Bazen bilirsiniz geri donemeyeceğinizi; daha o ilk anda derinden gelen bir ezginin sesini duyarsınız… Cılız bir ses fısıldar kulağınıza, ‘kac’ der, ‘şimdi kac, yoksa bir daha kurtulamayacaksın!’.

Ama yakalanmışsınızdır bir defa, kurtulamazsınız; icerdeki sesin hukmunu bile o zaman dışarıdan gelen bir başka sesin hakimiyeti sarar, ruhunuzun topraklarını…

Bazen geri donemezsiniz… Kalakalırsınız durmamanız gereken o yerde; aşkla, hasretle, inancla, arzuyla ya da nefretle; intikam ya da onaylanmayacak olan bir dokunuş uğruna… İcinizde hep o soyleyemediğiniz, dilinizden dokulemeyen birkac kelime dolanır durur. Dudaklarınızdan kurtulduğunda bir kapı acılacağına inanır, yaşanmazlıklara hukum giymiş yaşayamadıklarınızın ozgur kalacağına inanırsınız.

Bir harf eksik kalmıştır, adam asmaca oyununda darağacında sallanan sizsinizdir. Ayaklarınız yaşamayı umduklarınızdan değil, yaşayamadıklarınızdan dolayı yerden kesilmiştir. Bulutların uzerindesinizdir, ruhunuz her yerdedir; kalbiniz ise bir yerde… Toprağa gommuşsunuzdur kalbinizi. Alev alev yangınınızı kapatmıştır toprak, kullendirmiştir, dumanını da gostermez.

Birlikte yurumeye adamışsınızdır ya kendinizi, refakatciniz goturecektir sizi mutluluğa. Guvenmişsiniz, inanmışsınız, sozunu namus saymışsınız. Gozu kapalı takılmışsınız peşine. Kırılgan bir zeminde o hep ayakta kalabileceği, yurumeye devam edebileceği yerlere adım atarken, siz kaygan, kırılgan zeminde icinizde sevgi, yuzunuzde endişeyle ilerlemeye calışırsınız. Ve siz bu yolculuktan bile aslında zevk alırsınız. El ele olduğunuz icin.

Hep kalanlar acı izler değildir ya… Bazen yaşanmış guzel bir gunun de izini silmek ister mi insan acaba? Hatırlamamak icin… Anımsayıp icini parcalarken gozu dolmasın, yanaklarından yaşlar suzulmemesi icin… O gunun, o anın tekrar yaşanamayacağını bilip, bilip anımsamamak icin, o izi silmek icin ne gerekir? Bir sigara, alkol, kadın… Ne?

Bazen bilirdik kacmamız, kurtulmamız gerektiğini… Kalakalırdık aşkla ve bir daha kurtulamazdık ‘sonsuza kadar’ kalıbıyla suslenmiş bir umutla…