Dusun alani ve inanc sistemleri icinde her zaman deger tasimis ve one cikarilmis olan "Deizm", "Teizm" ve ilgili kavramlari tarihsel sürecleri içinde ele alarak olusumlarini inceleme, tanimlama, iliskilendirme ve bu kavramlari masonluk baglaminda degerlendirme ve yorumlama üzerine felsefi bir arastirmayi sizlere sunmaya çalisacagim.

Oncelikle bir noktayi vurgulamakta yarar goruyorum; bu iki kavram Avrupa Kultur Dunyasi’nda ortaya cikmis ve oradaki kulturel sorunlara bagli olarak tartisilmis ve kavramlastirilmistir.

Bu nedenle bu kavramlarin dusun dünyamiza kazandirilmasi için onlarin geldikleri kulturun analizi, incelenmesi ve elestirilmesi gerekmektedir. Bunun yaninda, içinde bulundugumuz kültürle baglarinin kurulup “kavram genlesme si" olusturulmalidir. Bu tür bir çalisma, kuskusuz genis kapsamli bir sunuyu gerekli kilar.

Çalismanin akisi icinde konu indirgenmis, daraltilmis ancak anlam bozunumu olmamasi icin ozen gösterilmistir.

Her ne kadar "izm" olmakla bu kavramlar birer "dünya gorusunu” yansitmakta iseler de onlar, daha çok “Tanri” kavrami uzerine yapilmis felsefi dusunulerin (spekulasyon) birer bolumu niteligini tasimaktadirlar.

Unlu Alman dusunuru Hegel’in 1832’de yayinlanan “Din Felsefesi Uzerine Konferanslar” adli yapitin dan bu yana bir "Din Felsefesi" nden söz edilmektedir. Iste bu kavramlar “Din Felsefesi” nin konusu, hem de basat konusudurlar.

Cunku “Tanri” kavrami uzerine disiplinli dusunmenin urunudurler.

Din felsefesi:

Dinin felsefi acidan ele alinmasi, ustunde dusunulmesi ve tartisilmasidir.

Din felsefesi yapmak:

Dinin temel savlari ustunde akilci, yansiz, ve mantiksal tutarliligi olan dusunceler uretmektir.

Din Felsefesi genel olarak su sorunlari ele alir:

Metafizik ve kozmolojik sorunlar

Tanrinin varligi, evrenin yaratilisi, insanin evrendeki konumu ve onemi,

Vahyin olanakliligi, olumden sonraki yasam ve ruhun olumsuzlugu.

Epistemolojik sorunlar

Bilgi kaynagi olarak vahiy ve dinsel deneyimler,

Inanc, bilme, kusku, sani, kani gibi kavramlarin incelenmesi ve elestirisi.

Dinsel yargilarin ve hukumlerin, dil ve mantik acisindan elestirisi,

Din, ahlak, sanat, felsefe, bilim iliskileri,

Dinsel simgeselligin anlami, onemi, cozumu

Din Felsefesi bu yondeki arastirmalarinda en cok dinler tarihinden yararlanir ve din bilimleri (Teoloji) nin, yontemleri, kuramlari, aciklamalari ve varsayimlari uzerine çalismalar yapar.

Bir baska deyisle Din Felsefesi, din ile felsefeyi uzlastirma cabasi degil, din olgusunun felsefenin isiginda ele alinarak degerlendirilmesidir.

Deizm ve T eizm kavramlari ilk kez XVI. yuzyildan sonra Avrupa’da konu edilmesine karsin bu kavramlarin tarihsel kokleri cok eskilere Antik Yunan, Ibrani ve giderek Antik Misir’a dayanmaktadir.

Bu nedenle konumuzun agirlik ozegi donem Avrupa’sinin "inanc sistemi"dir . Ancak onceki ve sonraki donemlere yapilacak gondermeler, konunun felsefesel bir zenginlik kazanmasina yardimci olacaktir.

Teosofi’nin Antik Yunan’da iki önemli kaynagi vardi. Ikisi de dizgesel ve butunsel nitelik tasiyan bu felsefesel gorusler Plato ve Aristo’nun dusunce dizgeleriydi.

Skolastik donemde, Islam bilginleri (Farabi, Ibn-Sina, Ibn-Rüst) tarafindan korunan Plato ve Aristo yazmalari Latince’ye cevrildi.

Boylece, Antik Yunan’dan Arap’lara gecen felsefe, tekrar Avrupa’ya dönmüs oldu.

Ortacag Avrupa’sinda Din (Hiristiyanlik) ve Tanri (Hiristiyan Tanrisi) kavramlari yalnizca inanc dunyasinin konusuydu. Ancak bazi azizler Antik Yunan Bilgeligi’ni (Hikmet, Gr: Sophos, La: Gnosis) Hiristiyanlikla birlikte ele alinca ortaya birtakim farkli "Din" ve "Tanri” yorumlari cikti.

(Patristik dönem: I.S.V. yy. Clemens, Origenes, Augustinus ve Skolastik donem: VIII-XIII yy. Eriugena, Anselmus, Abaelardus, Aquino’lu Thomas, Duns Scotus, Ockham’li William, Roscelin vb.)

“Antik Yunan Düsünü ve Bilgeligi” ile “Ibrani Dini Inanclari”ni kaynastirma ve anlamlandirma gelenegini ilkin Iskenderiyeli bir Yahudi aziz ve filozofu olan Philon (MÖ 25 – MS 54) baslatmisti.

Edward Gibbon’a göre Philon, Plato’nun coktanrici tepkiye karsi ogrencilerine gizlice okuttugu "logos" ogretisiyle Yahudi Inanci’ni birlestirmeyi denedi.

Philon’a gore Musa; “Felsefe (Logos) Tanrinin ogludur, sizler de Tanrinin ogullarisiniz” demisti. Bu soylem Isa Mesih’in soylemiyle ayni nitelikteydi bu nedenle de Philon Hiristiyan azizlerin dikkatlerini üzerine çekmisti.

Philon bunu söylemekle felsefenin, Tanrisal Seylerin Bilgisi oldugunu ileri surerek filozoflari dinin hizmetine cagiriyordu. Bununla da yetinmeyip filozoflarin “Tanri” hakkinda dusunmeleri ve bilgi vermelerini gerekli buluyordu.

Musa ile Platon’u uzlastirmaya calisan Philon, felsefe bir "Theoria" es deyisle Tanriyi seyretmekten (temasa) baska bir sey degildir diyordu.

Philon tarafindan ileri surulen “Theoria” kavrami aslinda Aristo’ya aittir.)

Philon adi, bir ad olmaktan çok bir unvandir;

Philos: "sevgi" ve On (Cosmos): “varlik” anlamina gelir.

Birlesik olarak da Philon; “varlik sevgisi” ya da "kozmik sevgi" demek olur.

Philon’un bu unvani almasina neden olan gorusu ise ilgi cekicidir.

Philon felsefeyle yasami bagdastirmak isteyen, dusunceyle davranislar arasinda uyumun saglanmasi geregini savunan bir gorusun oncusuydu.

Ona gore Bilge, alçak gonullu ve dusundugu gibi yasayan kisidir. Bu yasama biciminin ozunu "bilimsel sevgi" olusturur.

Philon “bilimsel sevgi”den butun varlik turlerini ogrenmeye yonelik çalismayi, nesneleri incelemeyi, boylece evren butununu tanimayi amaclayan “Derin Ilgi”yi anlamaktadir.

Philon’un Yahudi Inanci icin yaptigi bu deneme daha sonra Hiristiyan azizlerince de benimsendi ve Hiristiyanliga göre "Eski Ahit"e ek olarak “Isa Mesih”in “Yeni Ahit"ine bagli yorumlar olusturuldu.

Iste bu nedenle din icinde felsefe diyebilecegimiz Tanribilgisi (Teosofi, Tasavvuf) ancak bazi azizlerin ugrasi alanina girmekteydi. Cunku konu felsefe gibi bir yuksek dusunce disiplinini bilmeyi gerektiriyordu.

Bu “din icinde felsefe”, bir yandan, Incil ayetlerini rasyonalize etme es deyisle akilci kilma gayretiyle Dogmalar uretiyor, diger yandan Kilisenin hismini cekmeden felsefe yapmanin yolu olarak, felsefe, dinin hizmetinde kullaniliyor du.

Iste ayni zamanda birer filozof olan Hiristiyan azizleri Philon’un bu hikmet gelenegini surdurduler. Konuya tarihsel acidan bakildiginda Hiristiyan Gnos’unun Isa’dan cok oncelere, Iskenderiyeli Philon, Antik Yunanli Dionisos ve giderek Eski Misirli Hermes’e kadar uzandigi görülmektedir.

Bu ogretinin özü, Birlik Ilkesi’ ni (Tevhit akidesi; Prensipia unitas) onceleri Triad olan Teslis (Trinitas) ile aciklamaktir.

Bu iki kavram birbirinin ardili olarak ortaya cikmis ve gelismistir. Once "Triad" üclü ahenk kavrami ile tanisiyoruz. Bu tanisma bizi birden Hermetik doneme (YO. 2000) goturuyor.

Iskenderiyeli Clement’ ten ogrendigimiz "Hermes", Yunanlilarca "Hermes Trismejists" diye çagrilmaktadir. Bu ise üc kez güclü (büyük ya da bilge) Hermes (ermis) demektir. Hermes’in bu üclü unvani, onun ogretisinin uclu dizgeselliginden kaynaklanmaktadir.

Antik Misir inancinin buyuk bir bolumu de bu Hermetik ogretiden olusmustur. Hermes’in unlu Triad’larindan (ücleme) bazi ornekler sunlardir:

Osiris-Isis-Horus, Bilgelik-Ask-Adalet, Bilim-Gorkem-Guzellik, Beden-Zihin-Ruh, Gramer-Mantik-Bela gat, Matematik-Muzik-Astronomi, Hayat-Kelam-Isik

Butun bu ve buna benzer uclemeler Hermetik ogretide birbirleriyle iliskilendirilerek yedi dereceli bir dizge elde edilirdi. Bu Hermetik Triad’lar daha sonra Philon tarafindan kullanildi ve Hiristiyan Teslisinin kaynagini olusturdular.

Isa’nin Matta Incilinin son ayetlerinde “Imdi siz gidin butun milletleri sakirt edin, onlari Baba, Ogul ve Ruhulkudus ismiyle vaftiz eyleyin” demesiyle ortaya cikan, daha sonra St.Pavlus’ta uzerinde onemle durulan ve Hiristiyan teolojisinin ozunu olusturan iste bu "Teslis"tir.

Teslisin, Triad’dan en onemli ayrimi onun tek bir Tozden türemis uc farkli kisiligi (niteligi) anlatiyor olmasidir.

Pavlus ’un Korintoslulara II. mektubunun 5. bap, 22’ci ayetinde teslise bagli olusturdugu "Ruhun semeresi dizgesi" soyledir.

"Fakat Ruhun Semeresi: Sevgi – Sevinc – Selamet, Tahammul – Lutuf – Iyilik,

Sadakat-Hilim-Zapt-i Nefs” tir ve yine Pavlus’un unlu uclemesi Iman-Umit-Sevgidir.

Ozetle Teslis; tozu bakimindan tek olan Tanrinin, birbirine aktarilamaz sifatlarla ayirt edilen Baba-Ogul-Ruhulkudus olmak uzere uc ayri kisiligini gosteren bir ilkedir.

Petrus Abaelardus’a (1079-1142) gore, uclemedeki Baba, Ogul ve Kutsal Ruh denilen uc ayri kisilik, Tanrinin Guc, Bilgelik ve Iyiligi olan uc niteliginden baska degildir ve bunun anlami "Bu uc nitelik bir araya gelince, bir varlik yetkinlige ulasir” demektir.

Ayrica Abaelardus, Ruh-ul Kuddus (Kutsal Ruh, Ibr: Roah el Kadosh) dusununu Isa’dan cok onceleri kavramis bulunan ve Kutsal Kitapta adlari gecmeyen Plato, Aristo ve bu gibi dusunurlerin de kafir olmadiklarini onemle vurgulamistir. Boylece felsefeyi dinle uzlastirmak istemistir.

Hiristiyanligin ikinci yüzyilinda Misirli Origenes (185-254), “Tanri, Baba’dir. Ondan Kelam (logos, ogul) turer ve Kelam “Mesih” ile bedenlenir. Insan, Mesih’te bedenlenen Logos (kelam) araciligiyla Tanri ile birlesir” demektedir.

Origenes’in unlu teslisi (ucleme) soyledir: “Insanda Us, Tin ve Istenc olmak uzere uc Tanrisal oge vardir ve insanin baslica ozelligi ozgur bir istencinin bulunmasidir.

Insani oteki canlilardan ayiran us, butun edimlerin ve yargilarin ilkesidir. Bu nedenle insan yaptiklarindan sorumludur. insanin eylemlerini secme ozgurlugu vardir, esitligin kaynagi bu secmedeki degisikliktir. Insanin ozgurlugu Tanrisal Kayra’dan dogar, ancak onun buyrugu altinda degildir.”

Origenes’e gore bilmek: bilenle birlesmek demek oldugundan, kurtulusun ve gercekligi kavramanin tek kosulu boyle bir bilgiyi elde etmektir.

“Tanrisal kayranin (inayetin) doktoru” unvanini kazanmis olan St.Aurelius Augustinus (354-430), Plato’nun Idealar Kurami’ni Hiristiyanliga uygulamis ve kusku yontemiyle Tanriya kadar yukselme olanagindan soz etmistir. Augustinus’a gore felsefenin konusu, Tanriyi ve kendini bilmektir. “Tanri bize akli, kendisini bilmemiz icin vermistir; akil Tanrinin kendisidir ve onun cocugudur.”

Ancak bir seyi anlamaktan once ona inanmak gerekir, inan akildan once gelir . Augustinus’un dusunce ortaminda "inanc" bir baslangictir. Konuyu anlamak icin gerekli bir ilk adim olmaktan ileri gidemez. Bu nedenle Credo ut intelligam (anlamak icin inaniyorum) demistir. Buna gore inanc ustan once gelir; inanc olmadan da insan us nesnesi ol an mutluluga erisemez. Bu yonden de inancin usa gore ikincil bir onemi vardir; cunku o kor bir benimsemedir, oysa us anliga Sezgi-Gucu saglar.

Augustinus’a gore insan us tasiyan bir varlik olarak belli bir anlamda kendi kendinin efendisidir. Erdem ise ahlak yetkinligi, iyilik ve insanin kendisine bir duzen kurmasidir. Bu duzen once insanin nesnelere verdigi degerde daha sonra da kendi yasaminda ortaya cikar. Ozetle Augustinus “Anlamak icin inaniyorum” demekle, anlamayi, inanmanin ustune ve ilerisine koymustur.

Scottus Eriugena’da (833-880) Tanri reel toz (asil gerceklik) tir.

Olgusal, evrenseldir; tikel, yalnizca evrenselin acinimidir.

Tanrinin birligi ve kutsal ucleme simgesel sozcuklerdir. "Birlik" ilkenin yalinligini ve butunsel olusunu, "teslis" ise birligin duragan degil dinamik birlik oldugunu gosterir.

XI. yuzyilda. Canterbury bas papazi St. Anselmus (1033-1109) “Monologion” adli yapitinda dogmaciliktan kurtularak Tanrinin varligini akil yoluyla kanitlamak icin cok ugrasmistir. “Tanri, adaletin, iyilik, bilgelik ve mutlulugun kendisidir”, “Tanri bir oz oldugu icin vardir ve ucleme (teslis) bu bakimdan bir benzetme ve simgeden baska bir sey degildir” diyerek Tanri dusuncesine yeni boyutlar getirmistir

De Veritate (gercek ustune) adli yapitinda Yeni Platonculugun etkisiyle butun gerceklerin Tanri varliginda yogunlastigini, birlige ulastigini ileri surmus, coklukta tekligin bulundugunu ortaya atmistir. Bu goruste acik bir panteizm gorulmektedir.

Aquino’lu Thomas’a (1224-1274) gore Gerceklik: Bir dusuncenin nesnesi ile bagdasmasidir.

Tanrinin dusunceleri en son olgusal nesnelerin kendileridir; oyle ise Tanri kendinde gercekliktir.

Ahlak sorununa istenc ozgurlugu acisindan bakan Thomas’a gore, tinsel yetilerin en ustunu Us ile Istenctir.

Usun istence ustun olmasina, onu yonlendirmesine karsin, istenc ozgurdur, secme yetenegi vardir ve bu secme ozgurlugu ahlakin temel ilkesidir.

Bu nedenle ancak ozgur istence dayanan bir eylem iyi olabilir. Eylemlerin ozgur istence ve duzenleyici usa dayali dusuncelerden olusmasi gerekir.

Duns Scotus’da (1270-1308) Tanri: fiziksel duzeni asan bir gercekliktir.

Onun yuklemleri: ilk varlik olusu, sonsuzlugu ve ilk anlik olmasidir. Iskocyali Scotus’a gore, felsefenin araci olan us, vahiyle gelen Tanribilgisi’ni dogrulayamaz.

Bu tutum Tanribilimi bir “bilim” olmaktan cikarmistir.

Aquino’lu Thomas’in ogretisinin, kendisinden hemen sonra Duns Scotus ve Bonoventura gibi Fransisken dusunurlerince elestirilmesi skolastik donemin kapanisini hazirlamistir. Bu da Tanribilimin ussal verilerle temellendirilme cabalarinin basarisiz kalisinin kabulu anlamina gelmistir.

Din adami, mistik ve dusunur ustat Johann Eckhart’a (1260-1327) gore Tanri: “Tum varliklardan daha ari-duru bir varliktir. Onun, tum varliklarin nedeni olabilmesi icin her cesit varliktan soyunmus olmasi gerekir.

Tanri salt ozdeslik ve birliktir; o, ne budur, ne de buradadir. onda gosterilebilecek bir sey olmadigi icin kendine bir ad takilamaz, gercekte tum yaratiklar tum yapitlariyla Tanri adini teneffus ederler.”

Eckhart’in Yeni Platonculuk’tan kaynaklanan gizemciligi Tanriyla insan arasindaki iliskide Kiliseyi gereksiz kilmisti. Kilise yetkesinin onemli olcude sarsilmasina yol acan bu akim Luther’in onculuk ettigi Reform eyleminin de temelini olusturmustur.

Ad’ci (Nominalist) Roscellinus’un (XI. yy) izdasi Ingiliz Fransisken rahibi Ockham’li William’in (1295-1349) uzerinde durdugu sorunlar, tumeller, tikeller, bilgi, ahlak, istenc ve Tanridir.

Bu sorunlara cozum ararken uyguladigi yontem “elestiri”ye dayanir. Once soruna kuskucu bir tutumla yaklasir, onu en ince ayrimlarina degin inceler ve elestirir. Boyle bir yontemle vardigi sonuc, tumellerin “gercek” degil, birer “bos kavram” olduklaridir.

Ona gore tumeller, birbirine benzeyen nesnelerden, soyutlama yoluyla turetilmis kavramlardir.

Insan yalnizca algiladigi tikel varliklari bilebilir ve yalnizca bunlar gercektirler. Bu da bilginin ic ve dis deneyden kaynaklandigi anlamini dogurur.

Bu durumda Kutsal Kitabin one surdugu doga ustu varliklari bilme ve us ilkelerine gore aciklama olanagi yoktur. Onlar ancak inancin konusudurlar. William, " felsefe us ilkelerine dayali bir bilgi alani oldugundan inanca baglanan Tanribilimle ilgisi yoktur ve onun denetimi altinda degildir.

Felsefenin icerdigi sorunlar usa dayandigin dan, inanctan bagimsizdirlar.” diyerek Ronesans donemi usculuguna onculuk etmistir.

Ozellikle Tanribilimden bagimsiz, kilisenin denetiminden kurtulmus, us ilkelerine ve deney verilerine dayali bilimsel anlayisin ilerlemesine onemli katki saglamistir.

Goru ldugu gibi, Felsefi duzeyde bir dusunce etkinligi bir konuya el atinca -bu isterse dogma olsun- orada farklilasmaya neden oluyor.

Iste bu farklilasma ozgurlugun yolunu aciyor ve kesinlikci ve saltik belirlenimlerin tutsakligindan kurtulmak kolaylasiyor .

Butun bu ve buna benzer gorusler, Ortacag Tanribiliminden gercek anlamda felsefeye gecis surecinde yer alan “din icinde felsefe”nin, Tanri-bilgisi uzerine (Theo-sophie) olusturdugu dusuncelerdir. Bu dusunceler Hegel ve sonrasinda “Din Felsefesi” adi altinda bir disiplin (ilahiyat) bicimini almis, felsefenin bir dali olarak inceleme konusu yapilmis ve temel Tanri gorusune bagli olarak dinler ve inanclar siniflandirilmislardir.

Ayrica bir de Tanri-bilim es deyisle (Theo-logie) vardir. Onun konusu ise daha cok hangi zamanda hangi yerde ve hangi toplumda ne tip Tanri inanci vardir onu gozler onune yansiz bir bicimde sermektir.

Din Felsefesi ya da Theo-sophie’de Ontolojik, Kozmolojik, Teleolojik (ereksellik), Ahlaksallik ve Dinsel deneyimler (experience) gibi kanitlar goz onune alinarak bir “Tanri”nin varolmasi geregi one surulmus, bunun yaninda Tanri, evren, insan iliskilerinin tasarimina bagli olarak cesitli “Tanri Tasarim”lari olusturulmustur.

Bu tasarimlardan inanc olarak benimsenmis ve yayginlasmis olanlarinin baslicalari, Teizm, Deizm, Panteizm, Pan-enteizm’dir.

XVI. yuzyilda Ronesans hareketi hizla Avrupa kitasini etkisi altina almaya baslamisti. Bu hareket giderek aydinlanma hareketine donustu ve kilise erki buyuk olcude kirildi. Kilisenin savundugu Tanri tasarimi vahye dayali ve teistik bir tasarimdi, baska bir deyisle Kisi-Tanri tasarimiydi. Kilise otoritesi kirilirken, dogrudan Tanriyi yadsimak yerine, aydinlar Tanri tasarimini degistirmeyi uygun buldular.

Deizm (Yaratancilik ya da nedentanricilik) kavrami ve gorusu XVI. yuzyilda Ingiltere’de ileri suruldu. Latince’de “Tanri” anlamindaki "Deus" sozcugunden turetilmis ve ozgur dusuncecilerin (kiliseye bagli olmayan) Tanri inancini betimlemek icin ortaya konmustu. Onceleri “Tanritanimazlik” (ateizm) karsisinda “Tanricilik” ya da “Tanrinin varligina inanmak” anlaminda kullanildi. Daha sonra “Yaratici-Tanri” anlamina gelen "Teizm" sozcugu benimsenince "Deizm", varligi akilla bilinebilen ve evrene karismayan bir Tanri anlayisi olarak kendine ozgu felsefi bir nitelik kazandi.

Deizmi savunanlar kendi Tanri tasarymlarini “kisilestirilmis, yoneticiligi ve deneticiligi kabul edilmis Tanri” anlayisina karsi, “kisilik disi, ve yalnizca ilk neden ya da ilk devindirici olmakla yetinen bir Tanri” olarak ortaya ko yunca acikca Hiristiyanligin Tanrisi’na bir savas acmis oldular.

Cunku boyle bir Tanrinin evren ve insan iliskisi yalnizca bir ilk nedene bagli tutulmustu o kadar. (Aristo’nun Tanrisi gibi).

Buna karsin vahiy, ilham, elci (peygamber), kutsal kitap, yazgi (kader), kilise, papaz, ruhun olumsuzlugu gibi kisi, kavram ve kurumlarin tumu yadsinmisti.

Kilisenin, bilim adamlarinin calismalarina “Tanri” ve “Din” adina karismasi karsisinda bu gorus bilim adamlarina ozgur bir ortam sagladi.

Devindirdikten sonra Tanri bile evrene karismiyorsa ne kisiler ne de kurumlarin (kilise) Tanri adina yaptirimi olamazdi.

Ve yine Tanri, evreni, dunyayi ve insani yonetmiyorsa tarihte hicbir sey kutsal olamazdi. Kilise Tanrinin bedeni degil dupeduz insan eseriydi. Kimse onun arkasina siginip baskalarini suclayamazdi.

Bunun yaninda batili bilim adamlari doga ile ilgili yeni bilgiler elde ettikce dinsel inanclara basvurmadan evreni aciklamanin olanakli oldugunu anladilar. Ayrica akil, dogasy geregi Tanrinin varoldugunu bulur, iyiyi, kotuyu ayirabilirdi. Bu nedenle otonom ve mekanik evren gorusu yandaslari "vahyi" de bir karisma olarak gorduler ve yadsidilar.

Deizm hic kuskusuz bir Tanri inanciydi, ancak o Tanrinin belli hicbir dini yoktu. Unlu bir deyisle Deistlerce “Tanri” evrenin disina surulmustu.

Bu Askin-Tanri anlayisi, karisan, yoneten ve Kisi-Tanri niteliklerine uygun olmadigindan ickinlik, ucleme (teslis), Isa’nin kutsalligi gibi inanislar da gecerli olamazdi.

Ingiliz dusunur Edward Herbert, De veritate (Hakikat uzerine) adli yapitiyla bu anlayisin kurucusu sayildi. Herbert’e gore, bir “Tanri” vardir ve bu “Tanri” dunyayi yaratmistir ve de bunlar dogal hakikatlerdir. Cesitli dinler us disi tasarimlar ileri surerek bu dogal hakikatlere golge dusurmuslerdir.

Herbert’i John Toland izlemistir. Toland’in etkisi cok yaygin olmustur. Toland, “Yaratan-Tanri” yerine “Neden-Tanri” gorusunu ileri surmus ve Dogal din anlayisini savunmustur. “Toland ortaya ciktigindan beri, kiliselerde Isa’nin adi gecmez oldu, butun papazlar ondan soz ediyor" deyimi unludur.

Toland, “Letters to Serena” adli yapitinda giderek nedentanriciligi bile yadsiyan, ornegin: ozdegin kendinden devimsel oldugu gibi dusunceler ileri surmustur.

XVIII. yy. Ingiltere’sinde bir sure ayni anlamda kullanilan “ozgur dusunce”,“dogal din" ve “neden tanricilik” akimlari felsefesel temellerini John Locke’ nin goruslerinden almislardir.

Fransiz ozdekcileri de XVIII.yy’da basta Rousseau ve Voltaire olmak uzere, deizmi benimsediler. Voltaire, “Tanri dusuncesinden baska her sey sacmadir. Isa adli bir yahudiye ne gerek var” derken, Rousseau “Din, yuksek bir varligin bizlere verdigi yuce bir duygudur ve onu din adamlari gibi gereksiz aracilar bozmamalidir” diyordu.

Deizm, dinsel konulara akilci yontemler uygulayan, Tarihi Hiristiyanliga, gizemli bir din anlayisina, doga-ustu inanislara ve kilisenin otoritesine karsi cikarak Hiristiyanlikta baskinin ve bagnazligin kirilmasina yardimci olan yari dinsel yari felsefi bir yaklasimdir.

Bir baska anlatimla deizm, bir anlamda felsefenin din hi zmetinden ayrildigi, insan aklinin ozgur dusunce dogrultusunda felsefeyi kendi basina bir disiplin olarak kullanmaya yoneldigi bir cabanin inanci olmustur.

Aydinlanma caginda bu kadar devrimci ve ileri bir gorus sayilan deizm, cagimizda din kurumunun savunulmasinda Tanri dusuncesinin felsefi alanda bile yadsinamadigi ve gerekli goruldugune kanit olarak gosterilmektedir.

Oysa Deizm, bir bakima utangac bir Ateizmdir. Unlu bir soyleyisle; "Panteistler Tanriyi isten atti, Deistler Tanriyi emekli etti, Ateistlerde onu oldurduler." denmistir.

Deizm’in guclu etkisi, once aydinlar arasinda ve giderek halk arasinda kendini gostermeye baslayinca kilise de bos duramazdi.

Boylece kilise, Hiristiyan Tanrisi’ni, deizmin Tanrisi karsisinda tartisilmak uzere "Teizm" adi altinda bir “Tanri-tasarimi” biciminde yeniden ortaya koydu. Kilisenin ileri surdugu “Teizm” kavrami, Latince’de “Tanri” demek olan "Deus" a karsilik, Grekce’de “Tanri” demek olan "Theos" dan turetilmisti.

Deizme karsin kendi Tanri tasarimini ileri suren Kiliseye gore Teizm, es deyi?le “Kisi – Tanri”cilik, butun sinirli ya da sonlu varliklarin su ya da bu biçimde bagimli bulundugu, ama onlardan ayri olarak var olan ve kisisel duzeyde sozu edilebilen bir Tanri anlayisidir.

Baska bir deyisle, Tanri ile evrenin bir ve ayni yani ozdes olmadigini, aksine evrenin Tanriya ontolojik olarak bagimli oldugunu savunan bir gorustur.

Tanriya insansal duygular yukleyen bicimine Kisisel Tanricilik, Tanriyi tum nesnelerin nedeni sayan bicimine Ussal Tanricilik denir.

Teizmin Tanrisi, bilgisi, gucu ve istenci ile evreni yoktan var etmis ve yine bilgisi, gucu ve istenci ile onu korumakta, yonetmekte, gozetimi ve denetimi altinda tutmaktadir.

Kaza ve kadere egemendir. Buyruklarini kullari olan insanlara "vahiy" yoluyla iletir. Kutsal kitaplari vardir ve bunlarla hem dunyasal hem de olumden sonraki yasami duzenler. Her olumlu, yasamda yaptiklarinin karsiligini alacak, buyruklara uyanlar odullendirilecek digerleri ceza goreceklerdir.

Iste evren, boyle nitelikleri olan bir Tanrinin eseridir. Tanri evrenin yaraticisidir, onun varlik sartidir ancak kendisi onun otesinde ve askindir. Es deyisle evren Tanrinin bir parcasi, bir gorunumu ya da bir acinimi degildir.

Teizm once deizme karsi olarak kilisece ileri surulmesine karsin, daha sonra kiliseden bagimsiz bir mezhep gibi yayilmaya baslamistir. Teizmi benimseyenler bu goruslerini, genellikle ussal kanitlara ve deneyimlere dayandirmaya calismislardir.

Bu caba ozellikle Bati dusunce tarihinde, Tanrinin varligini kanitlamayi amaclayan goruslerin gelismesine yardimci olmustur.

Deizm her ne kadar teizmin karsiti olarak gorunmekteyse de gercekte degildir. Teizmin karsiti ateizm ve giderek anti-teizmdir.


En genelde deizm, teizmin bir alt basligidir. Deizm gibi, panteizm (kamu tanricilik) ve pan-enteizm (cift kutuplu panteizm) de teizmin birer alt basligi konumundadir.

Tanricilik kendi icinde asagidaki sekilde siniflanabilir:

1. Kisi-Tanricilik + Ussal Tanricilik Teizm

2. Neden-Tanricilik ya da Yaratancilik Deizm

4. Kamu-Tanricilik ya da Dogatanricilik Panteizm

5. Cift kutuplu Kamu-Tanricilik ya da Diyalektik Tanricilik Pan-enteizm

Tanritanimazlik (Ateizm) ise hangi cesidi olursa olsun bir Tanri kabulunu ya da inancini benimsemeyen ve lojigine almayan ustelik ona ilgisiz olan bir gorustur.

Ancak bir de anti-teizm vardir ki onun islevi, Tanriciligin ileri surulen her bicimine ve tasarimina karsi ussal yontem ve onermelerle curutme girisimleridir.

Ayrintilar bir yana uc buyuk semitik din; Musevilik, Hiristiyanlik ve Muslumanlik “Teist” yapidadir. Deist, panteist, pan-enteist gibi gorusler bagimsiz birer din durumuna gelememis ancak bu goruslerin savunuculari daha cok bu semavi dinlerin her hangi birinin kutlu kisisi olarak kabul edilmistir. Bu akimlari benimseyenler distan bu us dinin semsiyesi altinda durmakta ama gizli olarak da kendi goruslerini yalnizca kendi uyelerine bir giz olarak acmakta, birer agnostik, sufi, ermis olarak davranmaktadirlar.

Bruno, Boehme, Spinoza gibi filozoflarin ileri surdugu “Tek-ilkeci (monist) panteizm” gorusu giderek Tasavvuf icinde de benimsenmistir. (Yahudi, Hiristiyan, Musluman).

Panteizme gore, “Tanri” her seydir ve her sey “Tanri”dir. Tanri, evren, insan ayirimi yoktur, boyle bir ayrim aklin yanilsamasidir. Es deyisle ontolojik olarak Tanri, evren, insan bir ve aynidyr. Askin (transandantal) bir Tanri var olmadigi gibi, her hangi bir yaratmadan da soz edilemez.

Spinoza’nin bu gorusu, ailesinin goc ederek ayrildigi Endulus Ispanyasi’ndaki unlu dusunur ve mutasavvif Muhiddin-i Arabi’ den etkilenmistir.

Bilindigi gibi Ibn. Arabi’nin gorusu "Vahdet-i Vucut" olarak ileri surulmustu.

Ancak bir coklarinin sandiginin aksine, Spinoza’nin panteizmi ile Ibn Arabi’nin vahdet-i vucud’u birbirinin ayni degildir.

Spinoza’da “Tanri evrendedir ve evren kadardir”.

Ibn Arabi’de ise “Evren Tanridadir ve bu durum Tanriyi sinirlamamaktadir.”

Ingiliz dusunuru White Head’e gore, Tanrinin her turlu degismenin otesinde degismez bir niteligi ve bunun yaninda bir de degisen ve olusan niteligi vardir.

Tanri degismeyen yaniyla devinimi baslatmistir ve evrenin bilincindedir. Ancak yalnizca bu konumda kalmis olsaydi, ilk devindirici, ozgur, oncesiz ve yetkin olarak kalacak ama varolusa katilmamis olacakti.

Diger yaniyla ise Tanri degisme ve olusma surecinin icinde ve bilincindedir. Bu nedenle Tanrinin evrende ickin (immanant) oldugunu soylemek de dogrudur, evrenin Tanrida ickin oldugunu soylemek de. Tanri-evren iliskisi karsiliklidir.

Surec felsefesi isigi altinda White Head’le baslayan bu akima "pan-enteizm" ya da "diyalektik teizm" denir.

Pan-enteizme gore Tanri hem degismeyen (mutlak) hem degisen (goreli)dir. Hem zamanin icinde hem disinda, hem sonlu hem sonsuzdur. Ayni zamanda hem tikel hem tumel, hem neden hem sonuctur.

Hartshorne Tanrinin bir soyut bir de somut yuzu oldugunu soyler. Soyut niteligiyle Tanri, mutlak, etkilenmez, erisilmez ve degismezdir. Somut yaniyla ise etkilenir ve degisir. Tanri bu iki niteliginde de yetkindir. Ancak bu yetkinlik klasik teizmdeki gibi degildir. Oradaki yetkinlik degismeyen “donmus” bir yetkinliktir. Buradaki yetkinlik degisir, ancak bu degisme Tanrisal bir degismedir. Yani yetkinlige dogru degil, yetkinlik icinde bir degisme.

Bu tanimla pan-enteizm hem deizmden hem de panteizmden ayrilir.

Deizm Tanriyi ilk neden olarak gorur ancak evren ile etkilesimini ve iliskisini kabul etmez. Bu nedenle Tanri, evrenin disinda ve askin bir konumdadir.

Panteizm ise Tanriyi evrenin icinde ve onunla ozdes varsayar. Tum olusum ve neden sonuclar tanrisaldir. Artik Tanri ilk neden degildir.

Pan-enteizm Tanriyi soyut yaniyla evrenin disinda ve askin, somut yaniyla evrenin icinde ve ickin bicimde cozumlemistir.

Tanri kavramiyla ilgili dusuncelerden biri ve belki de dusunce ve ozgur bilinc acisindan en onemlisi Ateizmdir.

Ateizm, genellikle olumsuz (negative) ateizm olarak; Tanri ve Din fenomeniyle ilgilenmez, onu bilginin konusu saymaz ve metafizik bir sayilti olarak yadsir.

Ancak bir de olumlu (positive) ateizm ya da anti-teizm vardir ki bu gorus, tum Tanri tasarimlarina ve inancina ussal gerekcelerle karsi cikmayi ve onlari curutmeyi kendisine is edinmistir.

Ateizmin bu bicimi ontolojik olarak “Tanri sorunu”nu ele alir, bir kavram olarak var olan “Tanri”nin bir varlik olarak nesnel bir gercekligi bulundugu ya da anlik (zihin) disinda genel bir “Tanri” veya “Kisi-Tanri”nin varoldugu gorusunu yadsir. Sonra da bu tutumunu eyleme donusturerek din ve ilgili kavramlari tumuyle kisilerin oznel dunyalarindan ve toplumdan sokup atmaya calisir. Bu bakimdan “anti-teizm”in ugrasisi cok kapsamli ve cok yonlu, zor bir ugrasidir.

Anti-teizm yoluyla ateist olmus bir kisi, bir aktif ateist’dir. Boyle birinin psisik durumu bazi psikologlarca teistlere benzetilmistir. Cunku olumsuz yonden olsa da bu insanlarin isi gucu (dusunsel anlamda) Tanri ve dinle ugrasmaktir. Ustelik inanmadigi halde her turlu Tanri tasarimini bilmek ve incelemek zorundadir. Anti-teist’in durumu hapishane gardiyanina benzer. Kendini ozgur saymasina karsin, isi geregi hapishaneden ve tutuklulardan ayrilamamaktadir.

Gunumuzde masonluk gibi iki buyuk egilime ayrilmis durumdadir. Her ikisinin de rituelleri hic bir dine dogrudan bagli degildir. Ya da hic bir inanc sistemini digerine ustun tutmaz. Buna karsin tutucu masonluk olarak bilinen obediyansa bagli masonlardan katilim kosulu olarak teistik bir Tanriya inanma geregi aranmaktadir.

Bu da gosteriyor ki gunumuz kosullarinda bile teizm, deizm, ateizm sorunu varligini toplumlarin icinde oldugu gibi masonluk bunyesinde de surdurmektedir. Masonluktaki “Evrenin ulu mimari” kavramina yakindan baktigimizda, onun daha çok deizme yakin oldugunu anlamakta gucluk cekmeyiz.

Spekulatif masonluk birinci Anderson yasasi ile calismaya basladiginda laik ve humanist gorusu destekleyen deist bir Tanri anlayisi ileri surulmustu. Ancak cesitli baskilarla olusturulan ikinci Anderson yasasi yeniden teist bir nitelik kazandi.

Kita Avrupa’si ilk gorusu benimsemis ve calismalarini bu yonde surdururken, Ingiliz Masonlugu geri adim atarak teistik goruse on vermis oldu.

Daha sonra cesitli nedenlerin etkisi altinda bu ayrim ulkemizde de gerceklesti ve bir yan teist egilim icinde kalirken diger yan ilk bicimine bagli olarak deist egilimini surdurdu.

Teist, deist ya da ateist Tanri tasarimi kabullerinin insan bilincinde olusturdugu orgutlenme modeline bagli olarak masonlugun "tolerans" ilkesine bakacak olursak;

Teist bir bilinc, monoteist, panteist yapisiyla birlikte “tek dogru”, “tek gercek” egiliminde olacagindan butun iyi niyetlere karsin burada “tolerans” ilkesi calismaz . Bunun sonucu olarak da diger insanlarin farkli gorusleri yasam ve gelisim olanagi bulamaz.

Aslinda bu tutum ateistler ve anti-teistler icin de gecerlidir. Onlar da farkli tasarim ve dusuncelere toleransla yaklasamazlar.

Bu iki yaklasim karsisinda deizm, her insana Tanri tasariminda bile farkli olabilme ozgurlugunu tanimakla demokratik, laik ve insancil bir yasam icin olanak ve ortam hazirlamaktadir.

Deist bir Tanri tasarimi bir Ulku’dur. Her insanin boyle bir ulkuye moral olarak gereksinmesi vardir. Bu ulkunun Tanrisinin masonlarca en belirgin ozelligi "mimar" olmasidir. Es deyisle yapici’dir.

Bu demektir ki, her mason insanlik ulku mabedini olusturmak icin bu yapici gorevi ustlenerek insancil bir dunyanin kurulmasina katkida bulunur.

Bu baglamda bir insanin “aydin-bilge” bir insan olmasinda herhangi bir Tanri tasarimina ve inancina bagli olma zorunlugu olmadigi gibi, ateist olmasi da zorunlu degildir.

Aydin-bilge insan olmanin yolu , “bilimsel bir tutum ile, ussal bir yasam icinde, insan onuruyla var olma" yi basarmaktir.

Teist bir insanin, inancina hicbir gercek kanit bulmasi olanakli olmadigi gibi ateist bir insanin da bir Tanrinin var olmadigina iliskin genel kabul gorecek bir kaniti yoktur. Buna karsin deist goruse (tolerans altinda) moral bir yaklasim getirilebilir.

Simgesel bir ucleme ile Tanri-Doga-Insan iliskisi, masonik ulkuyu icine alacak bir bicimde soyle tasarlanabilir.

Bir yanda hicbir bicimde kisilestirilmemis, elcisi, vahyi, dinsel dogmasi oldugu ileri surulmeyen ve her insanin kendi duyuncunda (vicdan) evrenin varolusuna buldugu bir yanitin betimlenemez Tanrisi,

Diger yanda ozgur bilinc ve istenciyle kendi sorumlulugunu kendi ellerine almis Insan. Arada ise tek bir antlasma var, o da Doga-Yasalari (Lex Naturalis); her iki yanin zorunlu uymasi gereken tek anayasa bu olsa gerek.

Insan bu doga yasalarinin bilincine ve teknolojisine ulasmakla dogayi kendi icin degistirebilmekte ve ozgurlesme surecinde yol almaktadir.

Oyleyse okunacak tek gercek kitap vardir, o da “Doga-Kitabi”dir.

Okuma dili de "Bilim-Dili"dir.

Ancak bilimsel ve ussal bir bilgilenme yoluyladir ki doganin gizemine girilebilir ve ondaki gerceklik bulunup aciga cikarilabilir.

Bununla birlikte, insanin erdemi ve bilgeligi de us ve yasam disindan degil somut insan iliskilerinin icinden ve yasamin gercekliginden olusturulmalidir.

Hicbir duanin, hicbir inancin ve hicbir tapinmanin doganin gizemlerinden tek bir gercekligi aciga cikardigi gorulmemistir.

Insanin bu evrende gercek tek bir dostu var, o da “Bir Diger Insan”dir ve tek guvenilir yontemi var, o da “Bilimsel Yontem"dir.

Erdemlerinin de tek bir kaynagi var, o da “Insan Sevgisi”dir ve de tek kivanci var o da “Ozgurluk”tur