. Örneğin Eflatun'un diyalogları ünlüdür.

    DÖRTLEME
    Halk edebiyatımızda dört dizelik kıtalardan meydana gelen nazım şekillerinin genel adı.

    DÖŞEME
    Türk halk hikayelerinin başında geçen seçili sözler. Ayaklı saya da denir. Arapça mukkaddime ve medhal, Farsça dibâce'nin karşılığıdır. Döşeme başlama adlı girişle başlar. Sonra duruma göre yalan veya tanrı, yaratılış üzerine bir destan, bir yurt veya savaş destanı söylenir. Ardından asıl esere ya da anlatıma geçilir.

    DRAMATİK
    Sahnede canlandırılmak üzere yazılmış eserlerin ortak adı.

    DURAK
    Hece vezniyle yazılmış şiirlerde dizelerin belli bölümlere ayrıldığı yerler. Durakta sözcükler bölünmez, kulağa uyumlu gelen söz öbekleri oluşturulur.

    DÜBEYT
    İki beyit anlamındadır. Divan edebiyatındaki rubai türünü belirtmek için kullanılır.

    Dağınıklık: Söylenenlerin birbirini tutmayıp bütünlükten yoksun olma durumu.

    Dekadan: Fransa'da, 19. yüzyılda natüralizme karşı çıkan ve simgecilik akımına öncülük eden sanatçılara verilen ad.

    Deneme: Herhangi bir konuda yazarın kesinlemelere gitmeden, kişisel görüşlerini, düşüncelerini konuşma ya da söyleşi havası içinde işlediği düzyazı türü.

    Destan: Yunanca Epos şiirinin karşılığı olan bu kavram, toplumların belleklerinde derin izler bırakmış yiğitlik ve kahramanlık olaylarını manzum olarak öyküleyici bir yöntemle anlatan en eski edebiyat türüdür.

    Devrikleme: Sözcüklerin cümle içinde olağan sıralanış biçimine uymayan kullanımı.

    Devriye: İnsanın ve evrenin Tanrı'dan çıkıp tekrar Tanrı'ya dönmesi görüşünü temel alan devir kuramını anlatan şiirlere verilen isim.

    Dışavurumculuk: Sanat ve edebiyat ürünlerinde iç gerçeğin ve iç yaşantının önemli olduğunu; bunu dışa yansıtmak gerektiğini savunan akım.

    Didaktik Şiir: Görünüşte şiirsel bir dokusu olan, ama gerçek amacı bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt vermek olan öğretici nitelikteki şiir.

    Divan: Divan edebiyatı şairlerinin belli bir düzene göre şiirlerini topladıkları yapıt.

    Divan Edebiyatı: Konuları, konuları işleyiş biçimi ve dili yönünden Arap-Fars etkisi altında oluşmuş edebiyat ürünlerine verilen ad.

    Dizin: Genellikle öğretici içerikli yapıtların ve kitapların sonuna koyulan kimi terimleri alfabetik bir düzenle veren ya da gösteren dizelge.

    Dolamlama: Belli bir düşünce ya da duyguyu doğrudan doğruya anlatma yerine, onu farklı sözcüklerle anlatma biçimi.

    Dolaylı Anlatım: Roman, öykü gibi edebiyat türlerinde olayların yazar tarafından anlatılması.

    Dolaysız Anlatım: Söylenenleri biçimsel değişikliğe uğratmadan, sözün söylendiği biçimde aktarılması.

    Döşeme: Halk öykülerinde giriş bölümüne verilen isim.

    Drama: Sahnede oynanmak için yazılan, olayları oluş halinde ve karşıt oluşların çatışmasıyla geliştirip gösteren yapıt.

    Durak: Hece ölçüsünde dizelerin iki ya da daha çok parçaya bölünüş yerine verilen ad.

    Düğümleme: Bir söz yazıdan istenilen anlamı çıkarmayı, o yazıyı kavramayı engelleyen anlatım karışıklığı.

    Düzyazı Şiir: Ölçü, uyak gibi kurallara uymadan, konuşma dilinin havası içinde yazılan bu şiir türü ülkemiz edebiyatında ilk kez 20. yüzyıl başında Halit Ziya Uşaklıgil tarafından denenmiştir.











    E

    Edebiyat: Duygu, düşünce, olay ve olguları, etkili ve güzel biçimde anlatan söz sanatı.


    EDA
    Söz ve yazıdaki ifade şekli, uslup tarzı, anlatış yolu. Belagatçılar bunun hakikat, mecaz, kinaye olmak üzere üç türlü olduğunu söylerler.

    EDEB-İ KELÂM
    Acı, hoş olmayan, ayıp, çirkin, kaba veya uğursuz sayılan şeyleri kendi adlarını söylemeden başka sözle ifade etmek. Buna asâlet ve mümtaziyet adları da verilir. Edeb-i Kelâm, bir düşünceyi, bir olayı incelik, asâlet ve nezaketle ifade etmek için anlam, kendine ait olmayan kelimeyle karşılanır. Genellikle şu üç durumda bu yola başvurulur:
    1. Sözü kabalıktan kurtarmak için.
    Ölen birisi hakkında "ölüm" yerine "Rahmet-i Ralman'a kavuştu", "sizlere ömür", işi elinden alındığını bildirmek üzere "Affedildiniz" denmesi gibi.
    2. Ta'zim veya ifadeyi süslemek için. Şeyh Galib'in aşağıdaki iki beyitten ilki ta'zim, ikincisi tezyine (süslemeye) örnektir:

    Bir şeb ki Sarâ-yı Ümmehânî
    Olmuşdu o mâhın âsumânî
    Giydikleri âftâb-ı temmûz
    İçtikleri şûle-i cihan-sûz

    3. İfadeyi fesahat yönünden bozacak ses, kelime ve terkiplerin tekrarından kaçınmak için.

    EDİSYON KRİTİK
    Eleştirel basım. Farklı nüshaları bulunan yazma veya matbu eserlerin aralarındaki ayrılıklar tespit edilerek aslına en uygun şekilde yayınlanır. Farklar dip notlar halinde gösterildiği gibi açıklayıcı bilgiler de verilebilir.

    EFSANE
    Tabiatüstü özellikler gösteren kişilerin hayatlarının ve olayların anlatıldığı hikayeler. Efsane halkın hayalgücüyle yarattığı "ideal insan tipi"ni verir ve nesilden nesile anlatılır. Efsane ile masallar arasında uygunluk vardır. İki türde de olağanüstü olaylar işlenir. Yalnız efsane daha inandırıcıdır. Bu yönüyle hikaye ve destana yaklaşır.
    Efsaneler şöyle ayrılır:
    1. Yaradılış efsanesi (Dünyanın yaradılışı, tabiat varlıklarının meydana gelişi, kıyamet günleri.)
    2. Tarihi efsaneler.
    3. Olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçleri konu alan efsaneler.
    4. Dini efsaneler.
    Türk efsanelerinde kahramanlık, fedakarlık, cesaret, ahlaki davranışlar, sosyal düzene bağlılık, Ahlah'ın kudretine iman, doğruluk, cömertlik, samimiyet gibi konular yer alır. Genç Osman, Boş Beşik, Çakıcı EFe, Çoban Çeşmesi, Gelin Kaya, Cennet Dağı, Kan Kuyusu, Yusufçuk Kuşu gibi efsaneler halk arasında söylenegelmektedir.

    EGLOG
    Çoban şiiri. Birkaç çobanın aşk, kır hayatının güzellikleri üzerine karşılıklı konuşmaları bçiminde yazılır. Latin edebiyatında gelişen bu şiir türü genellikle Batı edebiyatında görülür. Bir olaya dayandığı ve karşılıklı kişileri konu aldığı için küçük bir piyesi andırır. Eglog, Türk edebiyatında kullanılmayan bir türdür.

    EKLEKTİZM
    Felsefede uyuşabilir tezleri toplayıp uyuşamayanlarını bir yana bırakma eğilimini, edebiyatta ise birbirine aykırı çeşitleri bağdaştıran geniş sınırlı zevki ifade eder.

    ELFİYE
    Binlik karşılığıdır. Bin mısradan meydana gelen manzum eserler için kullanılır. Elfiyeler edebiyatla ilgili olduğu gibi, hadis, fıkıh, feraiz, nahiv ilimleriyle de ilgili olabilir.

    ELGAZ
    Bilmece anlamına gelen lügaz kelimesinin çoğulu.

    ELİFNÂME
    Genellikle mısra başlarındaki kelimelerin ilkharflerinin alt alta elif'den ye'ye kadar alfabetik tarzda devam etmesi ile meydana gelen şiir. Divan ve halk edebiyatımızın ortak mahsulleri arasında yer alırlar. Dini-tasavvufi ve din dışı konularda örneklerine rastlanır.

    EMOSYANALİZM
    Sanat ve edebiyat eserlerinde duyguya önem veren estetik anlayış.

    EMPRESYONİZM
    Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun uyandırdığı duyguları anlatma yolu. XIX yüzyılın sonlarında Fransa'da doğdu. Önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü.
    Empresyonistler dış dünyanın kendi içlerinde bıraktığı izlenimi dile getirirler. Bu âlem, sanatçıya sadece heyecan ve duygusal dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Önemli olan sanatçının kendi algılamaları ve bunları anlatma yöntemidir. Edebiyatın bir amaca hizmet edemeyeceğini savunur. Empresyonist edebiyatçılar şiir, kısa hikaye, tek perdelik manzum piyes gibi kısa çalışmaları tercih etmişlerdir.

    ENTİMİZM
    İçtencilik. İnsan ruhunun mahrem ve gizli sırlarını içtenlikle anlatma eğilimi. Bu sanat anlayışına sahip edebiyatçılara entimist denir.

    ENTONASYON
    Cümlede heceler, kelimeler ve daha büyük anlamlı gruplar üzerindeki seslerin alçalıp yükselmesi. Konuşmacının anlatmak istediği anlama yardımcı olur. Dinleyicileri duygulandıran, heyecanlandıran, coşturan özellikler taşır. Cümlenin yapısına göre değişiklikler gösterir. Bazen cümlelerin anlamını da belirler.

    EPİFONEM
    Bir sözlü ya da yazılı eserde anlatılanların hikmetli bir sözle son bulması.

    EPİGRAF
    Bir yapının özelliklerini belirten ve genellikle bir plaka üzerine binanın ön yüzüne iliştirilen yazıya (kitabe) bir kitabın, bir kitabı meydana getiren bölümlerin başına konan, o kitapta veya bölümdeki yazılanları özetler mahiyette sözler, şiir parçaları, atasözleri, vecizeler.

    EPİGRAM
    Eski Yunan'da mezar taşlarına yazılan kısa ve epik nazım şekli. Romalılar'da çok kısa hiciv manzumesi.

    EPİZOT
    Hikaye, roman veya şiirde ana konuya bağlı ikinci derecede olay; müzikte temaları birbirinden ayıran serbest yazılmış bölümler; tiyatroda bir aksiyona (harekete) katılmış ikinci derecede bir aksiyon; Yunan trajedisinin unsurlarını meydana getiren diyaloglu bölümlerin her biri. Bu bölümler modern tiyatroda perde adıyla bilinir.

    EPOPE
    Kahramanlık konusunu işleyen uzun şiirler. Kelimenin aslı "konuşma, nutuk, sohbet" anlamına gelen Yunanca epospoien'e dayanır.

    ESREM
    Aruzdaki fe'ülün cüzünden fe ve n'yi kaldırıp ûlu yerine getiren fa'lü cüzü.

    EŞHAS
    Şahıs kelimesinin çokluğu. Eskiden tiyatro eserlerinde ve romanlarındaki kahramanlara veya kadroya bu ad verilirdi.

    EŞTER
    Aruzdaki mefa'ilün cüzünden m ve y harflerinin kaldırılıp yerine getirilen fâ'ilün cüzü.

    Efsane: Eskiden bile söylenegelen, olağanüstü olaylara ve kişilere yer veren, konuşma diliyle oluşturulmuş, üslup kaygısından uzak hayali öyküler.

    Eglog: İlkçağ edebiyatında Romalıların Vergilius şiirlerine verdiği isim. Birkaç çobanın aşk ve kır yaşamı üzerine karşılıklı konuşmalarından oluşan bu şiirlerden oluşan eglog, edebiyatımızda işlenmiş bir tür değildir.

    Egzotizm: Yabancı ülkelerin gelenek ve yaşama biçimlerini yansıtan, o ülkelere özgü manzaralarla donatılmış yapıtlar için kullanılan bir tanımlamadır.

    Eleştiri: Bir yapıtın özünü, yapısını anlatan, onun değerli ve değersiz yönlerini ortaya çıkartan, yapıldığı toplumun düşünce gelişimi içindeki yerini örneklere dayandırarak yapan yazı.

    Eleştirel Gerçeklik: Toplumsal gerçekleri eleştirel bir yaklaşımla ele alan, insanı toplumsal ilişkileriyle yansıtmaya amaçlayan edebiyat yönelmesi.

    [COLOR=#000000][FONT=comic sans ms][B]Enelhak: "Ben Tanrı'yım" anlamına gelen bu En
  • 10-07-2023, 05:14:02
    #2
    [CENTER]K

    KALB

    Sözle ilgili sanatlardandır. Arap harflerine göre bir kelimenin harflerinin yerleri değiştirilerek yapılır. Cinas sanatının bir çeşididir. Cinas-ı kalb, tecnis-i kalb ve maklûb adlarıyla da bilinir. İkiye ayrılır:
    1. Kalb-i kül: Tersinden okunduğu zaman da anlamlı olan kelime çıkan sanattır. Buna kalb-i muntazam veya aks-i müfred de denir. Örnek:

    Mûr gibi emrine kılmış itâat halk-ı Rûm
    Râm olupdur nitekim Mûsâ'ya ey şeh şihr-i mâr

    Sururî Kadim
    Mûr: Karınca, Rûm: Anadolu, Râm: İtaat etme, Mâr: Yılan anlamına gelir.

    2. Kalb-i ba'z: Bir kelimenin harfleri değiştirilerek kelime yazma sanatıdır. Buna maklûb muavvec de denir. Örnek:

    Tahlîsine yok mu duâcı
    Câniler içinde kaldı Nâcî

    Muallim Naci
    Câni: Katil, Nâci: Şairin adı.

    KARAVELLİ
    Asıl hikaye arasına katılan küçük, müstakil hikayeler. Hikayelerin içinde manzum parça bulunmaz. İbret verici veya güldürücü niteliktedirler. Genellikle uzun hikayelerin anlatıldığı toplantılarda zaman zaman dikkatleri başka noktaya çevirmek ve sahneyi değiştirmek için söylenirler.

    KAT'
    Anlamla ilgili sanatlardandır. Susmanın söylemekten etkili olacağı yerde sözü kesmeye denir. Heyecanın doruğa ulaştığı noktada bu yola başvurulur. Genellikle nesirde kullanılan bir sanattır. Örnek:

    Bu dağın çilesi dolmaz,
    Bu dağın çilesi solmaz,
    Bu dağ bir...
    Sus şair,
    Hepsini demek olmaz!

    Halide Nusret Zorlutuna

    KATAR
    Halk edebiyatında alt alta sıralanan dörtlüklerin hepsine birden katar denir.

    KAYABAŞI
    Halk edebiyatımızda bir koşma türü. Özel ezgiyle okunur. Türkülerin ezgilerine göre bölümlenmesinde usulsüz okunan türküler bölümüne girer. Konuları kır ve köy hayatıyla ilgilidir. Çobantürküsü olarak da bilinir.

    KELAM-I KİBAR
    Ulu söz demektir. Velilerin, büyük kişilerin, ahlakçıların özlü sözlerini tanımlamak için kullanılır.

    KEREM HAVALARI
    Saz, bağlama, bozuk düzenler eşliğinde özel bir ezgiyle söylenen türkülerdir. Adını öykü kahramanı Kerem'den aldığı sanılıyor. Akıcılığından dolayı çok tutulan bir üsluptur. Anadolu'nun hemen bütün bölgelerinde söylenir. Kerem, yanık Kerem, kesik Kerem, kandilli Kerem gibi bölümlere ayrılır.

    KESİK
    Halk edebiyatımızda hece sayısı 7 ve 8 olan şiirlerin genel adı.
    Kahraman: Edebiyatta olayların akışını en çok etkileyen ve göze çarpan kişilere verilen ad.

    Kalem Şuarası: Belirli bir öğrenimden geçmiş, hece ve aruz ölçülerini kullanarak şiir yazabilen ancak saz çalmasını bilmeyen şairlere Kalem Şuarası denir.

    Kalenderi: Saz şairlerinin aruzun mef'ulü mefailü,mefailü feulün kalıplarına göre düzlükleri ve özel bir ezgiyle söyledikleri şiir türü.

    Kapalılık: Sözlü ya da yazılı anlatımda anlatıcının amacını açıkça söylemediği ya da özellikle gizlemeye çalıştığı durumlarda ortaya çıkan örtülülük.

    Karagöz: Karanlık bir yerde, gerisinde aydınlatımış beyaz bir perde cansız aktörlerle oynatılan bir oyun.

    Karakter: Edebiyat ürünlerinde olayın ya da anlatının içinde yer alan kişilerin huy ve davranış özellikleriyle kişiliklerini belirleyici özelliklerine verilen ad.

    Karşılaştırma: Sözlü ve yazılı anlatımda düşünceyi geliştirmek, söyleneni inandırıcı kılmak için birbiriyle bağlantılı iki nesnenin ortak olan ya da olmayan yönlerini inceleme.

    Karşıtlama: Birbirine karşıt olan iki düşünce ya da iki hayali bir ilgi kurarak aynı dize ya da cümle içinde kullanmayı içeren anlam sanatı.

    Kaside: Birini övmek ya da yermek için yazılan, en az 31, en çok 99 beyittin oluşan şiir biçimi.

    Kesiş: Sözün etkisini arttırmak için başvurulan anlatım oyunu.

    Kıssa: Kendisinden ahlak dersi çıkartılan özlü ve kısa söz.

    Kıta: Divan şiirinde ilk beytinin dizeleri birbiriyle uyaklı olmayan, en az iki, en çok on iki beyitten oluşan nazım biçimi.

    Kıyafetname: İnsanların fiziksel görünümlerinden onların kişiliklerini, ruhsal durumlarını çıkarmayı öğreten yapıtlara verilen ad.

    Kinaye: Bir sözcüğü hem gerçek hem de mecazi anlamda kullanarak maksadı üstü örtülü biçimde anlatan söz.

    Kişileştirme: İnsana özgü özellikleri taşımayan cansız varlıkları, hayvanları ya da imgesel yaratıkları kişiler gibi davrandırma, canlandırma sanatı.

    Klasik: Modayla değişmeyen, gelip geçici olmayan, üzerinde en az iki kuşak geçmesine karşın değerini koruyan türünde örnek niteliği taşıyan yapıt.

    Klasisizm: 17. yüzyıl Avrupa'da, özellikle de Fransa'da gelişen; eski Yunan ve Latin edebiyatları geleneğine bağlı kalarak anlatımda sadelik ve açıklığa ulaşmayı amaçlayan edebiyat akımı.

    Klişe: Sözlü ya da yazılı anlatımda çok kullanılan basmakalıp sözleri belirtmek için kullanılır.

    Koçaklama: Halk şiirinde coşkulu ve yiğitçe bir söyleyişle kahramanları öven, savaş ve döğüşleri anlatan, kahramanlık duygularını canlandıran şiir biçimi.

    Komedi: İnsanların ve olayların gülünç yanlarını ortaya koyan sahne yapıtı.

    Konferans: Hitabet türü içinde yer alan, herhangi bir konuda dinleyenleri aydınlatıp bilgilendirme, onlara kimi gerçekleri anlatma amacıyla yapılan konuşma türü.

    Koşma: Halk edebiyatında, hece ölçüsü (6 + 5) ya da (4+4+3) duraklı kalıbıyla sevgi ve doğa üzerine söyledikleri şiir türü ya da biçimi.

    Koşuk: Eskiden aşk ve doğa şiirlerine verilen genel ad.

    Köy Romanı: Köy yaşayışını, köylülerin toplumsal sorunlarını konu edinen roman türü.

    Kullanmalık Metin: Günlük yaşamın her yerde ve her zaman karşılaşılan durumlarını değiştirmeden anlatan yazılara verilen ad.

    Kurmaca: Belirtilen, dile getirilen anlam ya da anlam katmanlarıyla metin dışı gerçek yaşamın somut olguları, olay ve durumları arasında doğrudan doğruya bir özdeşlik ilişkisi kurulmasına elverişli olmayan söylem biçimi ve bu tür bir söylemin niteliği.

    Kübizm: 20. yüzyılın başlarında önce resimde başlayan, sonra öteki sanat dallarıyla birlikte edebiyatta etkisini gösteren sanat akımı.

    L

    La-Edri: Kimin tarafından söylendiği ya da yazıldığı bilinmeyen şiirlerin altına "bilmiyorum" anlamında yazılan sözcük.

    Lafçılık: Özellikle yazılı edebiyatta anlatımı gereksiz sözlerle doldurma ve bunu alışkanlık edinme.

    Lakonizm: Söylenmek istenileni en az sözcük ya da en kısa biçimde anlatma yolu.

    LEBDEĞMEZ
    İçinde "dudak sessiz harfleri" (yani b, f, m, p, v) diye tanımlanan harfler bulunmayan sözcüklerle yazılmış şiirlerdir. "Dudakdeğmez" adı da verilir. Divan edebiyatında az başvurulan bir yöntemdir. Asıl halk edebiyatımızda kullanılır. Bu türde şiirler söylemek bir ustalık işareti sayılır.
    Örnek:
    Tarik-i aşka gir ehl-i Hüdâ ol
    Gönül gel layık-i her itilâ ol

    Dilersen dehrde âzâde serlik
    Gurur-i câhı terk eyle gedâ ol

    Cidâl-i kîl ukale yok nihâyet
    Ricalû'llah ile hâl-âşina ol

    Çekil izzetle uzlet gûşesine
    Azîz ol derd-î şöhretten cûda ol

    Dokunmaz leb lebe Remzi okurken
    Dehân-i dil-bere nükte nümâ ol

    Ahmet Remzi Dede
    (Sadece son beyitte dudak sessiz harfleri var)

    Leff ü Neşr: Bir beyit içinde iki ya da daha çok şeyi andıktan sonra onlarla ilgili şeyleri sırlama sanatı.

    Lehçe: Bir dilin tarihsel, toplumsal, kültürel nedenlerle dilbilgisi ve sözlük açılarından ayrımlaşmış biçimi.

    Letrizm: 20. yüzyılda, Romen asıllı İsodore İsou'nun öncülüğünü yaptığı, sözcükleri, sözcüklerin anlamsal değerlerini hiçe sayan şiirde temel birim olarak harfi benimseyen edebiyat akımı.

    Lirik Şiir: Epik ve dramatik şiire karşıt olan, duyguların çoşkulu bir dille anlatılması gerektiğini savunan şiir türü.

    Lügaz: Herhangi bir varlık ya da nesnenin özelliklerini anlatarak şiir biçiminde oluşturulan bilmece..

    M

    MAKLUB
    Harfleri tersten sıralandığında yine aynı sözcük çıkan sözcükler. Örneğin mum, bab, aba gibi.

    MAZMUN
    Bir dizenin bir ifadenin taşıdığı ve onlardan herkesin anladığı gerçek ya da mecaz anlama, asıl anlamı yanında taşıyan bir isme, bir atasözüne, âyete, hâdise, olaya, bir şeyi onun özelliklerini çağrıştıracak sözcük ya da sözcük gruplarının veya dizelerin içine yerleştirmeye mazmun denir. Örnek:

    Çıhma yârim giceler ağyar te'nından sakın
    Sen meh-i evc-i melâhatsin bu noksândır sana

    Fuzulî
    (Sevgilim, gece yarıları dışarı çıkma, yabancıların ayıplarından sakın. Sen güzellik göğünün en yüksek yerindeki dolunaysın, gece çıkmak sana yakışmaz, kusur sayılır.)
    Fuzuli'nin bu beytinde sevgili, güzelliğin doruğundaki aya benzetiliyor. Ayın en güzel hali dolunaydır. Dolunay güneşin batmasından önce doğar. Dolunayın gece yarısı çıkması ay tutulmasıyla olabilir. Ay tutulduğunda noksandır, kusurludur, güzelliğini kaybeder. Fuzulî, bu beytinde "noksan" ve "ta'n" sözcükleriyle bir ay tutulması mazmunu yapıyor.

    MEKTUP
    Birbirinden uzakta bulunanların haberleşmesini sağlayan bir yazı türü. En eski haberleşme araçlarından biri. Sözcük anlamı Arapça "yazılmış şey." Farsçası name, eski Türk dillerindeki karşılığı bitig, betik ya da bittidir. Tarihte rol oynamış ünlü kişilerin, yazar, bilimadamı ve sanatçıların mektuplarıyla birlikte bir edebi eserler türü olarak kimi zaman ele alınmıştır. Sadece mektuplardan oluşan kitaplar da vardır.

    MELHAME
    Divan edebiyatında gelecek olayları anlatan nazım ya da nesir eserlerin ortak adı.

    MENKUT
    Divan edebiyatında sözcüklerinin tümü noktalı harflerden oluşan şiirler.

    MENSURE (Mensur şiir)
    Duygu, düşünce, yaşam ya da hayalleri şiir inceliğinde anlatan düzyazı türü. İç uyuma önem verildiği için dilbilgisi kurallarına uygunluk aranmaz. 19. Yüzyılda Fransız edebiyatında ilk örnekleri görüldü. Şinasi'nin Fransız edebiyatından yaptığı şiir tercümeleri edebiyatımızdaki ilk örneğidir.

    MESEL
    Atasözleri, öğretici, ahlaki özellikleri bulunan küçük hikayelerdir.

    MEŞTÜR
    Divan edebiyatında dört cüzlü (yani 4 mefâ'ilün 4 müstef'ilün) ile yazılmış vezinleri ikişer cüze indirerek yazılmış şiirlerdir.

    MONOGRAFİ
    Bir kişi ya da bir konu ile ilgili özel bir görüşle yazılmış incelemeler. Ele alınan konu ya da kişiyi her yönüyle açıklamaya çalışır.

    MONOLOG
    Tek kişinin konuşması, tiyatro oyunlarında kahramanlardan birinin sahnede kendi kendine yaptığı uzun konuşmaların tamamı. Tek kişinin oynaması için yazılmış komedilere de monolog adı verilir.

    MUAMMA
    Başta Esmâ'yı Hüsnâ (Allah'ın doksan dokuz güzel ismi) olmak üzere konusu insan ismi olan manzum bilmeceler. Kelime "gizli, örtülü, anlaşılması güç veya işaret remiz yoluyla söylenmiş söz" anlamlarına gelir. Muammalar lügazlardan farklıdır. Muammalar Allah'ın isimlerinden biri veya insan ismi için düzenlenirken lügazlar her şey hakkında düzenlenirler. Yalnız muammaların bazen lügaz, hatta âşık edebiyatında bir çeşit bilmece (âşkı -muamma) karşılığı olarak da kullanıldığı görülür. Muamma alanında en çok eser veren şairimiz Emri (Edirneli Emrullah Çelebi) olmuştur. Muammanın düzenlenmesinde ebced hesabı kullanılır. Örnek:

    Bende yok sab-ü sükun sende vefadan zerre
    İki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre

    Nâbi

    MUAŞŞER
    Onar mısralık bendlerle kurulan musammatlar. Divan edebiyatı nazım şeklidir.

    MUCEM
    Arap alfabesindeki noktalı harfler. Alfabetik olarak düzenlenmiş sözlük, hâl tercümesi, ansiklopediler böyle adlandırılır. Mucem tarih, ebced hesabı ile sadece noktalı harflerin hesap edilmesine dayanılarak düşülen tarihlerdir.

    MUHAMMES
    Beş mısralık bendlerden oluşan divan edebiyatı nazım şekli. Kelime "beşlik" anlamındadır. En az 4, en çok 8 bend arasında yazılmıştır.

    MUKABELE
    Aralarında tezat ve karşıtlık bulunan kelime, tamlama ve sözleri birarada kullanmak. Örnek:

    Safa-yı aşkın dide gamınla pürnem
    Bir evde ayş u şâdî bir evde ye's ü mâtem

    (Safa ile gam, ayş u şâdi ile ye's u mâtem arasında karşıtlık bulunmasına rağmen birarada kullanılmıştır.)

    MUKATTA
    Arap alfabesinde kendisinden sonra gelen harfle bitişmeyen harfler (elif, dal, zel, rı, ze, vav) kullanılarak söylenen söz.

    MUKTEZA-YI HÂL
    Uslûpta zamana, yere, duruma ve hitâp edilen kişilere göre dili ayarlama, sözün söylendiği yerin, zamanın gerçek ve gereklerine uygun olması. Mukteza-yı makam, itibar-ı münasib sözleri de aynı anlamda kullanılır.

    MURAFAKAT
    Üslûbun, ele alınan konuya göre düzenlenmesi, dile getirilen düşünce, duygu ve hayallare uygun düşmesine, üslûp ile içerik arasında bir ilişki kurulması. Anlatılan konuya uygun kelime, kelime grubu ve isimler seçilir.

    MURASSA
    Nesirde iki ibarenin, nazımda ise iki mısranın kelimelerinin sayıca denk, karşılıklarıyla vezin ve kafiye bakımından birlik olması. Örnek:

    Şâh melekût arş-pâye
    Mâh-ı ceberût perş-sâye

    Şeyh Gâlib

    MUSARRA
    Mısraları birbiri ile kafiyeli olan beyitler. Beyt-i musarra, gazellerin ilk beyitleri (matla') musarra'dır. Her mısrası aynı kafiyede olan şiirlere de musarra denir. (Musarra tuyuğ gibi) Bu şekilde düzenlenen şiirlerin bir başka adı müselseldir.

    MUTABAKAT
    Anlatım içinde kullanılan kelime ve deyimlerin içeriğe uygun seçilmesi. Karşıtı mübayenet'tir (aykırılık, zıtlık).

    MUVAFAKAT
    Kelimenin anlamla, kelimenin vezinle, kelimenin kelimeyle, anlamın vezinle, anlamın anlamla uygunluğu.

    MUVAZENE
    Nesirde seci, nazımda kafiye yerindeki sözcüğü yalnız vezin bakımından eşit olması. Örnek:

    Münderic nüsha-i zâtında kemâlat-i vücûd
    Mündemic tıynet-i pâkinde havass-i icâd

    Nâdî
    (Münderic ve mündemic kelimeleri arasında muvazene vardır.)

    MÜLEMMA
    Bir şiirin bazı mısraları, bölümleri veya bir mısranın bazı sözcüklerin değişik dillerde yazılması. Divan edebiyatında Arapça, Farsça, Yunanca'nın Türkçe ile birlikte kullanıldığı şiirler yazılmıştır. Tanzimat'tdan sonra bu dillere Fransızca da eklenmiştir. Örnek:

    Eyyüha'r-rağibûne fi'l-evkat!
    Edrikûhâ fe-mâ madâ kad fât.

    Fevt-i fursat me-kün çü vakt-i safâst,
    Ki besî hestder-cihân âfât.

    İrdi bir dem ki behcetinden anın
    Sekiz Uçmâğ'a döndü Altı Cihât.

    İş ke-mâ âşe âşikun va'lem!
    Tâvet in-nefsü tâbet il-evkat.

    MÜNAKKAHİYET
    Gereksiz sözlerden arındırılmış özlü ifade, konuyu gerektiği kadar işleme; anlamlı sözcükler arasında eşitlik bulunması.

    MÜNŞEÂT
    Mensur yazı veya mektupların bir araya getirdiği dergiler. Divan edebiyatında edebi değeri olan yazılar bir defterde toplanır ve meraklıları okurdu. Münşeatlardaki nesirlerde konu birliği aranmaz. Bu eserlerde çeşitli tarih belgeleri yanında edebi metinler ve özel mektupların biraraya getirildiği görülür. Münşeât-ı Feridun Bey, Nergisi ve Veysi'nin münşeatları ünlüdür. Son münşeât örnekleri arasında Münşeât-ı Akif Paşa önemlidir.

    MÜNŞÎ
    Sanatlı düzyazı yazan kişiler. Münşilerin yazılarını toplayan dergiler münşeat'tır.

    MÜNTEHABÂT
    Seçilmiş şeyler. Çokluk aynı türde kaleme alınmış, bir veya daha fazla yazarlara ait yazılar arasından yapılan seçmelerle meydana getirilmiş eser; seçmeler, antoloji.

    MÜSTEŞRİK
    Doğulu milletlerin tarih, din, dil, edebiyat ve kültürlerini araştırıp inceleyen Batılı bilginler. Şarkiyatçı, oryantalist, doğubilimci kelimeleri de aynı anlamda kullanılır.

    MÜŞAARE
    Karşılıklı şiir söyleme. Edebiyat araştırmacıları müşaareyi üçe ayırır:
    1. Bir divan şairinin manzum eserine diğer bir şairin aynı vezin ve kafiyede nazire yazması.
    2. Âşıklar arasında karşılıklı şiir söyleme. Bir âşığın okuduğu beyit veya kıtaya diğer bir şair aynı vezin ve kafiyede şiir söyleyerek cevap verir.
    3. Edebiyat meraklılarının şiir okumaları, herhangi bir mazmunu ihtiva eden beyitler okunur veya birinin okuduğu beyte karşılık onun son kelimesiyle başlayan bir beyti başkası okur.

    MÜŞAKELE
    Birden fazla anlamı olan sözcüklerin art arda gelecek şekilde, iki anlamı ile kullanılması, birinin söylediği bir sözü bir başkasının değişik anlama gelmek üzere tekrarlaması. Karşılıklı konuşan iki kişiden birinin gerçek veya mecazi anlamda söylediği bir sözü, diğeri başka bir düşünceye yanıt olacak şekilde tekrarlar. Birinci anlamı gerçek olursa çoklukla ikinci kullanıştaki anlamı mecazidir. Örnek:

    "Tezer
    Yine mi kanmıyorsunuz sözüme
    Ne için bakmıyorsunuz yüzüme
    Beni bir kere okşasanız ne çıkar?
    Melik
    Sen çıkarsın... Demek ki fitne çıkar!"

    Abdülhak Hâmid Tarhan

    MÜTAKARRİN
    Kafiyeleri birbirinin peşinden gelen ve iki kafiyeli olan şiir. Örnek:
    Hangi âkıl der ki ancak râh-i gülşenden geçin
    Bir de gafiller şu nâilgâh-i şîvenden geçin

    Muallim Naci

    MÜTEKERRİR
    Murabba, muhammes, müseddes gibi nazım şekillerinde bendlerin sonlarında tekrarlanan mısra veya beyitler.

    MÜTELEVVİN
    Divan edebiyatında bir beytin okunuşu sırasında küçük bir değişiklikle veznin bir başka vezne çevrilmesi.

    MÜZDEVİC
    Murabba, muhammes, müreddes benzeri nazım şekillerinde bendlerin sonundaki mısraların birinci bend ile kafiyeli olması.
    Mahlas: Kimi ozan ve yazarların yapıtlarında kullandıkları değişik ad.

    Mahlas Beyti: Şairin mahlas olarak seçtiği adın geçtiği beyte denir.

    Makale: Bir görüş ya da savı öne süren, gazete ve dergilerde bilgi vermek için yazılan, başlıklı ve imzalı yazı.

    Mani: Halk edebiyatının en yaygın ve en küçük nazım biçimi. Dört dizeden oluşur ve dizeler yedi hecelidir.

    Manzum: Nazımla yazılmış veya nazım biçimine konmuş, nesirden ayrı özellikler içeren eserlere verilen ortak isim.

    Manzume: Nazım biçiminde yazılan, imge ve sanat değeri taşımayan dil ürünlerine denir.

    Masal: Genellikle halkın ortak yaratısı olan, ağızdan ağıza, kuşaktan kuşağa geçen, olağanüstü olay ve durumları olağanüstü kişilerin başından geçirerek anlatan bir tür halk hikayesi.

    Mazmun: Belli bir kavramı anlatan, onu düşündürüp çağrıştıran kalıplaşmış söz anlamına gelir.

    Mecaz: Bir sözcüğün gerçek anlamı dışında başka bir anlamda kullanılması.

    Mecaz-ı Mürsel: Bir sözün benzetme amacı güdülmeksizin başka bir söz yerine kullanılmasıdır.

    Meddah: Türlü yansılama ve taklitlerle hikayeler anlatan halk sanatçısı.

    Mektup: Bir kimseye, kuruma, kuruluşa ya da topluluğa iletilmek üzere yazılan yazı. Başlangıçta haberleşme aracı olarak kullanılsa da edebiyatta roman, hikaye, öykü gibi kendine özgü bir tür niteliği kazanmıştır.

    Melodram: İlkçağlarda özellikle de eski Yunan'da kimi bölümlerinde müzik çalınan, yer yer şarkılarla desteklenen ancak sözleri ezgili olmayan sahne yapıtı.
    Menkıbe: Din büyüklerinin, ermişlerin yaşamlarını, yaptıkları olağanüstü işleri dile getiren öykülere denir.

    Mersiye: Bir kimsenin ölümü üzerine duyulan üzüntü ve acıyı anlamak; onun erdemlerini, iyi yönlerini dile getirmek amacıyla yazılan şiirlere verilen genel ad.

    Mesnevi: Her beytin dizeleri arasında uyaklı olan,beyit sayısı konunun işlenişine göre ciltlerce belirlenen Divan şiiri biçimi.

    Meşrutiyet Edebiyatı: Türk edebiyatının tarihsel gelişimi içinde II. Meşrutiyet'in ilanından (1908) Cumhuriyet'e (1923) kadar süre içinde edebiyatla ilgili oluşumların tümüne verilen ad.

    Metin: Bir yazıyı oluşturan ses, sözcük, cümle, birbirini izleyen cümleler bütünü ve onlanla ilgili dilsel düzenlemelerin tümü.

    Metin Donanımı: Bir metni oluşturan, metin dokusu içinde yer alan yazınsal, toplumsal, tarihsel, kültürel ögelerin ve gereçlerin tümü.

    Methiye: Bir kimseyi övmek, yüceltmek amacıyla yazılan şiir.

    Mey: Şarap anlamına gelen Mey, Divan şiirinin temel manzumlarından biri olarak kabul edilir.

    Meydan: Saz şairlerinin saz çalarak, karşılıklı şiir söyledikleri yer.

    Mısra: Manzum yazıların her bir satırı. Dize.

    Milli Edebiyat: Yazı ve yaratıların, sanatsal ürünlerin yabancı etkilerinden sıyrılarak kendi ulusal değerlerimeze dönmeyi, halka kendi diliyle seslenmeyi ilke edinen 1908'de başlayıp 1923'e değin süren edebiyat yönelimi ve yönelime katılan sanatçıların oluşturduğu topluluk.

    Mitos: Tarih öncesi dönemleriyle ilgili Tanrı, tanrıça, yarı Tanrı ve kahramanların yaşamlarını, serüvenlerini anlatan, bir toplumun inançlarını, duygularını, eğilimlerini, dolaylı bir biçimde yansıtan efsane.

    Mizah: Olayları, durumları, kişileri gülünç yönleriyle yansıtan yapıtların bu yönünü belirtmek için kullanılır.

    Monografi: Herhangi bir konu üzerinde özgün bir görüşle yapılan ayrıntılı, derinlemesine inceleme.

    Monolog: 1) Bir kişinin dinleyicilere anlattığı genillikle güldürücü, eğlendirici öykü. 2) Tiyatroda tek kişinin konuşması.

    Muamma: Belli kurallara uyarak bir insan adı çıkacak biçimde düzenlenmiş manzum bilmece.

    Muaşşer: Divan şiirinde on dizelik bentlerden oluşan nazım biçimi.

    Muhammes: Divan şiirinde her bendi beş dizeden oluşan nazım bimiçine verilen isim.

    Murabba: Dörder dizelik bentlerle kurulan nazım biçimi.

    Musammat: Ölçü ölçüsünü korumak koşuluyla dört, beş, altı, yedi...dizeli bentlerden oluşan nazım biçim.

    Münşeat: Divan edebiyatı döneminre değişik konularda yazılan mensur ya da mektupların toplandığı yapıtlara verilen genel ad.

    Müsebba: Divan edebiyatında her bendi yedi dizeden oluşn nazım biçimi.

    Müseddes: Divan şiirinde altı dizelik bentlerden oluşan nazım biçimi.

    Müsemmen: Divan şiirinde sekiz dizelik bentlerden oluşan nazım biçimi.

    Müstezat: Sözcük anlamı "artmış, çoğalmış" demektir. Edebiyat terimi olarak gazelin her dizesine, kullanılan aruz ölçüsüne uymak koşuluyla bir kısa dize ekleyerek oluşturulan nazım biçimi anlamında kullanılmaktadır.










    N

    NAKARAT

    Şiirlerde bendlerin sonunda tekrarlanan mısra veya mısralar. Bu bölüm, anlam bakımından her bendi şiirin ana duygusuna bağlar. Şiirin, nakarat bölümlerinde ifade olunan duygu ve düşünce etrafında gelişmesini sağlar. Nakarat, halk şiirinde bağlama veya kavuştak diye bilinir. Sözlü musiki eserlerinde aynı söz ve ezgi ile tekrar edilen bölüm de nakarattır.

    NÂME
    Mektup, kitap, risâle, ferman gibi anlamlar taşıyan Farsça bir kelime. Eskiden kitap türü olarak çok kullanılmıştır. Kıyafetnâme, kâbnâme, Hamzanâme gibi. Resmi nitelikteki kağıt ve mektuplar da nâme diye bilinirdi.

    NÂT
    Hazreti Muhammed'i övmek için yazılan şiirler.

    NAZIM
    Dizelerden oluşan vezinli ve kafiyeli anlatım şekli. Kelime, "dizmek, ipliğe inci dizmek" anlamlarını taşır. Nazımda sadece anlam değil, seslerin musikisi de önemlidir. Akılda kolay kaldığı için ezberlenmesi istenen bilgilerin çoğu bu yolla ifade edilir. En küçük birim dizedir (mısra). Ayrıca beyit, kıta, bend gibi nazım birimleri de vardır. Şiirler de nazım şeklinde yazılır, ancak her nazım, şiir değildir.

    NAZİRE
    Bir şairin şiirine başka bir şair tarafından aynı şekil, vezin, kafiye ve redifle yazılan şiir. Divan edebiyatı nazım türüdür. Kelime Arapça "eş, değer" anlamlarındaki nazir'den gelir. Nazire yazma, tanzir, tanzir etme diye anılır. Nazire geleneği Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir. İranlı şairler nazireye cevâb adını verirler. Alay ve şaka yollu yazılmış nazirelere tezhil veya hezl denir. Örnek:

    Fuzûlî'nin gazeli
    Hayret ey büt sûretin gördükte lâl eyler meni
    Sûret-i hâlim gören sûret hayâl eyler meni

    Mihr salmazsın mana rahm eylemezsin munca kim
    Sâye tek sevdâ-yı zülfün pây-mâl eyler meni

    Za'fı tâli mân-i tevfik olur her nice kim
    İltifâtın ârzû-mend-i visâl eyler meni

    Men gedâ şahâ yâr olmak yok ammâ neyleyem
    Ârzû ser-geşte-i fikr-i muhâl eyler meni

    Tir-i gamzen atma kim bağrım deler kanım döker
    Akd-i zülfün açma kim âşüfte-hâl eyler meni

    Dehr vakf etmiş meni nev-res civanlar aşkına
    Her yeten meh-veş esîr-i hatt u hâl eyler meni

    Ey Fuzûlî kılmazsam terk-i tarîk-i aşk kim
    Bu fazilet dâhil-i ehl-i kemâl eyler meni
    Fuzûlî

    Nedim'in Fuzuli'nin bu gazeline yazdığı nazire:

    Bûs-ı la'lin şöyle sîr-âb-ı zulâl eyler beni
    Kim gören âb-ı hâyât içmiş hayâl eyler beni

    Şâire söz bulmağa minnet yok amma neyleyim
    Âh kim hâyret seni gördükçe lâl eyler beni

    Sevdiğim câm-ı meye hâcet nedir la'l-i lebin
    Bir şeker handeyle mest-i bî mecât eyler beni

    Bağda zülf ü ruhun andıkça bu kimdür deyü
    Sünbül ü gül birbirinden sûal eyler beni

    Nükhet-î zülfünle geldikçe nesîm-i nev-bâhar
    Turra-i sünbül-sıfat âşüfte-hâl eyler beni

    Nâ-tüvânım şöyle çeşmin hasetinden kim gehî
    Sâye-i müjgân-ı âhü pây-mâl eyler beni

    Gerdişin gördükçe sâkî-mülâyım meşrebin
    Arzû ser-geşte-i fikr-i muhâl eyler beni

    Hasret-i çeşminle ben hâk-i siyâh olsam dahi
    Baht âhir sürme-i çeşm-i gazâl eyler beni

    Güldürür ya ağlatır ya lütf eder yâhud itâb
    Hâsılı neylerse ol ruhsâr-ı âl eyler beni

    Arz-ı hâlim çok efendim hak-i pây devlete
    Lütfun ammâ bî-niyâz-ı arz-ı hâl eyler beni

    Ben kulun lâyık değildir aslına ammâ yine
    İltifâtın ârzü mend-i visâl eyler beni
    Gûyyâ bilmez efendim bende-i dîrinesin
    Kim Nedîmâ bu mudur deyü suâl eyler beni
    Nedîm

    NESİR
    Duygu, düşünce ve hayallerin dilgilgisi kurallarına uygun cümleler içinde anlatılması şeklindeki edebi eser. Edebiyatın iki anlatım yolundan biridir. Diğeri nazımdır. Nesirde aklın kontrolü altında duygu, düşünce ve hayallere yer verilir. Nazımdan daha geç doğmuştur. Düşüncelerin fadesi için nazımdan çok daha zengin imkanlara sahiptir. Hikaye, roman, tiyatro, masal, hatırat, makale, sohbet, deneme, gezi yazısı, biyografi gibi edebiyat türlerinde hep nesir kullanılır. Nesrin en küçük birimi tek başına bir anlam ifade eden cümledir. Nesir, kullanılan üslûba göre sade nesir, orta nesir ve süslü nesir olmak üzere çeşitlere ayrılır.

    NİDA
    Divan edebiyatımızda bir sanat türü. Şairin korku, sevinç, şaşkınlık, acı, ızdırap, öfke gibi pekiştirilmiş, duygu ve düşüncelerini okuyucuya hissettirebilecek şekilde işlemesi. Çokluk "ey!, hey!, vay!" gibi ünlemlerle seslenilir. Tekrîr ve teşhis sanatlarıyla birlikte kullanılır. Örnek:

    Ey mi'delerin zehr-i tekazası önünde
    Her zilleti bel'eyleyen efvâf kadide;
    Ey fazl-ı tabiatle en âmâde ve mün'im
    Bir fıtrata makrûn iken aç, âtıl ve âkim
    Her ni'meti, her fazlı, hep esbâb-ı rehâyı
    Gökten dilenen züll-ı tevekkül ki...
    Mürâyî
    Naat: Konusu Hz. Muhammed'i övmek, ona yalvarıp şefaat dilemek olan kaside.

    Name: Sevgiye ve sevgiliye ilişkin mektup anlamına gelen "name", yazılmış kitap anlamıyla bileşik sözcük olan çeşitli kitap adlarında yer alır. (Selimname, Kanunname, Kıyafetname)

    Naturalizm: Fransa'da 1897 yılında ortaya çıkan, gözlemle birlikte bilimsel deneyi de uygulayan edebiyat akımı.

    Nazım: Duygu, düşünce ve isteklerin ölçülü, ahenkli bin biçimde iletmeyi amaçlayan anlatım yolu.

    Nazire: Bir şairin, başka bir şairin şiirini konu ve biçim yönünden yansılayıp aynı ölçü, aynı uyak, aynı redifle yazdığı benzer şiir.

    Nefes: Özellikle Bektaşi ozanlarınca yazılan, Bektaşi törenlerinde makamlarla okunan, temaları Bektaşi inanışlarını içeren malzumelere verilen ad.

    Neoklasizm: 20. yüzyıl başlarında Simgeciliğe bir tepki olarak doğan klasik beğeniyi, klasik söyleyişi canlandırmayı amaçlayan sanat ve edebiyat akımı.

    Nesnellik: Yazarın, kendisini anlatımın dışında tutması, başka bir deyişle kendisini anlatıma katmaması; nesneleri, kişileri kendi öz nitelikleriyle yansıtması durumu.

    Ninni: Ölçü ve uyak yönünden ninniye benzeyen, genellikle anonim halk edebiyatı ürünleri arasında yer alan, çocukları uyutmak için özel ezgilerle söylenen manzum söz.

    O-Ö

    OTOBİYOGRAFİ
    Bir kimsenin kendi hayatını yazdığı eser. Biçim ve içeriğiyle bir edebi değer taşımalıdır.

    OTOGRAF
    Yazarın kendi el yazısı. Eskiden hatt-ı dest (el yazısı) deyimi kullanılırdı.

    OTTOVA RİMA
    Sekiz mısralı bir nazım şekli. Önce İtalyan edebiyatında kullanılmış, sonra Fransız edebiyatında, buradan da Türk edebiyatına geçmiştir. Batı edebiyatında kafiye şeması, abababcc'dir. Bu şema bizde değişikliğe uğrayarak ababcccb şeklini almıştır. Aabbccdc şekli de görülür. Bu nazım şekli lirik tür için elverişlidir. Ottova Rima'yı edebiyatımızda daha çok Abdülhak Hamid kullanmıştır. Örnek:
    (MAKBER'den)
    Bu makberdir o bâba makdem,
    Bilmem ne duyar girince, adem?
    Sûzişlerimin budur esâsı
    Hep şüphelerin bu en fenâsı
    Benlik acebâ kalır mı ol dem?
    Sönmüş erimekte o nûr-i dîdem.
    Ben gözler idim bu hâli ey yâr
    Senden daha çok zaman akdem...
    Abdülhak Hâmid

    OZAN
    Kopuzla türkü söyleyen en eski Türk şairleri. Osmanlı döneminde halkı şairleri için kullanılırdı. Âşık sözünün karşılığı olduğu gibi meddah anlamını da taşıyordu. Ozanların toplumda önemli yerleri vardı. Beylerin huzurunda, dini törenlerde, elindeki kopuzunu çalarak kahramanlık destanları okurlar, halk arasında kıssa söylerlerdi. Memluk ordusunun mızıka takımında ozan denilen çalgıcılar olduğu tarihi kaynaklarda yazar. Selçuklular'da da benzer durum görülür.

    Olay: Öykü, roman, masal, anlatı gibi edebiyat ürünlerinde konuyu geliştiren, boyutlandırıp akışını sağlayan olguların bütünü.

    Olay Öyküsü: "Olan ne; bundan sonra ne olacak" gibi sorularla okuru gerilim ve merak içinde tutan öykü türü.

    Olay Örgüsü: Konuyu oluşturan olayların birbiriyle bağlantısına verilen ad.

    Opera Komik: Dokusunda acıklıyla gülüncü barındıran müzikli oyun.

    Ortaoyunu: Sahne olarak kabul edilen ve etrafı seyircilerle kuşatılmış bir alanda, belirli bir konu doğrultusunda fakat yazılı bir metne bağlı kalınmaksızın oynanan tuluata dayalı oyun.

    Oyun: Sahnede oynanmak amacıyla yazılmış yapıtlara verilen ad.

    Ozan: Oğuz Türkleri'nin saz şairlerine; hem saz çalıp hem de şiir okuyanlara verilen isim.

    Öğretici Tür: Genel bağlamda öğretme, bilgilendirme amacıyla ortaya konan, tüm dilsel ürünleri adlandırmak için kullanılır.

    Ölçü: Sözün birtakım bölümlere ayrılarak, her bölümün hece sayısınca ya da hem sayı hem de hecelerin açıklık kapalılık, uzunluk kısalık yönünden denkliği.

    Öndeyiş: Bir yazınsal yapıtta ya da tiyatro ürünlerinde asıl konudan önce geçenleri özetleyerek verilen bölüm.

    Önsöz: Eserin niçin ve ne amaçla yazıldığını belirtmek için kitabın başına eklenen yazı. Bu bölümde yazar ya kitabın özetini verir veya hangi nedenle yazdığını açıklar. Eskiden, "sebeb-i telif-i kitab" (Kitabın yazılışının sebebi) sözü kullanılırdı. Tanzimat'tan sonra edebiyatçılar, mukaddeme başlığı altında yazdıkları önsözlerde edebiyat anlayışlarını belirleyici açıklamalar yaptı. Namık Kemal'in Celaleddin Harzemşah, Recaizade Mahmud Ekrem'in Zemzeme, Abdülhak Hamid Tarhan'ın Makber mukaddemeleri bunlardandır.

    Örnekleme: Sözlü ya da yazılı anlatımda öne sürülen bir savı, bir görüş veya düşünceyi açıklamak, kanıtlamak ya da onu birtakım ayrıntılarla geliştirmek için başvurulan düşünceyi geliştirme yollarından biri.

    Örnekseme: Dilde yeni bir sözcük yaratmada tutulan yol.

    Örtmece: Doğrudan doğruya söylenmesi uygun olmayan bir olguyu, dümdüz anlatma ya da söyleme yerine dolaylı biçimde anlatma yolu.

    Öykü: Hikâye yerine kullanılan öykü terimi, gözleme ya da tasarlamaya dayanan bir olayı, bir durumu dile getirerek okuyucuda ilgi ve beğeni uyandıran kısa oylumlu yazı diye tanımlanabilir.

    Özdeyiş: Bir düşünceyi, bir duyguyu, en kısa ve en özlü biçimde anlatan yoğun anlamlı bilgece söz.

    Özenti: Anlatımda doğallıktan kaçınma, yapmacık olma durumu.

    Özetleme: Konuşulanların, anlatılanların ya da okunanların ayrıntısız bir biçimde, ana çizgileriyle belirtilmesi işi.

    Özleştirme: Türkçenin, yabancı dillerden türlü nedenlerle aldığı yabancı kökenli sözcüklerin yerine Türkçe sözcük bulup bunları yabancı sözcüklerin yerine geçirme işi.

    Öz Şiirciler: Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde özellikle 1930'lardan sonra şiirde ses güzelliğine önem veren, anlamı ve anlatmayı arka plana atmayı tercih eden şairleri anlatmak için kullanılır. Öncüleri Ahmet Haşim ve Yahya Kemal Beyatlı olmuştur.

    Özyaşam Öyküsü: Bir sanatçının ya da yazarın kendi yaşamını anlattığı yapıta verilen isim.

    Özyaşamsalöyküsel Roman: Konusu, yazarının yaşamı olan roman.

    P-R

    PASTORAL
    Çoban ve kır hayatını, köylerdeki yaşayış şeklini anlatan şiir. Grekler'in bukolik dedikleri bu türü Edebiyat-ı Cedide'ciler eş'ar-ırâiyâne (Çoban şiirleri) diye adlandırmışlardır. Pastoral şiir, süsten, kelime oyunlarından, yapmacılıktan uzak sade bir dille yazılır. Eski Yunan edebiyatında Theokrites ile Latin edebiyatında Vergillius, pastoral şiirin ilk ve en güzel örneklerini verdi.

    PELTEKNÂME
    Kekeleme şiiri. Lisan-i pepeği adı da verilir. Halk edebiyatı nazım şeklidir. Âşık, kelimelerin ilk hecelerini, bazen de kelimelerin çoğunluğunu kekeleyerek söyler. Bu tekrarlar ölçüye dahildir. Örnek:
    Bu bu bugün gö gö gördüm yü yü yüzün dilberâ
    Ba ba baktım gö gö gönlüm oluptur ziyaâ
    Di di dilim pe pe peltek sö sö söyler zebanımı
    Ne ne ne derse de de desin dimesin tek sana
    Abdi İmam

    PLOT
    Roman, hikaye, tiyatro gibi eserlerde, baştan sona devam eden hareketlerin yapısı. Bir bakıma eserin planıdır. Kahramanların ve olayların meydana getirdiği devamlılığı ifade eder. İkinci, üçüncü derecedeki kişi ve olaylar, görünüp kaybolan bir başka zaman, mekan ve olayla ortaya çıkan kişiler, duygusal davranışlar plotu tamamlar ve zenginleştirir. Plot, yapısına göre çeşitlere ayrılır. Bazı plotlar trajik olayları, bazıları komedi, masal ve hiciv gibi konuları göstermek için kurulur. Eser, bu plota göre kimlik kazanır.

    POETİKA
    Şiir üzerine düşüncelerin ve teorilerin bütünü. Bu kelime eskiden Fransızca'da yalnız şiirin değil, güzel sanatların teorisini güzelliğin feslefesini, bir bakıma estetiği ifade ederken, bugün şiir sanatı anlamına gelen bir terim olmuştur. Batı dillerinde poetika konusuna giren birçok eser var. Türkçe'de ise, bazı şiirlerin ve grupların bildiri niteliğindeki, genellikle savunmaya dayalı birkaç önsözü görülür. Necip Fazıl Kısakürek'in de bir Poetika'sı var.

    PROZODİ
    Kelimelerin taşıdıkları seslerin değerlerine ve hecelerin taşıması gereken seslere göre söylenmesi. Tonlamaya, hecelerin vuruşuna kelimelerin uzunluk ve kısalıklarına dikkat edilerek söylenir.

    Panteizm: Evrenle Tanrı'nın tek bir şey olduğunu, evrenin Tanrı'dan, Tanrı'nın evrenden ayrı bir yönü, ayrı bir varlığı bulunmadığını ileri süren düşünüş biçimi.

    Paragraf: Bir yazıda bir düşünceyle ilgili cümleler topluluğuna verilen ad.

    Parnas: 1850 yılında Fransa'da kimi ozarlarca Romantik akımın aşırı duyarlığına bir tepki olarak başlatılan, şiirde kişisel duyguları değil, ustağa ve ölçülü oluşa önem veren okul.

    Parodi: Ağırbaşlı, ciddi bir yapıtın tümünü ya da bir bölümünü, biçimsel özelliklerini koruyarak onu yeni bir özle işleyen yapıt.

    Pastiş: Bir yazarın dil ve anlatım özelliklerine, alay etmek amacıyla onu anımsatan, çağrıştıran bir biçimde öykünme.

    Pastoral Şiir: Çoban ve kır yaşayışını konu alan, bu yaşayıxı sevindirme amacını güden şiir.

    Perde: Tiyatro yapıtlarında, oyunun belli başlı bölümlerine verilen ad.

    Plan: Bir konuşma ya da yazıda söyleneceklerin ilgi ve önem derecesine göre sıralanması.

    Polisiye Roman: Bir cinayeti ya da bir suçu aydınlatmayı; o fiili işleyeni bulup ortaya çıkarmayı konu alan roman türü.

    Portre: Bir kimseyi fiziksel görümü, ruhsal durumu yönünden en belirleyici özellikleriyle betimleme; sözcüklerle onun tensel ve tinsel resmini çizme.

    Pornografi: Sanat ve edebiyat yapıtlarında insanın cinsel yönünü, estetik bir amaç gütmeden, salt içgüdülerine ve hayvansılığa yönelten bir yaklaşımla yansıtma.

    RAKTA
    Arap harflerine göre bir harfi noktalı, bir harfi noktasız kelimeleri kullanarak şiir yazma.
    REDAKTÖR
    isim Fransızca rédacteur
    1. isim Yazılmış bir metin üzerinde gereken düzeltmeleri yaparak yazıyı yayıma hazır duruma getiren kimse
    2. Yazı yazan, bir yazıyı kaleme alan kimse
    REKÂKET
    Kelime veya cümlelerin düzensiz sıralanmasından ileri gelen okumayı zorlaştırıcı durum. Divan edebiyatında yazıda kusur sayılırdı.

    RİKKAT
    Anlatımda söylenişleri kulakta ince, hafif, hoş etki bırakan sözcüklerin kullanılması. Sanatçı sevgi, şefkat, muhabbet, güzellik gibi konuları anlatırkenn sözcükleri de uygun düşecek şekilde ince sesle kurulanlardan seçer. Bu sözcükler kelimâ-ı rahika, taşıdıkları özellik de rikkatdiye adlandırılır.

    RİSALE
    Küçük kitap, broşür. İlim veya sanata dair yazılar. Önceleri çokluk dini konuları ele alan küçük hacimli kitaplar bu adla anılırlardı.

    RİTM
    Şiirde, hecelerdeki vurgu, uzunluk, kısalık, kalınlık, incelik, yükseklik gibi ses özelliklerinin ve duraklarının düzenli bir şekilde tekrarlanmasından doğan uyum.

    RONDELET
    Yedi mısralı ek bendden meydana gelen Fransız nazım şekli.

    RÜCÛ
    Divan edebiyatı sanatlarından. Bir düşünceyi daha güçlü hale getirmek için, söylenen sözden vazgeçer gibi davranılır. Espri, üzüntü, sevinç, dehşet, hayret durumlarında ifadeyi daha güçlü ve canlı kılmak için kullanılır. Vazgeçme döngü halinde de yapılabilir. Örnek:

    Eder isyanıma gönlümde nedâmegalebe
    Neyleyeyim yüz bulamam ye's ile afvime talebe
    Ne dedim? Tövbeler olsun, bu dafi'i şerdir
    Benim özrüm günehimden iki kat beterdir
    Nûr-i rahmet niye güldürmeye rûy-i siyehim
    Tanrı'nın mağfiretinden de büyük mü günehim?
    Şinasi

    Ramazaniye: Giriş bölümünde ramazanı konu alan kaside.

    Redif: Şiirde dizelerin sonundaki uyakta sonra yenilenen eşsesli ve eşgörevli ekler ya da sözcükler.

    Ritim: Şiirde hecelerin vurgu, uzunluk, yükseklik gibi ses özelliklerinin, durakların düzenli biçimde yinelenmesinden doğan ses uyarlığı.

    Roman: Düzyazıya dayanan, genellikle insanın serüvenlerini, iç dünyalarını, toplumsal bir olay ya da olguyu, insan ilişkilerini ve değişik insanlık durumlarını anlatmayı amaçlayan anlatı türü.

    Romantizm: Fransa'da 18. yüzyılın sonlarında klasik edebiyat akımına tepki olarak başlayan; duygu, imge ve fantaziye ağırlık veren sanat akımı.

    Rönesans Edebiyatı: Hümanizmaya koşut olarak sanat ve edebiyatta başlayan uyanış ve yenileşme girişimleri sonucunda ortaya konan tüm ürünlere verilen ad.

    Rubai: Aruz ölçüsünün belirli kalıplarına göre yazılan, dört dizeli manzume.












    S-Ş

    SADR

    Bir beyitte birinci mısranın ilk parçası ile nesirde cümlenin ilk parçası.

    SAGU
    İslamiyet öncesi Türk edebiyatında ölen kimselerin arkasından söylenen şiirler. Sevilen, sayılan özellikle gösterdiği kahramanlıklarla tanınmış kimselerin ölümü üzerine ozanlar tarafından, yuğ adı verilen cenaze törenlerinde okunur, ölen kişinin yiğitliği, iyiliği, cömertliği, faziletleri dile getirilirdi.

    SAKİNAME
    [COLOR=#000000][FONT=comic sans ms][B]Sakiye (içki sunana) seslenmek yoluyla içkiyi (çokluk şarabı) ve içki meclislerini, adetlerini, içkiyle alakalı bütün düşünce, duygu ve kavramı bazan tasavvufi, bazan da dünyevi işleyen şiirler. Mesnevi