Bir gozyaşı, gul mevsiminde gule karşı akarsa aşk olur adı; sevgiyi damıtır en derin yerinden. Suclardan sonra tenha gecelerde akarsa tevbedir tadı; gonulleri arıtır en kara kirinden. Madem ki gozyaşı bir kutlu demdir, elbette bir erdemdir.

Bir gozyaşı, bir cevherdir ateşten kaynayan ve alev gibi yanan. Ozu sudur ama avucta bir yalım, gonulde bir yangın olur.




Bir ateş duşunun, dumanı Âh ile cıkar da kulleri goz yaşına karışır ya…Hayat bir mum alegorisidir hani, mumun başındaki yanış gozde yaş olur da gozyaşı alevle barışır ya… Alev can ipliğini yakınca, acıdır ki, bedenini eritir de mumun, su ile alev birbiriyle yarışır ya… Aşıka gore cennet olur cinnet ve kendi gozyaşında boğulur akıbet...


Gozyaşıdır ki yıkayarak yakar, yakarak yıkar. Arıtır ve eritir; temizler ve gizler… Fazilettir, diyettir… Bu yuzden denilir ki gozyaşı yiğitler kÂrıdır ve civanmertler vakarıdır.


Tohumu eken bilir, Goz yaşın doken bilir, Gul kadrin diken değil, Cileyi ceken bilir, Ve ey gozyaşım.. Bulutuna sadık yağmurlar gibi gel, ve kadim bir dostu uğurlar gibi git…

Bir atımlık mesafede yalnızlığın kurşunlanan coşkusuyla gel, geleceği savaşa mecbur annelerin korkusuyla git… Geceyi icine doken tomurcukların yeşiliyle gel, goncayı acılsın diye bekleyen bulbulun diliyle git… Bulbuller konan dallarda yaprak gibi gel, ve derinlerde bendini yıkan bir ırmak gibi git. Yalınkalem savaşlara meftun acılarla gel, pişmanlık dolu yureklerden sancılarla git…


Ve ağlamaktan korkma gozum!..


alıntı