Ben de gittim bir geyiğin avına,
Geyik cekti beni kendi dağına,
Tovbeler tovbesi geyik avına,

Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin kardaşlar kaldım burada.

Tovbe ya... Tovbe ki, tovbe! Yalnız geyik avına mı tovbe. Yoksa dağların doruklarına, kırların yeşiline, havaya, suya mı bu tovbe? Tum guzelliklere mi tovbe. Eee ne dersin. Bir kez ecel elini atmaya gorsun. Genclik, nişanlılık, yakışıklılık para eder mi? Sebep? Sebep dizi dizi. Kimini bir cukura duşurur; kimini bir kayadan ucurur. Kimi bir yağlı kurşuna goğus verir, kimi yele sele gider. Sonra da turkulerin diline takılır, yıllar sonrasına taşınır olay.

Oykumuz Toroslarda gecer. Toroslarda gecer ya, cukurun bitip, tepelerin başladığı; Guneyin bitip, Guneydoğunun başladığı kesiminde Torosların. "Gavurdağları" derler buradaki Toroslara. Duz ovayı gecip, Antep - Maraş yolunu tutanlar, bu dağlardan gecmek zorundadır. Zorundadır ya, gec gecebilirsen. Mubarek dağ değil, zulum kalesi sanki. Alttan bakarsın sipsivri bir tepe. Sağına bakarsın dağ; soluna bakarsın dağ. Kıvrım kıvrım GÂvurdağı'nın tepesine tırmanmak zorundadır, bu dağı gecmek isteyenler. Bir yanından girilir dağın; done done tepesine gelinir. Yine done done inilir tepe aşağı doğru. İnilir ama sağı ucurum, solu ucurum. Sivri sivri kayalar var sağda solda. Başı doner insanın kayalara bakarken. Şoyle bir taş parcası alıp atsan aşağı, un ufak olur da, bir ucurumun dibinde dağılır kalır.

Sozun ozu; şimdi yol yolak yapılıp, gecit olmuştur Gavur Dağları ama, vakti zamanında ala gozlu cerenler, catal boynuzlu geyikler, kınalı keklikler, turaclar cirit atarmış bu dağlarda. Kekliğin "Keklik Kayası" geyiğin "Geyik Dağı" varmış. Ucurumları, mağaraları da bir bir bilirmiş hayvancıklar.

Eee bir dağda keklik olur, ceren olur, geyik olur da, avcı el atmaz olur mu oraya? Adım başı bir ucurum olsa; ve de ucurumun sonu olum olsa, avcı avcılığını yapar. Duşer avının peşine. Duşer ya; eğer avcı gerdeğe girecek bir gencse; eğer nişanlısı onu gerdek odasında bekliyorsa, biraz dikkatli olmalı avcı değil mi? Ne gezer. Eğer oyle olsaydı, gunumuze kadar gelen "Alageyik Efsanesi", dilden dile dolaşmaz, gonulden gonule bir burukluk bırakıp gitmezdi.

Halil, dal gibi bir genc. Bir de atıcı ki ehh! İşi, gucu geyikler Halil'in. Sırtlandı mı tufeğini omuzuna, ver elini Gavur Dağları. Bir gun, beş gun olsa neyse ne! Bir hafta, on gun dağda kaldığı oluyor Halil'in. Gelgelelim geride bir anası, bir de nişanlısı var Halil'in. Bir nişanlı ki, melek gibi. Halil'e de cok bağlı. Odu kopuyor Halil dağa gidecek de gelmeyecek diye. Anası derseniz, hepten karşı Halil'in geyik avına gitmesine. Ne zaman ki Halil azığını hazırlayıp atın terkisine atar heybesini; anası yapışır yularına atın; "Ey oğul oğul. Gel vaz gec şu geyik avından. Yuva yıkanının yuvası olmaz. İflah olmazsın. Sonu iyi gelmez. Gel vaz gec. Bak baban da bu yuzden iflah olmadı. Ne yapacaksın bunca geyik postunu. Yureğim razı değil. Atalar geyik avı tekin değil demiş. Bugun olmazsa; yarın bir iş gelir geyik avlayanın başına. Kurbanın olam oğul, terk et bu işi".

Halil'dir tutkun ava. Hic durur mu? Atlar atma; atlar ya, anasını da kırmaya gonlu razı olmaz. "Ana, bu son olacak. Bir daha soz olsun geyik avına gitmek yok. " Bakar olacağı yok, ardmdan seslenir anası. "Oğul oğul. Madem ki inat ediyorsun. Bari yavru geyiklere, yavrulu geyiklere kurşun atma. Yuvalarını yıkıp, oksuz koma."

Bir yandan anası, bir yandan Zeynep. Ne kadar yalvanr yakarırlar ama boş. Caydıramazlar Halil'i geyik avından. Her seferinde "Bu son olacak. Tovbeler olsun artık geyik avına" der, sonra yine bildiğini okur Halil. Hele iyi bir av yapıp, yuklendi mi sırtına geyikleri, kınalı keklikleri; deyme keyfine. Koyun orta yerine bir ateş yakarlar. Bir ateş ki, dumanı gokleri tutar. Ne zaman ki alev biter, koz olur odun; atarlar geyikleri ustune, bir şenlik, bir şolen. Bir hay hay, bir vay vay karışır gider birbirine. Tum koylu birlik olup, cevirir ateşin etrafırıı. Gule eğlene yerler geyik etlerini. Yerler de bir yandan da Halil'in avcılığını ovgulerler. "Bravo arkadaş. Şu koca Cukur'da yoktur senin gibisi" der kimi; kimi de "Zeynep sana helal olsun. İyi avcı olduğun ondan da belli" diyerek yarenlik eder Halil'le.

Ama her zaman rastgelmez Halil'in işi. Gun olur, dağ bayır dolaşır da, bir tek geyik vuramaz. Hele bir Alageyik var ki, aman aman!

Ne zaman ki, bu Alageyik cıksa karşısına, o gun hicbir av yapamaz Halil. Alageyik dersen bir başka geyik. Kurnaz. Cevik. Canlıkanlı bir geyik bu Alageyik. Cıkar bir kayanın başına, "gel beni vur" der gibi doş verir Halil'e. Halil'dir yatar sipere. Tam nişanlar geyiği. Gez goz arpacık, demeğe kalmadan geyik kayıp! Bir de bakar ki, arkadaki kayaya gecmiş Alageyik. Doner Halil. Surunerek yaklaşır. Yatar sipere. Ne mumkun! Kayalardan kayalara zıplar da sonunda kaybolur gider Alageyik. Halil fellik fellik kovalar Alageyiği. Sonunda yorgun duşer, uzanır bir ağac golgesine. Sozun kısası, Alageyiğe rastladığı gun tek kurşun atamaz Halil.

Boylesi gunlerde, geyikler ustune duyduklarını duşler bir bir. Bazı geyikler tekin değilmiş Cinler mi, periler mi geyik kılığına girer de dağdan dağa koşuştururmuş avcıları. Alageyiğe rastladığı gun Halil bu geyiğin de tekin olmadığını gecirir icinden. Bırakmayı duşunur avcılığı. Bırakmayı duşunur ya, av tutkusu kor mu tufeğini duvara assın. Alageyiğin tekin olmadığına inanır aslında. İnanır ama, rastladığı zaman da kovup kovalamaktan geri durmaz. Onundeki kayadan kaybedip, arkadaki kayadan gorunce Alageyiği, iyice inanır onun tekin olmadığına. Bir yandan da peşinden at kovar. Zeynep'in yalvarılarını en cok boylesi durumlarda ansır. Ve soylenir kendi kendine "Hele bir duğun olsun. Bırakırım avı. Zaten bu geyikler tuhaf yaratıklar. Anlamadım gitti."

Gunlerden bir gun, Halil yine tufeği omuzunda, atının sırtında tırmanmış kayalara. Bir de ne gorsun, tam karşısındaki kayanın ustunde duruyor Alageyik. Yanında da bir yavru. Bir yavru ki, daha boynuzları cıkmamış. Tuyleri pırıl pırıl. Acemi. Urkek.

Halil dar atmış kendini attan aşağı. Siperlemiş kayayı. Basmış tetiğe. Yavru debelenmeye başlamış. Tufeğini Alageyiğe cevirmiş Halil bu kez. Cevirmiş ama, Alageyik zıplayıp kaybolmuş birden. Varmış, sırtlamış yavru geyiği, donmuş koyune. Donmuş ya, anası acmış ağzını, yummuş gozunu. "Anayı yavrudım ayıran iflah olmaz. Bu son olsun, vazgec oğul" diye yeniden yakarmış. Ne derse boş! Olan olmuş. Halil de pişmanlık duymuş aslında. Ama, ne gelir elden. Bu efsaneyi anlatanlar der ki, Halil epey bir zaman ava gitmedi. Ta ki, duğun gecesine dek. Davulların, zurnaların eşliğide gerdeğe girdiği geceye kadar, tufeğine el surmedi Halil. Surmedi ama, gozu gonlu dağlarda. Kulakları geyik sesinde. İlk ozlemi, Zeynep'ine kavuşmak, ikincisi de geyik avı. Bu iki ozlem oylesine karışır ki bazen, koparıp atamaz birbirinden. Gun gunu eskitir; ozlem ozlemi kamcılar. Ve gelir duğun gunune dayanır. Dayanır ki, bir yanda davullar zurnalar; ote yanda saz soz. Uc gun; uc gece surer duğun. Erkekler bir yanda halay cekip lorke oynarken; kadınlar da kendi aralarında eğleniyorlar. Maniler soyleyip, oyunlar oynuyorlar. Dağdan taşınan odunlar, gece yığılır koy meydanına... Bir ateş yakılır; sinsin ateşi. Sonra da sinsin oynanır etrafında ateşin, gureşler tutulur.

Ucuncu gunun akşamı, guvey tıraşı yapılır. Ağır ağır tıraş eder guveyi berber. Bir yandan da kabak kemane, debildek calar cengiler. Guvey tıraş edilirken, toreler gereği herkes bir bahşiş karşılığı şişelerle kolonya serper seyircilere. Ama bu bahşiş dolgun bir bahşiştir. Guveyin yakınları, arkadaşları daha cok bahşiş atmak icin yarışırlar birbirleriyle. Guveyin tıraşından sonra, sağdıclar oturur berber koltuğuna. Onların tıraşı da torenle tamamlanır. Sonra guvey sağdıcların arasında duşer yola. Bir yandan da gencler "Atalım atalım" ceker. Karşıdan "Nereye" diye sorarlar "Herkesi sevdiğinin kucağına" diye yanıtlarlar. Hep birden silahlar cekilir, havaya kurşunlar sıkılır. Evin kapısına kadar boyle surer bu. Sonra Halil'in sırtı yumruklanır, salınır iceriye. Gerdek odasının kapısında telli duvağıyla Zeynep ayakta beklemektedir Halil'i. Halil girer gerdek odasına; girer ya kulaklarında bir uğultu, gozlerinde bir karartı. Bir tek ses geliyor kulaklarına, geyik sesi! Hem de evin yanından geliyor ses. Halil durur. Kulak kabartır sesin geldiği yana. Basbayağı geyik sesi bu. Uc gunluk yoldan duysa, tanır geyik sesini Halil. Bir durur. "Kor şeytan, kor gozune lanet" der. Atar adımını iceri. Daha fazla gelmeye başlar geyik sesi. Dayanamaz, duvardaki tufeğini kaptığı gibi fırlar dışarı. Zeynep'e de "şimdi gelirim" der. Ses yakından uzağa gitmeye başlar. Halil sesin peşinde. Ses Gavur Dağları'na doğru cekilir. Halil de peşinde. O gider ses uzaklaşır. Varır Gavurun Dağı'na ulaşırlar. Ulaşırlar ki, ne gorsun Halil. Alageyik cıkmış bir kayanın ustune, bakıyor Halil'e. Ayın şavkı vurmuş ki pırıl pırıl derisi. Bir de alaylı bakıyor ki Halil'e. Atar bir kayanın siperine kendini Halil. Nişanlar tufeğini. Tam tetiğe basacak, fırlayıverir Alageyik. Kayıp! Sonra yeniden sesi gelir yakından. Varır Halil. Bakar cıkmış bir kayanın tepesine Alageyik. Kaya da kaya! Uc bir yanı ucurum. Gozu kararır Halil'in. Ucurumu gorecek durumda değil. Yeniden yumulur yere. Basar tetiğe. Alageyik yığılır kalir kayanın ustune. Halil'de bir heyecan, bir sevinc. "Hem Zeynep'e kavuştum, hem de ava", diye gecirir icinden. Bir koşu geyiğin yattığı kayaya yonelir. Tam yanına gelir Alageyiğin, atar elini ki tutsun geyiği, Alageyik fırlar ayağa. Fırlamasıyla da cifteyi sallaması bir olur Halil'e. Tufek bir yandan, Halil bir yandan boylar ucurumun dibini.

Gerdek odasında da Zeynep bir bekler, iki bekler, bakar geleceği yok Halil'in. Koşar tufeğin asılı olduğu duvara bakar. Tufeğin yerinde yeller esiyor. Fırlar allı duvağıyla dışarı Zeynep. Fırlar da anlatır durumu sağdıclara. Herkeste bir merak, bir telaş. Nerdeyse gun ağaracak, Halil yok ortalıkta. "Gerdek gecesi guvey kalır mı dışarda. Mutlakza başına bir iş geldi" derler. Koy gencleri gruplar halinde duşerler dağ yoluna. Şu tepe senin, bu tepe benim. Adım adım,

Derler ki, koy gencleri ve al duvaklı Zeynep, Halil'in duştuğu ucurumun kenarına ulaştıklarında, Halil'in sesi bir inilti gibi geliyordu ucurumun dibinden. "İp salalım cekelim yukarı" derler. Diyene kalmaz ses seda kesilir Halil'de. Zeynep'tir bir al duvağına bakar, bir ucurumun dibinde yatan Halil'e. "Sensiz dunya haram bana" der, bırakır kendini Halil'in yattığı ucurumun dibine.

O gun, bugundur bir ses gelir kayalıklardan. Uğuldar uğuldar bir turku olur. Bu ses geyik avına tovbeler eden Halil'in yanık sesidir der duyanlar.

Bu efsaneyi, dilden dile; kulaktan kulağa ulaştıranlar birşey daha derler. Ucurumun dibindeki iki sevgilinin mezarlarının ustunde, her yılın ilkbaharında, aynı gunlerde, tam seher vakti tanyeri ağarırken iki tek cicek acar. Bu ciceğin biri kırmızı, duvak renginde, oteki mavi acar. Tam cicekler boylanıp, birbirine kavuşacakken, otelerden bir geyik ucarak gelir, cicekleri yer. Bu her yıl boyle surer gider. Cicekler kavuşamaz birbirine.

ALAGEYİK

Ben de gittim bir geyiğin avına,
Geyik cekti beni kendi dağına,
Tovbeler tovbesi geyik avına.

Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin yoldaşlar kaldım burada

Ben giderken kaya başı kar idi,
Yel vurdu da ılgıt ılgıt eridi,
Ak bilekler taş ustunde curudu,
Gidin arkadaşlar kaldım kayada,
Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.

Esvabım bohcada basılı kaldı,
Tufeğim duvarda asılı kaldı,
Nişanlım da benden kusulu kaldı,

Gidin arkadaşlar kaldım kayada, Siz gidin yoldaşlar kaldım burada.